ANAFARTA’LARIN VE ÇANAKKALE BOĞAZININ ŞANLI KAHRAMANI MİRALAY MUSTAFA KEMAL * Bu yazı “Yunan kazansaydı” diyen/lere, diyenleri devlet makamında ağırlayanlara, Günümüzde halen “ingiliz muhibi” olarak dedelerinin ihanet görevlerini sürdürenlere, tarikatlara, cemaatlere el veren üniformalılara EV ÖDEVİDİR…

13 Mayıs 1915’te İstanbul’dan Arıburnu’na sevk edilen 2’nci Tümenin çoğunu aralarında İstanbul Lisesi öğrencilerinin de bulunduğu Darülfünunlu gönüllüler oluşturmuştu. İstanbul Sultanisi (İstanbul Erkek Lisesi) öğrencilerinden 50 öğrenci, gönüllü olarak Çanakkale Cephesine katılmak amacıyla başvuruda bulunmuş, geride kalanlar, cepheden dönecek yaralı arkadaşları için okulu revir haline getirmişlerdi. O dönemde İstanbul Erkek Lisesi, günümüzde Saint Benoit Fransız Lisesi olarak kullanılan Karaköy Kemeraltı Caddesindeki binada eğitim vermekteydi. Bir bölümü hastaneye, revire çevrilerek sarıya boyanmıştı. Gençler ve liseli öğrencilerden oluşan bu gönüllüler kısa bir eğitim için Halıcıoğlundaki karargâha gönderilmiş, orada kısa bir talime-eğitime tabi tutulmuşlardı.
Bu gençler, Çanakkale’ye vardıklarında 2’nci Tümene dâhil olmuşlardı. Cepheye vardıklarında lise öğrencilerinin kolunda sarı, tıbbiyelilerin kolunda da beyaz kurdele bağlıydı. 19 Mayıs taarruzunda, hedef olmamaları için kurdeleleri çıkarmaları  emredilmişti. 18-19 Mayıs gecesi Anzaklara karşı yapılan taarruz çok kanlı cereyan etti, 2’nci Tümenin çoğu öğrenci olan gençleri şehit olmuş, siperlerde sadece sarı kurdelelerine yazdıkları şu mukaddes ibare kalmıştı:
“İstanbul Lisesi Vatan Sağ Olsun”
Çanakkale Savaşı’na gönüllü olarak katılan 50 İstanbul Sultanisi (İstanbul Lisesi) öğrencisinin şehit düştüğü haberi okula ulaşınca, geride kalan öğrenciler arkadaşlarının anısına, okulun kapılarını ve pervazlarını siyaha boyadılar.

Çanakkale farklı anlamı olan bir savaş, adeta destansı bir öykü. Türk halkının duygulu yüreğinden kopup gelen türkülerde, Mehmet Akif’in mısralarında nesilden nesile aktarılarak yaşanan, hissedilen bir savaş…
Hiçbir devletin, hiçbir ordunun, hiçbir silahın, vatan sevgisinden daha güçlü olmadığını, olamayacağını öğreten bir savaş…İnsanın iliklerine kadar işleyen derin bir sızı, aynı zamanda görkemli bir gurur tablosu….
En önemlisi Türk Milletine Mustafa Kemal’i kazandıran bir savaş… Çanakkale Muharebeleri hiç şüphesiz, Atatürk’ün 19’uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal olarak tarih sahnesinde parladığı yerdir.

Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşlarına ait
Bomba Sırtı olayını şöyle anlatmaktadır:
“Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz-on metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok… Okuma bilenler Kuranı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

6 Ağustosta yaşanan ve Kanlısırt’ı ele geçirmeleri ile sonuçlanan hücumu, Yarbay Mustafa Kemal’in savaş meydanındaki rakibi, Anzak kuvvetlerinin komutanı 51 yaşındaki İngiliz Korgeneral William R. Birdwood şöyle anlatmaktadır:
“Bizim bu muharebedeki kaybımızın 2 bine ulaştığını üzüntüyle hatırlıyorum. Ama Türkler de kendi 16’ncı Tümenlerinin kaybının 6930’u bulduğunu söylüyorlar ki, bunun 5 bin kadarı Kanlısırt siperlerinin küçük bir bölümünde meydana geldi. Böyle bir manzarayla bir daha hiç karşılaşmak istemem. Oraya gittiğimde, Türk ve Avustralyalılar birbirlerinin üzerine 4-5 kat yığılmıştı. Her iki taraf da en muhteşem kahramanlığı sergiledi…..”

20’nci yüzyıl başında Avrupa’da esen savaş rüzgârları, 1914 yılı yaz aylarına gelindiğinde kıtayı adeta bir barut fıçısı haline getirmiş, kısa sürede birbirini izleyen karşılıklı savaş ilanlarıyla o güne dek görülmemiş yoğunlukta bir savaş başladığında Avrupa’nın hiçbir parçası ortaya çıkan bu mücadelenin uzağında kalamamıştı, tıpkı Osmanlı Devleti gibi…
Çanakkale cephesi ise, bu savaşta açılan onlarca cepheden sadece bir tanesiydi. İttifak Devletlerine karşı yeni bir cephe açılması konusunu müzakere etmek üzere Ocak 1915’te Londra’da toplanan Savaş Konseyinde, Çanakkale Boğazına denizden taarruz planı kabul edilmişti. İngiliz yetkililere göre, Gelibolu Yarımadası alınarak İstanbul yolu açılabilir, Türkler savaş dışı bırakılarak Rusya ile doğrudan bağlantı sağlanabilirdi.
Bu amaçla İtilâf Devletleri; Çanakkale Boğazına ilk saldılarına Kasım 1914’te başladılar. Gemilerden top ateşiyle kıyı istihkâmlarına yapılan bu saldırı, daha sonraki günlerde de tekrarlandı ve nihayet en kapsamlı saldırı 18 Mart’ta gerçekleşti. Ancak bu muharebe sonucunda başarılı olamayıp Boğaz’ı denizden aşamayan İtilâf Devletleri, bu kez 25 Nisan 1915’te farklı bölgelerden yaptıkları çıkarma harekâtıyla yaklaşık 8,5 ay devam eden kara muharebelerini başlatmışlardı. Ancak bu safhada da başarılı olamayacaklar ve son kez Ağustos 1915’te Suvla koyundan Anafartalar bölgesine çıkarma harekâtına girişeceklerdir. Ancak muharebelerin bu safhasında da başarılı olamadıklarından Gelibolu’yu tahliye etmek zorunda kalacaklardır.

Erenköy Koyu, 7 Mart gecesi…. Sisli ve yağmurlu bir havada düşman gemilerinin projektörlerinin puslu ışıklarına aldırmadan Erenköy Koyundaki Karanlık limana doğru bir gemi sessizce yol almaktaydı. Yüzbaşı Tophaneli Hakkı komutasındaki Nusret Mayın gemisinin tüm mürettebatı, Mayın Grubu Komutanı Yüzbaşı Nazmi Bey dahil nefeslerini tutmuştu. 7 Mart gecesini 8 Mart’a bağlayan saatlerde Nusret Karanlık Liman’a geçip kıyıya paralel olarak 100 metre aralıklarla 26 mayın sırayla dökülmeye başlandı ve sabah saatlerinde 11. mayın hattı Boğaza döşenmişti.
Anadolu yakasındaki Erenköy Koyunun mayınlanması gerçekten çok önemliydi. Bu koy, merkez tabyaların en güçlüsü olan Anadolu Hamidiye Tabyasının ölü alanında kaldığı gibi, Tengerderesi ve Erenköy kesimindeki obüsler tarafından ateş altına alınamıyordu. Bu zayıf durumdan yararlanmak isteyecek Birleşik Filo gemilerinin bu koya sığınıp, Türk topçusunun ateşinden korunmasının önlenmesi gerekiyordu. Bu da koyun mayınlanmasını zorunlu kılmış ve bu tarihi görev Nusret Mayın gemisi tarafından başarılmıştı.

Tarihe zafer olarak kaydedilen 18 Mart Boğaz Muharebesi, İngiliz General Oglander’ın “Pek uygun başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez.” sözlerinden anlaşılacağı gibi Nusret Mayın Gemisinin döktüğü mayınlar kadar bir o kadar Türk topçusunun da insanüstü çabasının bir sonucuydu.
Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’in söylemiyle, “Tarihteki hiçbir olay, Çanakkale Muharebeleri’nde olduğu kadar yapılan plan ve öngörüleri boşa çıkartmamış, alınan kararları karıştırmamış ve belirlenen stratejik kuralları bozamamıştır.”  Mustafa Kemal’in Çanakkale savunmasında ortaya koyduğu sevk ve idare yeteneği konusunda Yeni Zelandalı tarihçi Alan Moorehead, “Mustafa Kemal’in savaş güdümünde gösterdiği şaşırtıcı başarılar takımı bu tarihten sonra başlar. Ne Liman von Sanders’in ne de başkasının göremediğini o görmüş, Gelibolu Yarımadasına ancak Conkbayırı ile Kocaçimen’den egemen olunabileceğini o anlamıştı. Müttefik devletler burayı ele geçirselerdi, bütün Boğaz’a egemen olurlar ve 20 km.lik bir çevreyi istedikleri gibi top ateşine alabilirlerdi. Küçük rütbeli ama dâhi bir Türk subayının orada bulunması, İtilâf Devletleri için harbin en büyük talihsizliklerinden biri oldu.” sözleri tarihe geçen kayıtlardan sadece biridir.

Savaşın seyrini değiştiren, Conkbayırına sarkan kritik durum karşısında inisiyatif kullanan 19’uncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal’in kararı oldu. Bu karar neydi:
25 Nisan sabahı Kabatepe yönünden denizden gelen şiddetli bombardıman ve çıkarmalarla ilgili olarak gerek Maltepe’deki 77’nci Alay ve gerekse 9’uncu Tümenden alınan raporlar üzerine tümenini alarma geçiren Mustafa Kemal, süvari bölüğünü keşif için bölgenin kilit noktası olan Kocaçimen’e yönelterek tehlike halinde sonuna kadar direnmesini emretti.
Conkbayırı kaybedilecek olursa boğazın savunulmasının mümkün olamayacağını biliyordu. Saat 07:00’ye kadar bekleyen Mustafa Kemal ordudan hiçbir emir gelmeyince yaklaşan tehlikeye karşı iki alayını ve kurmay başkanını Bigalı’da bırakarak, 57’nci Alayına Kocaçimen’e “harekete hazır ol” emri verdi.
Durumu Kolorduya bildiren Mustafa Kemal, saat sekizde 57’nci Alayı Kocaçimen’e doğru harekete geçirdi. Kendisi de yanındaki subaylarla birlikte hemen Conkbayırına çıktı. Yeni Zelandalı tarihçi Alan Moorehead’in dediği gibi küçük rütbeli ama dahi bir subayın orada bulunması, İtilâf Devletleri için harbin en büyük talihsizliklerinden biri oldu.
25 Nisan günü cereyan eden muharebeleri, gece geldiği Arıburnu’nda Quenn Elizabeth gemisinden izleyen Akdeniz Seferi Kuvvetler Komutanı İngiliz Generali Ian Hamilton, sonraları Gelibolu hatıralarında şunları yazacaktı:
“İndirdiğimiz onca vahşi darbeye rağmen, gebe dağlar hala Türk doğurmaktaydı. Yer yer ilerleyen çizgiler; yeşil çimenlerin üzerinde kımıldayan noktalar; Sarıbayır sırtında, yara izine benzeyen geniş bir kırmızı toprak üzerinde birbirini izleyen noktalar… Yaklaşıyor, gözden kayboluyor, yine ortaya çıkıyorlar… Mevzimizin en yüksek ve en orta yerine, birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar. Büyük topların gümbürtüsünün yanı sıra, makinelilerin ve tüfeklerin takırdısı duyuluyor-gök gürültüleri arasında bir limonluğun damına inen dolunun çıkardığı sesler gibi… sonra ateş hafifledi. Saldırı püskürtülmüştü. Bizimkiler oldukları yerde tutunabilmişlerdi. Yeşil çimenliklerin üzerinden geriye az, çok az nokta döndü. Ötekiler karanlıklar alemine göçmüşlerdi.”
Bu muharebeler sırasında ölen bir Avustralyalı askerin üzerinde bulunan günlükte 25, 26, 27 ve 28 Nisan günleri tasvir edilmişti. 27 ve 28 Nisan günlerine ilişkin kaydettiği satırlarda şu sözler yazılı idi:
“27 Nisan 1915 Salı, Ne berbat bir gece geçirdik. Türkler vakit vakit bize yirmi adım yaklaştılar, o vakit biz de onlara kurşun yağmuru yağdırdık. Fakat iyi muharip olan Türkler bundan hiç yılmıyorlardı ve daima üzerimize hücum ediyorlardı. Türklerin makineli toplarının ateşi hakikaten öldürücü idi. Bize hiç rahat yüzü vermediler. Bugün pek uzun süren bir gün oldu.”
“28 Nisan 1915 Çarşamba, Burası, arzın üzerinde kurulmuş bir cehennemdir. Düşman, bütün gece hücum etti. Biz de onları püskürtmeye uğraştık. Mütekabil hücuma geçmek için ne vakit ikmal ve takviye efradı alacak idik? Günü her nasılsa geçirdik. Mühimmmat ulaşıncaya kadar olduğumuz yeri muhafaza etmeye mecburuz. Geceleyin çok cephane sarf ettik.”
ANEKTODLAR
Seddülbahir bölgesinde 21-22 Haziran 1915’te cereyan eden Birinci Kerevizdere Muharebesi sırasında sağ kolunu kaybeden Fransız General Gouraud, savaşa ilişkin hayatı boyunca unutamayacağı bir sahneyi hatıralarında şöyle anlatıyor:
“Hiç unutmam, muharebe başlamadan önce çevremizdeki tabiat nefis güzellikteydi. Su çiçekleri, papatyalar, leylaklar bir gökkuşağı alemi yaratıyordu. Ve şimdi savaş başlamış, savaş sahasında dövüş bitmiş, o güzelim tablo kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Türk ve Fransız askerleri süngü savaşında ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca hiç unutmayacağım. Yerde bir Fransız askerî yatıyor. Bir Türk askerî kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile bir konuşma yaptık.
“Bu Fransız yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Birşeyler söyledi, anlamadım. Ama herhalde annesi olacaktı. Benimse kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün.”
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerînin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan gözyaşlarımın donduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerînin göğsünde, bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikiside hayata veda ettiler.”

İşte bu muharebeler sırasında, siperlerin birbirine 10 adım kadar yakın olduğu, ölümün de bir o kadar kol gezdiği bir dönemde Anzak Çavuş J.A.Kidd anlatıyor:
“Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Ay ışığının da olmadığı zifiri karanlık bir geceydi. Sekiz saat kadar süren bir tahkimat işinden, durmadan kazma kürek sallamaktan yorgun bir haldeydik. Gelibolu’nun bizlere tekin bir yer gibi görünmeyen o savaş alanı, ölülerden çıkan tahammül edilemez kokularla daha dehşet verici bi haldeydi. Gecenin nispeten sessiz bu saatinde, birden sol ilerimizdeki Türk siperlerinden gelen bi ses hepimizi şaşırtmıştı. Bu bir şarkıydı (türküydü). Sözleri Türkçe mi, Almanca mıydı, fark edemiyorduk. Lakin tahminlerin üstünde berrak ve güzeldi. Yüreklere işleyen bir sesti. Bölgedeki herkes bir anda kulak kesildi. Ara sıra duyulan tüfek sesleri de kesilmişti. Hepimiz büyülenmiş gibi dinliyorduk. O şarkıyı söyleyen kimdi? Bilmiyorum ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceğim kuşkusuz. Ancak her kim idiyse bilmeliydi ki o acılarla, iniltilerle, korkularla dolu savaş alanında, birçoğu yurtlarını bir daha göremeyecek askerlerin ruhlarından kavrayan, unutamayacakları bir anı yaratmış, huzur dolu dakikalar yaşatmıştı. İnan ki yüzlerine bakılmayacak kadar kir içinde, kaba görünüşlü, fakat gerçekte temiz yürekli o dinleyici kitlesi, hiçbir konserdeki dinleyicilerin hissedemeyeceği şekilde bu şarkının etkisi altında kalmışlardı. Gün doğar çarpışmalar gene başlar. Ama ertesi gece, ayni saatlerde Türk siperlerinin olduğu yerden yine o güzel ses türküsünü söylemektedir. Artık her gece o sesi dinlemek için aynı saatte beklemektedirler. Ama bir gün o ses artık kesilir, belki nöbet değişmiştir, bir şey olmuştur diye, ertesi gece gene ayni siperde türküyü beklerler. Fakat yine ses gelmez. Üçüncü gün de türkü söylenmeyince, bir kağıda;
“Bize her gün şarkılar söyleyen güzel sese ne oldu?” yazarlar ve metal bir tütün kutusuna koyup Türk siperlerine fırlatırlar. Birkaç dakika sonra tütün kutusu İngiliz siperlerine geri düşer. Kutuyu açarlar. “Bize her gün şarkılar söyleyen güzel sese ne oldu?” yazınının altı çizilmiş ve açık bir İngilizceyle;
“O güzel sesin sahibini üç gün önce vurdunuz.” yazılmıştır.”

Biliyoruz ki her milletin tarihinde Çanakkale gibi zaferler yoktur.  Türklerin imparatorluğunun payitahtına Boğazlardan donanma ile geçerek zaferi kazanmak bir hayal olarak kalmıştır. Çanakkale’de kazanılan zafer Rusya’nın savaştan saf dışı kalmasına sebep olurken Mustafa Kemal adı tarihe yazılmış, tüm itibarlar onun üzerinde toplanmıştır.
“Tarihte bir tümen komutanının üç farklı yerde vaziyete nüfuz ederek yalnız bir muharebenin değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve belki bir milletin mukadderatına tesir yapacak vaziyet yaratanların bir benzerine nadiren tesadüf edilir. Elden kaçırılan fırsatların hatırası kadar acı hatıralar az bulunduğu gibi, maziye bakıldığı zaman önüne geçilebilmesi mümkün olan ve geçilmesi gereken başarısızlıklar kadar da elim başarısızlıklar az bulunur. İşte Çanakkale Seferi’nin tarihi de bu çeşit hatıralardandır.”yorumuyla İngiliz General C.F. Aspinall Oglander, Mustafa Kemal’in Çanakkale Muharebeleri’ndeki önemli rolünü ortaya koymuştur.

Aşağıda belirtilen kaynaktan özet çıkartılmıştır.
Naci Kaptan / 10.08.2020
F. Rezzan ÜNALP* Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı
Yıl: 13, Bahar 2015, Sayı: 18, ss. 37-64, 100. Yıl
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/45150
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, DÜNYA ÜLKELERİ, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *