AKP’nin ÜÇ “Y”sinden, YOLSUZLUKLAR – KLEPTOKRASİ VE KLEPTOKRAT DEVLET / Bölüm II

Bölüm I   https://nacikaptan.com/?p=80112
Bölüm II https://nacikaptan.com/?p=80407

Naci Kaptan 30.07.2020

KÜRESELLEŞME YOKSULLUK ve KLEPTOKRASİ


Kleptokrasi, bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dini grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demektir ve kısaca Hırsızlar rejimi anlamına gelir. Demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleşmediği ülkelerde görülen bu durum, o ülkelerin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmaktadır.Hırsızlar rejiminin egemen olduğu bir ülkede, yerli sanayi ve tarımsal üretim zayıflar ve iç pazar büyük sermaye gruplarına açılır. Siyasal alanda da insan haklarını çiğneyen, baskıcı bir yönetim kendini gösterir (düşük ücretler, rüşvetsiz iş yapmayan bir bürokrasi vb). Etnik milliyetçiliği, ırkçılığı ya da dini kullanarak geniş kitleleri yönlendirmeleri, bu tür yönetimlerin en karakteristik özellikleri arasındadır.

Türkiye KLEPTOKRATİK bir devlete dönüşmüştür. Egemenler güçlendikçe OTOKRAT KLEPTOKRASİ gittikçe artan bir ivme ile kamu kurumlarına ve iktidara egemen olmuştur. İktidar güçlendikçe varlığına tehdit gördüğü yargı sistemini yasalarla ve atamalarla değiştirerek kendisine bağlı bir hukuk sistemi oluşturmuş, soruşturmalara ve cezalara karşı kendisini zırhlamıştır.
Parlamento ise askıya alınmış ve meclis işlevsiz hale getirilmiş, devlet saraydan çıkartılan kararnamelerle yönetilir hale gelmiştir. İktidar anayasayı ilga etmiş ve işlevsiz kılmıştır. Güçler ayrılığı tarihe karışmış ve Türkiye Dünya sıralamasında MELEZ DEMOKRASİLER SINIFINA düşerken her konuda tek başına karar verme yetkisine sahip ucube bir başkanlık sistemine geçilmiştir.
Hukuk ve adaletin olmadığı bir ülke ekonomik olarak çökmeye mahkümdur ve ne yazık ki ülkemiz ekonomik olarak da çökmüştür.08 Mayıs 2020 tarihinde Alman Die Welt gazetesi Türkiye’nin iflas ettiğini yazdı;
Skandal! Alman basını yazdı: ”Türkiye iflas etti”
“Alman Die Welt gazetesi Ekonomi Editörlüğü, “Erdoğan gerekli ekonomik ve yapısal tedbirleri almadı.Yanlışlara devam etti. Böylece hazinede döviz rezervi kalmadı. Erdoğan’ın hataları Türkiye’nin iflasına yol açtı.” diye belirtti.Die Welt, Türkiye’de yaşanan ekonomik krizle ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulundu:
Türkiye’nin yüksek ticaret açığını,turizm bir ölçüde kapatıyordu. Virüsün etkisi, hazine garantili harcamalara devam edilmesi, tasarruf tedbirleri alınmayışı, ekonomide çarkların durmasına yol açtı. Ülkenin kısa vadeli borçları için dövize ihtiyacı vardı. Döviz isteyeceği(Swap anlaşmasıyla), ülkelerin kapılarını çalmadan önce, ilkel bir anlayışla Erdoğan, ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeye sağlık ürünleri yardımında bulundu. Amaç şirin gözükmek idi..
Bir taraftan da ülkelerle döviz Swap anlaşmaları için görüşmelere gidildi. Swap anlaşmasında Türkiye o ülkeye TL verecek, o ülkeden de Dolar yada Euro alacaktı. Fakat hiç bir ülke Türkiye’ye ve hazinesi bitmiş bir ülkenin parasına güvenmediğinden buna yanaşmadı. Ayrıca hiçbir ülkenin, ihtiyacımız olan bu büyüklükteki Döviz miktarını karşılayacak durumu da yok. Türkiye bütün şirin gözükmelere rağmen ortada kaldı.”
Yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı tepki
çoğunlukla, varlıklı sınıflara karşı güçsüzlerin örgütlenerek pazarlık, grev hakkı edinmeleri ve bu uğurda mücadele etmeleri, devleti, bölüşüm ilişkileri konusunda güçsüzlerden yana tavır almaya zorlamaları olarak beklenir. Ancak, Türkiye’nin son yirmi yıllık tarihçesinde eşitsizliğe bu tarz karşı koyuş çok tali kalıyor. İster nispi, ister mutlak olsun, yoksulluğa verilen tepki, daha çok telafi edici mekanizmalar aracılığıyla oluyor.Dünya Bankası’nın 26 ülke ve 4 bin şirketi kapsayan anket sonuçlarına göre;
> Türkiye, özel çıkar için kamu gücü kullanmada birinci.
> Kamu ihalelerinin yüzde 5’i büyüklüğünde rüşvet dönüyor.
> Şirketler, gelirlerinin yüzde 2,5’ini rüşvete harcıyor.
> Rüşvet vermede 4 bin şirket arasında Türkler 4’üncü.
> Büyük yolsuzluk yapan şirketler daha hızlı büyüyor.
> Rüşvetle yargı kararları bile etkilenebiliyor.
Özellikle son 20 yıldır kamu yöneticilerinin sürekli yolsuzlukla suçlanması ve 28 Şubat sürecinden sonra yaşanan organize yolsuzluk soruşturmaları bu konuda herkese genel bir fikir verecek niteliktedir.
İktidarda olan bütün hükümetler bir şekilde yolsuzluk suçlama ve soruşturmalarına muhatap olmuşlardır. Nitekim son seçimlerin asıl gündemi de yolsuzluklar olmuştur. Politikacı, bürokrat ve iş dünyası arası ilişkiler toplum vicdanını zedeleyecek boyutlara erişmiştir.
Her gelen hükümet kaynakları kendisine yakın kesimlere aktarma gayretine girişmiştir. Bu bir çeşit Ahbap Çavuş Kapitalizm’ine neden olmuştur. Seçim öncesi zor durumda olan birçok holding kendi desteklediği partinin başa gelmesiyle ihya olurken, bazan da desteklediği parti iktidarı kaybeden holdingler bunu pahalıya ödemişlerdir.
Abi’si iktidar olan işadamı her koşulda,devlet kanalıyla memnun edilmiştir. Price Waterhouse Coopers’in Türkiye’yi yolsuzlukların yüksekliği açısından 35 ülke arasında 4. sırada gösterdiği hatırlatılan raporda, ilgili yıllarda kamu ihalelerindeki yolsuzluk faturasının 2,1 milyar doları bulduğu hesaplanmıştır.
Uluslararası Saydamlık Örgütü Transparency International tarafından ‘Yolsuzluk Algılama Endeksi’nde, Türkiye en fazla yolsuzluk yapılan ülkeler arasında 2003 yılında önlerde yer almıştır. 2002 yılında 102 ülke arasında “en temiz ülkeden kirliye” yapılan sıralamada 64. sırada yer alan Türkiye, 2003 yılında 133 ülke arasında 77.sıraya inmiştir.
Gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye de özellikle son 20 yıllık süreçte bu yolda olumsuz bir deneyim geçirmektedir. Bu sistemi yaratanlar da sistemin değişmesini istememektedir. Adeta bir “Kleptokrasi” sistemi yerleşmeye başlamıştır.
Yalnızca,iktidarı ellerinden kaybedenler sistemin bu yönünü eleştirmeye başlamaktadırlar, iktidar değişince sesleri de kesilmektedir. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” gibi ahlaksızca bir deyimi topluma benimsetmiş bir zihniyet devleti de malını da elinden geldiğince yemeye devam etmektedir. Bu şekilde halkın gözündeki “Devlet Baba” imajı zedelenerek yerine “Kleptokratik Devlet” imajı yerleşmeye başlamıştır.
Aynı şekilde Türkiye gittikçe yoksulluk sınırının altında daha fazla yurttaş barındırarak ve gelişmiş ülkelerle arasındaki eşitsizlik gittikçe artarak çevreden gittikçe uzaklaşan bir görünüm sergilemektedir.
Yolsuzluklar, öncelikle kamusal mal ve hizmetlere tüm vatandaşların eşit ulaşabilme olanaklarını yok etmektedir. Böylelikle kamusal mal ve hizmetler yasal olmayan ve haksız yollardan yalnızca bu bedeli ödeyebilen varlıklı kesimlere sunulmaktadır. Yoksullar ise bu ayrıcalıklı hizmetlerden de yararlanamayarak başka tür bir yoksunluğa ve yoksulluğa mahkum olmaktadırlar. Aynı şekilde yolsuzluk, şirketler ve vatandaşlar için “yüksek düzeyde vergi” anlamına gelmektedir. Bu ise yoksullar adına faydalanmadıkları hizmetler için bir finansmana katlanarak daha da yoksullaşma demektir..
Küreselleşme Ne Getirdi?
Küreselleşme yalnızca ekonomik değil,çok boyutlu bir kavramdır. Küreselleşme teorisi yalnız bir ekonomik teoriden ibaret değildir. Devlet teorisine, uluslararası ilişkiler teorisine, barışa, demokrasiye, küresel bir sivil toplum oluşumuna, hükümetler dışı kuruluşlara, kültürel yaşama ilişkin çeşitli önerme ve tezler içerir. Bununla birlikte ciddiye alınabilir bütün küreselleşme teorilerinin temeli ekonomiktir. Bunun için birçok açıdan farklı tanımlamalar yapılabilmekle beraber ekonomik anlamda küreselleşme, dünya ekonomileri arasında üretim, dağıtım ve mal ve hizmetlerin kullanımının entegrasyonu olarak tanımlanabilir

KAYNAK
[1] Küreselleşme Kaynaklı Yoksulluk ve Yolsuzluk Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şahin Çanakkale 18 Mart Üniv. Biga İİB –
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/425812 s.131-132-133
Devam edecek
This entry was posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *