VANDALİZM VE SANAT DÜŞMANLIĞI * TİYATRO SAHNESİNE MESCİT İNŞA ETMEK

TİYATRO SAHNESİNE MESCİT İNŞA ETMEK

Oraj POYRAZ / 31.05.2020

Hani bir tenhada, güzel bir manzaraya karşı zıçarsın ya…İşte ondan sonra yaptığın eserin ihtişamını ortaya koymak için bir de tüy dikersin…İşte öyle.
Cami, havra, kilise ne halt edersen et.
Bana sıkıntı yok.
Ama bana omuz atma, bana sataşma.
İşte antik tiyatro sahnesine yapılan bu cami tam olarak böyle.
Bir sataşma, yolunda işinde olanlara omuz atmak.
Bir tahrik.
Bilinçli bir tahrik.
Bir meydan okuma.
Ve aslında tam olarak bir Orman Çocuğunun aklına gelebilecek bir şey.
Benzetmek gerekirse Sultan Ahmet Camii içine tam da kubbenin orta yerine küçük bir şapel ya da meyhane kondurma gibi. Tam nefretlik.
Ama İslam böyledir.
Daha ilk gün, ilk ortaya çıktığında böyleydi.
Adam napmış?
Diğer bütün kabilelerin putlarını kırmış,
dökmüş, bir tek kendi putunu bırakmış.
Hacer-ül Esvedi.
Sonra da vay bana öfke oldu, beni rahatsız ediyorlar, yaşamım tehlikeye girdi diye sızlanıyor.  Öldürülmediğine şükretsin. Ve o Tebbet Suresi ile bin lanet okuduğu amcasına.
Çünkü o kendi dini söz konusu olunca acımasız bir çakal oluyordu sonradan.
Saygısız, saldırgan, edepsiz.
Şimdi de aynı.
Adam başka dinlerden olanların tapınaklarına saldırıyor.
Onların kıymet verdiği dini sembolleri kırıp döküyor.
Ve tiyatro sahnesine yapılan cami de öyle.
Edepsizce, saldırganca, saygısızca, fitne çıkarmaya yönelik.
Ben doğrusu İslamın hem kendi inananları için, hem de kalan dünyanın tamamı için tam bir başbelası, uzlaşılamaz bir sıkıntı kaynağı olduğunu düşünüyorum.
En azından batılıların kendilerini İslama karşı korumaya hakları vardır.
Ve onlara önerim şudur.
Asla İslamın tezahürleri ile uğraşmasınlar. Yani başörtüsü, giyim ve kuşamla. Bunlar Müslümanın etnik, ya da aidiyet duygusuyla değil, okuyarak, anlayarak, bilerek kitabi, Kur’ani Müslüman olduğunun işaretleridir. İşte İslamın tezahürlerini böyle görmeleri gerekir. Bu belirtileri baskılamaya, böylece Kur’ani/kitabi Müslümanların gizlenmesine yol açmasınlar.
Ama islamın tezahürlerini politik İslamın varlığının kanıtı olarak görsünler.
Ve İslamın etkisi altında olanları ülkelerinden uzak tutmanın yollarını arasınlar.
Sorun etnik Müslümanlar değildir. Sorun gündelik yaşamını kitaba göre tanzim etmeye yeltenenlerdir. Batı ve diğer laik ülkeler bu ayrımı yapmalı. Etnik ya da aidiyet hissi nedeniyle Müslüman olduğunu söyleyenler ile Kur’ani/kitabi Müslümanlar ayırdedilmeli.
İslam islah olmaz.
Müslümanlar da islah olmaz.
Müslümanlar anayasa, yasa falan dinlemezler.
Bunları sınır dışı etmek en uygun olanıdır.
Hatta vatandaş olanları da vatandaşlıktan ayırabilirler.
Bu radikal ve nihai bir çözüm olur.
Sıkıntılı olur, kesin.
Ama çözüm olur.
Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc )
L2fSIJNoA0xfSNxA

TİYATRO SAHNESİNE MESCİT İNŞA ETMEK

Rumelihisarı Açıkhava Tiyatrosu’nun sahne alanında inşasına başlanan mescit tamamlandı. Gözümüz aydın, İstanbul’daki bir sahneyi daha kaybettik
Rumelihisarı Açıkhava Tiyatrosu’na inşa edilen o yeni devasa mescide bakıyorum. Orijinaline dair elde bir plan ya da fotoğraf yokken iktidarın çarpık hayal gücüyle neredeyse yoktan var edilen bu yapı estetik bir restorasyon projesinden ziyade alımsız bir abide olarak karşımızda duruyor.
Rumelihisarı’nın yüzlerce yıllık tarihi dokusuyla mimari açıdan ilintisi olmayan sanat tarihi uzmanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’ın “Gıcır gıcır bir 21’inci yüzyıl eseri” diyerek eleştirdiği yapının yeri de pek manidar. Rumelihisarı’nın o heybetli surlarının içinde hisarın tam da ortasına denk geliyor Açıkhava Tiyatrosu’nun konumu. O tiyatronun eskimiş taştan oturma yerlerinin baktığı sahnesinin tam ortasına kondurulmuş bu mescit. Restorasyonu siyasi ve dini ideoloji yayma ya da rant sağlama aracı olarak gören bir zihniyetin bu yapıyla verdiği mesaj da mescidin konumu itibariyle hayli özel. “Artık burada tiyatro izlemeyin müzisyenlerin sesini dinlemeyin. Koltuklarınızda oturup sizin için inşa ettiğimiz mescide bakın” diyor sanki birileri bize. Rumeli Hisarı’nın yukarından çekilmiş yeni fotoğraflarına bakınca hisarın sanki bu yeni mescidi ve temsil ettiği zihniyeti korumak için inşa edildiği hissine kapılıyorsunuz.
Mesele tarihi değeri olan bir varlığı korumak ya da yeniden kullanıma kazandırmak değil elbette. İdareci konumda olan mevcut zihniyetin mensupları göstermelik bir tarih bilinci üzerinden kendi inanışlarına dair yeniden inşalar yapıyorlar. Özellikle son 10 yılda yapılan kamusal restorasyonların büyük bir kısmı tek bir dinin yapılarını yenilemeye odaklıydı. Tarihi değeri olan dini bir yapının usulüne uygun şekilde yenilenmesinden rahatsızlık duymam tabii ki. Duyduğum rahatsızlık bu samimiyetsiz duyarlılığın sadece dini (o da baskın olan dine ait) yapılar için gösterilmesi. Bu suni tarih ‘aşkı’ bazen gerçeklikten kopmuş öyle platonik bir noktaya geliyor ki şekline dair pek az bilgi olan konum itibariyle kamusal açıdan fayda da sağlamayacak bir mescit Rumelihisarı’nın görsel bütünlüğünü bozacak şekilde inşa edilebiliyor. Üstelik bu yapay yapıya milyonlarca TL harcamakta da bir beis görülmüyor.
İDEOLOJİK VE RANT ODAKLI RESTORASYONLAR
Ama kamusal açıdan çok büyük bir fayda sağlayacak olan yılladır atıl konumda duran Atatürk Kültür Merkezi’ni yeniden topluma kazandırmak için bir hamle asla yapılmıyor. AKM’nin hemen yanı başına yıllar önce yıkılmış Topçu Kışlası’nı Taksim’in nefes alınabilen tek parkını yok etme pahasına “tarihi değerimizdir” bahanesiyle yeniden yapma sevdasına tutulanlar aynı hassasiyeti acaba neden AKM’nin kendisi için göstermiyorlar? Nedeni belli. Bizdeki siyasi ekol restorasyonu dinin vurgulanacağı ya da rant sağlanacak bir alan olarak kullanıyor. Tüm o yenileme projeleri buna göre şekilleniyor. Yenilenecek yapı birilerine para getirmeyecekse ya da odak noktasında din yoksa –istisnalar dışında- çürümeye bırakılıyor.
Bu tip bir yaklaşım sebebiyle sadece İstanbul’daki değil Türkiye’nin dört bir yanındaki kamusal alanlar yapılar ve elbette doğanın kendisi de tahribe uğruyor. Dolayısıyla Rumelihisarı Açıkhava Tiyatrosu’nun kullanılmaz hale getirilmesi de AKM’nin kapısına zincir vurulması da Yeşil Yol bahanesiyle Karadeniz’in talana açılması da aynı anlayışın bir sonucu. Zaten bin bir dertle yaşadığımız sıkıntısı hiç bitmeyen bu coğrafyanın ve onun incisi İstanbul’un göstermelik ideolojiler ve para hırsına geri dönülemez bir biçimde sürekli olarak kurban edilmesi canımı daha da sıktı. Üstelik öncellikli olarak feda edilen şeyler de hep kültürle sanatla müzikle ilgili oluyor. Hiç de iyi olmadığımız şu günlerde bu konu da ayrıca keyfimi kaçırdı. Bir an önce iyileşmemiz dileğiyle.
NOT: Tarihi yapılarda tiyatro opera konser gibi etkinlikler gerçekleştirilirken dikkat edilmesi gereken hususlar olduğunun bilincindeyim. Rumelihisarı Açıkhava Tiyatrosu mevcut haliyle korunabilseydi -ses yüksekliği gibi- kurallara riayet eden etkinliklerin gerçekleştirilmesi taraftarıydım.
https://www.birgun.net/haber/tiyatro-sahnesine-mescit-insa-etmek-85713
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *