1920 YILINDA İSTANBUL’da OLANLAR * TARİHİN GİDİŞİNİ DEĞİŞTİREN KAHRAMAN ve SİLAH ARKADAŞLARI

YAZIYA YORUM
İşte burada uzunu uzun anlatılan her şey son padişahın gözleri önünde, onun onayı, onun işbirliği ile yaşandı.Evet açık açık belirtelim.
Son padişah dört dörtlük işbirlikçiydi, ve  sözlüklerdeki bütün tanımlarını karşılayacak şekilde de haindi. Evet, O.Çocukları bütün Osmanlı hanedanını bütün günahları ile birlikte olduğu gibi kabul edecekler mi?
Yoksa hanedanın hain, işbirlikçi, demokrasi düşmanı bazı üyelerini ayrı bir yere mi koyacaklar? Malum ihaneti, şerefsizliği, işbirlikçiliği savunmak hayli zordur.Ayrıca gerçekten Osmanlı çocuğu olan hanedan mensupları günümüzde vatandaş olarak aramızdadır.  Hanedanın mirasından pay isteyenler bu şerefsizliklere sahip çıkıyorlar mı?
Çıksınlar açık yürekle anlatsınlar.Anlatsınlar ki, biz de saflarımızı nerede  tutacağız bilelim.
Oraj POYRAZ/ 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc /  L2fSIJNoA0xfSNxA 

Soner Yalçın’ın 22 ve 23 Nisan tarihli yazıları;


İstanbul’da neler oldu

Tarih: 23 Nisan 1920.

O gün Ankara’da Meclis açıldığını biliyoruz. Peki, o tarihlerde İstanbul’da neler oldu?

Birinci Dünya Savaşı bitti.

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşması ile Osmanlı Ordusu dağıtıldı. Mirliva Yakup Şevki komutasındaki Kafkasya’daki 9’uncu Ordu parçalandı. Yarbay Kemalettin Sami’nin başında olduğu 10’uncu Kafkas Fırkası Batum’dan İstanbul’a gönderildi.

10’uncu Fırka şehre ulaştığında, İstanbul işgal altına alınalı birkaç gün olmuştu. Fatih Şehzadebaşı semtinde gösterilen koğuşlara yerleştirildiler. Yarbay Kemalettin Sami hemen arkadaşlarıyla iletişime geçti…

Ülkeyi düşman işgalinden kurtaracak direnişin ilk gizli örgütü “Karakol Cemiyeti” kuruluşunda bulundu. Avukat Refik İsmail Bey’in Sultanhamam’daki yazıhanesinde 5 Şubat 1919 tarihinde yapılan ilk toplantısında merkez heyetinde görev aldı.

Karakol Cemiyeti, -Anadolu’ya silah kaçırma gibi- faaliyetlerini hayli büyüttü. Yarbay Kemalettin Sami, Mustafa Kemal ile önce İstanbul’da ilişkiye geçti; ve sonra Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçince Rauf Orbay gibi komutanlara yazdığı mektupların ulaştırılmasında da görev aldı…

Tarih: 16 Mart 1920.

İstanbul ikinci kez işgal edildi. İlk işgalde, İstanbul’un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınmış ancak idareye el konulmamıştı; ikinci işgalle yönetime el konuldu. Devlet binaları karakollar işgal edildi. Örneğin…

İngiliz askerler sabaha karşı saat 05.45’te 10’uncu Kafkas Fırkası askerlerinin bulunduğu koğuşlara saldırdı. Dört askeri şehit ettiler. (Ki, ikisi mızıka taburundan idi!) Saldırının sebebi, Ankara ile ilişkileri yürüten kilit isim Yarbay Kemalettin Sami’yi yakalamaktı. Yakalayamadılar. Yarbay Anadolu’ya geçip Meclis’in emrine giren direniş ordusuna katıldı.

SÜRGÜNLER… İDAMLAR…

İstanbul’da başka neler oldu?

Tarih: 12 Ocak 1920.

Sultan Vahdettin’in hastalığını ileri sürerek gelmediği Osmanlı Meclisi Mebusan savaş şartlarında İstanbul’a ulaşabilen 72 mebusla açıldı. (Ki çoğunluk Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne mensuptu.) On beş gün sonra yapılan gizli oturumda –Mustafa Kemal’in gönderdiği- Misâk-ı Milli/Ulusal Ant Beyannamesi ilan edildi; ülkenin bölünmesine karşı çıkıldı. Hiçbir şekilde Sevr Antlaşması’nın kabul edilmeyeceğinin sözüydü bu. Karşılığı sert oldu:

İstanbul’un 16 Mart’taki ikinci işgaliyle Meclisi Mebusan  işgal edildi. Sivas mebusu Rauf Orbay ve Edirne mebusları Faik Bey, Şerafettin Bey gibi 11 isim 22 Mart’ta Malta’ya sürüldü. Sultan Vahdettin 11 Nisan’da Meclis feshetti! Aynı gün Anadolu’daki milli mücadeleye karşı çıktığını belirten ferman yayınladı…

Dört gün sonra…

Tekrar sadrazamlık görevine getirilen Damat Ferit, savaş suçlarını yargılayacakları Divan-ı Harp Mahkemesi kurduklarını açıkladı. (Ki bu mahkemede avukat bulundurmak yasaktı; kararın temyizi yoktu!) Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlık ettiği “mahkeme” Mustafa Kemal ve yakın arkadaşlarını idama mahkûm etti. Sultan Vahdettin kararı onadı!

İşte… Ankara’da 23 Nisan 1920 tarihinde meclis bu ağır baskılar altında açıldı. Bitmedi.

İNGİLİZ PROJESİ

Evet, Nisan 1920’de İstanbul’da neler oldu?

İngiliz Amiral John de Robeck büyük savaşta Çanakkale Boğazı’nda büyük yenilgiye uğramıştı. Şimdi İstanbul’da Britanya Yüksek Komiseri idi… Şehzadebaşı katliamıyla İngilizler Müslüman Türklerden büyük tepki alınca Amiral Robeck formül buldu:

Hükümeti kuralı iki gün olan Damat Ferit’i 7 Nisan’da makamına çağırdı. Mustafa Kemal güçlerine karşı savaşması için “Hilafet Ordusu”/ Kuvâ-i İnzibâtiyye kurulmasını istedi. Silah ve parayı İngilizler verecekti.

Bu görüşmeden dört gün sonra, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Kuvayı Milliye güçlerinin eşkıya olduğu ve öldürülmelerinin sevap olduğuna dair fetva çıkardı.

Bundan bir hafta sonra Hilafet Ordusu kuruldu.

İngilizler, askerlere 30, teğmenlere 60 ve alay komutanlarına 150 lira maaş bağladı. Hilafet Ordusu birlikleri nisan ve mayıs aylarında İzmit’e yığınak yaptı. Saldırıya uğramamaları için arkalarında İzmit limanına demirleyen İngiliz savaş gemileri vardı.

Ve fakat: İngiliz projesi başarılı olamadı; Ankara merkezli örgütlü milli güç, İngiliz silahlarıyla donatılan paralı Hilafet Ordusu’nu perişan etti.

Toparlarsam:

23 Nisan 1920 tarihinin derin manasını bilmek gerekir… Evlerinize Türk Bayrağı asarken büyük kahramanların neler başardıklarını

bir kez daha düşünün…


O tarih kolay yazılmadı

“(…) İstanbul’dan Saffet Bey isminde ve Anadolu’ya silâh kaçıran bir adam geldi, beni görmek istedi. Dedi ki:

-Size büyük bir haberim var. Türk tarihinde tek mevki işgal eden bir kadın oldunuz… Elime uzattığı Peyam-ı Sabah gazetesinde Kürt Mustafa Paşa mahkemesinin verdiği idam ilâmı ile fetva vardı… Aynı zamanda, İstanbul’da evimin Hükûmet tarafından işgal edildiğini, başımızı getirene mükâfat verileceğini de yazıyordu. Bütün bunlar bana Mahmure Abla’yı ve çocuklarımı hatırlattı. Acaba evi nasıl bırakmışlardı?

Bilhassa, yıllarca emek sarf ederek topladığım kitapları da düşündüm… Ertesi gün, Meclis ve yeni Hükûmet teşekkül edecekti. O akşam, yeni meclis isminin Kurultay olmasını Hamdullah Suphi teklif etti. Buna karşılık Celâleddin Arif Bey Meclis-i Kebir-i Millî diyelim, diyordu. Fakat, nihayet, Büyük Millet Meclisi adı verilmesi kararına varıldı…

Mustafa Kemal Paşa, Meclis Reisi olacaktı ve aynı zamanda da Hükûmet’in başı. O akşam, Çiftlik’e biraz daha erken indik. Garip bir ruh hâleti içindeydik. Başımızdan bir kurşun geçmesini bekliyorduk… O gece, yatakta hep beyaz gömlekle Bayezid’de idam sehpasına gittiğimi hayal ediyor ve bir nutuk hazırlıyordum. Hep aklımdan, Bâbilerin meşhur kadını Kurretül’ayn’ın idam edilmeden önce Farsça söylediği cümle geçiyordu:

-Ayaklarımı yerden kaldırın ki, yüksekten dünyayı daha iyi göreyim…

HASTA SUBAYLARA LİNÇ

“Rahat uyumak da pek mümkün olmazdı. Çünkü, Hilâfet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk. Bugünlerde, bu vatan hainleri Bolu hastahanesinde yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip hastahanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi…

Tabii, bizim durumumuzun da ne olacağı belli değildi. Taarruzlar dinmedi, Bolu ile Ankara arasındaki köyler birer birer ayaklanmaya başladılar. Bunlar, hep öldüren, yakan ve savaşan küçük güruhlardan ibaretti…

Bir sabah, kendimi hasta hissettiğimden, Karargâh’tan erken ayrıldım. Dr. Adnan geldiği zaman dedi ki:

-En tehlikeli geceyi geçirdik. Hemen bütün teller kesildi. Yakından silâh sesleri geliyordu. Ortalıkta bir panik havası var…

O günlerde, Karargâh’ın etrafına bir sürü at getirildiğini gördüm. Bunların ne için olduğunu sorduğum zaman:

-Belki Ankara’yı terk etmek ve Sivas’a gitmek zorunda kalırız. Senin için bir araba hazırlatıyoruz, dediler. Ben araba istemediğimi ve gitmeyeceğimi söyledim. Ama bu, sırf cesaretten ibaret değildi. Bütün vaziyeti düşünmüştüm. Eğer yüzde bir şansımız varsa, o da Ankara’daydı. Orada kalmakla sadece ölümden kurtulabilirdik…

ZEHİR ALIR ÖLÜRÜM

“Dr. Adnan, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine, beni araba ile göndermek teklifinde bulunduğunu söyledi. Ben:

-Halk tarafından parçalanmaktansa zehir alır ölürüm, dedim. Dr. Adnan, üstünde, bugünlerde, daima kuvvetli bir zehir taşıyordu… Binbaşı Şükrü, tabancam olup olmadığını sordu… Cebinden bir Parabellum çıkararak uzattı ve o günden itibaren Çiftlik’in arkasında silâh sesine alışmam için atış talimleri yapmamı söyledi… Çiftlik’ten birkaç yüz metre ötede, talimlere başladık…

Halk arasında aleyhimize cereyan herhâlde vardı. Bizleri öldürmek istedikleri muhakkaktı… Hayati Bey tekrar geldi. Askerî selâmını verdikten sonra:

-Bütün teller kesildi, dedi. Bunu söyler söylemez, dışarıdan tüfek sesleri gelmeye başladı. Önce, erkes heyecanlandı, Mustafa Kemal Paşa ayakta dolaşarak emirler veriyor, hemen herkes ömrünün son dakikasını yaşadığına inanıyordu…

Mustafa Kemal Paşa daima tehlikeye marûz kalmış büyük bir askerdir. Fakat, o da şuursuz kalabalıktan hoşlanmıyordu. Ama, o dakika, selâmetin Millî Hareket’in başarısında olduğunu hissediyordu…

Ankara’daki bizler, o günlerde Mustafa Kemal Paşa’yı bu hareketin en canlı bir kılavuzu ve şahsiyeti telâkki ediyorduk. Çalışır, konuşur, etrafa dağılan kuvvetleri bir araya toplamak için durmadan gayret sarf ederdi. Bana öyle geliyor ki, âdeta görünmeyen bir el Türk milletine yeni bir yön vermeye çalışıyor gibiydi. Fakat, o günkü gayemiz istilâcılardan kurtulmaktı…”

Anlatan; büyük savaşımızın kahraman onbaşısı Halide Edip…

“Türk’ün Ateşle İmtihanı” eserini mutlak okuyunuz.


https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/soner-yalcin/istanbulda-neler-oldu-5764700/
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/soner-yalcin/o-tarih-kolay-yazilmadi-5767477/
This entry was posted in ATATURK, SONER YALÇIN yazıları, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *