Koronavirüs ve ekonomiler * Önemli olan, finansal sisteme (bankalara, yatırımcılara) değil) doğrudan doğruya insanlara, tüketicilere para dağıtılmasıdır. 

Illustration: Andrzej Krauze/The Guardian

Koronavirüs ve ekonomiler

Korkut Boratav

Kapitalizm koronavirüs ile baş edebilecek mi?
Ya Türkiye? Nasıl? Ekonomik, siyasal, toplumsal sonuçları?

Şimdiden yanıtlayamıyoruz. Tek tespit, salgının zincirleme ekonomik krizlere yol açmakta olmasıdır.

Yakın geçmişin finansal krizleriyle karşılaştırmak yanıltıcıdır. Bu kez insanlar çalışamıyor; üretim bu nedenle duruyor; ücretler ödenemiyor; talep çöküyor.

Salgın ve emekçilerin çaresizliği, ekonomik krizi toplumsal bir bunalıma  dönüştürmek üzeredir. Tek öncelik olmalı: Salgını durdurmak, hastaları sağaltmak; üretimden kopan her emekçiye doğrudan gelir aktarımı yapmak… Neoliberal kriz yönetimi işe yarayamaz.

Bugünün çürük kapitalizmi dahi bu “aykırı” seçeneği kabul etmek zorundadır. İpuçları ortaya çıkmıştır. Bu ipuçlarına, salgın sonrasındaki ekonomik tepkilere hızla göz atalım.

Çare, merkez bankalarında değil; merkezî devlette… 

Finans kapitalin önde gelen bir sözcüsü, Financial Times dahi bu krizde neoliberal reçeteleri yetersiz bulmaktadır. Örnek, bu gazetenin iktisat editörü Martin Wolf’tur.

Wolf da, gazetesi gibi, 2008-2009 krizine karşı finans kapitali kurtarmaya öncelik veren yöntemleri sonuna kadar desteklemişti. Koronavirüs ortamını değerlendiren 17 Mart tarihli yazısında bu görüşü revizyondan geçiriyor; Batı merkez bankalarının aynı doğrultudaki ilk tepkilerini yetersiz buluyor.

Mart’ta başlatılan geleneksel (neoliberal) tepkiler nelerdi? FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın başlattığı trilyonlarca (binlerce milyar) dolara ulaşan likidite genişlemesi… 23 Mart’ta FED, “sonsuz likidite” (“infinite QE”) adımını da attı. Ne var ki “bazuka” diye nitelendirilen bu hamleler Wall Street ve Avrupa borsalarında sert çöküşleri önleyemedi.

Wolf da “görev, bundan sonra devlete düşmektedir” tespitini yapıyor. Nasıl? “En son alıcı devlet olmalı; yok olan talebi tamamen telafi etmelidir ki, her işveren, eskisi gibi işçilerine ödemelerini sürdürebilsin..

Bu öneride, Hazine (merkezî bütçe) devreye girecek; talep gerilemelerini tümüyle telafi etmek için harcama yapacak; devlet bütçesinin açık ve borçlanma sınırları ortadan kalkacaktır.

Nitekim, borsaların çöküşü FED’in “sonsuz likidite” kararı ile değil; iki gün sonra ABD Senatosu trilyon dolarlık ek harcamayı kabul edince son buldu. Böylece Wall Street dahi Martin Wolf’a katılmış oldu: Çare, merkez bankalarında (likidite genişlemesinde) değil; devlette, kamu harcamalarında… 

Helikopterle insanlara para dağıtmak

Geçen yüzyılda Keynes, depresyonlarda “devlet harcamaları ile çukur açıp-kapama” yöntemini de önermişti. Bu yöntemin bir biçimi koronavirüs ortamında tekrar gündemdedir: Helikopterlerle insanlara para dağıtmak… 

Önemli olan, finansal sisteme (bankalara, yatırımcılara) değil) doğrudan doğruya insanlara, tüketicilere para dağıtılmasıdır. 

Sonuçları göze alan bir siyasal iktidarın (Hazine ve Merkez Bankası’nın) ulusal para ile harcama yapma sınırı olamaz. Makro-ekonomik sonuçları, ekonominin yapısal özellikleri, işsizliğin ve âtıl kapasitenin boyutları belirler.

Merkez bankalarının yurttaşlara aktarım yapma; mal ve hizmet alımı yapma yetkileri, becerileri yoktur. Bütçede tahsisatı olmayan kamu harcamalarının (bütçe açığının) doğrudan doğruya para basarak finansmanı, örneğin Merkez Bankası’nın Hazine’ye avans vermesi yoluyla sağlanır. Bu seçenek, sadece neoliberal malî disiplin anlayışını değil, geleneksel “bütçe hakkı” ilkesini de çiğner.

İşin tuhafı, “kamu açıklarının merkez bankalarınca finansmanı” bugünlerde sadece “aykırı” iktisatçılar tarafından değil Batı finans sisteminin geçmişte kaptanlığını üstlenmiş iki kişi tarafından dahi savunulmaktadır: Britanya Finansal Hizmetler Kurulu’nun eski başkanı Adair Turner ve FED’in iki önceki başkanı Ben Bernanke (Financial Times, 21  Mart)…

Para dağıtan sağcı iktidarlar 

Anglo-Sakson dünyasının iki sağcı iktidarı “yurttaşlara açıktan para dağıtma” önerisini benimsedi.

Koronavirüs krizine karşı Trump, “her Amerikalıya 1000 dolarlık çek dağıtmayı” önermişti. ABD Senatosu 25 Mart’ta bu öneriyi bir “teşvik paketi” içinde kabul etti. Yılda 75.000-150.000 dolar arasında gelir beyan eden her vergi mükellefine ayda 1200 dolar ödenecek. (Vergi mükellefi olmayan yoksullar dikkate alınmamıştır.) İşsizlik sigorta ödeneklerinin süresi de dört ay (her ay için 2400 dolar) uzatılacaktır.

Elbette devletin sınıfsal niteliği ağır basmıştır. Ek harcamaların yarısı krizin etkilediği şirketlere ayrılmıştır.  Bu toplamın aslan payı da dev şirketlere düşmektedir. Bu aktarımların yönetici primlerine ve borsaya (şirketlerin kendi hisselerine) yönelmesi önlenemeyecektir.

Boris Johnson, Trump’tan daha “cömert” çıktı. Parlamentoya koronavirüs krizi nedeniyle getirilen yasal düzenlemeye göre “salgın nedeniyle işini kaybeden her işçiye son ücretin yüzde 80’i” süresiz ödenecektir.

Neoliberal makro-ekonomik politikaların ana dayanağı olan “malî disiplin” anlayışı, 2008 krizinde sadece şirket kurtarma operasyonları için çiğnenmişti. Bugün Trump ve Johnson, emekçilere para dağıtarak bütçe açıklarını artırıyor. Anlaşılan kapitalizmin koronavirüs salgınını yönetemeyeceğinden, çok sert bir toplumsal bunalımı tetikleyeceğinden ürküyorlar. Üstelik, sistem-karşıtı güçlü, örgütlü bir sol muhalefetin yokluğuna rağmen…

Türkiye’de “şirketleri kurtarma” paketi

Türkiye’ye gelelim. Cumhurbaşkanı, koronavirüse karşı on dokuz maddelik bir ekonomik paket açıkladı. Sıralanan önlemlerin büyük çoğunluğu doğrudan doğruya şirketlere, işverenlere hitap ediyor. Salgın ortamında güçlüğe sürüklenen şirketlerin ek sorunlarını hafifletmeye dönük öneriler… Yükümlülük bankalarda; ek finansman Hazine’de…

Pakette, doğrudan doğruya emekçileri, yoksulları gözeten maddelerin sayısı sadece üç: Emeklilerin en düşük aylığı 1500 TL’ye çıkarılacak ve bayram ikramiyesi Nisan’a çekilecek; ihtiyaç sahibi ailelere yapılan yardımlara ek kaynak ayrılacak; 80 yaşı aşkın yalnız kişiler için bir “takip programı” devreye alınacak…

Doğrudan emekçileri gözeten bu kalemlerin ek maliyeti sadece ilk iki öğede yer alıyor; toplam paketin yüzde 3-4’ünü aşamaz. Gerisi şirketlere, işverenlere dönüktür.

ABD ve Britanya’daki koronavirüs paketlerinde gözetilen emekçiler Türkiye’de niçin yok? Bu soruyu pek sevdikleri “paydaşlar” söylemi ile geçiştiremezler: “Şirket” olgusu, işçi, işveren, tüketici ve devletten oluşan “paydaşların” bütünü imiş…

Boş çaba. İşçi sınıfı ve işsizlik olgularını böyle yok edemez; unutturamazsınız.

Türkiye seçeneklerini tartışırken…

Oğuz Oyan, 24 Mart tarihinde Sol Portal’de yayımlanan “Palyatif Önlemlerden Çözüm Çıkmaz” başlıklı yazısında önemli bir tespit yapıyor: Koronavirüs salgını, kırk yıldan bu yana egemen olan neoliberal reçetelere dayalı “eski tür sermaye birikim tarzının sürdürülmesini [imkânsız kılacak]; korumacı-devletçi yapılanma eğilimleri güç kazanacaktır.” Ardından da uyarıyor: Bu genel eğilim, Türkiye’deki iktidar tarafından faşizme geçişi güçlendirecek bir fırsat olarak kullanılabilir.

Arkadaşımız uyarısında haklıdır. Örneğin salgın, yeni bir OHAL için vesile olarak kullanılabilir. Halk sağlığı uygulamaları bakımından iktidarın elindeki yetkiler geniştir; baskıcı yöntemleri daha da genişletmenin anlamı yoktur. 65+ yaştaki insanlara “sokağa çıkma yasağı” OHAL’siz uygulanmadı mı?

Bu nedenle bir OHAL tasarımı, salgına karşı mücadele için değil, iktidarın siyasî önceliklerine dönük olacaktır. Bu nedenle kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Bir başka ikilem de söz konusudur. Bu kriz, neoliberal reçetelerden sapılmasını da kaçınılmaz kılacaktır. Batı’daki ipuçlarına değindim. “Saray’ın paketi” bu eğilimi içermiyor; ama er-geç gündeme gelecektir.

İktidar, bu doğrultuda adımlar attığında “ödenek nerede; borçlanma sınırı aşıldı mı?” soruları bize düşmez. “Nereye?” sorusu gündemdedir. Ek kaynaklar, kredi teşviklerine, şirket kurtarmalarına değil, sadece sağlık harcamalarına ve emekçilere dönük nakit aktarımlarına ayrılmalıdır.

Bu çerçevedeki ek harcamalar merkezî bütçe sınırları aşılarak; bütçe-dışı kaynaklar sonuna kadar kullanılarak; para basılarak yapılmalıdır. Bugünün gündemi, insanları yaşatmak; emekçi gelirlerini, toplam talebi sürdürmektir. İç talebin bu derecede çöktüğü bir ortamda “enflasyon kâbusu” safsatadır.

Ayrıca hatırlatalım ki çeyrek yüzyıl önce koalisyon hükümetleri, enflasyona karşı emekçileri koruyacak yöntemleri bulmuş, uygulamıştır. Hatırlanır; yeniden uygulanır; geliştirilir. Sermayeye, finans kapitale teslim olmamak koşuluyla…

Not: Önem ve değer verdiğim bir ödül jürisinde görevliyim. Katılan çalışmaları incelemek için Mayıs başına kadar yazılarıma ara vereceğim. Sağlığım yerinde; ama usulen ekleyelim: Ölmez, sağ kalırsak… 

This entry was posted in Ekonomi, KAPİTALİZM - LİBERALİZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *