DİL YAMYAMLARI

Feza Tiryaki
10 Ekim 2013

DİL YAMYAMLARI

Dil yamyamlarına geçit verdik.
Söz konusu suç, hepimizin ortak suçu.
Uzun yıllardan beri süregelen, herkesin ortak olduğu bir suç bu:

“Türkçeyi korumamak. Türkçeyi dil yamyamlarına yedirmek. Türkçeyi üvey ana üvey baba eline bırakmak. Türkçeye değer vermeyenleri Türk devletinin başına getirmek. Devlet eliyle Türkçeye ortak koşulmasına, yerel ağızlarla, Arapçayla, başka dillerle yayına izin vermek. Türkçeyi evlatlık, İngilizceyi neredeyse öz dilimiz saymak. Yerel ağızları Türkçeye ortak etmek isteyen bölücülere, gereken yanıtı vermemek.

Bu yayılmacıların, eli kanlıların sözcülerine derslerini vermemek, karşılarında bir duvar gibi durmamak. Önlerinde duvar gibi durmamak ne kelime, bunların ağzının içine bakmak, ne isterlerse önlerine altın tabakla koymak! Yerel ağızlardan, bir sürü birbirini anlamayan ağızdan dil adı yaratıp bunu devlete dayatmalarına, olmayan dili dilmiş gibi saymalarına, hem de bununla eğitim isteyecek kadar azgınlaşmalarına, akla ziyan, akıl dışı yıkıcı, bölücü isteklere göz yummak…

En kötüsü de Türkçeye özen göstermemek. Yazımını, harflerini hiçe saymak…

İşte böyle dilinizin yazımını hiçe sayarsanız, ı harfimizi, ç harfimizi, ş’yi, yumuşak g’yi (ğ) görmezden bilmezden gelirseniz yazı yazarken, sesli harfleri yutarsanız, yabancı yazı dizimi kullanırsanız bilgisayarınızda, eloğlunun dili kadar bile kendi dilinize önem vermezseniz olacağı budur!

Borçlu olabilirsiniz, kredi kartı borçlusu, yabancı para borçlusu olabilirsiniz, bu iktidarın vatanı satmak pahasına getirttiği sıcak paraya bağımlı olabilirsiniz, bu anlayışa göbekten bağımlı, boğazınızdan bağımlı olabilirsiniz, geçiminizi, sosyal durumunuzu, işinizi, evinizi barkınızı, geleceğinizi iktidar karşıtlığı yaparsanız tehlikeye atacağınıza inanabilirsiniz…

İnsan halidir, beş parmağın beşi bir değildir, korkunun ecele bilmediğimiz bir yararı vardır belki, korkunuza tutsak olmuşsunuzdur, gözünüz açtır, doyuramamışsınızdır bir türlü, bu nedenle iktidar şakşakçılığı yapıyorsunuzdur, yağdanlık olmanız, yandaşlık etmeniz bu yüzdendir… Hepsi tamam da şu biricik varlığımıza, dilimize, benliğimize sahip çıkamamanızı nasıl anlatacaksınız, bu duyarsızlığınızı neyle açıklayacaksınız?

Sözüm ana babalara. Çocuk yetiştirenlere, öğretmenlere, eli kalem tutanlara, bir parça da olsa defter kitap tutmuşlara…

Türk Harfleri’ne saldırının üzerinden tam on gün geçti.

Saldırının yapılacağı, ihanetin açıklanacağı günden, önceki güne kadar yalnızca çevremi gözlemledim. Açıklamaları, tartışmaları dinlemedim. Aynı gün neler dendiğini, neler konuşulduğunu ne duydum, ne okudum. Yalnızca yaşamın seyrine baktım.

Yer yarıldı, gök delindi mi? Ağıtlar göğe yükseldi mi? Türkçe sevdalıları yollara döküldü mü?

Kimse tınmadı bu yapılanları, işin doğrusu bu. Hiç kıvırtmayalım, hık mık etmeyelim!..

Biz, okuma yazma bilenler, az çok kitap yalamışlar, çoluğunu çocuğunu okutanlar, bu yazıyla, bu dille adam olanlar, diplomasını eline alanlar, profesör, doktor, bilmem ne sanı alanlar, Türk harfleriyle, Atatürk’ün yazı harfleriyle,

Türk Alfabesi’yle kitap okumanın o eşsiz tadına varanlar, kendilerine çok okumaktan ötürü kitap kurdu denenler, bu harflerle kitap yazanlar, kendilerine yazar denenler, Türk harfleriyle her zaman gurur duyanlar, harflerimizin ayrıcalığından, ulusumuza Atatürk’ün armağanı oluşundan kendine bir pay çıkarıp Türkçeyi bu yüzden daha da çok sevenler, hepiniz, hepimiz suçluyuz!

Atatürk’ün mirasını hak etmemiş evlatlarız!

Kötülüğe bulaşmak o kötülüğe ses çıkarmamakla da olur. Büyük büyük yazarlar, siz adları büyük, kendileri küçücük zavallılarmışsınız!

Çoğunuzun ne sesi ne soluğu duyuluyor. Tavşan pisliği gibiymişsiniz! Sesi soluğu duyulanlar ise ihanete katılan o çatlak, pis seslerini duyuruyorlar.

Yıllardır, okula gittiğiniz günden beri, belki daha da önceden başlayarak Türk harfleriyle akıcı, hiçbir engele takılmadan, zorlanmadan, sular seller gibi yazıp okuyorsunuz. Bu yazıyla devleti idare ettiniz, memur oldunuz, yönetici oldunuz… Bilimsel makaleler yazdınız, bilim ilim diliniz oldu Türkçeniz. Türkçenin yazı dili sizin kaleminiz oldu, gözünüz oldu, kulağınız oldu… Gazete çıkardınız, dergi yayınladınız… Şiir yazdınız, şarkı türkü okudunuz… Öğretmenseniz bu yazıyla öğretmen oldunuz. Bu yazıdan geçiminizi sağlıyorsunuz. Bu yazıyla geleceğinizi kuruyorsunuz.Gençlik yetiştiriyorsunuz… Yazarsanız adınız bu yazıyla ünleniyor, bu yazıyla siz bir şeysiniz, bir değersiniz.

Bu yazıya ne edildiğini duymuş olmalısınız, kulaklarınız sağır değilse, aklınızı yitirmemişseniz…

Hani neredesiniz? O çok satan kitapların, romanların yazarları hangi deliktesiniz, nereye bir sıçan gibi sindiniz? O geniş mideniz bunu da hazım mı ediyor yoksa, daha önceki ihanetleri bir bir içine sindirdiği gibi… Her pisliği yalayıp yuttuğunuz gibi…

Yazıktır, günahtır bu millete. Madem siz bu ulusun yazarısınız, içinizde bir kırıntı vatan sevgisi taşımadan mı yazar oldunuz, buz gibi bir yürekle mi yazı yazdınız?

Öğretmenseniz, yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir!” sözünü ne çabuk unuttunuz?

Hepiniz çok iyi bilirsiniz bir ulusun dili, bir ulusun 85 yıllık yazı dili öyle bir anda darmadağın edilemez. Buna kimsenin ne gücü yeter, ne kuvveti…

Bir ulusun dili, çocuk oyuncağı değildir. Dil, devlet yaşamında, ulusun varlığını sürdürmesinde çok çok önemli bir unsurdur… Türk işçileri bunu Almanya’da yaşayarak gördüler. Almanların bir harflerinin yazılışının değişimi yıllar yıllar sürdü. Belki de on on beş senelik bir zaman diliminde gerçekleşti. Daha öncede bundan söz etmiştim. Önce bunu yıllarca tartıştılar. Bu harfin yazımı değiştirilmeli mi diye? Gerekli mi değil mi bunu sordular kendilerine. Her Alman, Almanca yazım kurallarını nasıl sıkı sıkı koruyor, dilini nasıl seviyor, önemsiyor görmeliydiniz…

Bu konunun küçük büyük her kurumda eleştirisi yapıldı, konuşuldu, görüş alındı. Okullar tek tek görüş bildirdi. Okul konferanslarında bile bu konu çocuklarla konuşuldu. Sonra “s “ harfi, üst üste yazılan, sekizi andıran yazımlı “s” harfi üst üste değil de yan yana iki “se (ss) şeklinde yazıldı. Bir bunun için kıyametler koparıldı. “İyi mi ettik kötü mü? İyi mi olacak kötü mü?” diye.

Avrupalı gelişmiş ülkeler iyi biliyorlar bu işleri. Dile dokunmanın ne olduğunu, başka dillere, sömürge yaptıkları ülkelerin dillerine dokunmayı, onları dillerinden tutup köleleştirmeyi bunlar çok iyi biliyorlar çünkü… Kendi dillerini, dilleri bir mücevher imişçesine kötülerden, kötülüklerden koruyor, dillerini, harflerini gözlerinden bile sakınıyorlar: Tek bir yazım kuralı bu, ne olacakmış demeden, dillerini dış etkilerden, saldırılardan özenle koruyorlar.

Dilleri en önemli ders oralarda. Amerika’da, İngilitere’de İngilizce, Fransa’da Fransızca derslerin şahıdır. En önemli derstir.Biz neden kazılan bu kirli –kanlı tuzağa düşelim? Dilimizin değerini neden bilmeyelim? Neden birlik olamayalım?

Türk harfleri, bizim ayakta durmamızı sağlayan, bizi küresel saldırılardan koruyan kalkandır! Birliğimizdir! Şu ana kadar bu yüzden dimdik ayakta kaldık. Sarsılmadık bile bize yapılan bin türlü ihanetten, oyundan, düzenden dümenden…

Türk harfleri aynı zamanda gururumuzdur. Sorun gurbetçilere, söylesinler! Dış ülkelerde dilimizle, Türk harfleriyle hep onur duyduk. Başımız dik, kendimize güvenli, dilimizden ödün vermeden, yaşanılan ülkelerin dilinden dilimizi kat be kat üstün tutarak el memleketlerinde yaşadık.

Dilimizi öğrenmek isteyen yabancılara Türk harfleri diye alfabemizi göğsümüz kabararak, Atatürk’ün dil mirası diye tanıtarak övünçle öğrettik. Bu böyledir, dilimiz böyledir, şu şu harfler yalnızca dilimize hastır, dilimizde sizin kullandığınız o üç İngiliz harfi (wxq) yoktur. Atatürk bu harfleri gereksiz görmüştür. “ dedik.

Gerçekten de bu harflerin gereksizliği seksen beş yılda iyice kanıtlanmıştır. “Eksiksiz gediksiz, dilimize tam uyumludur harflerimiz! Dünyanın en güzel, en özgün harfleriyle yazılır bizim Türkçemiz!”

29 harfimiz inci gibi parıldayan dişimizdir. Bizi besleyendir. Yüreğimizin atan damarıdır alfabemiz. Kan dolaşımımızdır. Dokunmak istedikleri harflerimizi sevgiyle hep birlikte andımızı okur gibi okuyalım mı?

Biliyorsunuz, ünsüzleri, sessiz harflerimizi e harfi ekleyerek okuruz. Ünlüler, sesli harflerimiz kendi sesleriyle tek başlarına okunurlar. Türk harflerinin sırasıyla yazılışı, dizimi:

“A, B, C, Ç, D, E, F, G, Ğ, H, I, İ, J, K, L, M, N, O, Ö, P, R, S, Ş, T, U, Ü, V, Y, Z”

“a, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, ı, i, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z”

Türk harflerinin okunuşu:

“A, Be, Ce, Çe, De, E, Fe, Ge, Yumuşak Ge (Ğ), He, I, İ, Je, Ke, Le, Me, Ne, O, Ö, Pe, Re, Se, Şe, Te, U, Ü, Ve, Ye, Ze.”

Dilimize özgü harflerimizi ( ğ, ı, ş, ç ) gözümüz gibi sevdik. Her kullandığımızda kendi özümüzle, kimliğimizle, dilimizle övünç duyduk. Bize bu harfleri veren, dilimizi özgürleştiren, geliştiren, en yüksek yerlere kadar çıkaran yüce önderimize minnet (gönül borcu) duyduk… Başımızı güzel dilimizin güzel sesleriyle daha bir dikleştirdik. Dilimizin güzelliğini bütün dünyaya duyurduk…

CHP İzmir milletvekili Birgül Ayman Güler bize yapılana dört kesim sevindi demiş:

“Başbakan Erdoğan’ın son paketinde alfabemiz 3 harf çoğaldı. Q, W, X kullanımı serbest bırakılarak, Türk harfleri kanunu operasyon hedefi oldu.”

Sonra açıklamış:

“Bundan dört kesim memnun: Dinciler, etnikçi siyaset (kürtçü), sağlı sollu neoliberal siyaset, MHP ve turancılık…” diye de bu dört kesim açıklanmış yazıda. Hele hele MHP’nin buna katılımını, üst düzey bir yetkilinin, bu yetmez 34 harf olsun demesini, bu partililerin Pekaka isteklerinden bile daha ileri gittiklerini, deyim yerindeyse onların ekmeklerine yağ sürdüklerini anımsatmış Birgül Hanım yazısında…

Ülke batarken, bu sahte Türkçüler, sahte milliyetçiler; dincilerle, kürtçülerle kol kola girebiliyorlar. Can simidi uzatıyorlar eli kanlı ırkçılara, terör örgütü yandaşlarına… İktidara destek çıkıyorlar. Yobazlara göz kırpıyorlar. Bölünmenin en korkuncuna, dilde bölünmeye şiddetle karşı çıkacaklarına bunu garipsemiyorlar bile… Tam da böyle günlerde, ülkemizin tüm değerlerinin lime lime döküldüğü, sağlam bir yerimizin kalmadığı, askerimizin elinin kolunun bağlandığı, ordumuzun komutanlarının terörist, eli kanlı, azgın teröristlerin siyasetçi kabul edildiği yıkım günlerinde bunu yapıyorlar… Dilimizin bozulmasına, dil parçalanmasına utanmadan, şu kadarcık bile çekinmeden çanak tutabiliyorlar. Sonra olmayan devletleriyle yani yıktıkları Türkiye Cumhuriyeti’yle, sözüm ona ortak dil aradıkları Türk cumhuriyetlerine yakın olacaklarını sanıyorlar bu hainler!

Dil bozulduğu an, 85 yıllık mayaya su katıldığı an, Türkçenin yazı diline, Atatürk’ün harflerine el uzatıldığı an; Atatürk ilkelerinin kaldırıldığı, neredeyse İngilizcenin orta öğretimde eğitim dili sayıldığı, ilkokullarda Arapça öğretildiği, ders diye din kitabı ezberletildiği günlerde, güneşin batmak üzere olduğu şu zamanda neler olacağını sanki bilmiyorlar!

Bir ülkenin harfleri biri istedi, biri de kabul etti diye değiştirilebilir mi? En ulusalcı vekilimiz bile bunu normal görüyorsa, yapılanın üstüne su içiyor, öyle konuşuyorsa, sakin sakin anlatıyorsa yapılanları, anlayın artık durumumuzu, ne halde olduğumuzu…

Sözün kısası paket maket hepsi hikâye! İstenilen şey tek:

Türk harflerini bozmak. Türkçeyi dağıtmak, toza dumana karıştırmak, rezilini çıkarmak. Sonra böylece bozulan Türkçeye bir yerel ağzı ortak etmek.

Balyoz davası yok Silivri’si bunlar da küresel oyunun gereği… Dili bozabilmek için susturulan Atatürk askerleri… Bu hukuk dışılıklar, askerin tutsaklığı, eğitimde yüz yıl geriye gidiş, kara çarşaf, kara peçe, andımızın kaldırılması, Türklüğün yok sayılması, vatanın satılması, parçalanması… Bütün bunlardan en önemlisidir Türkçemiz ve Türk harfleri!

Dilimiz bozulduğu an ipimiz çekilecektir!

Bunu bilerek susanları ise tarih affetmeyecektir!

Dilimiz bizim korunağımız, dilimiz bizim ordumuz, dilimiz bizim ses bayrağımız, aklımız, gönlümüz, beynimiz…

Yapmamız gereken:

Türk harflerini sonsuza dek korumaktır.

Özal döneminde f klavyeli (yazı dizimi- tuş takımı) daktilo dönemi sona ererken, ülkemize bilgisayarlar girerken neden Q ile başlayan klavyeleri bize dayattılar, zorla benimsettiler, alıştırdılar hiç düşünmediniz mi?

Eloğlu planını onlarca yıl önceden, yüzlerce yıl önceden yapar.

“Benimsenen kötülük, kötülüklerin en büyüğüdür.” der büyük önderimiz. Bize yapılan kötülükleri benimseyelim mi?

“Saygısızlığın, tecavüzün küçüğü, büyüğü yoktur.” sözü de Atatürk’ün sözüdür.Atatürk’ün şu sözü de durumumuzu tam özetlemiyor mu?

“Maddi ve bilhassa manevi sukut( sessizlik), korku ile acz (güçsüzlük) ile başlar…”

İstiklal Marşımız ise ilk dizesinde, “Korkma!” der.
Dil yamyamlarından korkuyor musunuz yoksa?

Feza Tiryaki

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, EĞİTİM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *