PERDE ARKASI * İslamcı bir ‘hanedan’ın hikayesi…* AKP döneminde Devlet kadrolarında ve ihalelerde adı geçenlerin geçmişine bakıldığında aralarında Tarikat-Cemaat-Ticaret bağlarının bulunduğu görülüyor.. Bu bağlar, bu kişileri Devlet yönetiminde de işbirliğine götürüyor. İşte bu nedenle liyakat yerine geçmişteki işbirlikçi çıkarlar kamu yönetiminde de devam ediyor. Çoğunlukla din eğitimi almış olan bu kişiler, Büyükelçi, Vali, kaymakam, kamu üst düzey yöneticisi atanıyor. LİYAKAT yokluğu nedeniyle Ülke batıyor..

13 Ocak 2019 / https://gazete.red

İslamcı bir ‘hanedan’ın hikayesi…


Yeni Türkiye’nin model ailesi Kavakçı’lar. 1990 doğumlu, üçüncü kuşağın parlak temsilcisi Mariam Kavakçı’nın öyküsü frapan yaşam zevklerinin de etkisiyle biraz magazin tadında okundu ve aile yeniden gündeme geldi. An itibariyle, Mariam Kavakçı Cumhurbaşkanlığı Danışmanı, kardeş Fatima Abushanab Cumhurbaşkanlığı Dış İlişkiler Uzmanı, anne Merve Safa Kavakçı Kuala Lumpur Büyükelçisi, teyze Ravza Kavakçı Kan milletvekili, kuzen Erva Kan Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Proje Direktörü, enişte Osman Kan Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü, küçük teyze Elif Kavakçı Emine Erdoğan’ın moda tasarımcısı, büyükbaba Yusuf Ziya Kavakçı Yeni Akit yazarı ve “ağabey”, büyükanne Gülseren Gülhan Kavakçı imam hatiplilerin koruyucu annelerinden.


Beni az çok tanıyan okurlar bu manzaranın daha alengirli kısımlarını ele alacağımı tahmin edebilir. İslamcılar ve onların ikbal öyküleri söz konusu olunca buralara girmemek imkânsız doğrusu. İslamcılığın insan algısı esas olarak bir asabiye, irsiyet ve silsile meselesidir. Bu cenahta liyakat konusundaki en anlamlı ve geçerli merak “kimlerdensin?” sorusudur. Çünkü sadece İslamcı seçkinlerin geniş aile ilişkilerinde, özenle, ilmik ilmik dokudukları akrabalık bağlarında değil, tarikat örgütlenmelerinde de çok derin ve yaygın bir temeli var.

Gelin, biz bu ikbal öyküsünü okumaya Kavakçı soyadını taşımadıkları için ailenin daha az dikkat çeken kısmından başlayalım. Gülhan Hanım’ın babası, Yusuf Ziya Bey’in kayınpederi İbrahim Ethem Güngen Isparta Uluborlulu bir subay. Aile Ethem Bey’in meslek geçmişinden pek memnun olmasa gerek, eşi Kadriye Hanım’ın başörtüsünün subay çevresinde hoş karşılanmadığından dem vurarak bunu da “mağduriyet söylemi”ne katıveriyorlar.

Ethem Bey’in hayatını katı dindar, Nakşibendi bir çevrede geçirmeye özen gösterdiğini görüyoruz. İskenderpaşa Camii vaizi, bu haseple İskenderpaşa cemaati “kurucusu” olan Mehmed Zahid Kotku’yla yakın arkadaş. Ayrıca, ulaşabildiği diğer önemli Nakşibendi isimlerle ilişkilerini sürdürüyor. Örneğin, hemşehrisi Hacı Hasan Uluborlevi (Üner) bunlardan birisi. Yakın ve ünlü arkadaşının adına yaraşır şekilde, “zahit” olarak sürdürdüğü hayat bitince, ailesi resmi tören yapılmasına izin vermiyor. Böylece, cenaze marşı olmadan defnedilmesi sağlanıp bir başka muhtemel “mağduriyet” önleniyor.

Ethem Bey çocuklarının okuması konusunda hassas. Kızı Gülhan’ı Avusturya Lisesi’nde okutuyor. Liseden 1960’ta mezun olan Gülhan iki yıl sonra İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümüne giriyor. Üçüncü sınıfta iken başını örtmeye başlıyor ve 1967’deki Hatice Babacan fırtınasından önce, bu haliyle sessiz sedasız okulundan mezun oluyor. Yusuf Ziya Kavakçı ile 1966 yılında nişanlanıyor. Fakat öykünün diğer satırlarına geçmek için önce Ethem Bey’in oğullarına değinmemiz şart.

Turan ve Orhan Güngen kardeşlerin yıldızı babalarının mirasının ışığında, Nakşibendi çevreler içinde parlıyor. Ağabey Turan Necmettin Erbakan’ı İstanbul Erkek Lisesi’nden tanıyor. Orhan ise 1952’de girdiği İTÜ’de Erbakan’ın başını çektiği İskenderpaşa mühendisler grubunun hazır mensubu haline geliyor. Bundan sonra da kardeşlerin Erbakan’la yolları ayrılmıyor. Erbakan ve Süleyman Arif Emre Turan Güngen’in bürosunda tanıştırılıyor ve Milli Nizam Partisi’nin temelleri böyle atılıyor.

İşte bu yıllarda, İslamcı çevrelerde harika çocuk kabilinden, genç bir akademisyen var. Bir yandan Nakşibendi büyüklerine hayranlığını açıkça ifade eden, diğer yandan adına daha sonraları Millî Görüş denilecek siyaseti öncelikle ekonomik yenilenme ve sistemin olanaklarını kullanma stratejisi olarak gören bu uyanık gencin Turan ve Orhan kardeşlerin kız kardeşi Gülhan’la evlenmesi uygun görülüyor. 1967’de yapılan nikâhın ardından, Yusuf Ziya askere gidiyor ve ne “üzücüdür” ki ilk çocukları Merve Safa Ankara Dışkapı’daki Mevki Asker Hastanesi’nde dünyaya geliyor.

Yusuf Ziya’nın askerliği bitince, artık üç kişi olan çekirdek aile İstanbul’a dönüyor. Yusuf Ziya İstanbul Üniversitesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’ndeki görevine başlıyor. Gülhan ise İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nde Almanca öğretmenliği yapıyor. Böylece, başını açmasına gerek kalmaksızın, aralarında Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu Akıncılar kuşağının yetiştiği bu okulda ders veriyor. O sırada ikinci kızları Ravza dünyaya geliyor.

Aile 1975 yılında Erzurum’a taşınıyor. Yusuf Ziya Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, Gülhan aynı üniversitenin Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde göreve başlıyor. Bu günlerde ailenin en önemli destekçilerinden birisi Erzurum’a taşınmış olan Hatice Babacan. 12 Eylül’ü nispeten kazasız belasız atlattıkları tahmin edilebilir. Kaldı ki Yusuf Ziya 1981 yılında dekan yapılıyor. Ancak, akabinde ilk önce Gülhan’ın üniversite üçüncü sınıftan beri çıkartmadığı başörtüsü sorun oluyor. Rektörlükten uyarı alınca istifa ediyor ve ağabeyi Orhan’ın inşaat şirketinde çalışmaya başlıyor.

Yusuf Ziya’nın Erzurum’dan ayrılışı ise daha çalkantılı. 1982 yılında, İran Devrimi’nin üçüncü yıldönümü için Tahran’da yaptığı konuşmanın içeriği duyulunca tepkileri üzerine çekiyor. Bu arada Orhan Güngen’in şirketinde onun da yeri hazır ve “fakültede keyfi uygulamalar” yaptığı gerekçesiyle görevden alınınca istifa ediyor. Yusuf Ziya’nın hayatının bu kısmı az çok sis perdesi ile gizli. Çünkü Refah Partisi hükümeti sonrasında, Atatürk Üniversitesi basın müşavirliği, o döneme rastlayan üç yıllık personel kayıtlarının “yanlışlıkla” SEKA’ya gönderildiğini bildiriyor!

Üniversite macerasının böyle sona ermesinin ardından, ailenin Libya macerası başlıyor. İlginçtir, Kavakçı ailesinin yakın tarihli anlatımlarında bu Libya kısmı tamamen atlanıyor. Doğrusu, aile Orhan Güngen’in inşaat yatırımlarının olduğu Libya’ya taşınıyor ve üç yıla yakın bir süre Trablusgarp’ta yaşıyor. Ta ki Turan ve Orhan Güngen kardeşlerden yeni bir teklif gelene kadar.

Özal iktidarının ekonomiye Körfez sermayesi ile hayat öpücüğü vermeye çalıştığı yıllar. Bu işe ANAP’ın ekonomik çevresine angaje olmuş eski MSP kadroları aracılık ediyor ve en önemli ayaklarından birisi o dönemler “faizsiz bankacılık” adıyla tanıtılan İslami finans. Suudi finansını Türkiye’ye getirmeye de “Bediüzzaman’ın hariciye vekili” olarak tanınan, MSP milletvekili, Rabıta örgütü kurucularından Salih Özcan öncülük ediyor. Suudi prens Muhammed bin Faysal’ın Faisal Finans’ı 1985 yılında Türkiye’de resmen kurulurken Salih Özcan’ın yanında MSP’li eski bakan Ahmet Tevfik Paksu var. Diğer kurucu ortaklar ise Turan ve Orhan Güngen ve Yusuf Ziya Kavakçı.

“İslami finans âşığı” olduğunu, apar topar sildiği Instagram hesabında duyuran Mariam Kavakçı’nın bu aşkını kimden miras aldığını anlamak zor değil. Nitekim Faisal Finans Yusuf Ziya için yeni bir kariyerin habercisidir.

Aynı yıl, Yusuf Bozkurt Özal’ın müsteşar olduğu Devlet Planlama Teşkilatı’nda İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Başkanlığı adında bir birim kurulur. Başına da daha sonra AKP’den dışişleri bakanı olacak Yaşar Yakış getirilir. Suudi sermayesinin desteğiyle birime giren isimlerden birisi de Kavakçı’dır. İSEDAK gibi önemli toplantılar organize edilse de Kavakçı’nın tabiriyle “bi namaz u niyaz dışişleri ricali” yüzünden, gerekli İslami atmosfer yakalanamaz. Kavakçı bu dönemde İslam Kalkınma Bankası bünyesinde de görevler alır.

Böylece 1988 yılına, Kavakçı ailesinin hüzünlü bir hicret olarak anlattığı Amerika’ya göç öyküsüne geliyoruz. Yusuf Ziya ABD’de büyük iltifatla karşılanıyor ve kendisi için özel hazırlanmış görevlere, mevkilere getiriliyor. Avrupa’nın aksine Millî Görüş’ün ciddi bir tabana sahip olmadığı bu ülkede, bir yandan Warith Deen Mohammed gibi yerli figürler, diğer yandan Ortadoğu kökenli politik ve ekonomik çevreler ailenin kendisine özgün bir alan açmasında, sivrilmesinde yardımcı oluyor.

Günümüzde ailenin ve özellikle “patriyark” Yusuf Ziya Kavakçı’nın bir yandan Müslüman Kardeşler ve Katar bağlantılı kurumlara, diğer yandan liberal düşünce kuruluşlarına uzanan etkisi böylece biçimleniyor. İşin daha ilginç tarafı, Erdoğan iktidarıyla ve kurduğu ittifaklarla birlikte tüm ailenin Türkiye üzerindeki etkisi artıyor. Daha genç kuşağa ihsan edilen makamlar bir tarafa, eski kuşak Yeni Akit köşe yazarlığı, “ağabeylik”, imam hatip hayırseverliği gibi biçimlerle tabana da nüfuz ediyor. Bir başka deyişle, Amerikalı Kavakçı ailesi Yeni Türkiye’nin vazgeçilmezleri arasına giriyor.

İbrahim Ethem Güngen’in züht hayatından Mariam Kavakçı’nın İslami finans ve stiletto aşkına, İran Devrimi’nden Amerikalı düşünce kuruluşlarına, Nakşi sohbetlerinden şeriat onaylı hedge fund’lara, Kavakçı “hanedan”ının yıllar içindeki ilgileri elbette değişken. Ancak, hepsinin nesiller boyunca nefret etmeyi sürdürdükleri, düşman bildikleri şey açık. Onu da üniversitedeyken Kadir Mısıroğlu’yla birlikte solculara karşı mücadelesini ballandıra ballandıra anlatan Yusuf Ziya Kavakçı’dan dinleyelim:

“Hele Kadir Ağabey. Onu Hukuk Fakültesi’nde tanıdım. Karadeniz’den gelmişti. Cüsseli biriydi. Hukuk fakültesi kantininde kavga mı var, sandalyeyi kaptığı gibi girerdi. Tek başına beş on solak salakla mücadele ederdi! Kadir Ağabey öyleydi tabii, girişirdi. ‘Sen devam et Kadir Ağabey’ derdim, ‘ben arkadan dua ederim sana…’”.

https://gazete.red/islamci-bir-hanedanin-hikayesi/

This entry was posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *