Hayatın bin türlü hali var.. * Baktı ki yeni saraylar yaptırmak tepki çekiyor. Tuttu, geçen temmuz ayında sesiz sedasız tek sayfalık bir KHK ile Dolmabahçe ve Beylerbeyi sarayları dahil tüm Osmanlı saray, köşk ile kasırlarını kendisine bağladı. 

“Diktatörlerin Vazgeçilmezi Saray Tutkusu.”

“Cumhurbaşkanı olduktan sonra devlet fonlarını kendisine bağlar. Ayrıca denetlenmeyen parti kasası da ona bağlıdır. Bu gelirlerle büyük bir araziye Berghof adlı şatafatlı bir şato yaptırır. Burada lüks davetler düzenler. Konuklarını içerideki zenginliklerle etkilemeye çalışır.” Hitler’miş! Tövbe tövbe? ——– (Uludağ Sözlük)


Bağlantılı yazı — 
https://nacikaptan.com/?p=13071  TARİHİN İÇİNDEN *** Hitler’in “Ak Sarayı”: BERGHOF

Ahmet Tan / 04.08.2019

Hayatın bin türlü hali var..


Binine karşı da tedbiri var. 
Tüm Osmanlı saraylarını kendisine bağlamak gibi megavizyon gerektiriyor. Araya bazen, şark işi, tırı vırı tedbirler de karışıyor.  Güllü-Babacanlı Parti’ye gitmesinler diye ismi – cismi olan özgül ağırlıklı TBMM Başkanları için Yüksek İstişare (ve İstifade) Kurulu icat ediyor, paralel maaş bağlatıyor. Bu da kaçınılmaz! 
Partili Cumhurbaşkanlığı” zor zanaat.

Anayasa Mahkemesi geçen hafta tatsız bir karar verdi. Bitlis-Ahlat ilçesi Van Gölü kıyısındaki 3. Saray’ın inşaatını durdurdu. (Marmaris’teki 2. Saray için orman yok etme ve beton dökme işlemi de tamamlandı.) Van Gölü Sarayı’nın açılışı “26 Ağustos Malazgirt Zaferi” yıldönümünde yapılacaktı; dünya âleme T.C’nin (ve dışarıdan bakınca artık aynı anlama gelen Reyiz’in) itibardan asla tasarruf etmeyeceği gösterilecekti. Ama “hukuk devleti” denen şey sahiden başa bela!

Bunun da önlemini çoktan almıştı. Baktı ki yeni saraylar yaptırmak tepki çekiyor.
Tuttu, geçen temmuz ayında sesiz sedasız tek sayfalık bir KHK ile Dolmabahçe ve Beylerbeyi sarayları dahil tüm Osmanlı saray, köşk ile kasırlarını kendisine bağladı. 
Bunlara Cumhuriyet döneminin Florya’daki Atatürk Deniz Köşkü ile Yalova’daki Atatürk Köşkü’nü ve dahası, 2. Abdülhamid’in kurduğu Yıldız Porselen ile Hereke Halı ve Dokuma Fabrikası’nı da buna dahil etti.  Böylece dünyadaki ilk ve tek fabrika işleten Cumhurbaşkanı sıfatı kazandı. 

Zengin ama mendebur Trump karşısında elimiz şimdi güçlendi. Trump için, “Emlak Kralı” deniyor.  Reyiz için “Saray ve Köşklerin Sultanı” denir mi bilemeyiz. 
Abdülhamid’in 33 yıl ülkeyi yönettiği Yıldız Köşkü ile ülkesini bırakıp giden Vahdettin’in köşkü de 7/24/365 zaten emrine amade. Köşkler bahse konu olunca Cumhuriyet ile Osmanlı arasında bir ayrım yapmadığı ve birlikte sahip çıktığı için sevinmemiz gerek.

Aslında gizlisi saklısı hiç yok. 
Yapacaklarını aylar, bazen yıllar öncesinden açıkça ilan ediyor ya da hissettiriyor. 
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimine girerken “ümmetin önderi”, “asrın lideri” diye propaganda yaptırmıştı. Önceliğinin millet değil, ümmet olduğunu seçilmeden beyan ve ilan etmişti. (Asrın liderliğini şimdilik askıya aldı.) 

Geçen gün Gül ile Babacan’a ve mütereddit Davutoğlu’na “Ümmeti bölmeyin” dedi diye çok eleştiriliyor. Oysa 2014’teki “ümmetin önderi” afişlerine ne muhalefet kıyamet kopardı, ne de yargıdan bir “hoop” çıktı!

Saraya doymuyor”, diyenlere çoğalınca çareyi hazır saraylara el koymakta buldu. 
Yargıya müdahalesi de kötü niyetinden değil, Adliye Sarayı” sözünden bile belli tahrik oluyor: “Saray olsun, yeter ki emrimde olsun! Varsın içinde icra dairesi, mübaşir, avukat, savcı, yargıç da olursa olsun!”

İnternette gezinirken bir sayfa açıldı: “Diktatörlerin Vazgeçilmezi Saray Tutkusu.”
Tamamen konumuz dışı olduğu için birkaç aktarmayla yetinelim: 

Cumhurbaşkanı olduktan sonra devlet fonlarını kendisine bağlar. Ayrıca denetlenmeyen parti kasası da ona bağlıdır. Bu gelirlerle büyük bir araziye Berghof adlı şatafatlı bir şato yaptırır. Burada lüks davetler düzenler. Konuklarını içerideki zenginliklerle etkilemeye çalışır.” (Uludağ Sözlük) 
Hitler’miş!  Tövbe tövbe?

Demirel, “siyasette herkes müktesebatını (bilgi ve mesleki birikimini) konuşturmalı” derdi.  O da, Özal da Erbakan da mühendisti. Hesap kitap ve yatırımları ile öne çıktılar. 
Reyiz’in müktesebatı bugüne dek yüzde 100 ortaya çıkmış değil. Diploması Tanrı ile arasında bir sır, karıştırmayalım şimdi! 

Bir ara “Ben pazarlamacıyım” da, malum davanın “savcısıyım” da demişti. Denizde kum Reyiz’de müktesebat. İktidarının ilk günlerinde, kendi internet sitesinde hayat hikâyesini okumuştuk. 

“Bayat simitleri ucuza alıyor, evde soba üstündeki tencere buharından geçirip daha çok para kazanıyordum.” Bunun bir “şecaat arzı” sayılacağından çekindiği için mi nedir, o “özel bilgiler” kaldırıldı. 

Bu arada birçok davaya ve kitaba konu olan, “Askerde kantin subayı idim” bilgisi de artık biyografilerinde yer almıyor. Son KHK’de emrindeki saray ve köşklerde faaliyet gösteren kafeterya, lokanta, hediyelik eşya dükkânlarının işletmesi, kiralaması veya ortak olacağı şirket eliyle işletilmesi, sevk ve idaresi diye bir madde de yer alıyor.  Yani bir nevi kantin subaylığı!

Dedik ya, 
Hiç gizlisi saklısı yok. 
Hem çok dobra, hem de çok yönlü bir devlet adamı. Pazarlamacıyım” sözüne de sahip çıkıyor, “itibardan tasarruf olmaz” beyanına da. Saraylarda oturup itibar sağlıyor. Kantin ve kafelerini de pazarlıyor. Ne yani tersi mi olsaydı?!

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1518648/Hayatin_bin_turlu_hali_var…html
This entry was posted in FAŞİZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *