M U H A S E B E

M U H A S E B E

Prof. Dr. Tülay Özüerman / 29 Haziran 2019


Her maç sonrasında sokaklara çıkıp, hangi takım kazanmışsa, o takımın taraftarları avaz avaz kutlama yaparlar. Evet futbol bir deşarj yolu, hatta gelişmemiş ülkelerin afyonu. Bizim buna ek bir afyonumuz da seçimler!… Öyle ki; nasıl maçlarda sonuçlara kilitli ise taraftar; sandık süreçlerinde herkes sandık sonucuna kilitleniyor. Bu arada etrafta ne olup bittiği, nelerin kırılıp döküldüğü, kazanç diye elinize aldığınızın karşılığında neleri kaybettiğinizi  göremez ve gelecekle ilgili tasarım yapamaz oluyorsunuz. Biri bitiyor, diğeri başlıyor… En çok sandık kuran ülke sıralamasında rekora koşar gibiyiz.

Dünyanın sayılı büyük kentleri arasında olan ve Türkiye’yi yeterince bilmeyenlerin bile Türkiye denilince  aklına Atatürk’ten sonra İstanbul’un geldiğine tanıklık etmişsinizdir. Amerika’daki ev sahibim fazla gezmemiş dünyayı, oğlu vesilesi ile Atina’ya ve Londra’ya gitmiş. Bana yaşadığım kent İzmir’den çok İstanbul hakkında sorular sormuştu. En çok görmek istediği yerler listesinin başına koymuş İstanbul’u. Türkiye ve Atatürk üzerine sohbetimize katılan evin Japon kiracısı hayranlıkla bilgilerini sıralamaya başladı. Ne yazık ki artık, kendimizi dünyaya tanıtabileceğimiz ve hayranlık uyandıracak özelliklerimizle değil, sorunlarımızla geliyoruz dünya gündemine…

“Yeni Türkiye” imajına dışarıdan bakınca, hayranlık yerine endişe duyuyorsunuz. İstanbul’da iki kez seçim yaparak aynı kişiye iki kez mazbata verildi. Sadece iktidar yıpranmadı, kendisi ile birlikte başta YSK, hukuk sistemi de ağır yara aldı.  Kimse bu sürecin ekonomimize maliyeti üzerinde durmadı bile. Sandık ile oyalayıp, yoksulluğu yöneten bir ekonomi biçimini icat etti AKP; bu yöntemle gelinebilecek en uç noktadayız artık.

Biz bu seçimi neden yaptık?” sorusu atlanıyor; asıl odaklanılan; “seçimin kazananı kim?” Bu soruların yanıtı durduğunuz yere göre farklı. İktidarın sandık sonrası yaptığı muhasebe dikkatlerden kaçmış olabilir: “Bazen kazanmak kaybetmektir, bazen de kaybetmek kazanmaktır” dedi iç işlerinden sorumlu bakan. Türkiye’de hala demokrasi var görüntüsünü kazananların kutlamaları ile dünyaya ilan ettiklerini ima ederek söyledi. İstanbul’da kurulan ikinci sandıktan demokrasi çıktı algısı üzerinden örtülmek isteniyor kaybedilen zaman, yapılan israf… Keşke demokrasi  bu kadar kolaylıkla getirilebilir olsaydı. Ülkede demokrasiye istek, inanç ve parlamenter sisteme geri dönüş özlemi var. Sandıktan çıkan irade bu özlemi ifade ediyor. Otokrasi dur durak bilmeden ilerleyişini sürdürüyor. Bir paradoks olarak,” -mış gibi yapılan arızi durumlar” muhalefetin demokrasi adına mücadele azmini yitirmeyişinden ve itidalinden kaynaklanıyor.

Türkiye’yi kutuplaştırıcı söylem ve uygulamalarla bıçak sırtına getirip, bunun üzerinde, zamana yayarak ve de hem de sandık aracılığı ile tasfiye edilerek dar bir alana sıkıştırılan muhalefet, varlığını gösterecek zeminler azaltıldıkça, yok olmama yanında, devletin gücünü oluşturan kurumlardan son kalanlara sahip çıkma çabası ile  var olma mücadelesi vermekte. İkinci sandıktan yeniden ve bu kez daha büyük oy farkı ile çıkan muhalefeti, içinde bulunan koşullar üzerinden değerlendirmek daha sağlıklı olacak. Elimizdeki İmamoğlu zaferi ile sarhoş olmaktan çok, muhalefetin alan ve hareket kabiliyeti geliştirecek stratejiler üzerinde durması gerekiyor. Elinden gasp edilenin  peşine düşüp hayli zorlu bir koşu sonunda geri almış oldu. Sonuçla mutlu olduk. Mazbata sahibine geri geldi; elde var bir güzel şey!… Ya her şey? Her şey güzel oldu mu? “Her şey” için koşu yeni başlıyor.

AKP “durmak yok yola devam” diyor, kayıplar hanesine yenilerini ekleyerek. Yunanistan’ın yıllardır Türkiye üzerinden elde etmek istediği kazanımlar için en kazançlı dönemi diyebiliriz.  Hiç olmazsa dış işleri alanımız ehil ellere bırakılsaydı. Ülke çıkarlarının partisi yoktur. Burada akıl, bilgi, birikim ve vizyon ön almalı. Dış politikanın duayenlerinden Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar’la röportajında çok önemli uyarılarda bulunmuş. ABD ile S-400 krizine, “Türkiye, belki de tarihinin en kritik eşiğinde” diyerek, ülkemizin bu durumdan çıkaracağı dersi “bağımsız dış politika alanı yaratmak zorundayız” diye özetliyor.  Aynı söyleşide; ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jeffrey’nin  açıklamalarından, AKP hükümetinin  Fırat’ın doğusunda Kürt garnizon devletinin kurulmasını kabul ettiği sonucunun çıktığı ve hükümet, “…..PKK’nın kurmayı hedeflediği dört parçalı Kürdistan’ın Suriye ayağını ve onu koruyacak tampon bölgeyi kendi elleri  ile yaratarak Türkiye’nin ulusal çıkarını tehlikeye atıyor” diyor Şükrü Elekdağ.

Anayasamıza ve kanunlarımıza göre devletin birliğine ve ülke bütünlüğüne düşmanlık olan ve ulusal çıkarlarımızı ihlal eden bu girişimin bir suç olup olmadığı sorusunu yönelterek yanıtlamaya davet ederken, seçim sürecinde “beka sorunu” olarak sloganlaştırılan tehdidin seçim kazanmak için bir iç politika malzemesinden öte olmadığının ortaya konulduğuna işaret ediyor. Kutuplaştırıcı bölücü siyasetten çıkıp, milletçe el ele vererek akılcı çözümler üretmemizin acil önemine değinen bu söyleşiyi hepimiz ama özellikle karar organlarında yer alanlar dikkatlice okumalı. Türkiye’nin aklı başında tüm kişileri bir ortak muhasebe zemininde buluşmalı. Bunu önce partiler kendi içlerinde akilleri ile çalışmalı, daha sonra ortak bir platformda milli mutabakat arayışı ile acilen toplaşılmalı. Partiler üstü ve partilerde yer edinmişlerden ibaret olmayan, parti çıkarı değil, ülke çıkarı adına, birilerine yaranmak için değil, ulusal çıkarları korumak ve kollamak adına düşünce üretecek, çıkarlardan arınmış ortak aklı öne alan bir toplanmadan söz ediyorum. Tamamen çıkarlara odaklanmış bir Türkiye gerçeğinde zor ama imkânsız değil.

Güzel sloganlar, gerçeğin örtüsü olduklarında değil, geleceğin hedefi olduklarında amacına ulaşırlar. Herşey için güzellik çaba istiyor ve elimizde kalan son kurumlara sahip çıkmak için acıtırcasına bir muhasebeyi acilen yapmayı  gerektiriyor.

This entry was posted in Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *