YÜZLERCE YILLIK ERMENİ YALANLARI * BÖLÜM I – II

Kenan Mutlu Gürses / 30 Mayıs 2019

YÜZLERCE YILLIK ERMENİ YALANLARI ( I )


Ermeni YALANLARININ 104 yıl önce değil, yüzyıllar öncesinden başladığını, TARİHİN şahitliğinde, anlamaya çalışalım… Öncelikle Yahudilerin, emperyalizmin parçası olan milletlerin, Hıristiyanlığa hangi pencereden bakmış olduklarına, bu noktaya hangi çelişkilerle, nasıl geldiklerine bakalım…

İnsanların dinî tercihlerini irdelemek için, dinin ne demek olduğunu ve tartışmasız dinler tarihini bilmemiz gerekiyor. Bu gereklilik, bilinen en eski toplumlardan itibaren dini inançtan yoksun bir toplum olmadığı gerçeği ile birlikte tarihin ilk zamanlarından beri din ile devlet arasında bir ilişkinin var olduğuna da bizi götürmektedir.

İslâmiyet’te din hâkim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza-mükâfat verme, boyun eğme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etmedir. Kur’an-ı Kerim, hem ULÛHİYYET hem de UBUDİYYETİ ifade etmesiyle, iki taraf arasındaki münasebeti düzenleyen kanun, nizam ve yol olarak da tarif etmektedir.

Diğer dinlerin kutsallığında din kavramı, genel olarak; Allah’a ibadet, korku, haşyet, iman, Tanrı bilgisi, kanun, hüküm, emir, insanla Tanrı arasında gittikçe pekişen bağ, Allah’ın yolu, Tanrı’ya ve diğer insanlara karşı ödevlerini; Hıristiyan inançlarına uyma ve disiplini ni ifade ettiği şeklinde de açıklanmaktadır.

Zerdüştlük, Taoizm, Şintoizm, Shizm, Hinduizm, Budizm, Jainizm, Bahailik, Mecusilik, Sabiilik, Yahudilik, Hıristiyanlık ve de İslâm da; her dinî kültürün din kavramını ifade etmek üzere seçtiği kelimelere ait anlamların ortak noktasının yol, inanç, âdet, bağ, kulluk olduğu söylenebilir. Kısaca, insanın duyduğu manevi ve maddî değerleri elinde tutarak kaderini kontrol eden kudret (Tanrı inancı) olarak kabul edilmiştir.

Toplumsal bir varlık olarak insan, inandığı dinin emir ve yasaklarını, dininin tavsiye ettiği davranış biçimlerini, toplum içerisinde ortaya koymak istemiştir. Bu isteği, insanın toplumla ve devletle olan bütün bağına aksetmiş, bu da toplumda insanların çoğunluğunun inandığı din ile toplumu yöneten siyasal iktidarın ilişkilerini oluşturmuştur.

Meseleye Ermenilerin DİNÎ konularda da YALANA nasıl başvurduklarına, ERMENİLERİN YÜZLERCE YILLIK YALANLARINA açıklık getirmek için Yahudilik ve Hıristiyanlıktan başlamak isterim.

Yahudilik; ortak kutsal kitap kaynakları, seçilmişlik ve kurtuluş kavramları bakımından Hıristiyanlığa, tek Tanrı inancı, dinî hukuk, pratiğe yönelik vurgu ile vahiy inancı bakımından İslâm’a yakın durmakta olduğunu belirterek, Hıristiyanlık öncesi ile Roma dönemi ve sonrasındaki Yahudiliği anlayalım.

Vahiy sonrası yaşadıkları acılardan sonra, M.Ö. 332 de Büyük İskender’in Perslerin kontrolündeki Filistin topraklarını ele geçirmesi, Grek hâkimiyetinin başlaması, M.Ö. 322-164 yıl aralığında, Ptolemaios, Selevkos krallıklarınca yönetilmeleri, Mısır, Antakya ve Ege havzasında Grekçe konuşan Yahudilerin ortaya çıkması, Nin Sâmirî mâbedinin inşası, Helenleştirme politikasına karşı Makkabi liderliğinde silahlı direnişe başlanması, Haşmonay hanedanlığı yönetimi, daha sonra yarı bağımsız bir statüye kavuşması, M.Ö. 143-63’lerde yaşanan dönemlerdir.

Haşmonay zamanın da, Helenleştirme tersine çevrilerek, İdumiler ve İturilerin zorla Yahudileştirilmesi, Ferîsîlik, Sadûkîlik ve Essenîlik adıyla üç büyük Yahudi cemaatinin ortaya çıktığı devreye gelinmiştir.

Selevkos Krallığı ile Haşmonay’ın taht kavgaları ve Roma’nın M.Ö. 63 de Yahuda’yı ele geçirmesiyle krallığa son vermesi, Roma yönetimi tarafından Herod Yahuda’nın M.Ö. 40 da krallığa getirilmesi ve Yahuda’nın doğrudan Roma yönetimine M.Ö. 4 de bağlanması. Roma yönetiminin Yahudilerin dinî hayatlarına müdahalesi, M.S. 66 yılında bu gerginliğin üst seviye çıkması, kanlı isyanların başlaması ile baskı süreci devam etmiştir.

Adiabene Krallığının desteğine rağmen M.S. 70 de Kudüs’ün Romalılar tarafından kuşatılması ve mâbedi yıkması ile M.S. 73-74 de Yahudiler, tarih sahnesinden silinme noktasına gelmiştir. Yarım asır sonra tekrar isyana yeltenen (M.S. 115-117 Mısır cemaati) Yahudiler, Kudüs’ten çıkarılmış, M.S. 132-135 de bölgenin ismi FİLİSTİN (PALAESTİNA) olarak değiştirilmiştir.

III-VII. yüzyıllar Rabbani Yahudiliğin ortaya çıktığı devre olmuştur. Bu dönemde küçük bir Yahudi mezhebi şeklinde ortaya çıkan Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun resmî dini ve Yahudiliğe rakip haline gelmiştir. IV. Yüzyılda Hıristiyan Roma yönetiminin baskısı altında yaşayan Yahudiler, V. Yüzyıldan itibaren cemaat olarak sinagog çevresinde yapılanmayla ancak varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Bu dönemde Filistin Yahudiliği gerilerken, Bâbil Yahudiliği yükselişe geçmiştir. Bu yükseliş, Arap yarımadasında başlayıp, Irak, Ön Asya, İBER Yarımadasına kadar uzanan Müslümanların kurduğu İslâm devletleri yönetimi altında, müsamaha ve fırsatlar ortamı içinde, İslâm Peygamberi, Dört Halife, Emevî ve Abbasî döneminde de devam etmiştir. Arap yarımadası, Vâdilkurâ, Hayber, Yemen, Suriye, Mısır, Filistin, Irak ve Endülüs gibi Müslümanların kontrolüne geçen coğrafyada, Yahudilerin dinî ve sosyokültürel açıdan teşkilatlanıp gelişmelerine imkân tanınmıştır.

Roma döneminde Kudüs’ten sürülen Yahudilerin, bölgenin Hz. Ömer tarafından fethiyle M.S. 637 de, daha sonra HAÇLILAR tarafından kıyıma uğramaları M.S. 1099 da, ardından, bu defa da Selâhaddin-i Eyyûbî’nin bölgeyi fethiyle bölgeye M.S. 1187 de yeniden dönebilmişlerdir. Yahudilerin Müslümanların yönetiminde yaşadıkları en parlak dönemlerin başında “YAHUDİ ALTIN ÇAĞI” denilen ENDÜLÜS Emevî döneminin yanı sıra, Bağdat merkezli Abbasî yönetiminin ilk, Mısır merkezli Fâtımî ve Osmanlı Devleti’nin yükseliş dönemi gelmektedir.

Konumuz dışına taşmamak için ara dönemleri bir yana bıraktığımızda, Yahudilerin Hıristiyan Bizans ve Avrupa yönetimleriyle ilişkileri, Müslüman-Yahudi münasebetlerine göre çalkantılı ve gerilimli olmuştur. Kilise babaları, İsa Mesih’in ölümünden sorumlu tuttukları Yahudileri “TANRI KATİLİ” konumunda değerlendirmişlerdir. Yahudilerin kaybettikleri kutsal toprakların, Hıristiyan Roma yönetimine geçmesi Hıristiyan-Yahudi gerilimini üst noktaya çıkarmıştır. Öyle ki Hıristiyan Roma yönetiminde tolerans görmelerine rağmen Pagan Roma yönetiminin geç döneminde (III. Yy) elde etmiş oldukları vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmış, sosyal konum ve Hıristiyanlarla münasebetin yanı sıra dinî hayat noktasında da Bizans dönemi boyunca sürecek bir dizi kısıtlamaya mâruz kalmışlardır.

Hıristiyan hareketine etkilerinin bulunduğuna inanılan Yahudiler, bu hareketlerinin IX. Yüzyılda bastırılmasından sonra Hıristiyanlığa geçmeye zorlanmış, bir kısmı kaçarak, Yahudiliği benimsediği söylenen Türk Hazar Devletine sığınmışlardır.

Yahudilerin sığınma macerası, Ortaçağ Avrupa’sında da devam etmiştir. Avrupa, Yahudileri, din değiştirmeye zorlamış, görünüşte Hıristiyanlığa geçseler de, Yahudi kimliklerini sürdürmeleriyle KRİPTO-YAHUDİLİĞİN ortaya çıkmasına yol açılmıştır.

Osmanlı dönemi içinde yaşanan ve gösterilen hoşgörünün yanında, Sabetaycılık (dönmelik), Polonya da Rabbânîlik (İlim Merkezleri), Hasidîlik (Yisrael ben Eliezer) ve Jacob Frank hareketi, Sabatay Sevi’nin Müslüman oluşu, ölümü, Ya’kubîler, Karakaşlar ve Kapancıların ortaya çıkışı, Baruhya Russo öğretisi, Doğu Avrupa’da Frankizm’in başlaması gb, bütün bu gelişmelere rağmen 1648 Kmielnitzki katliamı ile Mesih beklentisi, yine Yahudilerin hüsranı ile sonuçlanmıştır.

Rabbani Yahudiliğin ön gördüğü dinî kuralcılık ve Tevrat çalışması yerine, dinî coşku ve dinî şahsiyet unsurlarına ağırlık vererek bireylerin günlük faaliyetlerine kutsiyet atfetmek suretiyle fakir ve eğitimsiz Yahudileri kucaklayan, popüler ve eşitlikçi bir anlayışı ortaya koymuştur. Bulundukları coğrafyalarda, yıllardır mâruz kaldıkları baskılara rağmen, yaşadıkları ülkelerde cemaatlerini oluşturmuş, Yahudi şeriatının rehberliği doğrultusunda temel dinî konularda ortak bakış açısında birleşmişlerdir.

Ancak, XVIII. yüzyıl aydınlanma düşüncesine paralel, yaşadıkları Hıristiyan toplumlara ENTEGRE etme ve modernleştirme amacı taşıyan Yahudi aydınlanma hareketi, XIX. asırda siyasal ve sosyal açıdan özgürleşme süreciyle, bulundukları ülkelerde, millî kimliklerinden taviz vererek eşit vatandaşlık elde etmeye başlamışlardır. Bu bozulma, Yahudiliğin dinî-etnik eksende radikalleşmesi, Ortodokslaşması ve sekülerleşmesiyle (Siyonizm) sonuçlanmıştır. Bu sonuç, antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) na dönüşmüştür. Fransa’da (Dreyfus), Almanya’da (Nazi) yönetiminin İtalya ile birlikte uyguladıkları YAHUDİ SOYKIRIMI tarihin derinliklerinde değil, daha dün gibi (1933-1945) yıllarında gerçekleşmiş, yaşanılanlar, 1948 de İsrail devletinin kuruluşu ile sonuçlanmıştır.

İşte günümüzde, emperyalizmin göbeğine oturan, Hıristiyan dünyanın tarih boyunca aşağıladığı, ezdiği, yok etmeğe çalıştığı, menfaati doğrultusunda maşa olarak kullandığı, kullanmakta olduğu, kullanılarak, kendi inancından kopuk görünen, Hıristiyanlığın emperyalist vagonuna binen, bir elinde EVANJELİZM maşasını taşıyan ahde vefanın ne olduğundan habersiz bu günkü İsrail’dir, karşımızda olan.

Roma’nın Paganlığı ve Hıristiyanlığına dönecek olursak; Büyük çoğunluğun, Pagan dönem denildiğinde hep doğuya baktığını, batının yaşadığı Pagan dönemi ya hiç görmediğini veya görmemezlikten geldiğini, “İsa ölmüştür, Hıristiyanlık başlamıştır” ifadelerini, inanç dünyasının değerlendirmesine bırakalım.

Hz. İsa ile başlayıp İmparator Neron (M.S 54-68) ve M.S. 313 yılında Licinius ile 1. Konstantin’in yayınladıkları Milano Fermanı’na kadar geçen zaman zarfında Yahudilerin, Hıristiyanların, Roma idaresi tarafından sistematik, topyekûn bir baskı, takibat ve zulme uğradıkları yönünde genel bir tablo çizilmekte olduğunu, tartışmalı yönlerini tarihçilere ve teologlara bırakarak, aşağıda geleceğimiz noktaya kadar, yol almaya devam edelim.

Roma Paganizmini, çevre milletlere uyguladığı baskıyı, özellikle Hıristiyanlara yaptıklarını ayrıca inceleyelim. Bu incelemeyi yapacaklara özellikle Gaius Aurelius Valerius Diocletianus döneminden (20 Kasım 284 ile 1 Mayıs 305 ) başlanılmasının gerektiğini hatırlatmış olalım. M.S. 301’in bu zaman diliminde kaldığını dikkatten kaçırmayalım.

Hıristiyanların, Roma İmparatorluğu’nun baskı ve zulmüne maruz kaldıkları yönündeki inancın sadece ilk üç asırla sınırlı olmadığının, Romalı/Pagan Hıristiyan ya da Hak-Batıl şeklinde oluşturulan bu dikotomik (ikiden fazla değer) anlayışın iki bin yıl sonra Hıristiyanlar-Ötekiler/İsa düşmanları/şeytanlar ya da bazı durumlarda Hıristiyanlar-Müslümanlar şekline dönüştürülerek tarih boyunca yaşatıldığının altını çizelim.

Roma İmparatorluğu’nda göreve başladığı tarihte, Pagan olan, Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus M.S. 27 Şubat 272 (Niş) – M.S. 22 Mayıs 337 (İzmit) döneminde, Hıristiyanlığa adım atılırken, Paganlık ve Hıristiyanlığın eşit duruma getirilmiş olduğunu gözden kaçırmayalım. Flavius I.Theodosius’un M.S. 11 Ocak 347 (İzmit) – M.S. 17 Ocak 395 (Milano), M.S. 379’dan 395’e kadar Roma İmparatorluğu yaptığını, İmparatorluğun doğu ve batı kısımlarını birleştirdiğini, Doğu ve Batı Roma’yı birlikte yönettiğini, ölümünden sonra imparatorluğun ebediyen ikiye ayrıldığını hatırlayalım. Zamanında Hıristiyanlığın imparatorluğun tek güçlü dini olduğunu, Pagan Roma’nın, Hıristiyanlaşan Roma’ya dönüştüğünün de unutulmaması gerektiğini hatırlamış olalım.

Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus ve Flavius Galerius Valerius Licinianus Licinius, M.S. 263 (Moesia) – M.S. 325 (Selanik), bir araya gelerek M.S. 313 de “Kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği” şartını taşıyan “Milano Fermanı” nı ilan ettiklerini tekrar etmiş olalım. Bu fermanın ardından Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus, M.S. 324 yılında imparatorluğun tek hâkimi olunca bazı kararlarını ve Hıristiyan Kilisesi temelinin atıldığı iddia edilen, İZNİK Konsili sürecini başlatmış olduğunu da dikkatten kaçırmayalım.

Bu Konsiller;

1. İznik Konsili (325)

1. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) 381

1. Efes Konsili (431)

Kalkedon Konsili (Kadıköy) (451)

2. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) (553)

3. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) (680-681)

2. İznik Konsili (787)

4. Konstantinopolis Konsili (İstanbul) (869-870)

1. Latran Konsili (1123)

2. Latran Konsili (1139)

3. Latran Konsili (1179)

4. Latran Konsili (1215)

1. Lyon Konsili (1245)

2. Lyon Konsili (1274)

Viyana Konsili (1311-1312)

Konstans Konsili (1414-1418)

Bale-Ferrare Konsili (1431)

Florence Konsili (1442)

5. Latran Konsili (1512-1517)

Trente Konsili (1545-1563)

1. Vatikan Konsili (1869-1870)

2. Vatikan Konsili (1962-1965)

Yukarıda belirtilen ve sayısız diğer konsiller de yıllarca İsa’nın, Tanrısallığı, kurtarıcılığı, Tanrı ile aynı özden oluşu gb konular tartışılarak ilk önce Hıristiyanlık, Paganlıkla eşit düzeye, daha sonra imparatorluk dini kabul edilerek, İmparator da Tanrının yeryüzündeki tek temsilcisi ilan edilmiştir. Böylece dinî ve siyasi tek otorite olan imparator, Konstantinopolis’i (İSTANBUL) imparatorluğun başkenti yapmıştır.

Doğu Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlıkla ilgili tartışmalar hiç bitmemiş, Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus’un ölümünden sonra başa geçen, II. Constantinus (Flavius Claudius Constantinus) dönemi ve Flavius Claudius Iulianus (Julianus) ile (M.S. 330 – M.S. 363) Hıristiyanlığa ilgi duymayarak, İmparatorluğu tekrar Paganlaştırmıştır. (I. Theodosius) Flavius Theodosius M.S. 347-M.S. 395 döneminde, dini dönüşüm tamamlanmış ve Pagan tapınakları yıktırılmıştır. Yine bu dönemde Flavius Theodosius, 1. Konstantinopolis Konsilin de (İstanbul- M.S.381), Konstantinopolis Piskoposuna PATRİK, 389 yılında Roma Piskoposuna da PAPA unvanını vermiştir. Rus asıllı Sırp Bizantolog, Georgiy Aleksandroviç Ostrogorsky’nin “Roma devlet tarzı, Grek kültürü ve Hıristiyan inancı Bizans gelişmesinin ana kaynaklarındandır. Bu unsurlardan biri çıkartılırsa Bizans’ın varlığı düşünülemez” sözlerini hatırdan çıkarmayalım.

25 Temmuz 306 tarihinde, Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ile başlayarak, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile 29 Mayıs 1453 de XI. Konstantin Palaiologos Dragas’a kadar 106 imparatorun yönettiği Doğu Roma İmparatorluğu, özellikle dinî yönden çok çalkantılı olaylara sahne olmuştur. Bu çalkantı, farklı inançların hüküm sürdüğü, bazen TENGRİ inancına sahip milletlerin, buna Turani kökenli Hititler, Sümerler de dâhil olmak üzere, Roma’nın kurduğu, kurmak istediği hâkimiyetin karşılaştığı dirençlerle birlikte hep devam etmiş ve de devam etmekte olduğunu unutmayalım… [1]


YÜZLERCE YILLIK ERMENİ YALANLARI ( II )

Ermenilere gelince;

Ermeniler, Hıristiyanlık öncesi dinî bakışlarını net olarak bir inanca bağlayamazlar. Ermeni Paganizmi’ne yer veren eserler, ya birbirinden farklı veya birbiriyle çelişen bilgiler sunmaktadır. Onları bu çelişkiye sürükleyen nedenlerin başında; Kültürlerini M.S. 405 öncesinden, gelecek kuşaklara taşıyacak alfabelerinin olmamasıdır. Sınırları kesin olarak çizilebilen bir vatan ve devletleri de yoktur. Hayatları başka devletlerin ve milletlerin hâkimiyeti altında geçmiştir. Etkilendikleri kültür ve din o devletlere aittir. Değişik ırk ve kültürlerden meydana gelmiş bir topluluktur. Tarih boyunca milletlerine bir vatan, bir tarih bulma gayretiyle, Ermenilerin dağınık olarak yaşadığı her yeri Ermenilere mal etmek gayreti içinde olmuşlardır. Eski inançları kesin olarak şudur denilebilecek kaynak da bulunmamaktadır.

Ermeni kaynakları, Sümer, Akad, Fenike, Hint, Grek, Roma ve İran kökenli tanrılarla benzeşen millî tanrılarından bahsetmektedir. Bu pagan döneme bakıldığında, izlerini bu günde gördüğümüz inanç dünyaları, dönemin çelişkilerine rağmen çok daha tutarlı görülmektedir. Yine Ermeni kaynakları, tarihlerini M.Ö. 2350 yılına, Nuh Tufanına kadar dayandırarak, atalarını “Hayk” olarak kabul etmekte ve bunu da Kitab-ı Mukaddes’e bağlayarak Nuh’un torunlarına, (Yafes’in oğullarından Torgom’a/Toğarma’ya yani Türkler ile aynı soya) kadar götürmektedirler. Bunun için onlar, Ermeni’yi değil HAYK’I, Ermenistan’ı değil HAYISTAN’I kullanmışlardır.

Aslında hem eski hem de yeni kaynaklarda, ne HAYISTAN ne ERMENİSTAN olarak adlandırılan yerler için belirli bir yer tayini mümkün olmamıştır. Hayk ve HAYISTAN iddiaları, bilim adına gerçekleri yansıtmamaktadır. Kutsal Kitaplarda, farklı iddialar ortaya konmuş, Nuh’un çocukları; Hâm, Sâm ve Yafes’in hangi milletlerin atası olduğu irdelenmiş, hiçbir kaynak Ermenilere ulaşamamıştır. Ermeniler, her ne kadar HAY, HAYK, HAYISTAN’I çıkış noktası olarak alsalar da, bu tamamen yanlış ve YALANDIR. Günümüzde Ermeniler olarak bilinen toplum Urartu, Hitit ve Trek gibi birbirinden apayrı kavimlere dayanarak köklerini izah etmeye kendilerini zorlamakta, birbirleriyle coğrafi bağlantıları bulunmayan bölgelerde, tarih sahnesinde yer alma iddialarını sürdürmektedirler. Farklı ırkî menşei ile Gregoryenliği birbirine karıştırarak, Ermeniliğe kaynak göstermek çabasından da geri durmamış, durmamaktadırlar.

Ermeniler, Hıristiyanlıklarını, Kiliselerinin önemini, Partlı Aziz Gregoir (Kirkor) tarafından kurulduğunu söylemeleri ile başlatırlar. Kral Tridate, ailesi ve Ermeni halkı Aziz Gregoir’un çabalarıyla toplu olarak Hıristiyanlığı kabul etmiş, Aziz Gregoir, Ermeni Kilisesi’nin ilk dinî lideri olmuştur. Bundan dolayı, TAKDİS edilmek üzere, 16 prensle, Kayseri’ye gönderilmiştir. Kayseri Kilisesi, Gregoire’ye ruhbanlık unvanı vermek için, piskoposlardan oluşan bir “KONSİL” toplanmıştır. Bu konsil, M.S. 302’de onu “piskoposluğa” layık görmüştür. Gregoire; Kayseri Başpiskoposu ’nun kendisine refakat etmek üzere görevlendirdiği Sabastia (Sivas) Piskoposu Pierre ile ülkesine dönerken, Anadolu’da yolu üzerindeki yerlerde kısa süreli konaklamış; uğradığı yerlerdeki “soydaşı” Türk boylarına Hıristiyanlığı kabul etmelerini önermiş eski tapınakları, heykelleri yıkmış, yerlerine küçük kiliseleri yapmış, oralar halkının bir kısmını da vaftiz etmiştir. Bazı kaynaklarda ise, Gregoire ve beraberindekilerin ilk uğradığı yerin; putperest dönemin en önemli “teslis”i sayılan Anahita, Astik ve Vahakn üçlüsüne tahsis edilen tapınağın bulunduğu ASCHTİSCHAT (Muş) olduğu; korkunç çatışmalardan sonra burada bir kilise inşa edildiği ve buranın “Ermeni Kilisesi’nin Anası” (Ana Ermeni Kilisesi) olduğu iddia edilmektedir. Tournebize, Gregoire’nin vizyonu da Aschtischat’ta gördüğünü, İLK KİLİSE’NİN de burası olduğunu, Eçmiyazin’e ait rivayetin sonraki dönemlerde ortaya çıkarıldığını ileri sürmektedir.

Kayseri’de Hıristiyan olarak yetişen Gregoire, Ermeni Krallığı’nın merkezi olduğu söylenen Vagharschabat’a döndüğü, ilk Ermeni Kilisesi’nin de Vağarşapat’ta kurulduğu iddia edilmektedir. (M.S. 301) . Gregoire, Hıristiyanlığı, Ermenistan’da bulunan, İranlılar, Hayklar, Gürcüler ve Türkler arasında yaymıştır. Bunun için Gregoryen Hıristiyanlığa, değişik ırk ve kültürden insanların Hıristiyanlık anlayışının ortak adı olarak bakılmalıdır. Gregoire’nin orada Hıristiyanlığı yaymaya başladığında, neden işkence gördüğü, aşağıdaki satırlarda açıklanacaktır.

Ermenilerin iddiaları doğru değildir. Ermenilerin iddia ettiği gibi M.S. 301 yılında Hıristiyanlık ilk defa Ermenistan’da resmi din OLMAMIŞ, Aziz Gregoir, Gregoryen Kilisesi’ni M.S. 301 yılında KURMAMIŞTIR. III. Yüzyılın sonları ve IV. Yüzyılın başlarında Doğu Roma’da ve buna bağlı olarak Ermenistan’da, Hıristiyanlara çeşitli baskılar uygulanmıştır. Dönemin şartları dikkate alındığında, siyasi bağımsızlığa sahip olmayan Ermeni prensliğinin, bir dini resmi olarak kabulünü, vassalı bulunduğu Roma İmparatorluğu’na rağmen, gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu dönemde Roma yönetimi tarafından Hıristiyanlık bir fesat unsuru olarak telakki edilmiş, ağır şekilde cezalandırılmıştır. Roma İmparatoru’nun koruması altındaki Ermeni prensi Tridat, ülkesi Sasani istilasında olduğu için uzun yıllar Roma’da sürgün hayatı yaşamış, M.S. 298’de ülkesine dönebilmiştir. Ayrıca, Hıristiyan kaynakları, Ermeni Prensi Tridat’ın, Hıristiyan katili olan Roma İmparatoru’nun en sadık yardımcısı olduğunu belirtmektedir.

Kendilerine ait alfabeleri olmadığı için Ermeni Kilisesi ile ilgili bilgiler, nesilden, nesile aktarılan menkıbelerle yaşatılmıştır. Bunlar da ciddiye alınmadığı için Ermenilerin “Kilise” konusundaki görüşleri fazla rağbet bulmamıştır. Gregoire’nin Hıristiyanlığı Ermenistan bölgesinde yaymak için Grekçe ve Süryanice okullar açmasına kadar Hıristiyanlık ve İncil sözlü olarak anlatılmıştır. Bundan dolayı ilk dönemle ilgili tartışmalar son bulmamış ve Gregoryen Ermeni Kilisesi’nin bağımsız olarak ortaya çıkıp çıkmaması konusu gündemden inmemiştir.

Gregoir’un Kayseri Başpiskoposu Leon (Gevontios) tarafından takdis edilmesi ve “Ermeni Piskoposu” unvanını alması; Kayseri Kilisesi ile Ermeni Kilisesi’nin hiyerarşik ilişkisinin ne olduğunun tartışılmasına yol açmıştır. Greklere (Ortodokslar) göre Ermeni Kilisesi, Kayseri Piskoposluğuna bağlıdır. Latinlere (Katolikler) göre Ermeni Kilisesi, önce Kayseri’ye bağlıyken, Papa I. Sylvestre’nin tanıdığı imtiyazla bağımsız hale gelmiştir. Bu görüşler karşısında Ermeni Kilisesi, başlangıcından itibaren bağımsız ve kaynağının “apostolik” (HAVARİLERE DAYANMAKTA) olduğunu savunmaktadır. Geregoir’in Kayseri’den aldığı takdis, hiçbir zaman bir bağımlılık, bir hiyerarşik bağımlılık olarak kabul edilmemektedir. Onlara göre o, “millî ve özerk” olarak doğmuştur diye iddia ederek, savunmalarını sürdürmüşlerdir. Sürdürülen savunmaları, bir kesim tarafından da dinin aslından ayrılık sayılmıştır.

Ancak, Ermenilerin Hıristiyanlığı kabul ettiği sırada Roma İmparatorluğu’nun başında Diocletien (Caius Aurelius Valerius Diocletianus) (22 Aralık 244-3 Aralık 311) (Maximian) bulunmaktadır. Kasım 284- Mayıs 285, Mayıs 285- Nisan 286 ve üçüncü defa 1 Nisan 286-1 Mayıs 305 tarihlerinde görev yapan bu imparatorlar (bazen yalnız), Hıristiyanlığa karşı büyük düşmanlık duymuş, Hıristiyan Kutsal Kitabı’nın yakılmasını ve bütün kiliselerin yıkılmasını, karşı çıkan herkese ölüm cezası uygulanmasını emretmişlerdir. Ermenilere büyük işkenceler yapılmış ve bu işkenceler neticesinde Roma ile Ermeniler arasındaki münasebet kesilmiştir. M.S. 301 de önce Maximum Fermanı ile (ekonomik ağırlıklı), ölüm cezaları getirilmiş, M.S. 303-311 yılları arasında, Diocletien Hıristiyanlığa karşı en kanlı zulmü uygulamış, bunun etkisi M.S. 324’ kadar devam etmiştir.

Diocletien’den sonra İmparator Konstantin döneminde yeni bir ittifak kurulmuş ve münasebetler düzelmiştir. Eski Ermeni tarihçileri, 315’li yıllarda, Konstantin ile Tiridate arasında yapılan bir görüşmenin, Gregoire ile Kral Tiridate’nin Roma’ya yaptıkları bir seyahat esnasında olduğu üzerinde, (tartışmalı olsa da) durmuşlardır.

Her Hıristiyan grup, her kilise, genel olarak kendisini Hz. İsa’ya veya onun HAVARİLERİNE bağlama “apostolik” gayreti içindedir. Bu gayretin sebebi, ilk yüzyıla bağlanmak ve “kadimlik” kazanmaktır. Herhangi bir kilise, Havarilerden birinin şahsi eseri ise “direkt”, daha önce kurulmuş “apostolik” bir kiliseden çıkmış ise “endirekt” kabul edilmektedir. Bu iddia da olan “apostolik” kiliselerden biri de Gregoryen Ermeni Kilisesi’dir. Bu Kilise’nin temel geleneği, ON İKİ HAVARİ arasında sayılan Taddeus ile Bartolomeus’u ilk kurucuları ve aydınlatıcıları kabul etmeleridir. Nasıl bir kabul ediştir ki, Havari Taddeus, II. Yüzyılın başların da Ermeniler tarafından ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR. Buna rağmen “apostolik” olma iddialarını delili olarak da “Ermenistan’da, Taddeus’un görev süresinin miladi 35-43 yılları arasında sekiz yıl, Bartolomeus’un ise 44-60 yılları arasında on altı yıl devam etmiş olması gösterilmektedir. Bununla Gregoryen Ermeni Kilisesi’nin “apostol” bir kaynağa sahip olduğu ortaya konulmak istenmektedir. Söz konusu iddiayı kabul edecek olursak, Ermeni Kilisesi’ne, bölgeye ilk defa gelen HAVARİLERDEN, Taddeus ile Bartolomeus’un adının neden verilmediğini, onların adına neden Ermeni Kilisesi kurulmadığını sormamız gerekecektir. O tarihlerde KİLİSE yoktur denemez, zira varlığı bilinen ilk Hıristiyan Kilisesi Aziz Saint Pierre tarafından Antakya da, Saiçindet ‘de kurulmuştur. (M.S. 29-40) Havariler de bölgeye bu noktadan hareket ederek gelmişlerdir.

Hıristiyanlıkta inançla ilgili meselelerin ana merkezi İsa Mesih’tir. Bununla birlikte kilise hiyerarşisinin temeli havarilere dayandırılmaktadır. Havarilerle üç hiyerarşik rütbe oluşmuştur. Piskopos, papaz ve diyakos. Ermeni Kilisesi’nde sırasıyla Episkopos, K’ahana (Yerets) ve Sargavak şeklinde isimlendirilmiştir. Bu üç hiyerarşi diğer kiliselerde de aynen korunmakla beraber bütün kiliselerde üst ve alt rütbelerde farklı hiyerarşiler oluşmuştur. Ancak hiyerarşinin bu üç basamağı kutsallığını korumaktadır. Başka bir ifadeyle hiyerarşiyle ilgili düzenlemeler bu kutsal hiyerarşi üzerine bina edilmiştir. Ermeni Kilisesi’nde sekiz hiyerarşik rütbeden bahsedilirken, (Katolikos, vartabed, episkopos, sırpazan, Dzayrakan, Papaz, Diakon, Sargavak ) aslında bu üç rütbe üzerinde bina edilmektedir.

Hıristiyanlıkta belirli kavramların ifade edildiği sembol ya da bu sembollerin uygulandığı (Katolik ve Ortodoks) yedi kutsal ayin vardır. Bunlar da;

1-Vaftiz: Arınma. 2-Evharistya (komünyon): Ekmek ve şarap ayini. 3- Konfirmasyon: Topluluk önünde imanı açıklama. 4- Günah çıkarma: İtiraf ve TAKDİS. 5- Son yağ sürme: Ölüm halindekileri kutsama. 6- Ordinasyon: Ruhani görevler. 7- Evlilik ’dir.

Hıristiyanlıkta her kilisede olduğu gibi Ermeni Kilisesi’nde de kutsal kilisenin başlangıcının, kutsallığını aldığı HAVARİLERE, onların aralarında İncil’i yayarak ilk cemaati oluşturmasına dayandığı inancı vardır. Bu nedenle önce Ermeni Kilisesi’nin HAVARİLERE bağlanma yolu üzerinde durulurken ilk üç yüzyılda Ermeni inancının ne durumda olduğuna biraz daha açıklık getirelim.

İlk üç yüzyıldaki Ermeni Hıristiyanlığı hakkında birkaç husus dile getirilmiştir. Bunlardan ilki Havari Taddeus’un Ermenilere mesaj götürmesinin anlatıldığı Kral Apgar’ın İsa Mesih’i Urfa’ya bir mektupla davet etmesidir. Hz. İsa’nın görevlendirdiği, Havarilerden Taddeus Urfa’ya gelmiş, kralı iyileştirmiş ve şehrin tamamını VAFTİZ etmiştir. Ermeni Kilisesi’nde “apostolik” silsilenin başında ikinci bir Havari olarak Bartoğumeos, Taddeus’la birlikte zikredilmektedir. Ancak, nedendir bilinmez, Hıristiyanlık ve kilise ilk havarilerin ismiyle değil de, Grigoir Lusavoriç ile anılmaktadır!

Ermenilerce, Taddeus’dan Grigoir Lusavoriç’e kadar Ermenistan başpiskoposu olduğu kabul edilen sekiz HAVARİDEN bahsedilmektedir. Buna göre; 1-Tadeus (Thaddeus) (43-66) 2-Bart’oğimeos (Bartholomew) (60-68), 3-Zak’aria (Zacharia) (68-72), 4- Zementos (Zementus) (72-76), 5-Atrnerseh (77-92), 6- Muşe (Mooshe, Movses) (93-123), 7- Şahen (Shahen) (124-150), 8- Şavarş (Shavarsh) (151-171), 9- Gevondios (Ghevondius) (172-190), 10- Mehrujan (Mehroojan) (240-270), İsa’dan sonraki HAVARİLER silsilesidir.

“APOSTOLİK” “KADİMLİK” özellikle ERMENİLERİN, Hıristiyanlıklarını, kiliselerini, Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olma iddialarına, daha doğrusu TARİHDE söylemiş oldukları ikinci BÜYÜK YALANLARINA bakalım. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Ermenilerin yaşadıkları bölgede, Hıristiyanlık, Grigoire Lusavoriç ile BAŞLAMAMIŞTIR. İLK HIRİSTİYAN KİLİSESİ, Vagharschabat da KURULMAMIŞTIR. Ermeniler, burada da YALAN söylemektedirler.

Neden?

Gregoire Lusavoriç’den önce, Hz. İsa sonrası, bölgede Hıristiyanlığı tebliğ eden, tebliğlerinde de başarılı olan HAVARİLER vardır. Bu HAVARİLERİN isimleri bilinmekte ve Hıristiyan dünyasınca da kabul edilmektedir. Yukarıda isimlerini belirttiğimiz bu HAVARİLER, bölge insanını, Ermenilerle birlikte Grigoir Lusavoriç’ten çok önce Hıristiyanlaştırmışlardır.

Ayrıca Ermeniler, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul ettikten sonra bırakın Grigoir Lusavoriç’i, tüm Katolikoslar, Grigoir Lusavoriç’ten, Büyük Nerses’e kadar KAYSERİ’DE TAKDİS edilmiştir. Kral Pap’ın 373 yılında, Katolikos Nerses’in ölümünden sonra verdiği emirle, Katolikoslar, Ermenistan’da seçilmiş ve orada TAKDİS edilmişlerdir. Kral Pap’ın bu emriyle ilk defa II. Husik, Ermenistan da kutsanmış, bu takdisten itibaren Ermenistan’ın tüm Katolikoslar Ermenistan da kutsanmıştır. Bir ana Ermeni Kilisesi düşünün ki M.S. 301’den M.S. 373’e kadar, vassalı olduğu DEVLETİN ana KİLİSESİ’NE gitmek mecburiyetinde kalsın. Bu nedenle de Mezopotamya, Doğu Anadolu ve Kafkasya’da M.S. 373’e kadar yapılan bütün KİLİSELERİN, özellikleri, nereye bağlı oldukları dikkatlice ve ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Aziz Gregoir, Ruhbanlık unvanı aldığı, konsil toplayan, takdis eden, kendisine piskoposluk yetkisi veren, KAYSERİ’YE gelmek mecburiyetinde kalmıştır. Halkının tamamının Hıristiyan olduğu tartışmaya açık olsa da Kayseri de bir Hıristiyan kilisesi ve de bir DEVLET vardır. Ermeni Prensliği ise sadece vassal konumundadır.

Kayseri de; Kaniş Höyüğünden başlarsak; M.Ö. 2800 tarihinden Helenistik çağa, Tunç Devrine, Asur Ticaret Kolonilerine, Hitit çağına kadar gelen süreç bilinmektedir. Frig hâkimiyeti, Kimmerler, Asur ve Lidyalılar, Med hâkimiyeti, sonrasında Pers egemenliği, M.Ö. 332 de yine Pers ailesinden gelen Ariarathes I. Kurduğu ve M.S. 17’e kadar devam eden Kappadokia Krallığı vardır. Bazı kaynaklarda ise; M.Ö. 280 yıllarında kurulan Bağımsız Kapadokya Krallığının başkenti olan Mazaka, bu dönemde 400 bin nüfuslu büyük bir şehirdir, denilmektedir. M.S. 17 yılında Roma Devletinin eline geçen Mazaka, Roma’nın bir eyaleti olmuş ve ismi, KAİSAREİA olarak değiştirilmiştir. 395 yılında Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu içerisinde yer alan bu bölge, büyük bir şehir olarak yerini korumuştur.

Roma İmparatorluğu, dördüncü yüzyılın başlarında halkının tamamen Hıristiyanlaştığı, Kayserinin Hıristiyanlığın dinî ve ilmi merkez haline geldiği ve sonrasında da bir Bizans şehri olduğu açıkça bilinmektedir.

Demek ki, Ermenilerden önce yetkili olan bir Hıristiyan Kilisesi ve de bir DEVLET vardır. Bu nedenle Hıristiyanlığı ilk kabul eden DEVLET ve ERMENİ KİLİSESİ DEĞİLDİR.

Yine Ermenilerden önce Hıristiyanlığı kabul eden başka bir devlet daha vardır. O devletin adı OSROENE Krallığıdır. OSROENE Krallığı, M.Ö. 132 ile M.S. 244 yılları arasında Mezopotamya’da yerleşmiş ve tarihte Hıristiyanlığı kabul etmiş ilk devlet ve başşehri Edessa (Urfa) adı ile bilinmektedir. Bu bağımsızlığı SELEVKOSLAR’I yenerek kazanmıştır

Kral Apgar’ın 37 yıllık ikinci saltanat devresinin Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir yeri vardır. V. Apgar İLK HIRİSTİYAN kraldır. Edessa Kralı V. Apgar Ukama, cüzzam hastalığına yakalanmış, Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğini duymuştur. Ancak hastalığı nedeniyle Kudüs’e gidememiştir. Hannan adındaki bir kuryesini, O’na inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektupla Hz. İsa’ya göndermiş ve onu Urfa’ya davet etmiştir. Hannan, Hz. İsa’ya mektubu sunduktan sonra O’nun portresini yapmayı denemiş, bir türlü başarılı olamamıştır. Bunu anlayan Hz. İsa, yüzünü yıkamış ve kendisine uzatılan bir mendille yüzünü silip Hannan’a vermiştir. Hz. İsa’nın yüzünün resmi, mendile çıkmıştır. Hannan bir mektupla birlikte bu mendili de alarak Urfa’ya dönmüştür.

Hz. İsa, Edessa Kralı V. Apgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta şöyle demiştir:

“Ne mutlu sana Apgar ve Edessa adındaki kentine! Ne mutlu beni görmeden bana inanmış olan sana! Çünkü sana devamlı sağlıklılık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince; bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana hastalıklarını iyileştirmek; sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz Christo’nun mektubu.”

Edessa Kralı V. Apgar Ukama, Hz. İsa’nın portresi gözüken kutsal mendil (Hagion Mandylion) sayesinde sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Bu mektup (resim) bir-kaç yıl burada saklandıktan sonra Konstantinopolis’e taşınmış ve XIII. Yüzyılda oradan Cenova’ya getirilmiştir. Mektup (resim) hâla Aziz Bartholomeos Ermeni Kilisesi’nde muhafaza edilmektedir. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde buraya gelen ziyaretçilere verilmiştir. Urfa, Mezopotamya’nın ilk “Hıristiyan Şehri ve Krallığı”, İsa/Mesih’in “Nişanlısı” ve O’nun tarafından “kutsanmış” bir şehir olarak tarihe geçmiştir.

Bu nedenle de Ermeniler, Hıristiyanlığı kabul eden ilk DEVLET değildir. ERMENİLER, yine YALAN söylemekte ve HAVARİ, Thomas’ı yok saymaktadırlar.

Aziz Geregoir’in Ermenileri ilk Hıristiyanlaştıran olduğu da YALANDIR.

Ermeniler, Kiliselerinin önemini, Partlı Aziz Gregoir (Kirkor) tarafından kurulduğunu söylemeleri ile başlatırlar. Kaynaklar; Gregoir’ın Partlı olduğunu belirtmektedir. Partlıların (Arsakidler-Arşaklılar) da, Türk olduğuna yer verilmektedir. Diğer sebeplerle birlikte, Gregoir’in Türk kökenli olması gibi nedenlerle Gregoryen Hıristiyanlık; “Türk Hıristiyanlığı” olarak da nitelendirilmektedir. Yapılan bazı araştırmalar; Anadolu’da yaşamış Ermenilerin büyük çoğunluğunun Hıristiyan Türk olduğunu ortaya koymuştur.

Partlı Gregoir (Kirkor), M.S. 301 yılında, kendi soydaşları Türkler başta olmak üzere, farklı “etnik ve kültürel” unsurlardan insanları, Hıristiyanlaştırmış ve Hıristiyanlık ortak paydası altında “cemaat” hüviyetine kavuşturmuştur. Bölgenin kültür özellikleri göz önünde bulundurularak Hıristiyanlaşan, Hıristiyanlık kisvesi altında farklı kültür ve milliyetlere mensup kimselerin bir araya gelmesiyle oluşan “Ermeni cemaati”; “Gregoryen cemaat,” uzun yüzyıllar, sadece Hıristiyanlık anlayışlarıyla tanınmış, bu ölçüler içerisinde yaşamış ve Gregoryen Kilisesi bu anlayışın liderliğine soyunmuştur.

Ermeni Kilisesi, “HAVARİ” Taddeus (M.S.35-45) ile Bartelemus’un (M.S. 44-60) ilk aydınlatıcıları ve otonom/muhtar olarak kiliselerini ortaya çıkaran kurucuları olarak görülmesi de Ermeni Kilisesi’nin kadîmlik iddiasının başında gelmektedir. Böylelikle, doğrudan Hz. İsa’ya bağlanma ve bundan dolayı “Apostolik” olduğunu ispat etmek istemektedirler. Ermeni Kilisesi rüçhaniyetini vurgulamak için Urfa’nın I. Piskoposu Aziz Adde ve Kral Sanadroug’in kızı “bakire” Sandoukhd’in M.S. 60’lı yıllarda öldürülmüş olmalarını da, Hıristiyan olmalarından dolayı Ermenilerin M.S. 110-230 ve 287 yıllarında işkencelere uğramaları da; II. Yüzyıldan önce, Ermeniler arasında Hıristiyanlığın yayıldığının delilleri arasında sayılmaktadır. Ermenilerin toptan 301 yılında Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul ettikleri iddiaları ile “HAVARİ” Taddeus (M.S.35-45) kadimlik iddiaları arasında tam 266 yıl bulunmaktadır. Sizce de bu kadar yılı atlayarak 301. Yıla gelmelerinde, böylelikle Hz. İsa’dan uzaklaşmalarında, bir çelişki, bir YALAN yok mudur? M.S. hemen sonra, iddia edilen M.S. 301’e kadar, Ermeniler nerededir. Ermenistan neresidir? Başka bir devletin hâkimiyetinde, var sayalım VASSALLIKLA nasıl beylik ve krallıktan bahsedilmektedir?

Ermenilerin çelişki dolu açıklamalarını, YALANLA sürdürdükleri iddialarını biraz daha açalım:

Tarihçilere göre, her iki HAVARİ de Kral Sanatruk’un emriyle, Kiliseye göre HAVARİLER 66 ve 68 yıllarında öldürüldüler, oysa o tarihlerde Ermenistan’da I. Tiridates hüküm sürmekteydi. Sanatruk ancak 77 yılından sonra tahta çıkmış olabilir… Aziz Thaddeus Vaspurakan’ın ARTAZ kırsalında 180 yılına kadar faaliyetini sürdürecek bir piskoposluk kurmuştur. Bunun dışında, Küçük Ermenistan’da da bazı Hıristiyan topluluklardan, 240-270 yılların da Büyük Ermenistan’da Merujan Piskopos’dan bahsedilmektedir.

Başka bir çelişki de, İncil’in farklı dillere tercüme edildiği, “Kitap” ya da “Mukaddes Kitap” adını alırken Ermenice İncil’e “Tanrının Nefesi” denildiği, temel din kitabının Ermenilerce aynı isimle adlandırıldığı iddiası vardır ki, Ermeniler, pagan dönemde de, sonrasında da Ermenice bir alfabelerinin olmadığını, o alfabeye M.S. 405 de kavuşmuş olduklarını, nasılsa (!) unutmuşlardır.

Hâlbuki “Kayseri’de Hıristiyan olarak yetişen Gregoire, Ermenistan’a dönüp orada Hıristiyanlığı yaymaya başladığında, bundan dolayı işkence görmüştür. Ermenistan Kralı Tiridate’nin hastalanması, hastalığında hekimlerin çaresiz kalması ve Kral’ın kız kardeşinin bir rüya görmesi üzerine Gregoire’ye başvurulmuştur. Gregoire, Kral’ı iyileştirmiştir. Kral da, bunun üzerine Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Krallığın resmi dininin Hıristiyanlık olduğunu açıklamıştır. Gregoire, Hıristiyanlığı, Ermenistan’da bulunan, İranlılar, Hayklar, Gürcüler ve Türkler arasında yaymıştır. Bunun için Gregoryen Hıristiyanlığa, değişik ırk ve kültürden insanların Hıristiyanlık anlayışının ortak adı olarak bakılmalıdır.

Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Aziz Gregoir gibi, Kral Tiridat da, Part menşeinden/Türk soyundan Arsaklar hanedanına mensuptur. O dönemde Arsakların yerini Sasanîler alırken, Arsaklar’ın “Ermeni kolu” ayakta kalmıştır. Arsak olan Prens Anag, yakın akrabası “Ermeni Kralı” Husrev’i öldürmüştür. Bu suçtan dolayı kaçarken, mahiyeti ile beraber nehirde boğulmuş, ailesinin bütün fertleri de öldürülmüştür. Bu ölümden, sadece sütannelerinin yanında bulunan iki erkek çocuk kurtulmuştur. Anag’ın çocuklarının Kayseri’den gelme Sofiye adında Hıristiyan bir sütanneleri vardır. Babalarının öldüğü 240 yılında Gregoir’da Tiridat gibi küçük bir çocuktur. Tiridat HUSREV’İN, Gregoir ise ANAG’IN oğludur. Kayseri’ye götürülmüş olan ANAG’IN oğlu, orada vaftiz olmuş ve kendisine vaftiz ismi olarak GREGOİR (KİRKOR) verilmiştir. Hıristiyanlık üzerine eğitilmiş ve koyu bir Hıristiyan olmuştur.

Roma’ya getirilen (İzmit) Tiridat, Diocletien zamanında, Roma’nın desteği ile kral olmuştur. “Paganizm” kültürü ile yetiştiği için Hıristiyanlığa büyük düşmanlık duymuştur.

Babaları öldüğünde birer çocuk olan bu kimseler, o tarihlerde birer “görev” icra etmekte ve “lider” konumunda bulunmakta, ancak her ikisi de birbirini tanımamaktadır. Gregoir, Kral Tiridat’ın yanında görev almış ve O’nun sevgi ve saygısını kazanmıştır. Tridat, başarılarının Anahita ve diğer Tanrılar sayesinde olduğuna inanmaktadır. O, tahta çıktıktan sonra, Tanrıça Anahita’ya tahsis edilmiş ERİZA tapınağına kurbanlar takdim etmeye gitmiştir. Gregoir’e de Anahita’ya kurban takdim etmesi emredilmiştir. O, bu emri reddetmiş ve insanların kurtuluşunun “cesetleşmiş” Tanrı’nın biricik oğlu İsa’ya ve “Tek Tanrıya” inanmakla olacağını açıklamıştır. Gregoir, boyun eğmemiş ve “kâfirleri” Tanrı’nın ebedî cezasıyla tehdit etmiştir. Kral’ın daha şiddetli bir işkence tarzı aradığı sırada, Prens Artavazd, Gregoir’in, Tridat’ın babasının katili Anag’ın oğlu olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Kral, O, nu KHOR-VİRAB diye bilinen Artaşat Şatosunun derin kuyusuna attırmıştır. Gregoir, kuyuda 14-15 sene kalmıştır. Bu süre içinde Anna adında bir kadın, onu kuyuda beslemiştir. Kuyuda bulunduğu sırada, rivayete göre, Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlara karşı girişilen işkencelerden kurtulan Azîze Gaianee önderliğinde bir “Bakire Topluluğu” da Vagarşabat’a (Eçmiyazin) varmıştır.

Bu bakire topluluğu içerisinde eşsiz bir güzelliğe sahip Ripsime adında bir kadın da bulunmaktadır. Roma İmparatoru Diocletien de Ripsime’ye tutulmuş ve onunla evlenmek istemiştir. Bu ve diğer baskılar sebebiyle Bakire Topluluğu, Doğu’ya doğru kaçmış ve Eçmiyazin’e yerleşmiştir. Ripsime’nin güzelliği, Part asıllı Ermeni Kralı Tiridat’ı da etkilemiş ve Tiridat da onu eş olarak almak istemiştir. Ripsime bu teklifi reddedince Kral, onu ve 32 arkadaşını öldürmüştür. Ancak Tiridat, Ripsime’nin etkisini üzerinden atamamış, “cinnet” hastalığına maruz kalmış, kendisini hayvan hissetmeye başlamıştır. Hastalıktan kurtulmak için en iyi hekimlere, “atalarının tanrılarına” başvurmuştur. Bu teşebbüsleri, hastalığına çare olmamıştır.

Tiridat’ın hastalığından çok etkilenen ve henüz “Putperest” olan kız kardeşi, rüyasında, Kralın hastalığını giderecek kişinin yalnız Gregoir olduğunu görmüştür. Hücresinden serbest bırakılan Gregoir, Kralın, Kral gibi şeytan tarafından sıkıntılara ve deliliğe yakalananların hastalıktan kurtulmaları için Tanrı’ya dua etmiş ve onları sağlıklarına kavuşturmuştur. Bu olay etkisi ile Kral Tiridat din değiştirmiş ve Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Bu hadise aynı zamanda Ermeni Tarihi’ni “Hıristiyanlık Öncesi” ve “Hıristiyanlık sonrası” olarak ikiye bölmüştür.

Burada şu noktaya ayrıca dikkat edilmelidir. Aziz Gregoir’in 298 yılında hapse girdiği ve 15 yıl kaldığı KHOR-VİRAB diye bilinen Artaşat Şatosunun derin kuyusundan M.S. 301yılında çıkarıldığı mantıken imkânsızdır. Aziz Gregoir, söz konusu kuyudan M.S. 313 yılında çıkarılmış, bu tarihten sonra Hıristiyanlığı yaymaya başlamıştır. M.S. 313 yılının doğruluğu, Roma İmparatoru Konstantin’in Milano Fermanı’nı ilan ettiği yılla da örtüşmektedir. Bilindiği gibi bu fermanla Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlık resmen tanınmış, Hıristiyanlığın Ermenistan da kabulü de en erken M.S. 314 yılında gerçekleşmiştir.

Paganlığın kınandığı, Hayk’ın halkına “Yaratıcı Tanrı dışında kimseye tapınmayacaksınız” dendiğini, ayrıca Hıristiyanlığın kabulünden çok önce de değişik inançların Tek Tanrı fikrinin Ermeniler arasında yaygın olduğu da bilinmektedir. Ayrıca, Ermenistan’da Hıristiyanlığın yayılması, eski inanç ve kültürel merkezlerinin tahribine de sebep olmuştur. Ülkede, Hıristiyanlığı kabul eden kral, askerleri ve eski inanca sadık kalmak isteyen halk arasında bir iç savaş başlamıştır. Olaylar sırasında son Pagan Başrahip ARDZAN hayatını kaybetmiştir. Hıristiyanlığın zorla bir devlet dini olarak kabulü, Ermeni Kilisesi’nin millî-kilise olarak şekillenmesi yeterli olamamıştır. İnsanları yeni dine adapte etmek için kilise önemli PAGAN alışkanlıklarını ve bazı ayinleri (kurban kesmek, Vartavar Bayramı vb.) devam ettirme kararı almıştır. Yeni ibadethaneler eskilerinin yerine kurulmuş, dini kavramlar tekrar kurgulanmıştır. Örneğin Anahit Tanrıça tapınağı artık Meryem Ana tapınağına, Vahagn adına yapılmış tapınak ise İsa Mesih adını almıştır. Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabulünden önce ve Ermeni Kilisesi I-III. Yüzyıllar boyunca, Roma İmparatorluğu tarafından lanetlenmiş, bu dönemde, Hıristiyanlar Ermenistan’da da zulüm görmüşlerdir.

Yine Ermenilerden önce Hıristiyanlığı kabul eden başka bir devlet daha vardır. O devletin adı ALBANYADIR. ALBANYA Devleti, Ermeni iddialarının aksine, 1000 yıl hüküm sürmüş, içinde Türk varlığının da bulunduğu bilinmekte olan 26 etnik gruptan oluşan, bu grupların sahip olduğu kültürel unsurları barındıran, güçlü bir medeniyetin inşa edildiği, Hıristiyanlığı ilk kez devlet dini kabul eden, gerek Güney Kafkasya Hıristiyanlığı gerekse Dünya Hıristiyanlığı açısından önemli bir yere sahip olan, bu medeniyetin doğduğu bir ALBANYA gerçeği vardır. ALBANYA günümüz AZERBAYCAN’I dır. Albanya coğrafyasının özellikleri nedeniyle çevre ülkelerden gerçekleşen kavim göçleri, M.Ö. II. ve III. yıllarda burada sadece ALBANYA uygarlığı değil, MANNA, MİDİYA ve ATROPATENE uygarlıkları da kurulmuştur.

Kaynakların, “ Her şeyden önce kaydetmek gerekir ki, SİSAKANLILAR (Şirvan) Tanrı’yı Ermenistan halkından önce tanımış ve Aziz Bartolomeus vasıtasıyla mukaddes İncil’in talimatlarına itaat etmişler” kaydını unutmadan ALBANYA’DA ne olduğuna bakalım.

M.S. yüzyılların ilk diliminde Kudüs, Suriye’den HAVARİLER ve öğrencileri ALBANYA’YA gelmiş, ilk Hıristiyan topluluklarını oluşturmuşlardır. Burada Hıristiyanlığın yayılmasında iki önemli dönem vardır: Birinci aşama SÜRAFİL uyumlu dönem olarak, HAVARİLERDEN Saint Faddey, Varfolomey, Saint Faddey’in öğrencisi Elysee ile ilgilidir. İkinci aşama da Gregoir’in ve Alban hükümdarı Urnayr ile ilgilidir. I-II Yüzyıllar, Doğu ve Kuzey-Doğu’da Hıristiyanlığın HAVARİLERCE tebliği, Saint Foman, Andre, Varfolomey, Foman’ın kardeşi Arday (Adday-Fadday-Faddey) ve Faddey’in öğrencileri Elysee ile Marina tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bu HAVARİLER ve öğrencileri, tebliğlerini söz konusu olduğu dönemde, Suriye (Antokiya), Osroyena (Edessa), Nusaibin, Mezopotamya, Küçük Ermenistan, İran, Güney Kafkasya, Gürcistan ve ALBANYA’DA yapmışlardır. Ermeni Gregoryan Kilisesi’nin kuruluşundan sonra, Alban Kilisesi’ni kendi otoritesine almak için her yola başvurmuştur. Sasaniler ve Arap egemenliği döneminde Alban Kilisesinin, Ermeni Gregoryan Kilisesi’ne tabi olması için baskılar uygulanmıştır. Bu baskılar Arap güçlerinin eliyle gerçekleştirilirken, ALBAN kültürüne ait her şey imha edilmiştir.

Albanlar’ın Hıristiyanlığı Ermenilerden önce kabul etmesi, Ermenileri yüzyıllarca rahatsız etmiştir. Birçok kaynak, Albanya’da Hıristiyanlığın M.S. 54’ten sonra kitleler halinde kabul edilmeye başlandığını kaydetmiştir. Albanya Hıristiyan kültürü, Ermeni Kilisesi’nin yüzlerce yıldır devam eden yok etme politikalarına rağmen hâlâ varlığını korumaktadır. Ermeniler açısından büyük bir saygınlık kaynağı kabul edilen “ilk Hıristiyan devlet olma” iddiası Albanya’nın varlığı ile ortadan kalkacağı için Ermeniler yüzyıllardır Albanların dini ve kültürel mirasına karşı acımasız bir asimilasyon politikasına girişmiş ve Alban mirası üzerinden efsanevi bir Ermeni tarihi yazmaya çalışmışlar ve de çalışmaktadırlar. Ancak başta Güney Kafkasya’nın havari Elisey tarafından inşa edilen, ilk Hıristiyan kilisesi olan “Kiş mabedi” ve çoğunluğu işgal altındaki Azerbaycan topraklarında yer alan Alban dini yapıtları Ermenilerin bu iddialarını da geçersiz kılmaktadır.

Güney Kafkasya’da Albanlara ait ilk Hıristiyan dinî eserlerinin birçoğu Ermenilere ait mimari gelenek ile (bu mimari geleneklerini nereden aldıkları ise ayrı bir yazının konusudur) yeniden inşa edilerek sahiplenilmiştir. Albanlara ait birçok dinî eserin varlığı bu kadim halkın Ermenilerden çok önce Hıristiyanlığı kabul ettiğini ve hatta Ermeniler arasında Hıristiyanlığın bilinmediği dönemlerde bile Albanların yaygın olarak Hıristiyanlığı kabul ettiğini ispatlar niteliktedir. Ermenilerin asimilasyon politikası yalnızca Albanlarla sınırlı kalmamış, içerisinde TÜRKLERİN, PERSLERİN, GREKLERİN de olduğu Gregoryenliğı kabul etmiş her topluluk Ermeniler tarafından sahiplenilmiş ve söz konusu etnik grupların tüm kültürel ve dinî mirasını da “Gregoryenlık” potasında eriterek mono milliyetçiliğe dayalı bir Ermeni kimliği inşa edilmeye çalışılmıştır.

Ermeniler mezkûr tarih hesabındaki değişiklik ile Albanlar ve onların kendilerinden önce Hıristiyanlığı kabul etmeleri gerçeğini basit bir anokronizmle ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu çerçevede Hıristiyanlık ve ona takılan Gregoryen markası Ermeni kimliğinin başat öğesi yapılmaya çalışılmıştır/çalışılmaktadır.

Alban Hıristiyan halkı, zamanla Ermeniler tarafından Gregoryenleştirilmış, Alban Kiliseleri Ermeni Kiliselerine çevrilmiş, mimari eserlerin özelliği bozulmuş, eserleri Ermeniceye çevrilerek, Alban halkına ait tüm varlıklar, ortadan kaldırılmış ve de kaldırılmaya devam etmektedir.

Ermenilerin kendilerine ilk Hıristiyan halk etiketini yapıştırarak, Batı’dan ayrıcalık almaya yönelik politikaları, esasen kendilerinden çok önce Hıristiyanlığı kabul eden Albanların mirasına sahip çıkmaları neticesinde gerçekleşmiştir. Rus kaynaklarında Karabağ Gregoryenleri için “Haçperest Türkler” ifadesinin kullanılması bu kültür hırsızlığını gözler önüne seren önemli bir kanıttır. Alban uygarlığını yok sayan Ermeniler, işgal ettikleri Yukarı Karabağ’ın Ermenilerin ataları olan antik bir Hıristiyan krallığının parçası olduğunu savunmakta, kanıt olarak da bölgedeki kiliseleri göstermektedirler. Ancak söz konusu kiliselerin Kafkasya’nın otokton halklarından olan Hıristiyan Albanlara ait olduğu basit bir kronolojik hesapla kolaylıkla ortaya çıkabilmektedir. Ermeniler, Makyevelist bir yaklaşımla bir takım siyasi hesaplardan dolayı Albanların mirasını sahiplenmeye çalışmışlardır. Özellikle Ermeni tarihçilerin, Ermenilerin tarihin ilk Hıristiyan devleti olduğunu vurgulaması, açıkça YALAN söylemeleri, Hıristiyan dünyasından destek alabilmek için uygulanan bir stratejidir. Halen HIRİSTİYAN dünyası bu YALANI görmemektedir.

Günümüzde de tüm komşularından, tarihi mesnetten uzak toprak talebi iddialarında bulunan Ermenistan, kendisinden çok daha önce Hıristiyan olan Alban toplumunun mirası üzerinden “ilk Hıristiyan devlet” olduğunu iddia etmekte böylece Azerbaycan topraklarının işgalinden, Türkiye ve Gürcistan’a yönelik mütecaviz tavırlara, Hocalı Soykırımı’ndan, ASALA terör örgütünün yaptığı katliamlara kadar yaptığı tüm olumsuz faaliyetleri ilk Hıristiyan devlet mitinin gölgesinde ört-bas etmeye çalışmaktadır.

Ermenilerin, Kafkasya’da yaşamış Albanların kiliselerini, Gürcülerin mutfak ve dinî motiflerini sahiplenmeleri, aslında bölgedeki yaşayan birçok halkın, tarih boyunca hedefte olduğunu göstermektedir. Kendilerini Kafkasya’nın otokton halkı olarak sunması, bölgede yaşayan diğer halkların tarih, kültür ve sosyolojik gerçeklerini bilinçli bir şekilde benimsemeleri, daha doğrusu Ermenileştirme çabaları onların iddialarının da boyutlarını göstermektedir. Bulunduğu bölgede, Ermeni yazarların iddia hedefi olamayan bir halkın olmadığını söylersek yanılmayız herhalde.

Böylece, Gregoriyenciliğin bir araya topladığı farklı milletlerin temsilcilerinden türeyen SİMBİYOZ bileşim olan çağdaş Ermeniler-Haylar kendi tarihlerini yaratmaları için, başkalarının tarihini ve kültürel mirasını YALANLAR üzerine bina ederek, sahiplenmişlerdir. Tarih anlayışı komşu halkların kültürel ve manevi değerlerinin benimsenmesi ve dinî misyonerlik çalışmaları, ilk kaynakların tahrif edilmesine dayanılarak yazılmıştır. Bütün bunlar Kafkasya’ya göç ettirilen Hayların mono etnik coğrafi ve siyasi alan oluşturma çabalarının sonucudur.

Sözde Ermeni soykırımına gelinceye kadar, ERMENİLERİN YÜZLERCE YILLIK YALANLARI hiç bitmemiş, günümüzde de devam etmektedir.

YARARLANILAN ve ALINTI YAPILAN KAYNAKLAR:

-Abdurrahman Küçük, “Ermeni Meselesi” ve Ermeni Kilisesi Üzerine Düşünceler, haypedia.com/makale/Osmanl%C4%B1%20Tarihi/6c5a7371-7243-4778-84bf-42658c04ec43.pdf

-Abdurrahman Küçük, Gregoryen Ermeni Kilisesinin Oluşması ve Konsil Kararları Karşısındaki Tutumu

dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/780/9996.pdf

-akunq.net/tr/?p=13913

-Anonim, hristiyanturk.com/forums/topic/hristiyanlyk-terminolojisi-s-t/

-Artak Movsisyan, Ermenistan Tarihi:

publishing. ysu. am/files/ERMEN%C4%B0STAN_%20TAR%C4%B0H%C4%B0.pdf

-Birce Önkahraman, tarihikadim.com/paganizmin-cokusu-dogu-romada-hristiyanlik-nasil-gelisti/

-Birce Önkahraman, ipfs. io/ipfs/QmT5NvUtoM5nWFfrQdVrFtvGfKFmG7AHE8P34isapyhCxX/wiki/Bizans_imparatorlar%C4%B1_listesi.html

-Canan Seyfeli, Ermeni Kilisesi’nin Kuruluşu, Türk Yurdu Dergisi, Mayıs 2006-Yıl 95-Sayı 225

-Cengiz Murselov, Azerbaycan Dini İnançlarına Genel Bir Bakış, dergipark.org.tr/download/article-file/277631

-ekitap.kulturturizm.gov.tr/TR-80981/mo-132—ms-639.html

-Emin Arif (Şıhaliyev) Great Armenia Myth And Armenıan Indebtıty Ccordıng To Theırs And Russıan

-Esme Özdaşlı, İlk Hıristiyan Devlet Efsanesinden İşgal Stratejisine: Albanların Kısa Tarihi

-Esme Özdaşlı, Alban Kültür Mirası Üzerine İnşa Edilmiş Tarih: Ermenilerin Hıristiyanlığı Kabul Etmiş “İlk Devlet” oldukları Miti Üzerine Bir Araştırma (Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2016, C.21, S.2, s.557-566.)

-Erestu Habibbeyli, Ermeni Tarih Yazımının Gerçekleri

-Günay Tümer, islamansiklopedisi. org.tr/din#1-genel-olarak-din

-Hıstorıans, dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19.19.33.pdf

-İsmail Ege, researchgate.net/publication/283196353SAINT_PIERRE_KILISESI_MAGARASI_ANTAKYAHATAY

-kayserikultur.gov.tr/TR-54965/tarihce.html

-kayseri.bel.tr/uploads/pdf/uploads_pdf/kbb_stratejik_plan_2016_2020.pdf

-Mahmut Niyazi Sezgin, Ermeni Kültür Stratejisi ve Albanlar Meselesi, Ermeni Araştırmaları, Sayı 5, 2002

-Mehmet Aydın, Konsillerin Hıristiyanlıktaki Yeri ve Önemi

-Ramazan Adıbelli, dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/2262/23543.pdf

-Ramazan Adıbelli, Kenan Mutlu Gürses [2]

KAYNAKLAR

[1] http://www.gggurses.com/yuezlerce-yillik-ermeni-yalanlari-i-acv.html
[2] http://www.gggurses.com/yuezlerce-yillik-ermeni-yalanlari-i-acv.html

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI, ERMENİ SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *