AKIL FİKİR YAZILARI * DEVLET Mİ DEDİNİZ ? (VIII)


Habip Hamza ERDEM / 19.06.2019

DEVLET Mİ DEDİNİZ ? (VIII)


Buraya değin Devlet’in kimi özelliklerini ele aldık.
Şimdi de, kısaca ‘Devlet adamı’ terimine değinelim.

Kuşku yok ki, Devlet adamı denilince öncelikle ‘politika’cılar ve çoğunlukla da onların ‘iktidar’a gelmiş olanları akla gelmektedir. Oysa, ileride değineceğimiz üzere, Devlet önce onun kurumları ve bürokratlarıyla ortaya çıkmaktadır.

Bürokrat demek de ‘masa adamı’ demektir zaten.

Örneğin XVIInci yüzyılın başına değin olduğu gibi izleyen yıllarda da, Fransa’da Devlet denilince akla ‘Mermer Masa’ (table de marbre) gelmekte idi.

Her ne kadar Adalet Sarayı (ki bugün de aynı yer ve aynı mimaridedir)’nda çıkan bir yangın sonucu bu ‘mermer masa’ kullanılmaz hale geldiyse de (1618), Devlet’in bugün ‘makam’ı diye adlandırılan şeyin, yani özünde bu tür ‘masa’ların olduğunu söyleyeceğiz.

O masanın başında, orduların başkomutanı, amiraller ile su ve ormanların sorumluluğunu taşıyan hukukçular bulunmakta ; ve su ve ormanların yönetimiyle ilgili kararları almakta ve kuralları koymakta idiler.

Benzer masalar parlamento’da da kurulmakta idi.
Yani Devlet demek ‘masa’ demekti.

Sorun onun başında oturanların belirlenmesi ve onların ‘tıynet’indedir. Diyelim günümüzde, Ordu ili ya da hemen hemen tüm illerimizde ‘tıynetsiz’lik ya da denildiği gibi bas-İtlik yaygın bir konuma gelmiş olabilir. Ki böyle olduğundan zerre-i miskal kuşku duymamaktayım.

Bugünkü İçişleri, Dışişleri, Maliye ya da Millî Savunma Bakanı vb. ve daha adlarını bilmediğimiz bir dizi bakan, danışman, istişare kurulu üyesi, genel müdür, müdür, daire başkanı, çember başkanı, dikdörtgen ve yamuk başkanlarının da aynı ‘tıynet’te olduklarından kuşku duymamaktayım.

Çünkü tüm bu sayılanlarla, ‘ulusallık düşüncesi’, ‘ulusal onur’ ve ‘ulusal gurur’la (orgeuil national) ilişki kurmanın olanağı kalmamıştır.

Oysa, Weber dahil, hemen hemen tüm toplumsal bilimciler, ‘ulusallık duygusu’nun, etnik köken, dil ve din kadar ve hatta bunlardan önce ‘ulusal gurur’la başladığı konusunda görüş birliğindedirler.

Ulusların herşeyden önce, birlikte ve bütüncül bir biçimde övünebilecekleri birer tarihi ve hatta tarihöncesi söylenceleri olması gerektiği ileri sürülmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Övün, Çalış, Güven’ sözünde, dikkat edilirse ‘Övün’ ilk sırada yeralmaktadır. Neden sık sık Mustafa Kemal Atatürk’e gönderme yaptığımız sorulacak olursa, onun Modern Türk Devleti’ni kurmanın ötesinde, çoğu toplumsal bilimciyi cebinden çıkarabilecek bilgi ve birikim sahibi olmasıdır diyeceğiz.

Felsefî derinlik ve olağanüstü bir öngörü yeteneğinin olmasıdır.

‘Ulusallık’ denilince, Weber de, Fransız, İngiliz, Alman ya da Amerikan ‘ulusallığı’nın ‘aynı’ olmadığını, örneğin İsviçre ve Norveç’in ‘bağımsızlık’ düşüncesini öne çıkardıklarını ileri sürmektedir.

O daha çok ‘Büyük Güç’ olmanın ‘prestij’e dayandığını düşünse de, her ulusun bir ‘saygınlık’ ve övünülecek ‘maddî olmayan değer’leri olabileceğini de kabul etmektedir.

Oysa, bugün Türkiye’de, toplumun çoğunluğunun gurur duydukları, her şey bir yana, diyelim bir ‘Hükûmet’inin olduğu söylenebilir mi ?

Oysa Devlet ancak Milletin tümünü temsil ettiği zaman Devlet olabilmekte, tam da bu nedenle Devlet-Ulus (Etat-Nation) diye adlandırılmaktadır.

O arada, Ulusal Devlet teriminin, toplumbilim açısından, toplumların gelecek dönemlerine ilişkin bir terim olduğunu söyleyelim. Günümüzde henüz herhangi bir toplum ‘ulusal devlet’ aşamasına gelmiş değildir.

Suriye örneğine dönülecek olursa, bugün nufusun ne kadarı orada yapılanlarla ‘övünebilecek’ durumdadır?

Ne kadarı Ege’deki adalarla ilgili olarak övünebilir?
Ne kadarı Katar’dan alınan uçakla, onlara satılan askerî tesisle övünebilir?
Ne kadarı Irak’ın bölünmesinde oynanan ‘rol’le övünebilir?

Ne kadarı vali ve kaymakamlarla, müdür ve genel müdürlerle, rektör ve öğretim üyeleriyle, yargıç ve savcılarla, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleriyle övünebilir?

Ne kadararı YSK ile övünebilir?
Ne kadarı Diyanet İşleri Başkanlığı, İstihbarat Başkanlığı, Ordu komutanlarıyla övünebilir?

Sayılan tüm bu masalar ya boştur ya da o masaları işgal edenler basitleşmiştirler.

İşte Devlet, o masaların hakkıyla doldurulduğu ve onların da milletiyle ‘bütünleşmiş’ olduğu zaman Devlet olabilmekte ve sadece o zaman ‘Devlet-Ulus’ kavramından sözedilebilmektedir.

Aksi halde, Devlet, salt ‘meşru şiddet tekeli’ olarak görüldüğünde, toplumbilimsel açıdan yanlış bir tanımlamayla, IŞİD de AKP Devleti de, ‘Devlet’ tanımı içine sokulabilmektedir.

Ne yazık ki, AKP Devleti, tıp demiş Irak-Şam İslam Devleti’nin burnundan düşmüştür diyeceğiz.

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *