AZİZ VATANIMIZ İÇİN TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR; TARİH, AYNI OSMANLILARIN SON YÜZYILLARI GİBİ TEKRAR EDİYOR!

Değerli öğretim üyesi araştırmacı Güzide Filiz Tuzcu’nun LOZAN ve EKÜMENİK’lik hakkında yazmış olduğu çok önemli yazısını aşağıda sunuyorum. Özellikle Laikliğin, Cumhuriyetin, Atatürk ve Aydınlanma devrimlerinin karşı devrimciler tarafından yok sayılmaya çalışıldığı bu dönemde ve üzülerek belirtiyorum ki; Bakanlık, Başbakanlık, TBMM başkanlığı yapmış olan bir kişinin, sayın Binali Yıldırım’ın birkaç gün önce Yunan patriği Barthelomus’a,  gönderdiği mesajda EKÜMENİK sıfatı vermiş olması LOZAN’ı hiçe saymaktır. Yıldırım’ın azınlıklara şirin gözükmek için kullanmış olduğu bu sıfat, EKÜMENİK deyişi tepkiler üzerine silinmiş olsa da  Binali Yıldırım’ın Türk toplumuna, siyasi tarihimize ve LOZAN’a özür borcu vardır.

Fener patriği Barthelomos, LOZAN HÜKÜMLERİNE aykırı davranarak EKÜMENİK sıfatını neden kullanmaktadır? Devleti yönetenlerin ve Cumhuriyet savcılarının bu  konuda duyarlı davranarak gereğini yapmalarını bir vatandaş olarak talep ediyorum.

Değerli Güzide Filiz Tuzcu’ya duyarlığı ve bu aydınlatıcı yazısı için teşekkür ederek yazısını aşağıda okumanıza ve çevrenize dağıtmanıza sunuyorum.

Naci Kaptan / 13.06.2019


AZİZ VATANIMIZ İÇİN TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR; TARİH,
AYNI OSMANLILARIN SON YÜZYILLARI GİBİ TEKRAR EDİYOR!

TÜRK MİLLETİNİN KURTULUŞ ZAFER TACI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TEMEL KURULUŞ BELGESİ LOZAN DELİNMEKTEDİR!  KİMMİŞ EKÜMENİK ???


Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde bunca yüksek okullar ve üniversiteler varken, ve bunların Tarih Bölümleri ve Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüleri” varken, ve de bu bilim kurumlarında binlerce öğretim üyesi görev almışken, Türklerin güvenliği ve vatanlarının toprak bütünlüğünü yakından ilgilendiren LOZAN Maddelerinin gizlenmesi, hatta “ekümenik” gibi Hıristiyan azınlık lehine yalan ve yanlış haberlerin gündeme getirilerek göz göre göre LOZAN’IN delinmesi” karşısında bunların tümünün ölüm sessizliğine bürünmüş olmaları kesinlikle kabul edilemez ve affedilemez bir suçtur! Tarihten günümüze bu vahim durumun bir örneğini, başka bir millette görmek kesinlikle mümkün değildir!  Aziz Türk Milleti, söz konusu bu kurumların ve buralarda görev alanların, görev suiistimallerini, bilime ve tarihe olan söz konusu bu ihanetlerini hiçbir zaman unutmayacak ve affetmeyecektir.

Ayrıca ülkeyi yönetmeye talip olan siyasilerin ve devlette en yüksek makamlara kadar gelen devlet adamlarının, “tarih bilincinden, vatanın hak ve hukukunu korumaktan yoksun oluşlarını ve böylece Türk düşmanlarının ekmeğine, halk deyimiyle “yağ, bal ve kaymak sürmelerini de affetmeyecektir. Ki Osmanlı devrinde de İslâm Hukuku ve Türk Kanunları sürekli delinerek, ruhban sınıfına ve gayrimüslim azınlıklara olağanüstü özgürlükler, imtiyazlar ve ayrıcalıklar verilmiş, azınlıkların kendi dil ve dinlerini yaymalarına, dış güçlerle devlet aleyhine işbirliği yapmalarına, Türkler aleyhine yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunmalarına  ve Türk topraklarını gasp etmelerine hep göz yumulmuştur; böylece koskoca Osmanlı İmparatorluğun temelleri çökertilerek, parçalanmış ve kaçınılmaz bir son – bir yok oluş gerçekleşmiştir.

Büyük Atatürk devrinde (1923 – 1938) hiç sesi soluğu çıkmayan, söz verdiği üzere tamamen Türk Yasalarına harfiyen uyarak, uslu uslu oturan ve sadece Hıristiyan azınlıklara dini hizmet vererek, görev sınırını gayet iyi bilen İstanbul Grek patrikhanesi ve başındaki zat, günümüzde – aynı Osmanlı devrinde olduğu gibi – yine meydanı boş ve elverişli bularak, keyfince konuşup, davranmaya başlamıştır! Bir başka deyişle İstanbul (Fener) Grek patriği Barthelomos, Osmanlı devrinde yaşamış olan meslektaşlarının izinden giderek, batılı emperyalist devlet liderlerinden ve ülke içinde bazı siyasilerden aldığı destekle fırsatları, Türkler aleyhine gayet iyi değerlendirmektedir! Şöyle ki adı geçen patrik istediği gibi beyanatlar vermekte, törenler düzenlemekte ve hiçbir hukuki – yasal hakkı olmadığı halde kendisini “ekümenik” ilân etmektedir! Öyle ki Barthelomos, CBS Kanalının, 17 Aralık 2009 tarihli “60 Minutues” TV programında, ünlü televizyon habercisi Bob Simon’a özetle şunları söylemiştir;Türkiye’de biz Ortodoks Hıristiyanlar kendimizi ikinci sınıf vatandaşlar olarak, ben de kendimi haça çivilerle gerilmiş (crucified) gibi hissetmekteyim. İstediğimiz gibi yaşama zevkinden mahrum bırakılmaktayız vs…”

(Gerçeklerle asla bağdaşmayan, bu inanılmaz sözleri söyleyen zat, aynı bir kral gibi lüks ve saltanat içinde, özgürce yaşayan, ülkemizde dilediklerini yapabilen bir kişidir. Ancak anlaşılıyor ki bu saltanat ve özgürlük ona yetmemektedir! O, aynı Osmanlıdaki meslektaşları gibi, “Büyük Grek İdeali (Megali İdea)” misyonuyla, “Vatikan papalık modeli” İstanbul topraklarında kendisine ait müstakil bir Grek Hıristiyan Ortodoks devleti kurmayı planlamaktadır!) Dikkat çekmek isteriz ki 1938 sonrasından günümüze, planlı ve sistematik olarak Devletimizin temelleri, hem dıştan, hem de içten olmak üzere – çeşitli cephelerden – bir kez daha saldırılar altındadır…   

Hatta Barthelomos, patrikhanenin resmi internet sitesinin İngilizce sayfasına “Constantinople Ecumenical Patriacrhate yazdırmaya dahi cüret edebilmiştir! Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir millette, ülkesinde kalmasına lütfen izin verdiği Hıristiyan bir din kurumu liderinin yaşadığı ülke aleyhine bu  kadar rahat, başına buyruk ve pervasız konuşup, hareket edebildiği  bir başka ülke örneği yoktur. (Çünkü bu sözde din kurumu, yüzyıllarca Türklerin aleyhine çalışmıştır ve her zaman Türk düşmanlarıyla işbirliği içinde olmuştur; Kurtuluş Savaşı sürecinde de Türklere yapmadığı düşmanlık ve zulüm kalmamıştır! Grek din adamları, İstanbul ve Anadolu’da bulunan kiliseleri Grek askerlerinin ve çetelerinin buluşma merkezleri ve onlara silah ve cephane temin eden depolara çevirerek, tüm Türk düşmanlarını maddi ve manevi olarak, azami ölçüde desteklemiştir… Büyük Atatürk Nutuk’ta bu kurumu “fesat yuvası” diye tanımlamış ve bunu kanıtlayan resmi belgeleri sunmuştur.) Ancak patrik efendiye hemen hatırlatalım ki burası artık Osmanlı Devleti değildir, Grek azınlıkların diledikleri gibi at koşturdukları, o peri masalı gibi tatlı ve saltanat dolu yıllar bitmiştir; Osmanlı Devleti ve padişahları tarihin çok derinliklerine gömülmüştür. Bu aziz kutsal Anadolu toprakları, yani Türklerin Binlerce Yıllık Kadim Ana Vatanları, 1923’den itibaren Büyük Atatürk’ün olağanüstü emeklerle, kanla ve canla kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur; Bunun için Aziz Türk Milleti, LOZAN MADDELERİNİN, ANAYASA’MIZIN ve TÜRK YASALARIMIZIN delinmesine asla izin vermeyecektir.

BÜYÜK ATATÜRK’ÜN  BİLİNÇLİ MİLLİ SİYASETİ VE KARARLI DİREKTİFLERİ SAYESİNDE İMZALANAN ULUSLARARASI LOZAN ANTLAŞMAMIZA ve TÜRK ANAYASIMIZA tamamen aykırı olarak, İstanbul Grek Patrikhanesinin İngilizce Resmi İnternet Sitesinde: İstanbul’umuza “konstantinople” diyebilmek ve sadece dini hizmetlerle ilgilenmesi gereken sade bir Türk Kurumu olan, azınlık Hıristiyan vatandaşlarımıza dini hizmetler vermesi şartıyla İstanbul’da kalmasına izin verilen patrikhaneye de ekümenik” diyebilmek hiç kimsenin ama hiç kimsenin haddi değildir!

AŞAĞIDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ PATRİKHANENİN İNGİLİZCE İNTERNET SİTESİNDE KONSTANTİNOPOLİS EKÜMENİK PATRİKHANESİ YAZMAKTADIR!!!  BU ASLA KABUL EDİLEMEZ; TÜRK MİLLETİNE HİZMETLE GÖREVLİ – TAM BAĞIMSIZ T.C DEVLETİ SAVCILARI, KANAATİMİZCE DERHAL HAREKETE GEÇMELİDİR.

(Önemli Not: Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporlarının İngilizce ve Fransızca orijinallerinde Greek Ecumenical Patriarchate” yazmakla birlikte, raporların Türkçe tercümelerinde nedense “ekümenik” yazmamaktadır!!! Greklerin ve dış güçlerin planı – Osmanlıda olduğu gibi- Türk Milletini uyandırmadan, gerçeklerden haberdar etmeden, derinden  ve gizli gitme taktiğidir… İşin daha da vahim noktası şudur ki; Doktora Tezimde bu raporların orijinalinden bahsetmem yasaklanmıştı!)


İSTANBUL (FENER) GREK
PATRİKHANESİ’NİN KISA TARİHÇESİ:

  • “1453’de Osmanlıların, “Ortodoks Grek Kilisesini” baskı altına alacakları beklenirken, Sırp Kralı Bronkoviç’in kızı Mara Despina’dan doğma oğlu 2.Mehmet (Fatih) Hıristiyanları desteklemeyi tercih etmiştir. (Yabancı tarih kaynakları, Orhan’ın üç Grek eşinden biri olan Teodara gibi fanatik bir Hıristiyan olan bu kadının da, adının değiştirilmesine dahi izin vermediğini ve hem kocası 2. Murat devrinde ve özellikle de oğlu 2.Mehmet’in saltanat devrinde devlet yönetiminde ve dış ilişkilerde – diplomaside son derece etkili, sözü geçen, her dediğini oğlu 2. Mehmet’e mutlaka yaptırtan, patrikleri bile bizzat seçen ve destekleyen, hatta tıpkı bir kraliçe gibi hüküm süren, güçlü bir Hıristiyan kadın olduğunu vurgulamışlardır… Hatta 2. Mehmet, anasına geniş topraklar ve gelirlerini bağışlamak üzere, kendi el yazısıyla yazmış olduğu bir fermanında anasını, “Hıristiyan kadınların en yücesi benim anam Mara Despina” diye onu övmüştür. Konuyla ilgili bilgi almak isteyenler için çeşitli tarafsız kaynaklar vardır: ilk akla gelen kaynak, Alman tarihçi Franz Babinger’in kapsamlı 2. Mehmed araştırmasının ürünü  Mehmed the Conqueror and His Time” adlı tarihi kaynaktır, Princeton University Press, 1992) Gennadius’u patrik olarak seçen 2. Mehmet, ona hem dostluğunu, hem de bütün imtiyazları kapsayan geniş bir yetki alanı sunmuştur!  Sultanın bahşettiği geniş yetkilerle patriklik makamı zenginleşmiş ve güçlenmiştir. Böylece Bizans’ta küçük bir alanda sıkışmış kalmış olan patriklik makamının etkisi, muazzam bir alana yayılarak, diğer Doğu kiliselerinden üstün bir konuma yükselmiştir! Tüm bu ihsanlara ek olarak Sultan 2.Mehmet, Grek Ortodoks Patriğine tüm Hıristiyanlar üzerinde sivil ve yargısal otoriteye sahip olma yetkisi de vermiştir.” [Kaynak; John Binns, An İntroduction To Christian Orthodox Churches, University Of Cambridge, Cambridge, 2002, s. 173.
  • “2. Mehmet(Fatih), İstanbul (Fener) Grek Patrikhanesini ihya etmesiyle patrikhane, Antakya, İskenderiye be Kudüs patrikhaneleriyle teokratik olarak eşit düzeydeyken, padişah 2. Mehmet’ten aldığı güçle Osmanlı yönetiminin ortağı konumuna sahip olmuş ve bu ayrıcalık onu, diğer patrikhanelerden üstün bir konuma getirmiştir. Grek İstanbul Patrikhanesinin yükselişi ve diğer patrikhanelerden üstün konuma gelmesi, doğrudan doğruya 2. Mehmet’in inisiyatifi ve Greklere bahşettiği imkânlarla gerçekleşmiştir.” [Kaynak: Kemal H. Karpat, Studies On Ottoman Social and Poltical History (Selected Articles and Essays), Koninklijke Brill, Leiden, 2002, 587 – 589.]
  • “2. Mehmet, Grek patrik Gennadius’a “benim onayım ve desteğim seninledir, arzu ettiğin tüm yetkiler ve imtiyazlar senindir” demiştir. Balkanlardaki kiliselerin kontrolü ellerine geçer geçmez İstanbul Grek patrikhanesi ve Grek din adamları, kendilerinden olmayan milletleri “Helenleştirme” yoluna gitmişlerdir: böylece Grekler, Balkanlarda bulunan tüm kilise okullarında ortak dil olarak “Grekçeyi” süratle yaygınlaştırmışlardır.  İstanbul’da yer alan Grek patrikhanesi, sadece Greklerin lideri olmaktan çıkmış, tüm Doğu Hıristiyanlarının lideri konumuna yükseltilmiştir. Oysaki Hıristiyanlığın başlangıcından 1453’e kadar, hiçbir Grek patrik bu kadar kapsamlı ve geniş yetkilere sahip olamamıştır! Böylece büyük ve geniş topraklara da sahip olan Grek patrikhanesi, kiliseler ve manastırlar, bu toprakları diledikleri gibi kullanmışlardır. Ayrıca Osmanlıda Grek din adamları vergiden de muaf tutulmuşlardır. 1453’den – 1464’e (kesintisiz tam on bir yıl) kadar patriklik makamında kalan Gennadius, Fenerli zengin Grek Beyleri  “Prens – Voyvoda – Beylerbeyi vs..” gibi unvanlarla, Osmanlının Doğu Avrupa ve Balkan topraklarına yönetici olarak tayin etmiştir.” [Kaynak: Charles A. Frazee, The Orthodox Church and İndependent Greece 1821 – 1852, Cambridge University Press, Cambridge, 1969, s. 2 – 7.]
  • “Grek Patrikhanesi, Osmanlı yönetiminden aldığı özel imtiyazlar sayesinde, her zaman Doğu’nun egemen kilisesi konumunda olmuş ve bu gücünü, hüküm sürdüğü bölgelerdeki insanlar üzerinde eziyet ve baskı aracı olarak kullanmıştır. Türk yönetimi ise (Yani aslında “Türklükten” çıkmış, yabancıların eline geçmiş Osmanlı yönetimi demek daha doğru olur.) bu duruma müdahale etmemiş, bu gidişatı önlemek ve Grek baskısını bertaraf etmek için bir Türk politikası geliştirmemiştir! Grekler, sadece Hıristiyanlara değil, Müslümanlara da terör uygulayarak, kendilerine o gücü ve yetkiyi sağlayan Türklere karşı en ağır düzeyde ihanet suçunu işlemişlerdir.” [Kaynak: The Times Newspaper/ October (Ekim) 20, 1821, pg. 2]
  • “Osmanlı padişahlarının Grek Ortodoks tebaaya tanımış oldukları haklar ve ayrıcalıklar, Grekler tarafından en şiddetli bir biçimde istismar edilmiştir.” [Kaynak: Erik Jan Zürcher, Turkey: A Modern Histoıry, I.B. Tauris and Company Ltd., London, 2007, s. 19]
  • Grek patrikhanesinin tamamen Osmanlılar sayesinde yükselişini ve güçlenmesini gözler önüne seren daha pek çok tarihi kaynak ve belge vardır, ancak verdiğim örneklerin yeterli olacağı kanaatindeyim. Burada konumuzu ilgilendiren can alıcı nokta özetle şudur: Gayrimüslim yabancı azınlıkların tamamen ele geçirdikleri Osmanlı yönetimi, 1. Dünya Savaşı sonrası işgalci ve saldırgan düşman güçlere boyun eğmiş, teslim olmuş ve tamamen onların buyruğu altına girmiştir; aslında birer idam fermanı niteliğinde olan Mondros Mütarekesinin (30 Ekim 1918) ve Sevres Antlaşmasının (10 Ağustos 1920) imzalanmasıyla da Osmanlı imparatorluğu, fiilen son bulmuştur.  Ankara TBMM de Osmanlı padişahlık sistemini ve saltanatını 1 Kasım 1922 tarihinde resmen sonlandırmıştır. Böylece Osmanlılar top yekûn tarihe gömülmüştür.
  • TÜRKLERİN BÜYÜK GURURU VE ŞEREFİ OLAN LOZAN’I (24 Temmuz 1923) gerçekleştiren Büyük Atatürk,  Türk Milleti için yepyeni – tam bağımsız – parlak ve onurlu bir beyaz sayfa açmıştır; böylece Osmanlıların, kendi keyiflerince yabancılara ve gayrimüslimlere bahşettikleri imtiyazlar, ayrıcalıklar, kapitülasyonlar vs…, ve de tüm asılsız Ermeni ve Grek iddiaları ve ayrıcalıkları da tamamen sonlandırılmıştır.
  • “LOZAN’DA ANKARA, İSTANBUL (FENER) PATRİKHANESİNİN “EKÜMENİK SIFATINI KULLANMAMASI VE ULUSAL NİTELİKTE BİR KURUM OLARAK SADECE HIRİSTİYAN CEMAATİN DİNSEL SORUNLARIYLA İLGİLENMESİ KOŞULUYLA” TÜRKİYE’DE KALMASINA İZİN VERMİŞTİR.” [Kaynak: The Times Newspaper/January (Ocak) 11, 1923, “Future Of the Patriarch – Agreement Reached At Lausanne”, pg. 10”]
  • Ünlü İngiliz tarihçi A. J. Toynbee de Grek patriğin “ekümenik” iddiasını eleştirerek, İngiliz gazetelerine şu önemli beyanatı vermiştir; “Ekümenik statüsü (yani tüm kiliseleri içine alan evrensellik iddiası), papalık gibi hem dini, hem de siyasi bir otoriteyi temsil etmektedir. Grek patriğin iddiası olan “ekümeniklik, yani evrensellik vasfı” doğru değildir: İstanbul (Fener) Grek Patrikhanesi hiç bir zaman evrensel olmamıştır. Başlangıçta patriğin “Ortodoksların başkanı olma statüsü” dahi yoktu. Eski tarihlerle kıyaslandığında, “İstanbul Kraliyet Başkenti ve İstanbul Patrikhanesi” gibi olgular, geç dönemlerde ortaya çıkmış, tarihi derinliği olmayan suni olgulardır.” [Kaynak: The Guardian Newspaper/January (Ocak) 13, 1923, “The Ecunemical Patriarchate – A Historical Sketch by A. J.Arnold Toynbee”, pg. 10.”
  • Değerli Hocamız Halil İnalcık’ın sözleriyle yazımızı bitiriyoruz;
  • “İstanbul (Fener) Grek Patrikhanesinin hukuki temeli, Osmanlı Devleti’nin onun otoritesini tanıması ve tasdik etmesinden gelir. Grek patriğin otoritesi Türk Devletinin verdiği beraat üzerine inşa edilmiştir. Günümüzde patriğin “ekümenik olma iddiası” onun İstanbul’u, Ortodoks dünyasının merkezi olma statüsüne götürmek hedefidir! (Yani Barthelomos, her zaman olduğu gibi dış güçlere güvenerek, çeşitli siyasi baskılarla kendisine İstanbul’dan toprak gasp etmek ve İtalya’daki “Vatikan Modeli” bağımsız bir Grek Ortodoks Devleti kurmayı hedeflemektedir! Bu ekümeniklik hedefi, Osmanlı devrinde Fener patriğinin ve papazların da üye oldukları – gizli Grek terör örgütü filik-i eterya’nın (kuruluşu; 1814) 19. Yüz yıl başında tespit ettiği hedeflerden sadece biridir: Büyük Atatürk’ten dolayı ele geçiremedikleri diğer hedefleri şunlardır; Batı Anadolu bölgesi, Kuzey Kara-Deniz (sözde Pontus bölgesi), Kıbrıs’ın tamamı ve İstanbul. Büyük devletlerin İstanbul’un tamamını kendilerine vermeyeceklerini gayet iyi bilen Grekler, hiç değilse İstanbul’un bir bölümünü “ekümenik (evrensel) patrikhane” adı altında gasp etmek istemektedirler.) Bazı aydınlarımız meseleleri bilmeden, insan hakları kahramanı kesiliyorlar ve Türkiye karşıtlarına destek veriyorlar. Bunların “patrik, neden ekümenik olmasın, bunda ne var“ sözleri tamamen bilgisizliktir ve kayıtsızlıktır. HERŞEYDEN ÖNCE BU LOZAN ANTLAŞMASINA AYKIRIDIR. LOZAN ANTLAŞMASI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN ULULSLARARASI STATÜSÜNÜ BELİRLEYEN TEMEL BELGEDİR. PATRİĞE “EKÜMENİK” DEMEK, BU TEMEL BELGEDE BİR DELİK AÇAR,  GREK DEVLETİ VE AVRUPA BİRLİĞİ BAŞKA İDDİALARDA DA BULUNABİLİRLER…[Kaynak: Emine Çaykara,  Tarihçilerin Kutbu – Halil İnalcık Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s. 196.]

Görüldüğü üzere Fener Grek patrikhanesinin tarihsel varlığı ve gücü tamamen Osmanlı padişahları ve padişahların yabancı kökenli Hıristiyan Grek, Sırp, Rus vs… cariyeleri, eşleri, anaları, akrabaları, nedimleri ve devşirme yöneticilerinden gelmiştir. Osmanlı Devleti büyük bir gaflet ve israf içinde yönetilerek, Türklükten ve Kuran’ın tebliğ etmiş olduğu İslâm’dan uzaklaşmış, tamamen yozlaşarak, sürekli içten içe çürümüş ve elbette ki kaçınılamaz bir biçimde yok oluşa gitmiştir.

Bugün bu kutsal vatan topraklarımızın adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Cumhuriyeti kuran Büyük Devlet adamı – dahi Atatürk, aynı zamanda büyük bir bilim insanı ve tarihçidir de: O patrikhanenin geçmişini, Türkler aleyhine uyguladığı politikaları ve verdiği ölümcül zararları gayet iyi bilmekteydi… Onun için kendi deyimiyle bu “fesat yuvasını” Türk topraklarından atmak istiyordu, ancak yine de büyüklük göstererek, sadece dini konularla ilgilenmesi ve haddini bilmesi şartıyla İstanbul’da kalmasına izin vermiştir. O halde patrik, bir Türk Kurumu olan patrikhanenin sade bir din görevlisinden başka bir şey değildir. (Bu noktada Atatürk zamanında kurulan, ancak Grek ruhban sınıfının bir türlü kabul etmediği Türk Hıristiyan Ortodoks Patrikhanesi’nden ve onun başı olan ve her zaman Türklüğünü ön plana çıkaran, hatta Büyük Atatürk’ün bile övgüyle bahsettiği Papa Eftim’den bahsetmeden de geçemeyiz. 1938 sonrası bu değerli kurum ve yöneticileri de çeşitli saldırılara maruz kalarak, maalesef ki etkisiz hale getirilmişlerdir! Hatta yakın geçmişte Papa Eftim’in torunu Sayın Sevgi Erenerol da tutuklanıp, cezaevine atılmıştır!)

Tarih, bir milletin HAFIZASIDIR, onun için tarihten mutlaka ders alınması gerekir: Türk Milleti, Osmanlı devrinde olduğu gibi,  yeniden gaflet ve aymazlık içine düşerse, binlerce yıllık Türk Ana Yurdunu bir kez daha parçalatma ve kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Kutsal vatan topraklarımızda özgürce yaşayan, bu toprağın ekmeğini yiyen – suyunu içen hiç bir Türk, hiçbir Müslüman, hiç bir gerçek bilim insanı, hiçbir vicdanlı – namuslu vatandaş, böylesine ölümcül bir tehlike karşısında duyarsız ve sessiz kalamaz.         

  

13 Haziran 2019 Perşembe

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *