KADINLAR OLMASAYDI * TAŞ DEVRİ ERKEĞİ * Halen taş devrinde olurduk. En fazla cilalı taşa gelmiştik ki yontma taşta kalmış olmamız daha büyük olasılık * Ancak mangal yellerdik

Kadınlar olmasaydı…


Alper İzbul / Aksak Dünya / 27 Mayıs 2019 Pazartesi

Bazen düşünüyorum… Dünyada kadınlar olmasaydı ne olurdu diye. Yani sadece erkekler olsa. Şimdi “Sadece erkekler olsa üreme olmazdı” falan olayına hiç girmeyelim. Diyelim ki evrim ona uygun yürüdü. Cinsellik ya da benzer bir güdü yok, zamanı geldiğinde yumurtlayarak ya da bölünerek çoğalıyoruz. Ama ne hikmetse yumurtalardan falan da sadece erkek yavrular çıkıyor.

Peki, nasıl olurdu yaşam, çağlar nasıl evrilirdi, tarih nasıl yazılırdı? Bir kere tarih, çağlar falan olmazdı. Halen taş devrinde olurduk. En fazla cilalı taşa gelmiştik ki yontma taşta kalmış olmamız daha büyük olasılık. En teknolojik aletimiz obsidyenden yapılmış taş baltalar, keskiler falan olurdu. Cinsellik de olmadığına göre günümüzde ortalama standart bir erkeğin minimize edilmiş hazlarında takılmış kalmıştık.

Tekerleği bulur muyduk bilmem. Sanırım avladığımız hayvanları daha kolay taşımak için tekerlekli bir şeyler icat ederdik. Ama bugünkü teknolojinin “T”si olmazdı hayatımızda. Ateşi tabii ki bulurduk. O kadar da salak değiliz. Muhtemelen alkollü bir şeyleri de bulurduk, ama tabii ki tesadüfler sonucu. Mesela rakıyı icat edebileceğimizi sanmıyorum. Alengirli iş. Anason falan, erkeğin kafası karışır. Zaten bence rakıyı kadınların icat etmiş olma ihtimali daha yüksek. Ancak onlar o kadar komplike düşünebilir. Biz direkt sadece damıtarak alkol yapardık.

Ancak mangal yellerdik

Günlerimiz ava çıkmak, bitki yapraklarından, otlardan, tahtadan falan yaptığımız top gibi bir şeyle futbol ya da benzeri bir oyun oynamak, akşamları da elde edebildiğimiz alkolün yanında ateşte et pişirmek ve sonra da sızmakla geçerdi. Mağaradan çıkıp yerleşik topluma da geçebileceğimizi sanmıyorum. Hâlâ göçebe klanlar olarak yaşıyorduk çok büyük ihtimalle. Ama dediğim en büyük zevkimiz mağara kapısında mangalı yellemek olurdu.

Çocuklar koşulların getireceği evrimsel süreç gereği çok çabuk ama 100-150 kelimeyle konuşur, ortalama 1.5 yaşında falan da avlanmayı ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenirdi. Beceremeyenler doğal seleksiyonla elenirdi. Bu arada 100-150 kelimenin en az yarısı da küfür içerikli olurdu. Doğal olarak edebiyat gibi bir sanat dalı olmazdı. Zaten kime şiir okuyacaksın ki? Sanatta da vardığımız en yüksek nokta mağara duvarlarındaki öküz, kuş, balık, mangal resimleri olurdu.

Şimdi anladınız mı kadını yok sayan toplumların niye dünyanın en geri toplumları olduğunu. Bakın dünyaya göreceksiniz. Kadını yok sayarsan sen de, ya yok olursun ya da ilkel bir canlı olarak yaşarsın. Kadının eşit olduğu bir toplum her türlü felakete daha uzun direnebilirken ataerkil olan toplumlar felaketler karşısında çaresiz kalarak yok olmaya mahkûmdur. Kısacası kadın insanlığın ilerlemesindeki en önemli faktördür.[1]

Taş Devri erkeği

Küçüktüm, bir taş devri karikatürü çıkmıştı karşıma dergilerden birinde..tuhaf gelmiş aklıma kazınmıştı her çizgisi….Ama sonradan farkedecektim ki bu sık tekrarlanan, bildik bir karikatürdü aslında…

Erkek, bir elinde sopa niyetine kullandığı dinazor kemiği, diğer elinde de uzun saçlarından, yerde peşi sıra sürüdüğü kadın..

Adamın yüzünde herhangi bir duygunun izi pek yok, daha ziyade yapması gerekeni yapıyor olmanın sükûneti, ama kadın (ki tuhaf gelen de buydu).. yerde sürüklenen kadının yüzünde ne bir acı ne bir kurtulma çabası..tam tersine mutlu bir ifade…

Gerçekten Taş Devri insanları böyle mi yaşıyorlardı? Bilemeyiz… ancak günümüz dünyasında durum çok değişikmişcesine, bu davranış biçimini sadece Taş Devri erkeğine mal etmek nasıl bir kendini bilmezliktir…?

Şöyle desek daha doğru olmaz mı? Binlerce canlıyı cansızı şekilden şekile sokan Evrim denen döngü, bazı erkeklerin yanına hiç uğramadı ve onlar Taş Devri beyinleriyle hala aramızda, her yerde  her alanda…

Üstelik hiç bir ekonomik sınıf, eğitimli eğitimsiz, yaşlı genç, din,dil,ırk, kültür ayırımı gözetmeden.

Onlar için kadın, hala saçından sürükleyip götüreceği ele geçirilmiş ganimet…  yasam alani ise , topuzuyla yere sermesi gereken düşmanlarla dolu bir cevre.

O yüzden küfürleri yekten kadınla, anayla başlıyor, o yüzden asla sinirine/nefsine/ eline/diline/beline  hakim olamıyor, o yüzden hala savaslar var ve bu savaşların en korkunç mağduru tecavüz ve işkencelerle çocuklar ve kadınlar oluyor, o yüzden tüm dünyada kadın cinayetlerinin  %50 sinden çoğu eski/şimdiki koca, sevgilinin elinden çıkıyor, o yüzden hala dünyada kadın satışı geçerli bir ticari meta…

Her yerdeler ve soyları hiç tükenmiyor. Ama elbette daha iyi serpilip geliştikleri ve cok daha rahat yasadiklari topraklar var digerlerine kıyasla…

Çünkü o topraklar ona kendini dogal ortaminda hissettiriyor, elinde topuzu gezmesini dogal ortam  görüntüsü sayiyor ve elbette ganimetini daha bir sıkı zincirliyor onun için…

Ve onlar da;

Gizlemeden saklamadan; evde, yolda, iş yerinde, okulda, hastanede, din kisvesi altında fiziksel, ruhsal,cinsel taciz edebiliyor ve suçlanan her zaman mağdurun kendisi oluyor. Sessiz olmaya, ses çıkarmamaya şartlandırılıyor bu oyundan nasibini alan kurbanlar… Aile içiyse  “kol kırılır yen içinde kalır”,”aile birligi bozulmasin” “yerin kocanin yanidir” aile dışıysa adın “kirlenmesin“ „e sen de kaşınmışsın, dişi kuyruk sallamazsa“…oluyor susturucunun adı bu topraklarda…

Ahlak ve töre kuralları adı altında gelişen sessiz anayasanın kurallarını bozmak ancak yürek yakan çığlıklarla ödetiliyor. Ve o çığlıklar kambur bir miras olarak geçiyor doğacak kıza…duymamak için çığlıkları, daha bir lâl oluyor dilleri yeni yetmelerin..

Yolu iyilik, güzellik, doğruluk olan din, onların bölgesine girdiğinde bambaşka bir görüntüyle çıkıyor ortaya. Yakan, yıkan, yasaklayan, öldüren…

Ganimeti, on paraya, iki ineğe değişmek hep ağzının suyunu akıtıyor. Bu yüzden daha genç kızlığına bile girmemiş kızını, ağzından aka aka salyası, veriyor diğer ağzı salyalı taş devri mahlukatına… Çıkamıyor boğulup kalıyor o küçüğün boğazında çığlıklar, kimininse sesi hepten kesiliveriyor kaldıramadığı erken kadınlığın altında…

Kapatıyor dış dünyaya ganimetini, açmasın gözünü, anlamasın kendi zavallı geri kalmışlığını diye.

Ve karikatürdeki, “yerde mutlu sürüklenen kadın” şöyle büyütüyor taş devri bebesini, “aslan parçamsin, büyü sana istediğin kızı alicam, elini sallasan ellisi oğlum sana…, kız dediğin senin elinin kiri…, erkeğe iş yaptırılmaz hizmet edilir… kalk kiz getir abinin yemeğini, sen bir geç gel de büksün abin, baban belini…, erkek adam dediğin döver de sever de…, git temizle namusumuzu, başımı yerde koma hakkımı helal etmem sana… diyor. Kızını da bebecikten hakkında en doğrusunu daima erkeğinin bileceğine ve ona kayıtsız şartsız itaat ve hizmete hazır ediyor.

Bu suyu oksijeni bol ortamda yetişen Taş Devri mahlukatları; koca, abi, işveren, öğretmen, hoca, avukat, savcı, hakim, memur, devlet yöneteni oluyorlar…

Ve alıyorlar ellerine topuzlarını indiriveriyorlar tüm şiddetiyle… hem kendini yok etmek isteyenin, hem de elbette en başta ganimetinin üzerine…

Onları bu amansız ilerlemelerinde durduracak, soylarını geriletecek olan gene de kadınlar.

İyiden, doğadan, sanattan beslenen kadınlar. Hayatı güzelleştiren kadınlar, gene daha güzel bir yaşamın hazırlayıcısı olacaklar.

Ama tam da bu nedenle, yollarında büyük engel teşkil eden sanata, en önemli düşmanına iniyor topuzlari her seferinde, her olduklari yerde… [2]

[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yasam/1412849/Kadinlar_olmasaydi….html

[2] http://itir-cafemelange.blogspot.com/2013/11/tas-devri-erkegi.html

This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM, Genel Kultur, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *