BİR “BEDELSİZ”İN HATIRA DEFTERİNDEN!

Naci Kaptan / 25.05.2019

TEŞEKKÜR 

Değerli dostum Aydoğan Kekevi’ye akıcı yazısıyla paylaşmış olduğu askerlik anısı için teşekkür ediyorum. Sağlığı ve kalemi var olsun . özellikle bugünlerde , askerliğin de özelleştirildiği , sermayeleştirildiği bu zamanda bu anı yazı daha da önem kazanıyor . Yakın zamanda komşumun oğlu askere gidip yaklaşık 1 ayda geri geliverdi.!!!  

Ordunun özelleştirilerek ,sermayeleştirilmesi Nazım Hikmet’in şiirini getirdi aklıma ;

23 SENTLİK ASKERE DAİR

Mister Dallas,
sizden saklamak olmaz, 
hayat pahalı biraz bizim memlekette. 
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, 
koyun eti, 
Ankara’da 23 sente,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek, 
elli santim kefen bezi yahut, 
yahut da bir aylığına 
yirmi yaşlarında bir tane insan 
erkek, 
ağzı burnu, eli ayağı yerinde, 
üniforması, otomatiği üzerinde, 
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır; 
belki tavşan gibi korkak, 
belki toprak gibi akıllı, 
belki gençlik gibi cesur, 
belki su gibi kurnaz, 
(her kaba uymak meselesi) 
belki ömründe ilk defa denizi görecek, 
belki ava meraklı, belki sevdalıdır. 
Yahut da aynı hesapla Mister Dallas, 
(tanesi 23 sentten yani) 
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden 
İstanbul’da bir tek odanın aylık kirasına, 
seksen beş onda altısını yahut, 
bir çift ıskarpin parasına. 
Yalnız bir mesele var Mister dallas, 
herhalde bunu sizden gizlediler. 
Size yirmi üç sente sattıkları asker, 
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de, 
mevcuttu otomatiksiz filan, 
mevcuttu sadece insan olarak, 
mevcuttu, 
tuhafınıza gidicik, 
mevcuttu 
hem de çoktan mı çoktan 
daha sizin devletin adı bile konmadan. 
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu, 
mesela Mister Dallas, 
yeller eserken yerinde sizin New York’un, 
kurşun kubbeler kurdu o, 
gökkubbe gibi yüksek, 
haşmetli, derin. 
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek. 
Halı dokur gibi yonttu mermeri 
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına 
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri. 
Dahası var Dallas, 
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz 
zulüm gibi, 
hürriyet gibi, 
kardeşlik gibi sözlerin, 
dövüştü zulme karşı o, 
ve istiklal ve hürriyet uğruna 
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek 
ve yarin yanağından gayri her yerde, 
her şeyde, 
hep beraber 
diyebilmek için, 
yürüdü peşince Bedrettin’in; 
O, tornacı Hasan, köylü Memet, öğretmen Ali’dir, 
Kaya gibi yumruğunun son ustalığı, 
922 yılı 9 Eylül’üdür. 
Dedim ya, Mister Dallas, 
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler. 
Ucuzdur vardır illeti. 
Hani şaşmayın, 
yarın çok pahalıya mal olursa size 
bu 23 sentlik asker, 
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim, 
her millet gibi büyük Türk milleti.


Aydoğan KEKEVİ / 25.5.19

BİR “BEDELSİZ”İN HATIRA DEFTERİNDEN!


Geçtiğimiz ve bu haftanın gündeminde başta“Istanbul seçimleri” “YSK’nin “geçikmiş gerekçeli gerekçesiz kararı” gibi konuların yanısıra “Bedelli askerlik” “Bedellilik ücreti” “Yeni askerlik sistemi Meclise geldi” gibi konular da vardı.

5 yıl öncesinde yine bedelliklik konusu gündemdeyken yazdığım “Askerlik anısı” başlıklı yazımı bir daha paylaşıyorum.

Yazı biraz uzunca ama…

BİR „BEDELSİZ“İN HATIRA DEFTERİNDEN: İlk Askerlik anısı..

Dostlar,

yazımın sonuna ekli rahmetli Zafer Hüsnü TARAN‘ın „Harp Poemi“ başlıklı şiirinın altına Sn.Noyan UMRUK’un gönderdiği 1911 yılında „Meclis-i Mebusan” da yapılan „Bedelli Askerlik Tartışmaları“ ile ilgili tarihi bir belgeyi de ekledim.

* * *

Günümüzde yaşananlardan ve 100 yıllık belgeden de görüleceği gibi“Yurt Savunması“ söz konusu olduğunda yurdun kaymağını yiyen varsıllarla despotlarla, yurdun çilesini çeken yoksullar garibanlar -istisnalar hariç- genellikle karşı karşıya gelmişlerdir.

Kimbilir kaç bin yıldır yinelenen bir oyun dün sahnelendi, bugün de sahnelenmekte. Oyunun manevi ve gerçek galibi, eğer o ülke, o millet hala ayakta ise, batmadı ise; battı da yeniden ayağa kalktı ise, işte hep o „bedelsizler“ olmuşlardır.

Esenlikler diliyorum

Aydoğan Kekevi 12.12.14

BİR „BEDELSİZ“İN HATIRA DEFTERİNDEN!

Aydoğan KEKEVİ

Ergenlik yıllarıyla „Seferberlik“ yılları örtüşmüştü,
9-10 yıl kadar o cephe senin bu cephe benim savaşmışlar ,

sonunda kimi kolsuz, kimi bacaksız kimi kalan tek gözüyle dönmüştü köyüne, ana baba ocağına.O da omuzunda taşıdığı bir „kurşun“ la. O öbürlerinden daha şanslıydı;

Kurşunu neden çıkartmamışlardı, neden çıkarttırmamıştı bilemiyorum,

„ağrı yapıyor“ gibi bir şikayetini de hiç duymamıştık.
Hoş zaten öyle canı hemen yananlardan da değildi:
İyileşmeyen yaralarına „tütün“ basardı.

Bir keresinde biz evdekilerin gözlerini kapatıp, kirpik aralarından bakışlarımızın eşliğinde ayak bileğindeki iyileşmeyen büyücek bir yarayı maşayla dağlamıştı..

Bulunduğu ortamda ancak söz açıldığında seferberlik günlerinden bahsederdi.
Esir aldıkları Arap Kürt Ermeni isyancılardan anlatırdı; bazılarını da överek
Tabii bir de o açlık susuzluk kıtlık günlerinden:

Katırların dışkısından sindirilmeyen arpaları nasıl toplayıp kavurduklarını, eski çarıkları bile kavurup açlıklarını bastırsın diye taşla ezerek toz yapıp ağızlarına attıklarını avucunu ağzına götürüp içindekileri ağzına atarmış gibi yaparak anlatırdı.

Ama Katırların arpasından bir avuç (ç)alıp yemeyi akıllarından geçirmeden.
Omuzundaki Kurşun’un „yer değiştirdiği“ni söylerdi hiç şikayetçi olmadan.

Çocukluk işte; ilk duyduğumda, ya da anlatılanları doğru dürüst kavramaya başladığımda çoğuları gibi ben de yadırgamıştım „dolaşan kurşun(!)“u:

Ta ki bir gün „Doğan gel hele, gel“ diyerek parmağımı tutup kurşunun üstüne götürüp gülerek „gördün mü bak, sağa sola nasıl oynuyor“ deyinceye dek..

Omuzundaki o kurşunla da rahmetli oldu.Belki de bu dünyadaki o bedeli ağır bedelsiz yaşamdan kalan bir hatıra olarak birlikte götürmek istemişti.
„Şeref Madalyası“ydı o kurşunlar, o yaralar onlar için.

Onlar bedelsizdiler,

* * *

Yıl ya 1956 sonu ya da 57 başlarıydı:

Haliç vapurlarından birisinin hemen girişindeki kapalı salonun uzun tahta sıralarından birinin pencere kenarında oturuyorum.Elimde boru yapılmış gerekli bir kaç belge. Vapurun son durağı Eyüp‘teki „Eyüp Askerlik Şubesi“ne gidiyorum

Karşı sırada tam karşımda düşen yerde elinde değneğiyle yaşlı bir bey amca oturuyor;

– Nereye delikanlı?
– Eyüp Askerlik Şubesine amca
– Askerlik yoklamasına mı?
– Evet, ilk yoklamaya
– Nerelisin?
– Malatyalı,
– Neresinden?
– İsmet Paşa’dan „Çırmıhtı“ da derler
– Kimlerdensin?
– Kekevilerden,
– Babanın adı Hüseyin mi?
– Evet

– (?)

– Askerlik şubesinde işim var, birlikte gidelim, şube başkanı arkadaşımdır, seni Istanbul’a yakın bir yere versin.

– „…“.

İçime bir huzursuzluk bir tedirginlik çöküyor o an;“Yurdumun yoksul köylü çocukları cephede savaşırken ben cephe gerilerinde Istanbul’da bir „torpilli bir korkak olmak“ korkusundan, utancından“ kaynaklanan bir huzursuzluk..

Vapurumuz iki iskeleyi geride bırakmış, son iskeleye daha çok var, 3.iskeleye yanaşırken kalkıyorum

– Nereye evlat?
– Evraklardan birini evde unutmuşum amca, akşam olup şube kapanmadan yetişmeye çalışayım

– …

Ve iniyorum o iskelede.Başlıyorum Eyüp yönündeki bir sonraki vapuru beklemeye..

Kaç hafta, kaç ay sonra hatırlamıyorum, gelen „celp“ yazısından „Muhabere“ye ayrıldığımı öğreniyorum; ilk okurken „muhabereyi“ „muharebe“ ile karıştırıyorum, fakat sevincim kısa sürüyor; okuyanlar „telsiz, manyetolu telefonla konuşmak, haber geçmek“ falan diyorlar.

„Şanslısın“ diyenler de eksik değil.

İçimden „inşallah „Muharebe“yi yanlışlıkla „Muhabere“ olarak yanlış yazmışlardır“ diye geçiriyorum.

Sonunda „muhabere“ye ikna oluyor içim de ben de..

Bu sefer de harpte „muhabereci“nin görevi nedir, yeri neresidir, önlerde mi arkalarda mı ona takılıyorum; tanıdık çevremden askerliğini yapmış olanlara soruyorum

„Harp olursa „Muhabereci“ nerede olur abi?
„ Muhabere cephede önlerde mi yoksa cephe gerisinde mi mevzilenir?
„Amca, muhaberecinin silahı da olur mu?“,
„Muhabereci de cephede savaşır mı?“ gibisinden kafama takılan sorular.

( o zamanlar daha „iç düşman“ ve „psikoljik Savaş“ gibi kavramları tanıyıp bilmediğimizden olacak, sorular hep „Cephe‘de dış düşmanla savaşmak“ üzerine)

„Duruma göre..“ diyorlar „Cephede de cephe gerisinde de her yerde olabilir“miş/im.

Neyse o gün geliyor ve „ver elini Mamak Muhabere Okulu“, „Telsizci“ eğitimi ve rahmetlinin deyişiyle „Diyar ı bekir“ ve bir de onun „Seferberlikte biz de oralarda az bulunmadık“ notu..

* * *

Aşağıya aldığım „Harp Poemi“ başlıklı şiirinin sonunda „Biz böyle yaşadık adaşım, senden ne haber?“ diye soruyor ozan Zafer Hüsnü TARAN.

Hayır ne ben, ne biz bizler „öyle“ yaşamadık, her ne kadar öyle yaşamaya, bildiğimiz tek „bedel“i ödemeye „ruh zihin ve beden“ olarak hazır idiysek de..

* * *

Evet , onlar „biz öyle yaşamayalım“ diye „öyle yaşamayı“, ölümü göze aldıkları için; „biz öyle yaşamadık“; kimisi kolunu bir cephede, bacağını bir başka cephede bıraktı; kiminin tel örgülerde kaldı saçları; kurşun kimini göğsünden yakaladı, kimini gözünden .

Şehit olanlarını oradalarda bıraktılar; dönebilenlerin kimi sakat, kimi yaralı, kiminin omuzunda kurşun, kiminin sırtında şarapnel yanığı.

Ozan demişleyin; „öyle yaşadılar“, öyle de göçtüler;
sitemsiz nazsız ve sessizce, teker teker;
„bugün”ün ve “yarın”ın bedelini de ödeyerek gittiler.

Hep o “Bedelleri asla ödenemeyecek” o “Bedelsizler” ödediler gelecek güzel günlerin bedelini.

Onlar “Bedeli biçilemeyen bedelsizler” olarak yaşadılar, kendilerine bedel biçtirmeden de göçüp gittiler..

Onların ruhları şad;
Ardıllarına selam olsun!!..

Aydoğan KEKEVİ 10.12.14

* * *

Harp Poemi..

Onlar
Bağ bozumuna gider gibi
Ellerinde sıcaklığı karılarının
Dudaklarında vatan türküleri
Ve dağınık saçlarında kar
Çekip gittiler
Katar katar.

Yeni dostlar tanıdılar karavagonda
Tarlalara bakıp bakıp da
Dert yandılar memleket hasretinden
Ve bir tünelin kara ağzında
Görünmez oldular.

Çiçek açmış nar ağacı gibi
Al al oldu göğüsleri
Saçlarının en güzeli
Tel örgülerde kaldı.

Vesikaya bağlı değildi
Taş yemek
Toprak yemek
Mermi yemek
Yediler deşilen gövdelerinden
Barsakları sarkıncayadek.

Ceplerinden çıkardıkları resimlere
Bakıp bakıp da
Kanlı saçları arasından
Dediler “Neylersin karıcığım,
Ölüm de varmış kaderde”
Pençe pençe
Al kanları yerde
Kardeş kardeş uyudular
Kolları, bacakları
Başka siperde.

Anlatıyordu adam
Harbe dair
Yüzüne yamanmış barut yanığı
Sağ kolu bir cephede
Ve bir cephede ayağı.

Onlar
Dağınık saçlarında rüzgar
Çekip gittiler katar katar.

Biz böyle yaşadık adaşım
Senden ne haber.

Zafer Hüsnü Taran

http://www.antoloji.com/harp-poemi-siiri/

Tarih tekerrür ediyor, galiba hem de “kronolojik” bir şekilde.

Noyan Umruk / 4 Aralık 2014 Perşembe

BEDELLİ ASKERLİKLE İLGİLİ İLGİNÇ BİR TARİHİ BELGE...

KINALI KUZULARIMIZA ŞÜKRAN DUYGULARI İLE..

Meclis-i Mebusan’da Yüzyıl önceki “Bedelli Askerlik” Tartışması

Yer: Meclis-i Mebusan
Konu: Mükellefiyet-i Askeriye Kanunu Layihası
Tarih: 17 Teşrinievvel 1327 (30 Ekim 1911)
Toplantı (İçtima): 8
Oturum (Celse): 1

OHANNES VARTEKS EFENDİ (ERZURUM)

– Efendiler, herkesin malumu olduğu üzere, ulema ve ruhaniler, mütefekkir ve alimler nihayet herkes askerlik vazifesinin mukaddes olduğuna bar bar bağırıyorlar.

Maatteessüf bu bar bar bağıranlar kitaplara yazanlar, kürsülerde vaız edenlerden hiçbirisi bu hizmet-i askeriyenin mukaddes olduğunu şahsen ve fiilen göstermemişlerdir.

Şimdi zengin 50 lira verip kaçıyor.
O halde muharebeye kim gidecek?
Fukara, değil mi?
Ne için zenginlere bu mukaddes hizmetten kaçmak için fırsat veriyorsunuz?
Ne için onlara bu mukaddes vazifeden bir hisse vermiyorsunuz?
Bu mukaddes vazifeyi yalnız fukaraya veriyorsunuz.
Bu nasıl adalettir, bu nasıl müsavattır? [1]

[1] Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima Senesi 3, cilt 2, sayfa 175-76.

This entry was posted in TSK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *