Sandıktan adalet çıkmalı!..

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN
11 Mayıs 2019

Sandıktan adalet çıkmalı!..


Girdiğimiz aşırı iyimser hava içinde atladığımız ya da atlamamız istenen ne çok soru var. Ortada büyük bir haksızlık var. Görmek istemeyenlerin bile göz ardı edemeyeceği.

Fiili olanın hukuki üzerinde kurduğu vesayetle yürütülen siyasetin meşruluğunu sorgulamak gerekirken, hukuk dışılık siyasetten hukukun içine taşındı. Daha açık bir ifade ile;

hukukun dışılığın kapsama alanı genişledi ve hukuktan çıkış kapısının yargı sistemi içinde de açık olduğu tescillendi. İmamoğlu’nun mazbatasına uzanan eller; buyrukların yasanın yerini aldığının farkında değilmiş gibi davrananları bile isyan ettirecek kadar açık bir hak gaspına imza attılar.

İktidar ve muhalefet kanadından gelişine göre karar/sonuç üreten bir yargı mekanizması kuruldu. İktidarı hoşnut etmeyecek kararlar hukukun dışına çıkma pahasına alınıyor; iktidarın telkin, tavsiye ya da emirlerine hukuka uygun olmasa da karşı çıkılamıyor. Bizler bunu bir sonuç olarak kabul etmek zorunda bırakılarak, yeniden sandık başına gönderiliyoruz. Ve bu kabullenişi güzelleyerek, daha iyi bir sonuç almak üzere kolları sıvıyoruz. Yaman bir kısır döngü bu, daha fazla geciktirilmeden durdurulması gereken…

Neye göre “herşey çok güzel olacak?” bilmiyorum ama onca yanlışlığın içinde “güzel” sözcüğü hoş geliyor kulağa. Zaten güzel bir sonuç vardı ortada. Elimizden alınanın aynısını elimize tutuşturacağı  bir sandık sürecine neden gitsin ki iktidardaki parti. Hepimizin aklında nasıl bir kurgu içinde oldukları kuşkusu var. Biliyoruz ki; iktidara yerleşme aracı olarak kullanıldı sandık süreçleri. Halk oylama süreçleri ile oyalandı/oyalanıyor. Yine bir sandık süreci, yine atışma ve sataşmalar… Dört yıl seçim yok deniliyor. Bu iktidar dört yıl seçim yapamadan duramaz. Bunu bir yere kaydediniz. Tıkanan ekonomi, kronik enflasyon, işsizlik ve tekçi yönetimle bunalan toplum seçim ekonomisi ile oyalanıyor.

Sandıkla getireceğimize koşullandırıldığımız demokrasiden, sandık süreçleri ile uzaklaştırıldığımızı hala nasıl göremeyiz? Ya herşey beklendiği gibi olmazsa? Örneği de var üstelik; 7 Haziran seçimlerinin yenilenmesi kararını alanlar, 1 Kasım sandığından istedikleri sonucu aldılar.  Bu kez yine benzer bir süreç neden yaşanmasın?!.. Gözünü hep açık tutmak ve sandık sonrası sürecini çok daha iyi yönetmek zorunda muhalefet. Sayım bitmeden kazandığını ilan eden iktidar karşısında; “Adam kazandı” demek yerine, “biz kazandık, sandıkları terk etmeyin” seslenişinin arkasında durmanın önemini kavradık. Sandık öncesinden daha da önemli hale geldi sandık sonrası… Ve güven duygumuz, adalet duygumuz, yargıya inancımız sarsıldı. Yaralı vicdanları kanatmak pahasına yapılan bu hak gaspı, yaralı vicdanlarımızı bir kez daha kanattı.

Elimize tutuşturulan sonucu konuşmaya koşullandırıldığımızdan olsa gerek, “neden”, “niçin” ve “nasıl” unutturuldu. Demokrasinin tüm unsurları felç edilmiş, biz sandıktan demokrasi çıkacak diye bekliyoruz.

Kuvvetler ayrılığının önemini artık tartışmıyoruz. Kurumlar katledildikçe elimizde umut dediğimiz kişiler kalıyor. Kurumsaldan kişisele köklü bir dönüşüm; zirvelere paraşütle taşıdıklarımızın kendilerini bir anda dağın eteklerinde buldukları bir coğrafyada üstelik!… Bu yazının sınırları dar gelir örneklerine. Bizim gücümüz tarihimizde ve Cumhuriyetle kazanılmış kurumlarımızda. Tarihimizi yazmış kişilere başta Atatürk, yeterince sahip çıkamıyorken, “al bu senin kahramanın” oyalaması içinde, yine iyimserlikle gitmemiz istenen istikamette yola çık(arıl)ıyoruz.

Oyunu kuran kazanır kuralı ile yerleşen ve artık çeşitli baskı yöntemleri ile yasaları ve karar organlarını etkileyecek güce sahip iktidar partisinin ikinci bir hezimeti kabulleneceğini düşünmek iyimserlik ile açıklanamaz. Herşey çok güzel olacak diyerek umuda koşarken, bu koşu kötüye gidişi anlatmaya engel olmamalı. Sandıkla sürüklenerek düşürüldüğümüz yerden avuçladığımız oylarla çıkmayı başarmışken, şimdi yeniden sandığın içine itilişimizi görmezden gelmemeliyiz.

Demokrasi ile yönetilen bir rejimde, sandıktan kimin çıkacağı bir ayrıntıdır. Çünkü çıkan herkes hukuk kurallarına uygun davranmak ve hesap vermek zorundadır. Bizde; zamana yayılarak fiili bir şekilde oluşturulan ve halk oy(a)laması ile cumhurbaşkanlığı rejimi adı verilen dönüşüm sonrası, hesap sorulamayan bir iktidar, sürekli suçlanarak hesap vermek zorunda bırakılan ve ağır sözlerle tahkir edilen bir muhalefet var.

Parlamenter rejimle birlikte kuvvetler ayrılığı da ortadan kalktı. Sandıkla gelen cumhurbaşkanı, kendi partisinin başına geçince, anayasadaki tarafsızlık ilkesi fiilen ortadan kalktı. O gün bugün parti devlet bütünleşmesi giderek etki alanını genişletiyor. Üniversitelerde rektörler seçimle iş başına gelirken, birinci seçilen atanmadı diye ayağa kalkan üniversitelere resmen AKP kadrolarından rektörler atanmaya başlandığında tık ses çıkmayışını nasıl yorumlamalı?!.. Hukuk gaspı var diye yer gök inliyor ve YSK kararı eleştiriliyorken, neden hiçbir üniversite senatosundan tık ses yok?…

Türkiye’nin parlamenter sistem içinde var etmeye çalıştığı demokrasisini işleten tüm kurumlar felç edildi. 1961 Anayasası ile kurumsallaştırmaya çalıştığımız hukuk devleti anlayışı ilk darbeyi 1982 Anayasası ile almıştı. Bugün yurttaşlar olarak 1982 Anayasası’nın getirdiği, kısıtlı bulduğumuz hak ve özgürlükleri bile kullanabilecek bir alana sahip değiliz. Hak ve özgürlüklerin anayasa ve yasalarda tanımlanmış olması yetmez, bunların kullanılabilir olmasıdır önemli olan. Özgür bir iklim varsa, yasaların tanımadığı hakları da yaşama geçirebilir ve daha ileri haklar talep edebilirsiniz. Bugün böyle bir keyfiyet sadece iktidar için söz konusu. İktidarın özgürlük alanı genişledikçe, yönetilenlerin özgürlük alanı kısıtlandı. Nihayet hak gaspına kadar dayandı. Demem o ki; YSK kararı bir sebep değil, sonuçtur!…

Kurumların işlevlerinin çarpıtılıp, toplumun soru sorma alanlarının yok edildiği ortamda, sus telkinli sivil toplum içine kaçık faaliyetlere çekilirken, iktidara destek sivil toplum oluşumlarının çoğaltıldığı, iktidar medyası adı altında yağdanlık faaliyetlerinin sürdürülerek haber alma olanaklarının kısıtlandığı, devlet olanaklarının iktidar lehine kullanıldığı bir zeminde kurulan sandıklara,  ezici bir eşitsizliği kabullenerek gitti muhalefet. Üstelik sürekli tahkir edilerek. Şimdi kim ağzına “demokrasi” sözcüğünü alıyorsa, bu çerçeveye bir bakmalı. Nerede güçlü bir muhalefet ve özgür medyalar varsa orada işler demokrasi. Bu işleyişin sigortası yargı bağımsızlığıdır. Mahkemelerin bağımsız, yargıçların güvence altında oldukları, güçlerini anayasa ve yasalardan alan kurumların olduğu, hukukun iktidarın sopası değil, vatandaşın güvencesi olduğu bir rejimden söz ediyoruz demokrasi deyince.

Bugüne kadar görmezden geldiğimiz kurumsal kayıplarımızın bizi sürüklediği bu yerden, bize işaret edilen yere doğru var gücümüzle koşarak çıkabilmeyi başarmamız için, yolculuğa tüm umutlarımızı bir kişi üzerine yığarak değil; kurumların yeniden işler hale getirilmesinin daha yaşamsal olduğu gerçeği ile birlikte çıkmamız gerekiyor. Çok önce yapmamız gerekeni gecikerek de olsa başarmak zorundayız. Partili Cumhurbaşkanını öne çıkaran Başkancı Sistem, Türkiye’de demokrasinin işlemesinin en önemli engeli. Öyle ki, artık kimin konuşup konuşmayacağına, iktidardaki partinin başkanı karar veriyor.

Tanrı İmamoğlu’na uzun ömür versin. Tüm umutlarımızın adresi, söylemek istediklerimizin sesi oldu. Hayli ağır bir yükle gidiyor bu kez sandığa. Paradoksumuz şu ki; kişi odaklı bir siyasetten, yine bir kişiye umudu yükleyerek çıkmaya çalışıyoruz. Kişileri kurumların önüne, hatta üzerine çıkarmaktan vazgeçemediğimiz için siyasal partiler başkan odaklı çalışıyor. O gitsin, bu gelsin diyerek tasfiye edilmiş partiler mezarlığına döndü ülkemiz. AKP gelmeden partiler sistemi üzerine konuşuyorduk. Şimdi varsa sandık, yoksa sandık!…

Partiler gidiyor ama kişiler kalıyor. Doğru olan kişilerin gidip, partilerin kalması değil mi? İkide bir önümüze konulan sandığa takılıp, rejimin sandık yönetimi ile dönüştüğü gerçeğini atladığımız için açılan büyük gediklerin içine düşmeden göremez oluyoruz gerçeğimizi.

Bugüne kadar yazdıklarımdan farklı bir şey yazmadım. Biliyorum ki; son sözüm “herşey çok güzel olacak” olsun istiyorsunuz. Kim istemez ki!… Elimizdeki güzelden olup, aynı güzel için yeniden çaba gösterme gönüllüğümüzü anlamakta zorluk çekiyor olmamı bağışlayın. Göz göre göre yapılan haksızlığın sonucuna katlanır hale gelişimize isyanıma verin. Tarih 6 Mayıs’ı kaydetti. Sadece hak gaspı ile değil, kabullenişimizle birlikte…

Gözümüzün önünde hukuktan dolanarak yaşatılan hak gaspının tanıklığı ile yaralı vicdanlarımız. Sandıktan adalet çıkarma görevi sadece İstanbul’da oy kullanacak olanların değil. Hepimiz çaba göstereceğiz.

“Bu kadar sorunun içinde neden yeniden seçim yapıyoruz?” Yanıt, soruda gizli. Hem iç, hem dış sorunlarla kuşatılmış haldeyiz. Sadece kronik enflasyon bile iktidarı göndermeye yeter. Ne ki; biz şimdilik İstanbul’u geri almayı konuşmak zorundayız. Sandıktan adaleti çıkarmak ve hak gaspına uğrayana hakkını iade etmek gibi bir görevimiz var.

İktidarın adayı adeta figüran. Partili  Cumhurbaşkanı her yerde  ve önde. Hep aynı filmi izlemekten yorgun düştüğümüzü anlatmak için bir fırsat yenilenen seçim. Sandıklar rahat bırakılırsa; büyük bir hezimet bekliyor iktidara konuşlanmış ve yıpranmış, kendi deyimleri ile metal yorgunluk içindeki partiyi.

Herşeyin çok güzel olması için, CHP’nin başlattığı bağış kampanyasına katkı vermekle başlayabiliriz.  Malum; eşit  olmayan koşullarda bir yarış başlıyor yine!…

https://www.haberekspres.com.tr/sandiktan-adalet-cikmali-makale,7764.html

This entry was posted in HUKUK-YARGI-ADALET, SEÇİM - SEÇSİS, YANDAŞ - ÇIKARCI - YAĞCILAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *