Hükümet gerilimi aşağı çekmeli

YAZIYA YORUM :

Aklın yolu birdir.
Elbette akıllı olmak yetmez,
bir de iyi niyetli olmak gerek.
İşin burası şüpheli.

Sonuçta başımızda Amerikalılar tarafından eline bir görev listesi tutuşturulmuş bir hükümet var.Ayrıca, bir de ülkeyi demokratik olmayan yollarla ele geçirmeye çalışan, devlet yönetmeye talip, politik hedefleri olan, bağlantıları, yapılanması gizli, politik hedefleri olan bir örgüt, bir cemaat var.

Buna ek olarak açıkça politik hedeflerini beyan eden bir ayrılıkçı parti ve onunla bağlantılı silahlı örgütlerle temsil edilen Kürt ayrılıkçılığı var.Şimdi bu harmandan iyi niyetli ve akıllı bir yönetim nasıl çıkar, doğrusu ben çok şüpheliyim.

Ancak, benzetme yaparsak; toplum bir batarya gibi, kutupları var, kutuplarında biriken potansiyel enerji var.Cemaat kendi fesat gündeminden vazgeçemiş değil, yolunda, kendi politik hedefleri doğrultusunda devam ediyor.

Bölücüler de aynı.Mevcut hükümet bırakın toplumda biriken enerjiyi boşaltmayı, toplumdaki kutuplarda daha da çok KİN ENERJİSİ biriktirme yolunda.

Bir biriktirici olarak toplumun bütün kutuplarında fazlasıyla enerji birikmiş durumda, ve günden güne artıyor.Bunu yapanlar yabancı mihraklar değil.Yabancı mihrakların işbirlikçisi olan hükmet, cemaat ve bölücüler.Sanki bilerek ve isteyerek zorluyorlar, daha da çok KİN biriktiriyorlar.

Bu durum ülkeyi karıştırmak isteyenlere hizmet ediyor.Tıpkı son kerteye şişirilmiş bir balon gibi.Bir gün mutlaka patlayacak.İşte tam da bu noktada yabancı ya da yerli Psikolojik Harekat uzmanları devreye giriyor.Balonun patlayacağı yeri ve zamanı onlar belirleyecek.Çünkü iğneyi batırma insiyatifi onlarda.Basit tahrikler yeterli olacaktır.

Misal 1 Mayıs, Kahramanmaraş olayları olsun.İşte o yüzden uyarıyorum.
Kimse üzerindeki sorumlulukları inkar etmesin.

BİR ÜLKEDE OLAN YA DA OLMAYAN HERŞEYDEN HÜKÜMET SORUMLUDUR.Yarın ülke kan gölüne döndüğünde kimse başkalarına suç atmasın.Halen ülkede içsavaş ortamını hazırlayanlar askerler değildir, polis değildir, yabancı mihraklar değildir.

Tıpkı daha öncesi gibi MİHRAKLAR HÜKÜMETTİR, CEMAATDİR, BÖLÜCÜLERDİR.İşler içsavaş, bölünme, dış müdahale, işgal aşamaların geldiğinde demokraksi, insan hakları, cumhuriyet herşey lüks, fantasi durumuna gelecektir.

Tıpkı bu gün Suriye, dün Libya, ondan önce Irak’da olduğu gibi.Bugün yaşanılan çatışmalar ve ihtilaflar çok nahif, çok basit şeyler haline gelecektir.Çünkü yaşanacak kayıplar binlerle değil, yüzbinlerle değil, milyonlarla ölçülecektir.

O yüzden uyarıyorum.Yapılması gereken şeyler suçlamamda gizlidir.Uzun uzun anlatmama gerek yok.İyiniyetli ve akıllı herkes gittiği yoldan geri adım atmalı, ve bunu her hareketi ve sözleriyle göstermeli.

Saygılar
Oraj POYRAZ

Sedat Ergin
11.09.2013 Hürriyet

Hükümet gerilimi aşağı çekmeli

ABDULLAH Cömert, geçen 3 Haziran’da Gezi Parkı direnişiyle dayanışma amacıyla Hatay’da düzenlenen bir gösteri sırasında başından vurularak hayatını kaybetti.

22 yaşındaydı.
Kendisi için açılan web sitesinde “polis kurşunundan öldüğü” yazıyor.
Aradan üç ayı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşılık Cömert’in ölümüyle ilgili soruşturmada ciddi bir ilerleme kaydedilmiş değil.

Ahmet Atakan, önceki gün Abdullah Cömert’in ölümünün failinin hâlâ bulunamamış olmasını protesto etmek ve aynı zamanda ODTÜ ile dayanışma için yine Hatay’da düzenlenen bir gösteriye katıldı.23 yaşındaydı.Bir hemşerisinin ölümünün hesabını sormaya kalkmak ona da ölümü getirdi.

***

BBC’ye konuşan iki görgü tanığı, Atakan’ın kafasına önce biber gazı kapsülünün isabet etmesi sonucu sendelediğini, ardından polisin kullandığı bir akrep aracının kendisine çarpması ile ikinci ölümcül darbeyi aldığını ileri sürüyor.Hükümet kaynakları ise ölümün “yüksekten düşmeye bağlı” olduğunu öne sürüyor.

Öyle anlaşılıyor ki, yeni bir kamplaşmayı Atakan’ın ölüm nedeni üzerinde yaşayacağız.Peki, ölümün akrep çarpması sonucu mu, yoksa apartmandan düşerek mi meydana geldiği sorularının yanıtının belli olmasıyla huzur mu bulacağız?

Hatay’da üç ay içinde meydana gelen ikinci ölüm, hepimizi sarsmalıdır.Görünen köy kılavuz istemez.Ülkenin içine girdiği gerilim ortamı kazandığı ivmeyle yukarı doğru tırmanıyor.

Gezi direnişinin başlangıç aşamasında aşırı güçle bastırılması, tepki olarak ülkenin pek çok kentinde gösterilerin patlak vermesi, bunun daha çok polis şiddetini getirmesinin yarattığı çarpan etkisi içinde olaylar yatışmamış, daha da artmıştır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sükûneti hâkim kılmaya dönük bir stratejiye yönelmek yerine, olaylara bir cepheleşme hamlesiyle karşılık vermesi tansiyonu daha da yukarı çekmiştir.

***

Huzursuzluğun yayılma eğilimi göstermesi, Türkiye’nin mezhepsel ve etnik kırılganlıklar da taşıyan toplumsal yapısı dikkate alındığında, tehlikeli bir potansiyele işaret ediyor.Gezi direnişi sırasında ölen göstericilerin Alevi kökenli olmasının özellikle Alevi gençlerde yarattığı infial iklimini tahmin etmek güç değildir.Ayrıca, Kürt sorununda barış sürecinin sancılı bir dönemece girdiğini görüyoruz.

Bütün bu gerilimler Türkiye’nin 900 kilometrelik bir sınır paylaştığı Suriye’nin kanlı bir içsavaşa sahne olduğu bir döneme denk düşüyor.Sınırın hemen bitişiğinde, içsavaşın da uzantısı olarak El Kaide yanlısı köktendinci El Nusra savaşçıları ile PKK çizgisindeki PYD grupları arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.

Sınırdan kimin girip kimin çıktığı belli değildir.Ayrıca, hükümet Türkiye’yi Suriye’de savaşta taraf duruma sokarak, pek çok aktörün husumetini üzerine çekmiştir.

Böyle bir ortamda Türkiye yerel seçimlere doğru yol alıyor.Önümüzdeki günlerde seçim kampanyalarının kızışmasıyla birlikte ülkenin tansiyonunun daha da sıçraması şaşırtıcı olmayacaktır.

İşte iç ve dıştaki bütün bu gözle görülür yönelişleri aynı parantezin içinde yan yana sıraladığınızda, bu denklemden çıkacak sonuç ancak istikrarsızlığın muhtelif türevleri olabilir.

***

Burada önemli bir sorun, hükümetin soruna daha çok bastırılması gereken asayiş hadiseleri olarak yaklaşmasıdır.Bakış bu olunca, çözümü de yeterli sayıda polis, tazyikli su ve biber gazı stokları çerçevesinde görüyor AK Parti hükümeti.

Biber gazı tehdidine karşı korku eşiğini geçmiş insanlara karşı bu çözümün mutlak sonuç getireceği çok şüphelidir.Gelinen noktada önce göstericileri sokağa çıkaran nedenleri anlamaya çalışmak, çareyi daha sonra böyle bir kavrayışın ışığında aramak daha isabetli bir yaklaşım olur.

Türkiye, 12 Eylül öncesinde yaşadığı iç çatışmalar nedeniyle çok yüksek bedeller ödemiş bir ülkedir.Askeri rejim sonrasında rahmetli Turgut Özal’ın 12 Eylül’den önce çatışan herkesin elinden tutan, barıştıran, birleştiren yumuşak üslubu, o dönemin izlerinin silinmesinde büyük bir rol oynamıştı.Sistem içinde bu işlevi görebilecek bir aktörün yokluğu, bugün Türkiye’deki siyasi yapının en büyük zafiyetini oluşturuyor.

Türkiye’nin hem toplumsal barışı hem de genel siyasi ve ekonomik istikrarı bakımından mevcut gerilim ve çatışma ortamından bir an önce çıkması, bugün itibarıyla Türkiye’nin en hayati önceliklerinden biri haline gelmiştir.

Bir hükümetin ülkede toplumsal barışı tesis etmekten daha büyük bir görevi ve önceliği olamaz.Bu amaçla dün Taha Akyol’un haklı bir şekilde belirttiği gibi, “Hükümetin mutlaka tansiyonu düşürmesi, dilini yumuşatması, muhalefetle medeni ilişkiler kurması ve muhalif seslere hoşgörülü olmaya özen göstermesi gerekiyor”.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24685964.asp

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, FAŞİZM, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *