Osmanlı’nın mandacıları, Cumhuriyet’in Batıcıları

Selçuk TINAZ
30.6.2018

Osmanlı’nın mandacıları, Cumhuriyet’in Batıcıları

‘Batıcı bağnazlar, ‘Atatürk bize Batı’yı hedef gösterdi’ diyorlar. Dedikleri doğru olsaydı, Batılılar, Atatürk’ü unutmamızı talep etmez, bizden bile daha fazla ‘Atatürkçü’ olurlardı…

Halka karşı olan siyasi partilerin yanında, propaganda unsuru sıfatıyla yer alarak, gazetecilik mesleğine de ihanet eden bazı basın ve yayın kuruluşları tarafından Yirmibirinci Yüzyılda önümüze koyulan ve hepimize dayatılan şu seçeneklerin haline bakın; biri bize, dincilik keşhanesinde oturmayı ve bedava kek yemeyi vadediyor… Diğeri de, Batıcılık batakhanesine düşmeyi ve Amerikalı, İsrailli Siyonistlere “kek” olmayı teklif ediyor.

Atatürk’ün önderliğinde millet olarak, yolumuzu yüz yıl önce seçmiştik, ama o günden bu yana hepimizi defalarca “keklemeye” çalışan her iki felaket senaryosunu da, 1938’den sonra yutmaya başladık. Hele son 70 yılda, bu konudaki sabıka dosyamız epey kabardı.

Hangi seçeneği yutarsak yutalım, seçimde kullanacağımız “tercih” damgasını, “En unutkan nesil” damgası haline getirerek, alnımızın ortasına bir kere daha, kendi ellerimizle basmış olacağız.

Her iki seçeneği de Amerikalılar başımıza bela ettiğine ve her iki seçenek de Amerikalıları başımıza bela edeceğine göre, onların kültürüne uygun tarif edelim:

MAĞLUP OLAN

Amerikalılar buna “Loser” (mağlup olan) damgası diyorlar ve yumruk yaptıkları ellerindeki baş ve işaret parmaklarını açarak, “L” harfi şeklinde alınlarına yapıştırarak gösteriyorlar. Son iki seçime kadar, ben de alnımda epey “L” damgası biriktirdim, çünkü piyasada üçüncü seçenek yoktu.

Dinci olmayan taraf zaten biliyordu. Dinci kesim de, siyasal İslam’ın nasıl bir felaket olduğunu ve sonunun hep kötü bittiğini, AKP’nin 16 yıllık iktidarında yaşayarak öğrendi. O yüzden AKP inişe geçti. Bu ülkede bir geleceği yok artık. 1946 yılından beri yaşadıklarımız ise, Batıcılığın ne büyük bir felaket olduğunu, Batıcı bağnazlara öğretmeliydi. O konuda, Dinci Yobazlardan farklı davranamaz ve gene; “Biz de okuyarak, düşünerek ve anlayarak öğrenmeyi sevmiyoruz. Kafamızı aynı duvara defalarca vurmamız lazım” derlerse…

Bugüne kadar 40 binden fazla insanımızı kurban verdiğimiz ve bize çok pahalıya mal olan o “kanlı eğitimi” sürdürmeye ve daha da fazlasını kaybetmeye mecbur kalırız. Atatürk, hata yapmamız halinde yaşanabilecekleri yüz yıl önce görmüş ve hepimize gerekli uyarıları yapmıştı. Ne yazık ki, anlamak istemedik. Neyse… sonunda herkes görecek çünkü; Yirmibirinci Yüzyılda, “Dinci keki yemek” ile “Batıya kek olmak” arasında hiç fark kalmadı artık. İkisinin de birbirinden beter sonuçlar doğurduğunu gizlemek için yapılacak propagandayı, bilgi toplumuna yutturmak mümkün değil. Sorunların çözümü ne dinci yobazlıkta, ne de Batıcı bağnazlıkta. Nasıl olsun ki; bütün sorunlarımızın yaratıcıları bunlar zaten!

Bir kaç kere daha duvara tosladıktan sonra (eğer Türkiye diye bir ülke kalırsa) aklımız başımıza gelir de, Atatürk dönemini ve onu takip eden yılları gerektiği gibi yorumlayabilirsek, ileriye doğru daha güvenli ve isabetli adımlar atabiliriz mutlaka.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken (herkesin örnek almaya çalıştığı Almanya gibi) dönemin güçlü ülkelerinin haline bakmadan, zamanın ilerisinde mükemmel sentezler yapan Mustafa Kemal Atatürk, kendisinden beklenen özellikte, dahice bir hedef belirlemiş; “Çağdaş uygarlık seviyesinin üzeri!”

MANDACILAR BATICILAR

Hiç kimsenin, hiçbir zaman ulaşamayacağı, sanal bir hedef bu. Uygarlık seviyesinin birinci sırasında yer alsak bile, hedefimize ulaşmış olmayacağız ve kendimizi aşmak için hiç durmadan çalışacağız. Maalesef, Osmanlı’nın mandacıları, Cumhuriyet’in Batıcıları oldular ve ülke yönetimini ele geçirince, bu hedefi Batılılaşmaya indirgediler.

Amerikalılar, Amerika’da her gün bütün güçleri, hırsları, bilgileri ve akıllarıyla “Amerika’yı yeniden keşfetmeye” çalışırken, bize bunun hiç gerekli olmadığını söyleyerek, hepimize tembelliği ve taklitçiliği tavsiye eden Batılılaşmada, çalışmak diye bir “dert” yok. Bir konuda “iyi taklit” olduğumuzda, sırtüstü yatıp yeniden taklit etmek için, Batı’nın tekrar öne geçmesini beklememiz gerekiyor.

“Soğuk Savaş” döneminde donmuş kalmış olan kafalarındaki buzulları henüz eritemeyen Batıcılarımızın dediğine bakılırsa, Batı’dan siyasi olarak uzaklaşırsak, demokrasi ve insan hakları konularında kötüleşme yaşarmışız. Tarih kitapları, aynı fikirde değil. Bu konulardaki en büyük atılımları (üstelik, ‘kadınların seçme ve seçilme hakkı’ gibi bazılarını, Batı’dan da önce) Batı’ya karşı verdiğimiz bağımsızlık savaşından sonra yapmadık mı?

NATO DARBELERİ

Devletimizin kuruluş felsefesinden, kültür değerlerinden ve Atatürk ilkelerinden uzaklaştığımız, Batı’ya yaranma ve yamanma gafleti içinde geçen son 50-60 yılda, demokrasi ve insan hakları konularındaki en büyük gerilemeyi “NATO darbeleri” sayesinde yaşamadık mı?

Atatürk’ü örnek almamızı ve ‘düşünmeyi’ seçmemizi istemeyen ve bize taklitçi maymunluğu uygun gören Batıcı bağnazlar, taklitçilikten başka yaşam tarzı tanımadıklarından, kiminle ilişki kurarsak, ona benzeyeceğimizi zannediyorlar. Oysa, üzerinde yaşadığımız toprakların bir özelliği var. Türkiye için yapılan ‘dünya laboratuvarı’ benzetmesi, temelsiz değil. Bu topraklar, tarih boyunca dünyadaki düşüncelerin, tasarıların, rüyaların, masalların, yani; kültürlerin, bir araya gelip birleşerek, kaynaşıp harman oldukları yer.

Gelen her kültür potaya kendinden bir şeyler katmış ve çok uzun süren birikimin sonucunda, tek kültüre ait olmayan, bütün kültürlerden izler taşıyan ve örneği bulunmayan, muhteşem bir sentez çıkmış ortaya; Anadolu kültürü. Bu yüzden, Batı’da “yok edinceye kadar tahammül etme” anlamına gelen “tolerans” varken, Anadolu’da; “olduğu gibi kabul etme” anlamına gelen “hoşgörü” kullanılıyor. Burada oturan insanlar bu özelliğin hakkını verip çorbadan bir sentez yapabildiği sürece oturma izni alabiliyorlar. Toprak, kıymetini bilmeyeni barındırmıyor ve üzerinden atıp başkalarına şans veriyor.

Bu topraklarda kurulan devletler için “egemenliği sürdürebilmenin koşulu” olan “Toprağın şartı” sentez, Cumhuriyetimiz kurulurken eğitimiyle, kültürüyle, ekonomisiyle, yönetim felsefesi ve uygulamasıyla girişilen o müthiş çalışma sayesinde yapılmış ve bütün dünyayı etkileyerek, bize çok büyük saygınlık kazandırmıştı.

BATICI BAĞNAZLAR

Sentezi yapabilmek için, uygulanan siyasi politikanın Türkiye merkezli olması gerekiyor. Burada oturup, başka yerleri merkez alan politikalar izleyemezsiniz. Osmanlı, Türkiye merkezli politika izleyince, dünyanın en güçlü devleti haline geldi… Berlin’i kıble edinince, paramparça oldu.

Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye merkezli politika izleyince, mucizeler yarattı… Vaşington’u kıble edinince, parçalanmanın eşiğine geldi. Başlangıçta, Cumhuriyet bu kuralı yerine getiriyordu ama, 1938’den sonra, önüne hep engeller çıktı.

O engelleri yaratan Batıcı bağnazlar, “Atatürk bize Batı’yı hedef gösterdi” diyorlar. Dedikleri doğru olsaydı, Batılılar, Atatürk’ü unutmamızı talep etmez, bizden bile daha fazla ‘Atatürkçü’ olurlardı.

Dahası, dinci olan ülkeleri desteklemez… Atatürk’ün yaptıklarını örnek alan bazı Arap ülkelerinde, laikliği ve emperyalizm karşıtlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan darbeleri ve terör saldırılarını düzenlemezlerdi.

BATICILAR DİNCİLER

Türkiye’deki siyasi oluşumları incelediğimiz zaman, ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Kimliğini-benliğini kaybetmiş insanlardan meydana gelen, itişe çekişe koca bir imparatorluğu batıran ve kurulduğundan beri de Cumhuriyetimizin başını ağrıtan iki grup var:

Bütün bilgileri, düşünceleri, inançları, hayalleri ve planları Batı’dan olan, Türkiye’de, Anadolu kültürü yerine Batı kültürünü hakim kılmak isteyen BATICILAR!

Bütün bilgileri, düşünceleri, inançları, hayalleri ve plânları Arap Yarımadası’ndan olan ve Türkiye’de, Anadolu kültürü yerine Arap kabile kültürünü hakim kılmak isteyen DİNCİLER.

Siyasi hayata hakim olduklarından beri bu iki grup, siyasi partileri kendi görüşlerine göre yapılandırıyor. Siyasi yelpaze, emek ve sermaye çatışmasından çok, iki grubun çatışmasından oluşuyor. Bu yüzden Türkiye’de sağ ve sol kavramları, sanayi ülkelerinde olduğundan farklı anlamlar taşıdı ve bu kavramlara dayalı olarak yapılan yorumlar pek isabet kaydedemediler.

İstisnalar olsa da, genellikle Türkiye’deki “sol”un (sosyal demokratlığın) temelini; ‘Batıcılık’, “sağ”ın temelini de; ‘Dincilik’ ve ‘Derebeylik sistemi’ oluşturuyor.

https://www.aydinlik.com.tr/osmanli-nin-mandacilari-cumhuriyet-in-baticilari-ozgurluk-meydani-haziran-2018
This entry was posted in İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, YANDAŞ - ÇIKARCI - YAĞCILAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *