CUMHURİYET GAZETESİ VE BARTU SORAL * ÜÇ mektup

Cumhuriyet Gazetesi Yönetimine 

Bir CUMOK olarak tam da sevindiğimiz bir dönemde , düşmüş olan bir cephenin tekrar ele geçirmiş olduğumuzu sandığımız bir zamanda bu yaptığın oldu mu CUMHURİYET !!!

Yine bizleri kuşkulara , acabalara , güvensizliğe taşımanın zamanı mıydı ? 

Eleştiriler arttığında yine bir BİLDİRİ yayımlayarak kendini aklamak, değerli Bartu Soral’ı da yine hedefe oturtarak kendini savunmak istedin. İstedin de yayım ilkelerine önce kendin uymadın. Üstelik de Bartu Soral’a karşı düşük seviyede cephe oluşturanları görmezden geldin. Dikkati çekilmesi gerekenleri , uygunsuz kelimelerle yazı yazanları sakladın. Onlara ilişmek yerine SOROS’a karşı tavır alan Bartu Soral’ı  nişangah yaptın 

Cumhuriyet Gazetesinin sayın yöneticileri ;

Okurlarınız Hukuka , adalete , demokrasiye saygılıdır . Bazılarıyla aynı görüşte olmasak da bu kişilere karşı uygulanan hukuk dışı tüm yaptırımlara da karşıdır.

Fakat bu karşı olmak;

Türk Devletinin , Laik Cumhuriyet’in , Atatürk’ün aydınlanma devrimlerinin , Anayasanın verdiği yurttaşlık haklarının , evrensel insan haklarının temeline dinamit koyanlara destek verenlerin , Emperyalist düzenin yanında saf tutanların , TSK’nın genlerini değiştirenlere destek olanların ve Türkiye’yi derin karmaşaya sürekleyenlere DESTEK OLMAK değildir. 

Değerli aydın Süleyman Çelik bu konuda çok güzel açıklayıcı bir mektup yazarak Cumhuriyet Gazetesini uyarmıştır .  Mektup sayın Orhan Bursalı tarafından yanıtlanmıştır.  Sayın Çelik’in internet ortamında paylaşmış olduğu mektup sayın Orhan Bursalı tarafından  konuya hiç değinmeden kişisel bağlamda ve bizlere de üzüntü verecek bir şekilde yanıtlanmıştır. Uslübu nedeniyle sayın Bursalı’nın başta sayın Süleyman Çelik olmak üzere CUMOK’lara özür borcu vardır.

Cumhuriyet Gazetesinin sayın yöneticileri  

Günümüzde bağımsızlığını çok büyük zorluklarla sürdüren ulusal medyada sadece bir kaç gazete ve TV kalmıştır. Bu bağımsız kurumları ele geçirmenin bir yolu da TRUVA  ATI’dır. Yazar özgürlüğü deyişi ardına saklanarak yazılarında emperyalizmi ve enstrümanlarını cici yapan , Laik Cumhuriyet ve aydınlanma devrimlerine , Atatürk’e üstü kapalı saldıran yazarları istemiyoruz. 

Size yönelik eleştiriler içeren 3 mektubu aşağıda değerlendirmenize sunuyorum. 

Saygılarımla 

Naci Kaptan / 07.12.2018

Ceyhun Balcıoğlu

CUMHURİYET’TE OLANLAR

Yılın düş kırıklığıdır benim için Cumhuriyet’te olanlar. Oysa Cumhuriyet ve Kemalizm inceliktir, uygarlıktır! Hiç kimseye, hiç bir nedenle düzeysizce saldırmamaktır. Kalemini saygı sınırları içinde kullanamayacak denli beceriden yoksun yazar sıfatlıların sergiledikleri dehşet vericidir.

Eylül ayında Cumhuriyet’le yaşıt Cumhuriyet’teki düzenbaz işgali sonlandığında sevincimi ve coşkumu dışavurmaktan alamamıştım kendimi. Aşağıdaki 2 yazı o günlerdeki olumlu düşünce ve beklentilerimin yansımaları olarak okunmalıdır.

CUMHURİYET ÜZERİNE

İNSAN BELLEĞİ UNUTMAKLA ENGELLİDİR

Cumhuriyet Vakfı yönetiminin olması gerektiği gibi yenilenmesi ve gazetenin yeniden Kemalist çizgiye geldiğinin açıklanması ben ve benim gibi bu çizginin tutkunlarını sevindirmişti. Çil yavrusu gibi dağılan önceki çizginin yazarlarının yerine yenilerini koyma bakımından da genel olarak yerinde seçimler yapılmıştı. Bizlere düşen gazeteyi yaşatmak, önceki gibi işgallerden korumaktı.

İlk iki ay gazetede yeniden Kemalist çizgiye dönüşün işaretlerini gördük. Bartu Soral’ın aşağıdaki bağlantılarda yer alan yazılardaki haklı eleştirileri birilerinin nasırına basmış olmalıydı. 2 Aralık tarihli Karagöz ile Hacivat yönetim tarafından kuşa çevrilmişti. Üstelik bunun yapılması için haklı hiç bir gerekçe yoktu. Bu yazı Bartu Soral için önceden bilinmeyen bir veda yazısı özelliği de kazanmış oldu. Soral’ın önemle işaret ettiği konuda özeleştiri yapmak yerine Soral’ı harcamayı tercih etti Kemalist çizgiye geldiğini öne süren yönetim.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1150709/Cizgi_nedir_.html

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1152539/Osman_Kavala_olayi.html

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1157651/Karagoz_ile_Hacivat.html

Yazıları bir kez daha okumanızı salık veririm. Hiç birisinde birilerinin hukuksal haklarının kısıtlanması ya da bu haklardan yararlandırılmaması anlamına gelecek tek sözcük yok.

Bu yazılarla birlikte harekete geçen bir grup Cumhuriyet yazarı Bartu Soral’a yaylım ateşe başladılar. Elbette eleştiri en doğal hak. Ya hakaret ve düzeysizlik?

Zeynep Oral Bartu Soral’ın yazısından dolayı bulantısı olduğunu ifade ederek bir kaç gün izin istedi. Mustafa Kemal Erdemol da geri kalmadı. Maymun benzetmesiyle saldırdı. Kesilecek, yayından alıkonulacak yazılar bunlardı.

Her iki yazının bulunduğu gazeteleri utanç anısı olarak saklıyorum. Cumhuriyet’e asıl yakışmayan yazılar bunlardı. Bu yazıları okuyunca hızla yazılmış, yeterince bekletilip gözden geçirilmemişler diye düşündüm. Hatta, olanca iyi niyetimle yönetmenin de gözünden kaçmış olmalı dedim kendi kendime.

Yanılmışım!

Bartu Soral’a ayar verme kervanına yönetmenin de katılmış olması yanılgımı doğrulamış oldu.

Hakaret ve aşağılama içermeyen eleştiri ve karşı görüş paylaşımı en doğal haksa eğer; iki ay önce övücü sözlerle okurlara duyurduğunuz bir meslektaşınızı bu şekilde düzeyden yoksun saldırılarla linç etmek de neyin nesidir? Olsa olsa suç üstü yakalanmış olmanın öfkesinden kaynaklanmıştır yaptıklarınız!

Sosyal medyada paylaşılanlara bakılırsa okur eleştirilerine kişisel ortamlarda yanıt veren gazetenin diğer yazarları da düzeysizlik konusunda Oral ve Erdemol’dan geri kalmıyor.

Kemalist çizgiye dönme sözüne kandım! Coştum, yazdım ve yönetim değişikliğinden bu yana Cumhuriyet’e bir kez daha omuz verdim.

Bartu Soral olayı maskeleri indirmekle kalmadı! İşgal günlerinde işgale ses çıkartmak bir yana oralı olmayanların bam teline basıldığında sergileyebilecekleri saldırganlığı ve düzeysizliği ortaya koydu. Üzücü olsa da bu gelişme bugüne dek gözümüzde büyüttüğümüz, yücelttiğimiz insanların gerçek değerini ortaya koymuş oldu.

Görüş ayrılıkları ve farklı yaklaşımlar bir yana; hoşuna gitmeyen bir görüş, düşünce, yazı karşısında kırmızı görmüş boğaları aratmayanlarla birlikte yürümek benim aklımdan bile geçirebileceğim bir davranış biçimi değil.

htps://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2018/12/06/cumhuriyette-olanlar/

Soner Polat / Aydınlık Gazetesi, 7.12.2018

Bartu Soral

İlk kez bir televizyon programında tanıştık. İkimiz de konuktuk. Avrupa Birliği (AB) ile ilgili görüşlerini sıralamaya başladı. Tane tane konuşuyor ve söylediği her şeyi rakamlarla destekliyordu. Adeta AB’nin röntgenini çekiyordu. Son kerte büyük bir etki yaratmıştı. Bir an programda olduğumu unuttum. Ayağımın hemen yanındaki çantamdan defterimi çıkardım ve notlar almaya başladım. Söylediği hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordum. “Hiçbir ülkenin bir ittifaka dâhil olarak kalkınmadığını, tarihin böyle bir olayı kaydetmediğini” kendine has üslubu ile anlatıyordu. “Her ülkenin, ancak sağlıklı ve ayakları yere basan özgün bir kalkınma planı ile sıçrama yapabileceğini” vurguluyordu.

ÇOK ÖZEL BİR KALKINMA UZMANI

Bu fikirleri sıradan birisi gündeme getirmiyordu. Sayın Soral, BM Kalkınma Programı Türkiye Program Müdürlüğünü üstlenmiş, bu konuda özgün çalışmalar yapmıştı. Küresel kurumlarda çeşitli görevler almıştı. Bu özel alanda dünyadaki en yetkin kişilerden birisiydi. Zaten birbirinden değerli eserleri bilgi ve düşünce zenginliğini ortaya koyuyordu: “Tünelin Sonu Kriz-Yeniden Kalkınma Zamanı”, “Türk Ekonomisinde Değişim”, “Türkiye’de Bitmeyen Ekonomik Kriz-Belgeleriyle Üretimden Finans Oyunlarına Geçiş”, “Kurt Kapanı”, “Paralel Kürdistan Kumpası” gibi kitapları ile Türkiye’nin yapısal sorunlarını mercek altına alıyordu.

Milli konulardaki duyarlılığı ve sorumluluk bilinci olağanüstü düzeydeydi. Küresel düzen içinde uzun yıllar çalışmasına rağmen bu topraklara olan gönül bağı daha da kuvvetlenmişti. Türkiye üzerine oynanan oyunları çok iyi biliyordu. Bütün enerjisini çıkar gruplarının ve küresel çetelerin kirli hedefleri için değil ülkesi için kullandı. Örnek ve çok bilgili bir ekonomi uzmanı ve eşsiz bir vatanseverdi.

ALEV COŞKUN’U KUTLADIM!

Cumhuriyet’in uzun yıllar kalesi olan Cumhuriyet gazetesi, maalesef HDPKK ve cemaat yanlısı yayınlar yapıyordu. Sayın Alev Coşkun uzun ve meşakkatli bir hukuk mücadelesinden sonra gazete yönetimini ele geçirdi. Bu sonuç vatanseverlerde büyük bir heyecan yarattı. Sevinç ve coşku doruktaydı. Gazete kurtulmuştu. Cumhuriyet gazetesi, Atatürk ve Cumhuriyet için antiemperyalist ve devrimci bir çizgide yayın yapacaktı. Sayın Coşkun’u telefonla arayarak kalben kutladım ve “Cumhuriyet’in güvenilir ellerde olduğunu” ifade ettim. Ancak izlediğim Cumhuriyet belki HDPKK/Cemaat çizgisinden kurtulmuş ama neoliberal, Batı yanlısı, ikinci cumhuriyetçi, yeni CHP paralelinde, ulusal çıkar alanlarına duyarsız ruhsuz bir gazete olmuştu. Son dönemlerde HDP ve Soros sevgisi yeniden yeşermişti.

BARTU SORAL DAHA DA BÜYÜDÜ…

Fakat Bartu Soral’ın varlığı gelecek için bir umut ışığıydı. Mükemmel yazıları ile en azından Doç. Dr. Barış Doster ile birlikte kararsız da olsa bir denge sağlıyordu. Bu onurlu ikili gazeteye kimlik ve şahsiyet kazandırıyordu. Maalesef, bir Bizans oyunu ile Sayın Soral’ın görevine son verildi. Ama bu sonuç Cumhuriyet’in iyi, doğru, güzel ve vatansever olan her şeyden vazgeçtiği anlamına geliyordu. Bartu Soral ispatlanmış ve test edilmiş bir yurtseverlik markasıydı. Cumhuriyet’in karnesi ise malumdu. Cumhuriyet gazetesi, Sayın Soral’ın tertemiz geçmişinin üzerinden toz bile alamaz! Bu kararla Sayın Soral vatanseverlerin gözünde daha da büyümüş, Cumhuriyet gazetesi üzerindeki kuşkular karamsarlığa dönüşmüştür.

EN ÜZÜLDÜĞÜM KONU!

Bu ilginç olaylar silsilesinde benim için en üzücü konu, Sayın Alev Coşkun’un içine düştüğü durumdur. Çünkü zaten Cumhuriyet gazetesi gözümden de, gönlümden de düşmüştür. Sayın Coşkun, tanımaktan gurur duyduğum, hayatı boyunca Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmış bir devlet adamı ve gerçek bir entelektüeldir. Cumhuriyet gazetesi için verdiği kavga genç nesillere örnek olacak niteliktedir. Ama maalesef bu kararı ile şanlı ve görkemli geçmişine gölge düşürmüştür. Tercihini Cumhuriyet’in çağdaş ve aydınlık yüzü olan Bartu Soral için değil, diğerleri için kullanmıştır. Bu kararın ardındaki sebepler ne olursa olsun Alev Coşkun, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ı savunur bir konuma düşmüştür. Bu tercihini ise Atatürkçülük, Cumhuriyetçilik, antiemperyalizm ve devrimciliğin hiçbir yerine sokamaz! Bataklıklarla kaplı çamurlu bir yolu tercih etmiştir. Ne diyelim, yolu ve bahtı açık olsun!

Ama zaman üzülme zamanı değil, mücadele zamanıdır. Bu ülkede Atatürkçü, Cumhuriyetçi, vatansever ve Batı’ya kul köle olmayan çok güçlü bir damar vardır. Bu topraklarda yurtseverler tükenmez. Bazı gazeteler yolunu şaşırsa da, vatan kavgası veren yayın organları geçmişte olmuştur, bugün vardır, yarın da olacaktır…

https://www.aydinlik.com.tr/bartu-soral-soner-polat-kose-yazilari-aralik-2018

From: Süleyman Çelik
Date: 3.12.2018 11:31:55

BARTU SORAL’A LİNÇ KAMPANYASI

Atatürk’ün üstün diplomatik zekası sonucu, emperyalistler Lozan antlaşmasını kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak yıllarca savaş içinde yaşamış, yurdu baştan aşağı yakılıp yıkılmış, yokluk ve yoksulluk içinde, üstelik Osmanlı’dan kalma büyük bir borç yükü altında bulunan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, kısa sürede borç dilenip teslim olacağını düşündüler. Bunu Lord Curzon, Lozan’da İsmet Paşa’nın yüzüne söylemişti. Beklentilerinden o kadar emindiler ki “TC’ni nasıl olsa yakında yıkılacak” diye düşündükleri için, elçiliklerini Ankara’ya taşımadılar.

Elebaşları yurtdışına kaçmış olsa da emperyalistlerle aynı beklenti içinde olan Mütareke Basını ihanete devam ediyordu. Bunun üzerine Atatürk, dava arkadaşı Yunus Nadi’den “İstanbul’a giderek yeni bir gazete çıkarmasını ve adını ‘Cumhuriyet’ koymasını” rica etmiş ve “bu gazetenin, ilkelerimizi ve devrimlerimizi savunmasını, kısaca Cumhuriyet’in sözcüsü olmasını istiyorum” demiştir. Bu nedenle Milli Mücadele yıllarının işbirlikçileri, İngiliz Muhipleri, Amerikan Mandacıları, Kürt Teali ve İslam Teali cemiyetleri mensupları gibi tüm Kuvayı Milliye karşıtlarının ardılları Cumhuriyet’e karşı oldukları gibi, Cumhuriyet gazetesine de karşı oldular, hep ikisini birden yıkmak ya da ele geçirerek yozlaştırmak istediler.

Hainlerin beklenti ve temennilerinin tersine genç devlet, başındaki Dahi sayesinde, bir yandan savaşların yaralarını sararken, bir yandan da kimseye el açmadan, ulusal kalkınma girişimlerini başlatarak geleceğe doğru emin adımlarla yürümeye başlayınca pes edip Ankara’ya geldiler ama amaçlarından ve misyonlarından hiç vaz geçmediler…

İngilizlerin kışkırtmasıyla başlayan Şeyh Sait İsyanı bastırıldıktan sonra çıkarılan “Takrir-i Sükun” kanunu ile susturulan Mütareke Basını da kendisini gizleyerek yalakalığa başladı.

Ne yazık ki Atatürk’ü kaybettikten sonra Lord Curzon’un beklentisi gerçekleşti ve Türkiye, emperyalizmin yeni patronu ABD’nin kucağına oturdu. Hemen harekete geçen emperyalistler, İşgal yıllarındaki işbirlikçiler ve uzantılarına çengel atıp yeniden yanlarına aldılar. Birkaç yurtsever yazarın dışında medyayı ele geçirdiler. İstanbul basını genelde “Mütareke Basını” kimliğine dönüştü. Öyle ki Cumhuriyet’i savunmak üzere kurulmuş Cumhuriyet gazetesine bile, gerici değil ama mandacı ve bölücü işbirlikçiler sızdı. Hatta birkaç kez ele geçirdiler. Her seferinde geri alındıysa da içindeki işbirlikçiler hiçbir zaman temizlenemedi…

En son AB-D, AKP ve FETÖ ittifakının, “çözüm süreci” adı altında başlattığı Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkma girişimi sırasında, Kuvayı Milliyecilerin ardılları olan ulusalcı kurumlara kumpaslar kurdular. Bunlar arasında Cumhuriyet gazetesi de vardı. Gazetenin simge ismi, 80 yaşındaki Sevgili İlhan Selçuk’un yaşamını yitirmesine neden oldular ve ardından düzenlenen bir kumpasla gazetenin işbirlikçilerce ele geçirilmesini sağladılar.

AB-D’nin, AKP yerine FETÖ’yü iktidara getirmek istemesi üzerine ittifak bozulunca, Sayın Alev Coşkun, yıllardır sürdürdüğü hukuk mücadelesini kazandı ve gazeteyi yeniden kurtardı. İşbirlikçilerin doldurmuş oldukları Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı yazarlar ayrıldıktan sonra, gazeteye çoğu genç yeni yazarlar alındı.

Bu yazarlar arasında Cumhuriyet’e en çok yakışanlardan biri olan Sayın Bartu Soral’a, iki yazısı üzerine gazetede linç kampanyası başlatıldı.

Bartu Soral yazılarında özetle, “iddianamesi henüz yazılmayan tutuklu on binlerce mağdur olmasına karşın, Soros’un ve PKK liderinin en has adamı olan bir kişinin öne çıkarılarak gazetede sık sık haber yapılmasını ve bazı yazarlarca sürekli işlenmesini” eleştiriyor; “esasen bir tedbir mahiyetinde olan tutuklamanın ölçüsüz uygulanması ile şüpheliler açıkça hüküm giymeden cezalandırılıyor. Ve en temel anayasal haklarımız ihlal ediliyor. Bu kesinlikle kabul edemeyeceğimiz bir uygulama. Herkes için süratle düzeltilmeli. Ancak hukukun üstünlüğünü savunmak ve mağduriyetleri herkes için dile getirmek başka, emperyalizmin işbirlikçisi bir profili yargı hatasından ötürü sürekli gündeme taşıyarak masum göstermek başka!..” diyor.

Bu sözlerin neresi yanlış? Soros, bizim gibi ülkelerde sözde devrimler yaparak işbirlikçileri iktidara getirmeye çalışan emperyalizmin bir kolu, Osman Kavala da Soros’un işbirlikçisi ve PKK lideri Öcalan’ın sempatisini kazanmış bir adam değil mi?

Bartu Soral’a ilk taşı atan Aykut Küçükkaya’nın, kendisini savunmak için Kalpaksız Kuvvacı Sevgili Uğur Mumcu’yu kullanması bir talihsizliktir. Uğur’un “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz!..” özdeyişini alıntıladıktan sonra, “Cumhuriyet’in tarihini bilmeden, ‘yazar’ olunmaz!..” diyor.

Oysa Bartu Soral İlk yazısında Cumhuriyet’in tarihini de ilkelerini de çok iyi bildiğini yazmıştı: “Cumhuriyet gazetesinin isim babası ve kurucu aklı Mustafa Kemal Atatürk’tür. 1924 yılında kurulan gazetenin kuruluş amacı; Cumhuriyeti ve onun devrimlerini anlatmak, açıklamak, yaymak ve benimsetmekti” demiş ve devam etmişti; “Evet Cumhuriyet gazetesi ideolojik bir gazetedir. İdeolojisi Kemalizmdir. Sözde her fikre açık olduğu iddiasında ama özde kapitalizmin çizdiği çerçevede demokrasicilik oynayan, tek sesliliğin temsilcisi olan bir gazete değildir. 300 bin satmaz ama 50 bin tirajla onun iki misli ses getirir…”

Göründüğü kadarıyla Aykut Küçükkaya’nın kendisi, Cumhuriyet’in tarihini bilmediği gibi, uğur Mumcu’yu da tanımamış! Ne demişti Uğur Mumcu: “Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği yadsıyarak solculuk yapma gafletine düşen bir sol, Türkiye’de hiçbir zaman başarılı olamadı, olamaz da… Türk milliyetçiliği Türk halkının alın terini yabancı çıkarlara karşı korumak demektir…”

Linç kampanyasına katılanlar arasında, değer verdiğim yazarlar da var. Gazete ele geçirildiğinde, işbirlikçilerle birlikte çalışmaktan rahatsız olmayan yazarların yanında, rahatsızlığını belirten ve tepki veren dostlar (60 yıllık bir okur olarak tanışmamış olsam da bazı yazarlarla aramızda dostluk ilişkisi olduğunu düşündüğümden böyle yazıyorum) da olduğunu biliyorum. Bunlar arasında, ayrılmalarını sağlamak için işbirlikçiler tarafından istiskale uğrayan eski dostların da kampanyaya katılmalarına üzüldüm. Bu arkadaşlar genelde hukukun üstünlüğünü dile getiriyor ve “fikirlerine karşı olsak da mağdurların savunulması gerektiğini” öne sürüyorlar. Aynen katıldığım bu görüşlere, yukarıda alıntıladığımız yazılarında görüldüğü gibi Bartu Soral da katılıyor; ancak “10 binlerce mağdur arasından sadece emperyalizmin işbirlikçisi bir profilin, sürekli gündeme taşınarak masum gösterilmeye çalışılmasına” karşı çıkıyor.

Kampanyaya katılanlara sormak isterim: Nuray Mert, Aydın Engin ve Ahmet İnsel gibi Atatürk düşmanlarının kin kusan yazılarına, Bartu Soral’ın yazısına gösterdiğiniz gibi tepki verdiniz mi? Sözde Mustafa Balbay’a, gerçekte ise İlhan Selçuk’a “postal yalayıcısı” diyenlere karşı çıktınız mı?

Konuya ilişkin tek gerçekçi yorumu, Bartu Soral gibi Cumhuriyet’e yakışır yeni yazarlarımızdan Sevgili Barış Doster yaptı. “Hukuk, siyaset ve emperyalizm” başlıklı yazısında, “hukuksal gelişmelerden siyasal sonuç; hukuki mağduriyetlerden siyasi meşruiyet üretmeye çalışanların eli son dönemde çok güçlendi. Siyasi sicili bozuk olan, emperyalizmin uzantısı oldukları bilinen siyasiler, etki ajanları, teröristler, yaşadıkları hukuki mağduriyetleri, siyasi sicillerini temizlemek, siyasi meşruiyet elde etmek için kullanmaya başladılar. Uzantısı oldukları dış odakların yanında, farklı çevrelerce de sahiplenilir oldular…..Hukukun üstünlüğü konusunda ilkesel tavır almak başkadır. Belleğimizi diri tutmak, geçmişte kimlerin, hangi davalarda, nasıl tavır aldığını, hangi emperyalist projelerde görev yaptığını unutmamak başkadır” diyordu.

Bartu Soral, Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM’nin kararı hakkında, “aynı AİHM, Balyoz davasında yaşadıkları yüzünden hayatını kaybeden Cem Aziz Çakmak’ın yaptığı başvuruyu ret etmesi” örneğini vererek “AİHM’nin her kararı hukuki midir? Yoksa her kararın içinde siyaset de var mıdır?” derken haksız mı? Emperyalistlerin her konuda iki yüzlü oldukları bilinen bir gerçek değil mi? Sözde demokrasi ve insan hakları havarisi geçinen emperyalistlerin, uygulamada bu kavramların umurlarında olmadığını bilmeyen var mı? Örnekler gözümüzün önünde: Afganistan, Irak, Libya ve yakın tanığı olduğumuz Suriye’de yaşananlar ve Cemal Kaşıkçı olayı…

Gazetemiz kurtarıldıktan sonra, işbirlikçilerin elebaşları Can Dündar ve Aydın Engin’in Avrupa’da başlattıkları Cumhuriyet’i karalama kampanyası, AB medyası tarafından desteklenmedi mi?

Atatürk Cumhuriyeti’ne saldırılar son aşamaya geldi. Hedef tarih bile açıklandı: 2023. Bugün kavgalı oldukları AB-D ile her an ittifak da kurabilirler; çünkü amaçları ve misyonları aynı.

Cumhuriyet gazetesinin de misyonu belli: Cumhuriyet’i korumak. Bu nedenle Cumhuriyet yazarlarının misyonu, “Sözde her fikre açık olduğu iddiasında ama özde kapitalizmin çizdiği çerçevede demokrasicilik oynamak değil”, Atatürkçülüğün birinci ilkesinin emperyalizm karşıtlığı olduğunun bilincinde olarak ulusal bağımsızlığa ve ülkenin birlik ve bütünlüğüne sahip çıkmaktır.

Cumhuriyet yazarlarının misyonu, matbaasını sırtına alarak Anadolu’ya giden ve Sultan’ın idam fermanına aldırmaksızın Milli Mücadele’ye omuz veren Yunus Nadi gibi, Cumhuriyet’e saldıranlara karşı canla başla mücadele etmektir.

Cumhuriyet yazarlarının misyonu, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi, bedel ödemeyi göze alarak Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarıyla mücadele etmektir.

Cumhuriyet’in misyonu, yalnız yazarların değil, Cumhuriyet okurlarının da misyonudur. Çünkü Cumhuriyet’in sahibi okurlarıdır. Şimdi mücadele zamanı; yöremizdeki STÖ’lerine katılarak, sosyal medya yoluyla vs. kendi çapımızda mücadelenin yanında CUMOK’a katılıp güçlendirerek, kentimizde CUMOK yoksa bireysel tepki yoluyla mücadele edelim; gazetemizin Kemalist yazarlarına sahip çıkalım; içine sızmış olan AB-D işbirlikçileri ile PKK yandaşlarının temizlenmesini sağlamaya çalışalım.

İstersek başarırız. Cumhuriyet okurları olarak bizler, Türkiye’nin en bilinçli insanlarıyız. Bunu, gazetemiz işbirlikçilerce ele geçirildiği zamanlarda, sevgiliden ayrılmak zorunda kalmak gibi, içimiz yansa da Cumhuriyet satın almayarak, geçmişte gösterdik ve başardık

This entry was posted in CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, MEDYA. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *