OSMANLI DÖNEMİNDE CESUR VE ÇILGIN BİR KADIN RESSAM MİHRİ MÜŞFİK * Erkeğin kadına olan üstünlüğünü kas gücüne , hızlı koşmaya bağlamak dar görüşlük ve tutuculukla bağlantılıdır * İslam ülkelerinin tümünde kadın yok sayılmakta ve sosyal yaşamdan dışlanmaktadır. Yakın geçmişte Suudi Arabistan’da “kadın insan mıdır !” semineri yapıldı!!! * Dünyayı algılamayanlar kadınlara olan kas üstünlüklerini ayrıcalık sayıyorlar * Erkekler unutmasınlar ki onları dünyaya getiren ve büyüten analar kadındır. * İlerleyen toplumlar ise hızlı koştuklarından , kas gücü fazla olduğundan değil , kadın erkek bir bütün olarak çağdaş eğitim aldıklarından , bilgiye eriştiklerinden ülkelerini yüceltmektedirler . Kadını dışlayan toplumlar cahil kalmaya mahkümdurlar.

 Fazlı KÖKSAL

CESUR VE ÇILGIN BİR KADIN RESSAM

 İlk kadın ressamlarımızdan Mihri Müşfik’in ilginç hikâyesi

“Türk tarihinin en cesur kadını kimdir?” diye sorsalar, pek çok insan kadın kahramanlarımızı sıralar; Tomris Hatun,  Altun Can Hatun, Raziye Sultan,  İparhan (Dilşad Hatun), Terken Hatun, Nene Hatun, Kara Fatma… Bunların hepsi kahraman, cesur kadınlardır… Cesaretleri kelimelerle anlatılamaz…

Dünyanın ilk kadın hükümdarı olan Saka’ların sultanı, büyük savaşçı,  dev pers ordularını mağlup eden kahraman Tomris Hatun’un cesareti tabii ki tartışılamaz…

Tuğrul Beyin tahtına göz diken öz oğlunu zincire vurduran Tuğrul Bey’in savaşçı eşi Altun Can Hatun cesaret timsalidir…

Dönemindeki gelenekleri hiçe sayarak yüzünü örtmeyen, çok iyi kuran okuyan,  yöneticilik yeteneği mükemmel, akıllı, zeki ve şair  Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı Sultan Raziye de Türk Tarihinin en cesur kadınlarından birisidir..

Çin Ordularıyla savaşan, Doğu Türkistan’ın iffet abidesi hükümdarı Dilşad Hatun da cesaretini, hem savaşçılığı ile hem de esareti sonrası hayatındaki dik duruşuyla ispat etmişti…

Asya’nın bir ucundan diğerine orduları sevk eden, beyleri, vezirleri, kadıları, valileri atayan, verdiği emirlere söylenen komutanlara: “bizde savaşan erkeklerdir, ama kime karşı savaşacaklarını kadınlar söyler” diye çıkışan, çok küçük yaştaki çocuğunun tahta çıkmasına fetva vermesi için Halifeyi zorlayan, Selçuklu Hakanı Melikşah’ın eşi, siyaset ve strateji dehası Terken Hatun’un cesaretini tarih tescil ediyor…

Rus işgaline karşı Türk direnişinin sembolü haline gelen Nene Hatun, İstiklal Savaşımızın kadın kahramanları Nezahat Onbaşı, Tayyar Rahime, Domaniçli Habibe, Hafız Selman İzbeli, Halime Çavuş, Satı Çırpan, Şerife Bacı, Kılavuz Hatice, Gördesli Makbule, Yırk Fatma, Faike Hakkı, Göreleli Güllüşan gibi yüzlerce kadınımız da cesaretin destanını yazmışlardır…

Ama bana sorarsanız Türk Kadınlarının en cesuru Mihri Müşfik Hanımdır…

Niye mi?

Yukarıda ismini saydığım ve de sayamadığım kahraman kadınlarımızın hepsi, dinleri, vatanları, devletleri, aileleri için canlarını, hayatlarını, geleceklerini ortaya koymuşlardır. Ancak, hiçbiri, toplumun yerleşik değer yargıları ile mücadele etmek zorunda kalmamış, dışlanmayı da göze alarak topluma meydan okumamıştır.

Mihri Müşfik Hanımın cesareti ise başka türlü bir cesarettir… Deli cesaretidir…Resim yapmayı günah gören, insan resmi yapmayı ise küfre eşdeğer tutan bir toplumda resim yapmaya başlamak,

Kızların ilk mektebe bile gönderilmediği, bir kadının yabancı bir erkekle aynı mekânda kalmasının zina olarak algılandığı bir dönemde saray ressamı İtalyan Zonaro’dan resim dersi almak,

Kadınların komşularına gitmesinin bile sorgulandığı bir dönemde, henüz 17 yaşında bir genç kızken, sanat aşkına, resim aşkına sahte pasaport ayarlayıp, İtalya’ya kaçak gitmek, oradan Fransa’ya geçmek,

Fransa’da ünlü ressamlardan dersler almak, kiraladığı evin bir bölümünü erkek kiracılara kiralamak,Avrupa’nın ünlü kişilerinin portrelerini yapacak kadar ünlenmek, ilk kez bir Papanın resmini yapan Müslüman kadın ressam unvanına sahip olmak,

Yurtdışında sergi açan ilk Türk Kadın ressam olmak,

İstanbul’da Kadınlara yönelik ilk Güzel Sanatlar Akademisini (İnas Sanayi-i Nefise Mektebi) açmak, oranın müdürlüğünü yapmak, Hamamdan topladığı azınlık kadınların nü resimlerini kadın öğrencilerine yaptırmak,

Sultan’ın aynı zamanda Halife olduğu Şeriatla yönetilen, ancak “Şeriat İsterük” çığlıklarının sık sık duyulduğu Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da, özel olarak aldığı izinlerle bayan öğrencilerine polis korumasında da olsa açık havada resimler yaptırmak,

Yaşlı da olsa erkek modellerin resimlerini bayan öğrencilerine yaptırmak, genç erkek modeller için izin alamayınca, arkeoloji müzesinden getirttiği çıplak erkek heykellerini model olarak kullanmak,

Dekolte sayılacak kıyafetlerle oto portrelerini yapmak,

Tevfik Fikret’in cenazesi sırasında mezarına inerek, yüzünün kalıbını çıkarmak ve bu kalıptan yararlanarak Türkiye’de ilk maskı yapmak, Erkek egemen bir toplumda Edebiyatı Cedide’nin erkek sanatçıları ile eşit ölçüde arkadaşlık kurmak,

Çok zengin ve asil bir aileden gelmesine rağmen, sanat uğruna zaman zaman çok zor ve sefil bir hayat yaşamayı göze almak, Bir kadın olarak, bohem bir hayatı tercih etmek, Cesaretin en büyüğü değil midir?

Bugün için bile, toplumun değer yargılarını sarsan, fazla çılgın, uç, aşırı özentili olarak nitelendirilebilecek bu eylemler, canını ortaya koymak kadar, hatta çok daha fazla cesaret isteyen eylemler değil midir?

Ben Mihri Müşfik’in yaşadıklarını öğrenince çarpıldım…  Yaptıklarının bir bölümü değer yargılarımla uyuşmasa da, bu cesur kadına hayran kaldım…

Bu girizgahtan sonra, gelin bu cesur, çılgın, kalıplarına sığmayan kadını tanıyalım:

Mihri Hanım 26 Şubat 1886’de, Kadıköy Bahariye semtinde ailesine ait konakta dünyaya geldi. Babası Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin anatomi hocası aynı zamanda Tıbbiyenin ilk dekanlarından Dr. Mehmet Rasim Paşadır. Saz üstadı da olan Rasim Paşa bir kaç dil bilen, Avrupai bir yaşam tarzını tercih etmiş bir Osmanlı beyefendisidir.

Kışın ikamet edilen Kadıköy’deki konak dışında ailenin Çamlıca’da yazları kullandıkları bir de köşkleri vardır.Rasim Paşa kızlarına edebiyat, müzik ve resim alanında özel dersler aldırmıştır.  Mihri Hanım, bir süre sonra edebiyat ve müzik derslerini bırakarak resim dersleri üzerinde yoğunlaşmıştır.

Mihri Hanım’ın ilk portre çalışması babasının yakın arkadaşı Besim Paşa’ya ait bir karakalem portre çalışmasıdır.  O yıllarda Saray Ressamı olarak görev yapan  İtalyan Fausto Zonaro(1854-1929)’dan aldığı dersler ile  özel resim yeteneğini geliştirir.

Gün geçtikçe Mihri Hanım’da resim bir tutkuya dönüşür. Ancak ülkede güzel sanatlar eğitimi veren tek okul olan Sanayi-i Nefise Mektebine kız öğrenciler alınmadığı için Mihri Müşfik için, bir yolunu bulup Avrupa’da resim dersi almak dışında başka seçenek yoktur.

Mihri Hanım, Fransız Elçisinin esi olan Madam Barrer’in hazırlattığı sahte bir Fransız pasaportuyla bir gemi yolculuğu sonucunda Roma’ya gider. Roma’da bir süre Barrer’lerin evinde kalan Mihri Hanım, Roma’da çeşitli ressamlarla atölye çalışmaları yaptıktan sonra, İtalya’nın eğitimi ve kendini geliştirmesi için yetersiz kaldığını görerek, o tarihlerde sanatın merkezi sayılan Paris’e gider. Paris’te bir ev kiralayarak burayı hem konut hem de atölye olarak kullanmaya başlar. Bir taraftan ünlü ressamlardan dersler alırken, bir taraftan da yaptığı resimleri satarak geçimini sağlar. Kendisine çok büyük gelen evini başka kişilere kiraya vererek ek gelir elde eder. 1911 yılında Paris Güzel Sanatlar okulunda açılan bir desen yarışmasında Mihri Hanım birincilik kazanır. Sorboune’da siyasi bilimler tahsili yapan Müşfik Selami Bey de Mihri Hanım’ın kiracılarından birisi olur. Ev sahibi kiracı ilişkisi kısa sürede aşka dönüşür. Bu aşk kısa bir süre sonra evlilikle noktalanır.

Fransızlarla bir borç anlaşması yapmak üzere Paris’e gelen dönemin Maliye Nazırı Cavit Bey, Paris’teki Türk elçiliğinde düzenlenen resepsiyonda tanıştığı Mihri Hanım’dan çok etkilenir. Onun bilgi birikiminden, eğitiminden ve yeteneklerinden Türkiye’nin mutlaka istifade etmesi gerektiği yolundaki düşüncelerini Maarif Nazırına aktarır. Maarif Nazırının da konuyla ilgilenmesi sonucu, Mihri Hanım 1913 yılında Darülmuallimat’a (İstanbul Kız Öğretmen Okulu) resim öğretmeni olarak atanınca, çift ülkeye döner. Öğretmen okulları o dönem kızların gidebildiği en yüksek okullardır. Mihri Hanım, buradaki öğretmenliği sırasında insancıl yaklaşımıyla, bilgi ve görgüsüyle, giyim tarzı ve kişiliğiyle öğrencileri tarafından sevilen bir öğretmen olur. Birçok öğrencisinin çocuklarına Mihri adını vermesi, bu sevginin ve etkilenişin ölçüsünü göstermesi bakımından önemlidir.

Kızların Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) alınmamaları ve onlara güzel sanatlar eğitimi verecek bir okul olmaması Mihri Hanımı bu konuda arayışa yönlendirir.  Onun hırsı, geniş çevresi ve yoğun girişimleri sonucu Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kızlar bölümü (İnas Sanayi-i Nefise Mektebi) 1 Kasım 1914’de kurulur.

Önceleri Zeynep Hanım Konağının ikinci katında, atölye haline getirilen iki odada eğitime başlayan okul kısa bir süre sonra Bezm-i Alem Kız Sultanisi ’ne taşınır. Okulun Müdireliğine getirilen Mihri Hanım, iki atölyeden birinde hocalık görevini de üstlenmiş, diğer atölyede ise Ali Sami Boyar ders vermiştir, ama zamanla öğrencilerin tamamı Mihri Hanım’ın atölyesinde ders almak isteyince öğrencisi kalmayan Ali Sami Boyar okuldaki görevinden ayrılmak zorunda kalır.

Mihri Hanım, atölye çalışmalarında canlı modeller yanında antik heykelleri de model olarak kullandırmış, ayrıca öğrencilerine açık havada manzara çalışmaları yaptırmıştır.  Mihri hanım, kızların resim atölyesinde çıplak kadın modellerle çalışmasını da sağlanmıştır.  Sanayi-i Nefise Mektebinde erkek öğrencilerin bile çıplak modellerle çalışmaları çok büyük güçlüklerle sağlanabilirken,  kadın öğrencilere böyle bir eğitimi sağlamayı ancak onun gibi cesur, pervasız bir kadın sağlayabilirdi.  Ayrıca arkeoloji müzesinden getirttiği çıplak erkek heykelleri ile de öğrencilerine dolaylı da olsa erkek modelle çalışma imkanı hazırlamıştır… Ancak heykel de olsa öğrencilerini çıplak erkek modellerle çalıştırması tepkiyle karşılanmış, bu konuda Maarif Müdürlüğünce soruşturma açılarak savunması istenmiştir. Mihri Hanım konuya ilişkin savunmasında “Bir hanım mektebine çıplak bir erkek heykelinin kullanılması doğru değil. Ama biz bu hatayı peştamal takarak izale ediyoruz.”  diyerek kendisini savunmuş ve bu savunma kabul görmüştür…  İnas Sanayi-i Nefise Mektebinde bir süre sonra yaşlı ve giyinik olmak şartıyla erkek model kullanmalarına da izin verilmiş, daha sonraları dünyanın en yaşlı insanı olarak ünlenecek olan İstanbul Belediyesinin eski ser hamalı Zaro Ağa, Mihri Şefik’in atölyesinde kızlara modellik yapmıştır.

Öğrencilerinin batı ayarında bir resim eğitimi alması için her türlü imkânı sağlamaya çalışan Mihri Hanım, kız öğrencilerine Topkapı Sarayında, Köprüaltı ve Üsküdar Semtleri ile Gülhane Parkında açık hava çalışmaları yaptırmış, bunun için özel izinler alınmasını sağlamış, öğrencilerin herhangi bir saldırı ve sarkıntılık ihtimaline karşılık polis koruması sağlamıştır.

Atölyede resim yarışmaları düzenleyip dereceye girenleri okul duvarlarında sergileyerek öğrencilerin resme ilgisini canlı tutmaya çalışmıştır. Mihri Hanım öğrencilerine itimat telkin eden güçlü kişiliği, girişkenliği ve cesaretiyle öğrencilerinin gözünde destanlaşmıştır.

Kurulmasına ön ayak olduğu İnas Sanayi-i Nefise Mektebinin, yaşaması için de elinden gelen gayreti gösteren Mihri Hanım,  İnas Sanayi-i Nefise Cemiyeti adlı bir dernek kurarak derneğe gelir sağlamak amacıyla kişisel bir sergi düzenlemiş, sanat çevreleri o sergiye ilgi göstermişlerdir. Ancak söz konusu derneğin bu sergi dışında bir etkinliği olmamıştır.

Mihri Hanım İnas Sanayi-i Nefise Cemiyetinin müdürü olduğu dönemde edebiyat ve sanat çevreleri ile yakın ilişkiler kurmuş,  Dönemin ünlü ressamları İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Fikret Adil, Namık İsmail ile arkadaş olmuş,  Sair Nigar Hanımın evindeki sohbetlere katılmış, Edebiyat-ı Cedide ileri gelenleriyle ve özellikle Tevfik Fikret ile yakın dostluklar kurmuştur. Tevfik Fikret’in resim yapması ve Mihri Hanımın da şiire olan ilgisi bu dostluğu güçlendirmiştir.. Hemen her gün sairi ziyarete giden Mihri Hanım, bes on gün kadar Tevfik Fikret’in Aşiyandaki evinde kalarak şairin portrelerini yapmıştır. Tevfik Fikret bu günlerde kendisini ziyarete gelen eden Rusen Esref Ünaydın’a “Yukarıda bir hanımefendi var, resimlerimi yapıyor. Bilseniz, ‘Rübâb’ı ne kadar güzel okuyor, öyle güzel yorumluyor ki, yazdığım şeylerin bu kadar anlamlı olmasına sasıyorum. Mihri Hanım, bana beni anlatmaya başladı.” Der ve onun resimlerinden övgüyle bahseder…

(Mihri Müşfik-Tevfik Fikret Portresi)

Mihri Müşfik Hanım İstanbul yıllarında yalnız Tevfik Fikret’in değil, aralarında yabancı ülke elçilerinin de olduğu pek çok ünlünün portresini yapmıştır, Türk resim Sanatının önemli isimlerinden Hale Asaf da, teyzesi Mihri Hanım’dan ilk resim derslerini bu dönemde almıştır. Güzin Duran, Nazlı Ecevit, Aliye Berger, Fahrelnisa Zeid, Belkis Mustafa, Sabiha Bozcalı gibi pek çok ünlü kadın ressamımız Mihri Müşfik hanımın öğrencisidir.

Tevfik Fikret ve Mihri Müşfik ilişkisinden bahsetmişken, Tevfik Fikret’in öldüğü gün yaşananları da aktarmak gerek: 5 Ağustos 1915 gecesi Tevfik Fikret’in ölümünü haber alan Mihri Müşfik siyah çarşafına bürünerek Aşiyan’a gelerek sairin odasına girer ve cesedin üzerine kapanarak hıçkırıklarla ağlar. Mihri Hanım, Tevfik Fikret’in en yakın arkadaşı Rıza Tevfik’ten ve Fikret’in eşinden Tevfik Fikret’in maskını yapmak için yüzünün kalıbını almak için izin ister. Onayın verilmesi üzerine yanında getirdiği alçı ve vazelinle -bazı kaynaklarda balmumu ile- herkesin gözü önünde Tevfik Fikret’in yüzünün kalıbını çıkarır. (Bazı kaynaklar, yüzün kalıbını çıkarma eyleminin mezarın içinde gerçekleştiğini ileri sürmektedirler.) Bu kalıbı kullanarak İslam dünyasında bilinen ilk ‘mask’a imza atar.

Mihri Hanım,  İnas’ta dört yıl aralıksız eğitim verdikten sonra İtalya’ya gider. Mihri Müşfik’in İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinin tutuklanmasına müteakip, Mihri Hanımın yakın dostları Hüseyin Cahit Yalçın ve Cavit Bey’in tutuklanmasından sonra, onları ziyaret etmesi ve bunun üzerine basında aleyhinde yazılar çıkması, nedeniyle bu tutuklamaların kendisine kadar uzanacağı endişesine kapılması İtalya’ya gidişinin gerekçesi olarak gösterilmektedir. Bir yıl sonra yurda dönen Mihri Hanım iki yıl daha İnas Sanayi-i Nefise’de eğitim verdikten sonra işgalcilerin, kolluk güçlerinin ve tutucu güçlerin baskılarına dayanamayarak,  hem esinden hem de görevinden ayrılarak tekrar İtalya’ya gitmiştir.

1922 yılında bir süre Türkiye’ye dönen Mihri Müşfik,  Büyük Zaferin (9 Eylül 1922) ardından Atatürk’ün Mareşal üniformasıyla ayakta gösteren bir resmini yapmıştır. Mihri Hanım eserini Çankaya’ya götürerek Atatürk’e sunmuş, Ankara Halkevi Koleksiyonu içinde yer alan eser daha sonra Yugoslavya Hükümetine armağan edilmiştir. Bir süre Belgrat kalesindeki müzede sergilenen tablonun su an nerede olduğu bilinmemektedir.

Mihri Müşfik-Atatürk Portresi

Paris’teki bohem yaşantıyı İstanbul’da da sürdüren Mihri Hanım ve Müşfik Bey’in evlilikleri kıskançlıklar ve dedikoduların da etkisiyle 1923 yılında sonlanmıştır. Mihri Müşfik Hanım 1911 yılından boşandıkları tarihe kadar,  sanat çevrelerinde soyadı gibi kullandığı eşinin ismiyle, Mihri Müşfik olarak ünlenir. Boşandıktan sonra resmi evraklarda ve tablolarda Mihri Rasim imzasını kullanmasına karşılık, sanat çevrelerinde yine Mihri Müşfik ismiyle anılır.

Mihri Hanımın İtalya’daki dostlarından biri olan ressam Renato Brozzi onu dostu olan İtalyan sair Gabriele d’Annunzio ile tanıştırmış, sanatçı d’Annunzio’nun portresini yapmak istemiştir. Nüfuzlu bir kişilik olan d’Annunzio’nun girisimleri, Mihri Hanımı Papa XV. Benecditus’un huzuruna kadar çıkartmış, hatta Papa’yı Mihri Hanım’a poz vermesi için ikna etmiştir. Yüksek bir ücret karşılığında Papa XV. Benecditus’un portresini yapmış olan sanatçının eseri bir süre Vatikan müzesinde sergilenmiş, Mihri imzalı bu portre daha sonra kaldırılmıştır.

Bu çalışması ile Mihri Hanım Papa’nın resmini yapan ilk Müslüman kadın ressam olarak ünlenmiştir.

Çingene adlı tablosu Louvre Müzesine kabul edilmesi onu mutlu etmiş, ancak kız kardeşinin ölümünden sonra Paris’te yaşamak istemeyerek 1926 veya 1927 yılında ABD’ye yerleşmiştir. Burada Kitap kapağı tasarımı yaparak ünlenen ve geçimini resim yaparak sağlayan sanatçı 1928 yılında New York’ta kişisel bir sergi de açmış ve Amerika’da  sergi açan ilk Türk sanatçısı olmuştur. Bu sergiye ilişkin haber 26 Aralık 1928 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer almıştır. Mihri Müşfik,  ayrıca 1938-1939 ve 1943 Dünya Sergilerine katılmıştır

Mihri Müşfik-Çingene İsimli Tablo (Louvre Müzesinde)

Mihri Hanım Amerika’da sürekli kalabilmek için Amerikalılarla anlaşmalı evlilikler yapan Mihri Hanım Amerika’da başkonsolos olan Mehmet Ali Yükselen’e başvurarak  “Ben bu memlekette kalabilmek için bir koca kiralamaya mecbur oluyorum. Param yabancılara gidiyor. Türk talebeler arasında da elbette muhtaçlar vardır. Siz delalet edin de onlardan birini koca diye kiralayayım, kira parası yabancıya gitmesin.” Şeklinde teklifinde bulunur, ama bu teklif kuralcılığıyla tanınan başkonsolos tarafından reddedilir.

Mihri Hanım kitap kapağı resimlemesinin yanı sıra Amerika’da zengin ailelerin çocuklarına özel resim dersleri vererek buradaki geçimini sağlamıştır. Bir süre New York,   Washington ve Chicago’da bazı üniversitelerinde konuk resim profesörü olarak dersler vermiş, hatta kürsü başkanı olmuştur. 

Çılgın, sıra dışı ve kural tanımaz bu kadının hayatı 1954 yılında New York’ta yalnızlık içinde son bulur…

Türkiye’de 32, İtalya’da 36, Fransa’da 23 ve Amerika’da 60’ı aşkın olmak üzere, 150 dolayında eseri kayıt altına alınmıştır.

Tüm biyografik çalışmalarda doğum tarihi günü gününe belirtilmesine karşın, ölüm tarihinin bırakın gününü, ayının bile bilinmemesi, sanata karşı duyarsızlığımızın ilgisizliğimizin göstergesi değil midir?

Mihri Hanım hayatı hakkındaki bazı bilgilerde kaynaklar arasında ciddi tutarsızlıkların olduğu görülmektedir. Örneğin; Bazı kaynaklar Mihri Hanım’ın 17 yaşında iken bir İtalyan müzisyene âşık olarak onun ardından İtalya’ya gittiği iddiasına yer verse de, çoğu güvenilir kaynak bu iddiayı doğrulamayarak, resim tahsili yapmak amacıyla Paris Sefirinin eşinin temin ettiği sahte pasaportla yurtdışına gittiği belirtilmektedir. Ben de ikinci tespitin daha doğru olduğu kanısına vardım. Keza; yakın zamana kadar yayınlanan çoğu kaynakta, ABD’deki son yıllarının yoksulluk ve fakirlik içinde geçtiği ve yoksullar mezarlığına gömüldüğü iddia edilse de Murat Bardakçı bu iddiaları çürütmüş, Mihri Hanım’ın yokluk içinde yaşamadığı, son yıllarını da oldukça iyi şartlar altında sürdürdüğünü ortaya koymuştur. Mihri Hanım’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçip geçmediği hususu benim için bir soru işareti olarak kalmıştır.

Bu yazıyı yazarken hep şunu düşündüm; yönetmen olsam, mutlaka bu çılgın kadının hayatını filme almak isterdim…

Kaynakça;

ARSLAN Necla, “Mihri Müsfik”, Eczacıbası Sanat Ansiklopedisi, C.II,Yapı Endüstri Merkezi Yayınları,  İstanbul 1997, s.1244.

CANER Emre, Mihri Müşfik Hanım’ın İzinde, Kapı Yayınları, 2011

Cumhuriyet Dönemi Türk Resim Sanatı, Sanalmüze.tcmb.gov.tr

SEYRAN Emine, Mihri Müşfik  Yaşamı ve Sanatı, Marmara Üniversitesi Türkiyat Arastırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2005

TANSUĞ, Sezer, Çağdaş Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1986

TOROS Taha, İlk Kadın Ressamlarımız, Akbank Yayınları,  İstanbul 1988.
TUNA Mahinur, İlk Türk Kadın Ressam Mihri Rasim (Müşfik) Açba, As Yayın 2007

SİSLİ Nesli, Türkiye’de Cumhuriyet Öncesi-Sonrası Kadın’ın Konumu Ve Baskıresim Alanındaki Varlıkları Hakkında Bir Analiz,  Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Baskı Sanatları Anasanat Dalı, Haziran 2005, Eskişehir, s.28-31

5th April, FAZLI KÖKSAL tarafından yayınlandı

http://fazlikoksal.blogspot.com/2018/04/cesur-ve-cilgin-bir-kadin-ressam-ilk.html

This entry was posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN, Genel Kultur, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *