AKIL FİKİR YAZILARI * Orduyu yayarak düşmana karşı koymak! Bunu yapan siyasi kadro ya cahildir ya emir kuludur * Cahil siyasetçi uzun vadeli sonuçları algılayamaz, fakat kısa vadede uyanıklığa soyunabilir. Uyanıklık, kesinlikle akıllılık ve fazilet göstergesi değil, kör cehalet ve hıyanet işaretidir. Uyanık siyasetçi cahiller yığınının güdülemesinin çok kolay olacağını düşünerek, cehalete prim verir.

Sayın Arslan BULUT’un yazısında alıntı yaptığı sayın
Prof.Dr. İzzettin ÖNDER’in söz konusu yazısı da aşağıdadır. A.K.

Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
27 Kasım 2018

Orduyu yayarak düşmana karşı koymak!

Önder’in diğer tespitleri şöyle:

-Eğitimin yapıtaşları öğretmenlerdir. Ne hazindir ki, geleceğin beyinleri olacak çocuklarımızı boş zamanlarında pazarcılık yaparak geçimini idameye zorlanan öğretmenlere teslim etmekteyiz.

-Böylesi toplumsal cinayeti işleyen siyasi kadro ya cahildir, ya emir kuludur! Cahil siyasetçi uzun vadeli sonuçları algılayamaz, fakat kısa vadede uyanıklığa soyunabilir. Uyanık siyasetçi cahiller yığınının güdülemesinin çok kolay olacağını düşünerek, cehalete prim verir.

-Cehalet içindeki toplumlar oluşumların arka planını göremeyeceğinden ülke üzerindeki oyunları da anlayamaz. Günümüzün savaş araçlarını anlayamayan cahiller yığını, ülkesi fark edilmeden ve anlaşılamadan ekonomik alanda işgal edilirken de,yeni sahiplerinin hizmetine koşulurken de uyanamaz. İşte emperyalistin istediği tam da budur.

– Böylesi acımasız savaşa direnebilen tek savunma ordusu basiretli öğretmen ve araştırmacılardır. Öğretmenini ve araştırmacısını aşağılayan, harcayan bir ulus emperyalizme teslim olmaya mahkûmdur.

Siyasi partilerin, ülke üzerinde oynanan oyunları topluma gösteren ve buna karşı çözümler üretebilen kadrolardan oluşması gerekir değil mi?

Peki Türkiye’deki tablo nedir?

Türkiye’de çok partili hayata geçişten sonra siyasi partiler, emperyalistlerin boyunduruğu altına girdiklerini, milli, dini veya sosyal idealleri kullanarak örtmek ve gizlemekle meşgul olmuştur. Milliyetçileri temsil edenler Türk milletine, İslamcılığı temsil edenler İslâm dünyasına, sosyal adaleti temsil edenler çalışanlara ihanet etmektedir ama cahilleştirdikleri kitlelerin büyük çoğunluğu oynanan oyunu görememektedir.

Kurulan sistem, gerçekten milli bir siyasi yapı kurulmasına karşı da tedbirler almakta ve yeni hareketleri de işin başında kontrol etmekte ve toplumun nefes borularını kesmektedir.Medya da kurulan sistemin parçası haline getirilmiştir. Güçlü bir medya ağı oluşturmak ekonomik güç gerektirdiğinden, kaynaklar da zaten sistem tarafından dağıtıldığından çıkış yolları tıkanmaktadır.

Şimdi sosyal medya sistemi, alternatif gibi görülse de emperyal projelerin temsilcisi olan siyasi kadrolar, onu da tamamen kontrol etmenin yollarını aramaktadır!

Peki çıkış yolu nedir?

Çıkış yolu, milli endişesi olan aydınların, bu tür yapılara karşı güçlerini birleştirmeleri değildir. Çünkü böyle olduğunda hedef haline getirilmekte, medya, emniyet ve yargı üzerinden iftira ve suçlama yöntemi ile toplum nezdinde etkisizleştirilmektedirler.

O halde Bilge Kağan’ın Orhun yazıtlarında dediği gibi “orduyu yayarak düşmana karşı koymak” gerekir.Veya Atatürk’ün dediği gibi “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır!”

Buradaki “ordu” kavramını “silâhlı ordu” diye göstermek isteyenler olabilir! Ben, yurdun her köşesinde oluşturulacak üç kişilik, beş veya onbeş kişilik “düşünce timleri”nden bahsediyorum!

Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, bir toplantıda “Askeri stratejide sıklet merkezine ne kadar güç yığarsanız yığın, az gelir.” demişti.Fakat günümüzdeki mücadele öyle bir noktaya geldi ki önce siyasi partileriniz eliyle devletiniz ele geçiriliyor, sonra da devletinizin bütün kurumları, milleti çökertmek için kullanılıyor!

İktidarlara karşı güçlerinizi birleştirerek mücadele ettiğinizde de devlete karşı mücadele ediyorsunuz gibi suçlanıp, mahkûm ediliyorsunuz! Yani çabalarınız boşa gidiyor. O halde herkes kendisini veya kendi grubunu sıklet merkezi kabul ederek yani “aklını kullanarak” mücadele etmelidir! Başarı kesindir! (1)

İzzettin Önder
Odatv.com
26.11.2018

Bunu yapan siyasi kadro ya cahildir ya emir kuludur

Eğitime gereği biçimde önem vermediği içindir ki, Osmanlı İmparatorluğu zamanın gelişen teknolojisinde öncü olmayı bir tarafa bırakalım, yapılan aşamaları dahi izleyememiş ve sonunda parçalanmıştır. İmparatorluğun son dönemlerine doğru İmparatorluğun çekirdeğinde, Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde açılmış emperyalist amaçlı okullara da genellikle Müslüman ahali dışındakilerce rağbet edilmiş ve bu kaynaktan da, akıllıca kullanmak şartıyla, yararlanılamamıştır. Cehalet öyle boyutlarda yaşanmıştır ki, her fırsatta derin üzüntü ile söylediğim gibi, “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” türküsü, özü anlaşılmadan neşe ile söylenir hale gelmiştir. Cehalet bir kere toplumda yaygınlaştığında, cahillik anlaşılamaz, anlaşılamayan bir konuda da geliştirici önlem alınamaz.

İkinci Paylaşım Savaşı bu konuda tarihte çok büyük öğreti olmuştur. İkinci Paylaşım Savaşı’nda Hiroşima ver Nagazaki tarihte ilk ve umalım son defa atom bombası hücumuna maruz kalmıştır. Nükleer silahla olmamakla beraber, aynı dönemde Almanya’da da bazı kenteler de benzer yıkıma uğramıştır. Fakat bunların onarılması ve yeniden ayağa kaldırılmaları, güç olmakla berber, başarı ile gerçekleştirilmiş. Kentlerin yeniden inşasıyla yaşam kısa sürede ekonomisi ile rayına oturtulmuştur. Bunun tek sebebi, o ülkelerde nükleer de olsa bombaların tahrip edemediği beyinler vardı. Günümüzde emperyalistin çökertmek istediği ülke üzerinde kullanacağı tahrip edici güç nükleer değil, eğitim gücüdür. Nükleer güç beyni öldüremez, ama eğitimin çökertilmesi beyni uyuşturur ve kafasında uyuşturulmuş beyni taşıyan insanı emre itaate hazır birer “kurşun asker” konumuna indirger. Bir emperyalist için bundan daha büyük bir zafer düşünülebilir mi?

BUNUN BEDELİ BEYİN KAYBI OLMAMALIDIR

Eğitimin yapıtaşları öğretmenlerdir. Ne hazindir ki, geleceğin beyinleri olacak çocuklarımızı boş zamanlarında pazarcılık yaparak geçimini idameye zorlanan öğretmenlere teslim etmekteyiz. İnsanın ilk karakter şekillenmesi aile içinde ve özellikle de eğitimin ilk aşaması olan ilkokulda gerçekleşmektedir. İlkokul sistemimizin temel direğini kendisini mesleğine vermiş ve geleceğini mesleğinde gören öğretmendir. Sözleşmeli öğretmen bütçe harcamalarını kısar, ama ondan daha şiddetle toplumun beyinsel ve düşünsel kapasitesini törpüler. Harcanan para karşısında doğanın büyük mucizesi olan beynin israfı birbiri ile mukayese kaldırır konular değildir; bu iki olgunun birbiri ile mukayese edilmesini bir tarafa bırakalım, bir arada ele alınmaları dahi akla zarar konulardır..

Bütçe görüşmelerinde bu konular ele alınır, harcama tasarrufuna gidilebilir. Kimileri de, belki de seçebilecekleri son meslek olarak da olsa, bu alanı geçim gailesi olarak tercih edebilir. Böyle bir tercihe öğretmen adayları zorlanıyorsa, bilmeliyiz ki, bütçede yapılan her kuruş tasarruf, toplumsal beyin oluşumunda, ileride telafisi çok zor, hatta olanaksız milyarlara mal olmaktadır. Bütçelerde tasarruf edilecekse, bunun bedeli beyin kaybı olmamalıdır.

Peki, bir ülkenin siyasi kadrosu böyle bir toplumsal cinayeti nasıl işler? Böylesi toplumsal cinayeti işleyen siyasi kadro ya cahildir, ya emir kuludur! Cahil siyasetçi uzun vadeli sonuçları algılayamaz, fakat kısa vadede uyanıklığa soyunabilir. Uyanıklık, kesinlikle akıllılık ve fazilet göstergesi değil, kör cehalet ve hıyanet işaretidir. Uyanık siyasetçi cahiller yığınının güdülemesinin çok kolay olacağını düşünerek, cehalete prim verir. Cahil-uyanık siyasetçidir ki, emperyalistin komutuna uygun davranarak, toplumu cehalete iterek, üzerinde gerçekleştirilecek sömürüyü kolaylaştırır. Toplum yaşadığı evrede bu süreçleri kolayca idrak edemez, fakat böylesi toplumsal yıkıma hizmet eden siyasetçi yıllar sonra tarihe “hain” olarak geçer.

Eğitimin temel taşlarını oluşturan öğretmenlerin fedakâr olarak anılması, kara leke üzerine bir kat cila sürerek hatayı kapatmaya yöneliktir. Öğretmenler de bir meslek yapmaktadır, aynen doktorlar, avukatlar ya da sair meslek insanları gibi. Neden diğerleri meslek sahipleri değil de, öğretmenler fedakâr meslek sahibi olarak anılır, anlaşılır gibi değildir! Öğretmenleri fedakârlık katından indirip, makul ücretle kalıcı ve onurlu meslek sahibi yapalım. Çünkü öğretmenlik anlık oluşumun pratiğe dönüşüm sürecinin çok ötesinde, uzun yıllar içinde oluşan, devamlı oluşum halinde gelişen bir pratiktir. Her yaşam deneyimi öğretmeni oluşturur, olgunlaştırır. Öğretmenlik, mevsimlik ve sözleşmeli bir meslek olamaz.

“ÖĞRETMENİNİ VE ARAŞTIRMACISINI AŞAĞILAYAN BİR ULUS…”

İlköğretim aşaması karakter ve davranış oluşturma, yükseköğretim aşaması ise bilimsel araştırma ve topluma yayma aşamasıdır. Tüm bu alanlarda meslek yapan insanlar mesleğini yaparken, toplumsal itibar yanında, yaşam gailesi içinde olmadan, mesleğini huzurla sürdürebilecek garantilere sahip olmalıdır. Yükseköğretim kurumlarında çalışan araştırmacılar da ders yükü ile boğuşmak durumunda olmamalıdır. Öğretim üyesinin asıl görevi araştırmadır, öğretim ikincil görevidir. Çok sayıda üniversite ile övüneceğimize, öğretim üyelerimize sağladığımız yeterli araştırma zamanı ve olanaklarla ile övünmeliyiz. Böylesi yaşam ve çalışma koşullarının sağlanmadığı durumda ülke kalkınması salt fabrika ya da tünellerle gerçekleştirilemez.

Cehalet içindeki toplumlar oluşumların arka planını göremeyeceğinden ülke üzerindeki oyunları da anlayamaz. Örneğin, böylesi cehalet ortamında döviz kuru üzerinde yapılan manipülasyonla ülkenin kurum ve/veya kaynaklarına el koyulma süreci anlaşılamadan, önce ekonomi el değiştirerek yabancılaşır, saniyen bizzat ülke halkı ülkeye yabancılaşır. Çağımızın savaşları ticaret ya da kur savaşlarıdeğildir. Ticaret ya da kur oynamaları savaş silahlarıdır. Söz konusu silahlarla gerçekleştirilen saldırıların anlaşılıp, gerekli savunmanın yapılması insan yığınını değil, eğitilmiş kaliteli insan toplumunu gerektirir. Günümüzün savaş araçlarını anlayamayan cahiller yığını, ülkesi fark edilmeden ve anlaşılamadan ekonomik alanda işgal edilirken de, yeni sahiplerinin hizmetine koşulurken de uyanamazlar. İşte emperyalistin istediği tam da budur. Geçmişin sömürgeciliği görünür olduğundan mücadeleyi çağırıyordu. Günümüzün emperyalizmi ise, sömürgecilikten çok daha alt tabakalara inen derin sömürüdür. Bu sömürünün suhuletle gerçekleştirilebilmesi için kullanılan narkoz ise içi boşaltılmış eğitim sistemidir. Böylesi acımasız savaşa direnebilen tek savunma ordusu basiretli öğretmen ve araştırmacılardır. Öğretmenini ve araştırmacısını aşağılayan, harcayan bir ulus emperyalizme teslim olmaya mahkûmdur. (2)

(1) https://www.yenicaggazetesi.com.tr/orduyu-yayarak-dusmana-karsi-koymak-49775yy.htm
(2) https://odatv.com/bunu-yapan-siyasi-kadro-ya-cahildir-ya-emir-kuludur-26111838.html
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, AKIL FİKİR YAZILARI, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *