EĞİTİM * Tuttuğumuz yol Atatürk’ün yoludur * Öğretmenimizi beyaz saçlı, dudaklarının üzerinde beyaz küçük bir bıyığı olan, yelekli takım elbise ve yeleğinde köstekli saati olan, bize sevgi ve gülümseme ile bakan biri olarak hatırlıyorum.  O zaman kalemtıraş olmadığı için kalemimiz kırıldığı veya kısaldığında önünde sıraya girerek ona çakısıyla her birimizin kalemlerimizi sabırla ve hiç şikâyet göstermeden açtığını da hatırlıyorum

Cumhuriyet / Olaylar ve Görüşler
27 Kasım 2018 Salı /  Prof. Dr. Cengiz Kuday

Tuttuğumuz yol Atatürk’ün yoludur

“Candan aştık cehle karşı bir savaş / Ey bu yolda ant içen genç arkadaş! / Öğren, öğret hakkı, halka gürle coş, durma koş. / Şanlı yurdum her bucağın şanla dolsun. / Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.” 

Bu dizeler İsmail Hikmet Ertaylan’ın öğretmen marşından alınma dizelerdir. 1949 yılında Kütahya Gazi İlkokulu’nda öğretime başladım. Öğretmenimizi beyaz saçlı, dudaklarının üzerinde beyaz küçük bir bıyığı olan, yelekli takım elbise ve yeleğinde köstekli saati olan, bize sevgi ve gülümseme ile bakan biri olarak hatırlıyorum.  O zaman kalemtıraş olmadığı için kalemimiz kırıldığı veya kısaldığında önünde sıraya girerek ona çakısıyla her birimizin kalemlerimizi sabırla ve hiç şikâyet göstermeden açtığını da hatırlıyorum. İlkokulun daha birinci sınıfında bize Türkçemizi öğretmeye çalışırken fiil-zarf, zarf tamlaması tarif ettiğini hiç unutmuyorum.

Unutulmaz Halkevi 
Henüz 2. sınıfta iken Kütahya’ mızın tarihini bize gezdirerek gösterdi ve anlattı. Bu surların Romalılardan, şu kalenin Selçuklulardan, şu camiin Osmanlılardan, şehrin dışındaki mahallelerin, Frigyallardan kaldığını göstererek anlattı, öğretti. Bizi, şehrin köklü ailelerinin evlerine götürerek örneğin “Bu Germiyanoğullarından geliyor. Daha evvel şehrimizin sahibi; Germiyanoğulları idi” diyerek anlattıkları, bugün de aklımdadır. Henüz ilkokul 2. sınıfında bize tarihi tanıştırmakla yetinmeyip, sevdirdiğini de, o ilkokul yıllarımda değil ama, ancak ileride, lise yıllarımda anlayabildim. 25 kişilik sınıfımıza çinilerin nasıl yapıldığını da o gösterdi, çocukluğumuzun unutulmaz Halkevi’ne götürerek bizi klasik müzik dinletisiyle de o tanıştırdı. 

Daha sonra ebeveynlerimiz dolayısıyla tayinle gittiğimiz İzmir Buca’daki Çakabey İlkokulu’ndaki her zaman sevgi ve saygıyla andığım Hanım öğretmenimiz… Yüzü bugün bile gözlerimin önünde olan bu öğretmenimizin, okulun müzik odasında bize mandolin çalmayı öğretirken, bir yandan da, çocuklar için bestelenmiş klasik müzik parçaları dinlemeye götürürdü. Öğretmenlerimiz, öğretimleri yaparak, deneyerek öğretiyorlardı. Alıştırmak için yaptığı uğraşları da unutamıyorum. Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’e geldiğinde orada kaldığı söylenen ortaokulumuz da, okul anılarım arasında önemli bir yer tutuyor. Binanın girişindeki kocaman bir havuzun tam ortasında, mermerden yapılmış bir Afrodit heykeli yükseliyordu. Bahçede ise mitolojik kahramanların bire bir bronz heykelleri, her ders için farklı dershaneler, sedef kakmalı şöminelerin süslediği sınıflarımız vardı. Öğretmenlerimiz, öğretimleri yaparak, deneyerek öğretiyorlardı. Her yıl bütün mevsim boyunca sorumluluğumuza emanet edilen çiçek ve sebze tarlalarımız vardı. Öğretmenlerimiz bize, bu tarlalarda sebzelerin ve çiçeklerin nasıl yetiştirildiklerini, bakımlarının nasıl yapıldığını, buraları nasıl geliştireceğimizi durmadan, yorulmadan, sabır ve hoşgörüyle öğretiyorlardı.

İzmir Atatürk Fen Lisem 
Bugün üniversitede ders veren, öğrenci yetiştiren ve ameliyatlar yapan deneyimli bir beyin cerrahıyım ama… İlk cerrahi deneyimim olan bir kurbağanın karnını açarak iç organlarını ilk kez okulda “disseksiyon” dersini gördüğümü çok iyi biliyorum. Elişi atölyemizde bize tahta oymayı, kâğıt hamurundan heykel yapmayı, ipliklerden hamak, kilim yapmayı öğretmeye çalışan öğretmenlerimizi şimdi yalnızca saygıyla değil, minnet ve şükranla da anıyorum. Her birimizin önünde notalarımızı koyduğumuz açılıp kapanan tek kişilik masalarımız, içinde kuyruklu bir piyanonun, eskiden kalma bir orgun, onlarca sayıda taş plağın ve eski bir gramofonun olduğu bir müzik odamız vardı. Müzik hocamızın bize piyanoda “Ateş dansı” adlı parçayı çalarak ilk klasik piyano dinletisi deneyimim, biraz güçlükle de olsa, çift sesli korolarda bize şarkı söyletirken gösterdiği hoşgörüsü yanısıra, “Bir kez daha deneyelim… Başaracaksınız” diyerek desteği, yaşamım boyunca gözlerimden ve kulaklarımdan ve hatta gönlümden hiç gitmedi.

Yüzyılın başında yapılmış ve bir sanat yapıtı olan ilk demiryolu istasyonumuzdan kalkan, yazın her iki tarafı açık vagonlarında bordo renkli kadife perdeler olan trenimizle her sabah Alsancak istasyon yolu ile gittiğim saray yavrusu muhteşem İzmir Atatürk Lisem, tüm heybetiyle şimdi anılarımdaki yerinde duruyor. Bir yıl boyunca İzmir’in nasıl işgal edildiğini, o günlerde çocuk gözü ile gördüklerini ve çocuk yüreğiyle yaşadıklarını, bizde bir polisiye dizisi izliyormuşuz gibi “Acaba yarın ne olacak, ne anlatacak?” merakı uyandırarak anlatan “Şeker” takma adlı tarih hocamız da o tatlılığıyla anılarımızdaki okulumuzda bizi bekliyor gibi, bugün de…

Cumhuriyetin öğretmenleri 
Ya “Baba” takma adlı edebiyat öğretmenimiz? O da anılarımdaki İzmir Atatürk Lisesi’nde şimdi, bir an önce sınıfa girmemizi ve derse başlamasını bekliyor… Bugün de tüm sınıf ısrar edersek, bizi belki yine “Deniz kıyısındaki krallığa” götürür ve orada Edgar Allen Poe’nun Annabel Lee’siyle buluşturur… O duygulu şiiri okurken yine, Annabel Lee’yi karşısında görüyormuş gibi sesi yine titreyecektir, gözleri yine buğulaşacaktır, kuşkusuz. 
Beden eğitimi dersinde, o dersin sıradan bir ders olmadığını, tam tersi, insanı terbiye eden bir disiplin bilinci ve ahlakı aşılayan çok önemli bir ders olduğunu öğrendim. Okulun ilk günlerinde öğretmenlerimize “Muallim Bey”, “Muallime Hanım” diye hitap ederdik. Giderek onlara “Öğretmenim”, “Hocam” demeye başladık; kendilerini daha yakından tanıdıkça, her birinin, şükranla andığımız birer “mümtaz” kişiler olduklarını “keşfettik”.

Vasat öğretmen 
Atatürk’ün Cumhuriyetimizin öğretmenlerini, öğrencilik yıllarımızda şöyle nitelerdik: Vasat öğretmen: Anlatır; İyi öğretmen: Açıklar; Usta öğretmen: Gösterir; Büyük öğretmen: İlham verir. Benim öğretmenlerim hep “ilham” verdiler. Onların şahsında bütün öğretmenleri selamlıyor ve önlerinde saygı ile eğilerek geçen haftalarda bir konuşma için davet edildiğim lisemdeki bir gözlemimi anlatmak istiyorum: 

“Kapıdan girerken dış duvarlarda asılı “Gurur tablosu” adlı listelere baktım. Geçen yıl mezun olan öğrencilerin hemen hepsi, çok önemli üniversite ve yüksekokullara girmişler. Eskiden olduğu gibi başarı oranları hâlâ çok yüksek. Onlarla gurur duydum. Sonra 51 yıl önceki sınıflarımıza baktım. Hiçbir şey değişmemiş, her şey olduğu gibi korunmuştu. Duvarlar hâlâ Atatürk’ün güzel sözleriyle süslüydü. Biraz ötede, sevgili lisemin marşı, her zamanki pirinç levhasında, her zamanki parlaklığıyla, yine ışıl ışıldı: “Biz bağlıyız gönülden sevgili Lisemize tuttuğumuz yol Atatürk’ün yoludur.” Bir yenilik dışında, hiçbir şey değişmemişti. Lisemde şimdi, kız öğrenciler de vardı. Hepsinin yüzleri aydınlıktı ve hepsi de geleceğe güven ve neşeyle bakıyorlardı.  Okul müdürü beni, konuşma yapacağım salona götürdüğünde, salondaki kızlı erkekli öğrencilerin, bana değil ama müdürlerine saygıları nedeniyle ayağa kalkmalarını bekledim. Fakat hiçbir öğrenci, değil ayağa kalkmak, yerinden kıpırdamadı bile. 51 yıl sonra gittiğim okulumda gözlemlediğim bu değişiklik, beni çok şaşırttı. Doğruluk payı varmış meğer, halk arasında dolaşan “Okullar çok değişti” sözünde…  “

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1152527/Tuttugumuz_yol_Ataturk_un_yoludur.htm

This entry was posted in ATATURK, EĞİTİM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *