İnsanlık tarihi içinde ; TÜRKLER VEYA MOĞOLLAR ” Prof. Dr. Anatoly Olovintsoy

Turgay TÜFEKÇİOĞLU
Turgayt@zeytursan.com.tr

TÜRKLER VEYA MOĞOLLAR “

Prof. Dr. Anatoly Olovintsoy

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ için tarihimiz geleceğimizdir. Tarihimizi öğrenmek ve düşünmek geleceğimizi garanti altına almak için hayati önem taşımaktadır.

Bilim dünyası insanlığın son 300.000 yılını Kuzey Afrika’da Fas’ta bulunan insan fosiline dayanarak bilmektedir.300.000 ile 75.000 yılları arası insanlığın avcı toplayıcı olduğu dönemdir.Bu dönemde insanlık ancak biyolojik bedenini koruyacak düşünceye sahiptir. Yiyecek bulma, yırtıcı hayvanlara yem olmama ve üreme gibi içgüdüler ile yaşamını sürdürmüştür.

Bilim Dünyası,75.000-12.000 yılları arasındaki son buzul çağında yaşanmış olan olumsuz iklim şartları sonucunda insan sayısının 2.500’lere kadar azaldığını kabul etmektedirler. Dünyamızda yaşanan son 2,5 milyon yılın en büyük tabiat olayı Toba yanardağı patlamasıdır. 75.000 yıl önce patlayan Toba Yanardağ’ından püsküren 6 milyar ton kükürtdioksitin sebep olduğu sülfür gazlı asit yağmurlarının on yıldan uzun bir süre sürmesinin dışında birde 30 cm lik kül tabakası Hindistan ve Çin Coğrafyası başta olmak üzere bölgeyi kaplamış ve tüm canlıları öldürmüştür. Deniz suyu ısısında 10 derece karalarda 15 derece dünya ortalama ısısında 6 derece ısı düşüşü olmuştur. 1.000 yıl sert etkisini gösteren son buzul çağının getirdiği ağır yaşam koşullarının etkisinden en önce çıkan ve insanların yaşamasına uygun iklim koşullarını veren bölge, Asya Coğrafyasıdır. 12.000 yıl önceden başlayan iklim koşullarının normalleşmesi ile buzulların erimesi sonucunda nehirlerde ve iç denizlerde bol tatlı su olması ve geniş bozkır topraklarının hayvancılık ve tarıma uygun oluşu Asya’da D.Ö. 12.000 ler den başlayarak hızlı nüfus artışına sebep olmuştur.

İnsanlık, İsa’nın doğumdan önceki 50.000 li yıllara kadar biyolojik düşünmesinin tesiriyle yalnız içgüdüleri ile hareket ederken hayvani (içgüdüsel)düşünme dışında da düşünmeye başlamıştır. Bunda son buzul çağında insanların soğuktan korunmak için mağaralarda uzun zaman geçirmelerinin ve toplum halinde bir arada yaşamalarının tesiri büyük olmuştur.İnsanların mağaralarda yaptıkları resimler bu düşünmelerinin eserleridir.

İsa’dan önceki 10.000’li yıllarda insanlarda ‘’Tanrısal Düşünme’’nin başladığı dönemdir. Bu düşünmenin başladığı coğrafyalar Türklerin ata topraklarıdır. İnsanlık için düşünme dönemlerinin önemi konuları için Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ’nin‘’Cağımız ve Türkiye’’ kitabının okunmasını önemle tavsiye ederim.

Son buzul çağının bitmesi ile coğrafyanın uygunluğu yanında Asya’daki geniş ovalarda ulaşımı kolaylaştıran atın ehlileştirilmesi gibi gelişmeler insanlar arasındaki iletişim ve sosyalleşmeyi kolaylaştırmış bunun en belirgin etkisi de ortak dilin gelişmesinde görülmüştür. Binlerce yıl süren bu süreç sonunda gelişen ortak sosyal yapı toplum yapısında da gelişmeyi sağlamıştır.Aynı coğrafyayı paylaşan toplumlarda gelişen ve yaygınlaşan ortak dil temelinde, aile-sülale- boy ve millet gibi toplumsal gelişmelerin sonucunda milletleşme bilinci ve devletleşme süreci başlamıştır.Devlet kurumları kültürel birliği güçlendiren yapıyı oluşturmuştur. Kültürel birliğinin sonucunda milletleşen toplumun temelini dil, örf,adet, gelenekler, ortak menfaat birliği ve ortak tarih bağları oluşturmuştur.

İnsanlığın tanrısal düşünceye D.Ö. 10.000 ler de geçtiğini biliyoruz. Asya coğrafyasındaki Tamgalı say, Saymalı Taş, KaraKamar, Gobustan, Beşiktaş, Abakan Bölgesi, Sölgentaş Mağarasıvb.yerler yazıya geçiş için tamga dönemini ve ilk tanrısal düşünme dönemlerinin yaşandığı kültür merkezleri erken Türk dönemi yerleşim bölgeleridir.

Ayrıca insanlığın yerleşik düzene erken geçtiği yer olan Türkistan’daki ANU şehrinde Prof. Dr. Raphael Pumpelly’nin (1837-1923) 1890 yıllarında yaptığı arkeoloji kazılarında görmekteyiz. Prof. Dr.Raphael Pumpelly’nin 1904’de A.B.D de yayınladığı ‘’Explorations in Türkistan’’ kitabında Türkistan’daki ANU’da 9.000 yıl öncesine ait yerleşik düzene geçen ilk medeni toplumun kanıtlarını bulup, yayınlayıp bilim dünyasının göz önüne koymuştur. ABD’li tarihçi R. PUMPELLY, araştırmaları sonucunda, ANU medeniyetinden 2.000 yıl sonra bu medeniyetin devamı sayılan izlerini Mezopotamya da Sumerler, Mısır’da Nil nehri deltasında, Hindistan’da İndus nehri bölgesinde (Gravitler) ve Çin’de Sarı Nehir deltasında görüldüğünü ortaya koyar.Bu topraklarda doğan medeniyetlerin ortaya koyduğu eserleri sürekli batıya götürülmüştür. Bu gerçeğin bir örneginide Sir Mark Aurel Stein (1863-1943) Türkistan’daki Bin Buda Mağarası’nda bulduğu Uygur el yazması eski Türk eserlerini kervanlarla İngiltere’ye taşınmasında da görmekteyiz.

Amerikalı bilim insanları William Ryan ve Walter Pitman, 1990’larda yaptıkları saha araştırmaları sonucunda Asya’daki Taklamakan çölünün son buzul çağı sonrası dönemde iç deniz olduğunu bilimsel olarak ispatlamışlardır. Bu gibi araştırmaların hepsi Türkistan Coğrafyasında yaşanan göçlerin bilimsel tespitleridir. Bu araştırmalardan bir asra yakın zaman önce Türk Tarihi konularında ufuk açıcı fikirler veren ve Harbiye talebesi iken yazdığı şiirde Atatürk diyor ki:

OĞUZNAME

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır ?
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıda yine biziz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?

Mustafa KEMAL

Bu şiiri ile Atatürk’ün dehasını, sezgilerini ve ileri görüşünün tarihimiz konularında da olduğunu görüyoruz.

Attilla, Cengiz,Timur ve Atatürk,Türkler’in tarihindeki en önemli şahsiyetlerdir. Bu gerçeği en iyi bilen ve değerlendiren odaklar tarihteki Türk olgusunun değiştirilmesi, küçültülmesi, zayıflatılması, tartışılır hale getirilmesini isteyenler, özetle Türklerle tarihten kaynaklanan hesapları olanların hedeflerinde daima bu gibi Türk büyükleri olmuştur.

Attila’nın (395-453), Cengiz’in (1162-1227),Timur’un (1336-1405) hatta Atatürk’ün (1881-1938) bile Türklüğü ’ne saldırmaları hep aynı kindar hesaplarının sonucudur.Tarihte Türk’e ait ne değer varsa küçük gösterme, değersizleştirme ve başkalarına aitmiş gibi gösterme, batının Türklere karşıdeğişmez siyasetidir.Batı dünyası bu değişmez tutumunu Türk asıllı şair, yazar, matematikçi, asker, siyasetçi ve mimarlarımızın Türklüklerini devamlı olarak tartışılır hale getirerek de göstermektedir.

Cengiz Han (1162-1227) bu konudaki en çarpıcı örnektir. Batılı yazarlar tarafından inatla bir MOĞOL kimliği oluşturma ve bu kimliği de Cengiz Han ile özdeşleştirme çabası vardır. Dış odaklı merkezlerin tarihi bu şekilde çarpıtma çabalarının birde içimizdeki yandaşları vardır ki her devirde TV’lerde kendilerini bolca göstermektedirler.

‘’TÜRKLER veya MOĞOLLAR’’ kitabı yazarı Prof. Dr. Anatoly OLOVİNTSOV bu konuya günümüzde yazdığı bu kitabı ile tam bir açıklık getirdi.Anatoly OLOVİNTSOV kitabının özetini tek cümle ile vermek istersek:

Moğollar, Cengiz Han’ın 1206 yılında birleşik halkına verdiği kolektif, siyasi bir terimdir. ‘’MOĞOL bir milletin değil siyasi birliğin adıdır’’ demektedir. Söz konusu kitapta öncelikle Cengiz Han döneminde yazılmış kitaplar incelenmekte daha sonrada Moğollar ve Cengiz Han için yazılmış birçok kaynak verilmektedir. Bu araştırmaların sonucunda Moğolların ayrı bir millet olduklarına ait bir kanıt bulunamamıştır.  Cengiz Hanın yaptığı, Moğol adında siyasi bir birliğin kurulmasıdır. Aynen Osmanlı adında Osmanlı Devleti’nin kurulması ve devletin yüzyıllar boyu Osmanlı olarak anılması gibi.

Cengiz Hanı tarihte benzersiz yapan en önemli özelliğini yazar kitabında şu şekilde belirtmektedir:

’’Moğol araştırmacı Ç.Çoisamba’nın “Batu Han’ın Fethi” kitabının önsözünü yazan Zhadambin Enkhbayar, Cengiz Han’ı dünya tarihinin en büyük (Büyük İskender, Hannibal, Sezar, İsveç Kralı Charles XII, Büyük Frederick, A.V. Suvorov ve Napolyon Bonapartı gibi) yedi komutanı ile karşılaştırıyor. Merak uyandıran bir örnektir: “… dünyanın yedi büyük generali toplam 6.900.000 metrekarelik bölgeyi ele geçirdi. … 7.770.000 metrekare sadece bir Cengiz Han tarafından fethedildi. Böylelikle, Zh. Enkhbayar, “muhteşem yedi” komutanın hiçbiri Cengiz Han ve Batu Han’la la fethedilen topraklar, yaratılan devletin istikrarı ya da tarihteki izler açısından karşılaştırılamayacağı sonucuna vardı.’’

Kitabın bir önemli tespiti de şudur:‘’Sonuç olarak Türk kabileler Cengiz Han’ın Büyük Moğol İmparatorluğu’nun kökenlerinde ve oluşumunda vardırlar. Yanlış tahminler ki 1206 yılına kadar efsanevi Moğol kabilelerinin olduğu, kanıtlanmamış olarak kalmıştır, bu zamanlara ait Moğol versiyonundan yana hiçbir yazılı kaynak yoktur, fakat Türkçülük versiyonunun lehine pek çok gerçekler vardır.’’

Kitaptaki en önemli bölümlerden biriside Moğol dili üzerine yapılan çalışmalardır. Bugünkü Moğolca 17. yüzyılda tam olarak oluşmuştur yani Cengiz Han döneminden 500 yıl kadar sonra. CENGİZ HAN döneminde ise konuşulan dil Çinli gezginler ve Marko Polo başta olmak üzere Tatarca olarak belirtilmektedir.

TÜRKLER veya MOĞOLLAR kitabının yazarı Prof. Dr. Anatoly OLOVİNTSOV’un kitabının adı bile on yılı geçen araştırmalarının en güzel özetidir. Türkler veya Moğollar demekle bu iki isim arasında hiçbir farkın olmadığını vurgulamaktadır.

1206 yani Timuçin’in Cengiz adı ile anılmaya başlandığı siyasi birliğine Moğol adını verdiği topraklar aslında kadim Türk kültürünün yaşandığı topraklardır. Orhun abideleri gibi Türk kültürünün temel eserleri ile her bir köşesi dolu bu toprakların adının Moğolistan olarak anılması bilinç altında Moğol varlığı algısını oluşturmak Türk varlığını yok saymak gayretidir.

Prof. DR. Anatoly OLOVİNTSON’nun ‘’Türkler veya Moğollar’’ kitabının ön tanıtımı olarak verdiğimiz bu bilgilerin şimdiden kitabın okuyucularına ilgi çekici geleceğine inanmaktayım.

Kazım MİRŞAN hep Moğollar’ın Türk Milletinden oldukları ana fikrinde olmuştu.18 Temmuz 2016 da Bodrumda 97 yaşında Türk Bükünde uçmağa varan hocamız keşke sağlığında bu kitabın yazıldığını görebilseydi. Türk Tarihinde ufuk açıcı fikirlerini Türk Milletine kazandırmış olan Kazım MİRŞAN’ın bıraktığı yerden araştırdığı bu gibi konuların takipçisi olan her Türk Milliyetçisi kendine yakışanı yapacaktır.

Türk Tarihi bizim için çok önemlidir ve ona sahip çıkacaklar bizleriz. Türk kimliğine sahip hiç kimse bu konuda mücadeleden geri kalamaz. Türk Milliyetçisi geçmişteki değerlerimize sahip çıkmanın yanında, bugünün gerçeklerini de göz ardı edemez. Biz Türkler şunu da bilmeliyiz ki 18. yüzyılda akıllı düşünce çağı başladı. Bunu hayatına uygulayan batı dünyası teknolojiye sahip oldu. 19. Yüzyılda bilimsel düşünme ile kol gücünün öneminin azaldığını kafa gücünün öneminin arttığını anladı ve batı hayatında bunu her sahada uyguladı. 20.Yüzyıl’da akılcı + bilimsel düşünme batı toplumlarında hâkim düşünce oldu. Böylece bu düşünce seviyesine gelememiş toplumlara hayat hakkı tanımamak gücüne de eriştiler. Son yıllarda bölgemizde yaşanan sıcak savaşlar bunun canlı göstergesidir. Bölgemizdeki milyonlarca insan kaybı bu acı gerçekleri görmeye yeterli olmalıdır.

Bu toprakları atalarımız kol gücüne dayanarak aldılar ve bizlere miras bıraktılar. Moğollar’ın Türklüğü gibi geçmişimizdeki konularımıza sahip çıkmak ne kadar önemli ise bugünkü vatanımıza sahip çıkma görevimiz en az o kadar önemlidir. Bundan sonrasında akılcı ve bilimsel düşünceye sahip nesiller yetiştiremezsek gelecekte yokuz. O halde Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ hocamızın önemle işaret ettiği, 18 asırdan beri eğitiminden uzak olduğumuz ‘’Bilimsel Düşünceye’’ ulaşma yarışını en kısa zamanda yakalama mecburiyetimiz Türk Milleti için gerçek BEKA sorunumuzdur.

Saygılarımla

Turgay TÜFEKÇİOĞLU
Turgayt@zeytursan.com.tr

This entry was posted in Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *