SANAT – KÜLTÜR * Hayatın içinden * ESKİ BİR FOTOĞRAF ve ÜÇ MEKTUP * “Üç kardeşiz, bir orduya yeteriz”

Ruhi Su, Ankara Kaleönü’ndeki evinin girişinde Anadolu kedisi “Saman” ve köpeği “Boncuk” ile çektirdiği bu fotoğrafın üzerine şu satırları yazmış: “Üç kardeşiz, bir orduya yeteriz”(1940’lar)

***

Güzel insan , sanatçı Ruhi Su’yu anmamıza vesile olan mektuplarda rahmetli Su  ile ilgili anıları , hüzünle okudum. İstedim ki bu mektuplar bir araya gelsin ve kaybolmasınlar  Bu nedenle aynı yazı içinde topladım. Değerli Ruhi Su hakkında bildiklerini yazan değerli Burhan Savaş ve Sevil-Bertan Onaran’a bu mektupları  derleyerek bizlerle paylaşan duyarlı dostum Aydoğan Kekevi’ye teşekkürlerimle .

2016 yılında kaybetmiş olduğumuz Yazar ve çevirmen Cervantes, Emile Zola, Stendhal, Albert Camus, Jules Verne gibi yazarların başyapıtlarını dilimize kazandıran değerli Bertan Onaran’ı da saygıyla anarım . Kimbilir belki Ruhi Su ile sohbet ederek sayın Sevil Onaran’ın yazdığına göre tavla da oynuyorlardır. Ardında güzel izler bırakarak gidenlere ne mutlu .Işıklar içinde yatsınlar .

Naci Kaptan

***

Dün rahmetli Ruhi SU ile ilgili resimli bir yazıya Burhan SAVAŞ arkadaşımızın yaptığı katkıyı paylaşmıştım; şimdi de Sayın Sevil-Bertan ONARAN dostumuzun İKİ anı mektubunu paylaşıyorum.

Aydoğan

GÖZÜMÜZÜN BEBEĞİ SEVGİLİ RUHİ SU VE ELBET SEVGİLİ HASAN HÜSEYİN….

sevil-bertan Onaran
sevil.bertan@gmail.com
24 Eylül 2018 Pazartesi

20 Eylül 1985’te yurtdışında tedavisine izin verilmediği için yitirdiğimiz çağdaş ozanımız Ruhi Su ile şiirimizin yüz aklarından Hasan Hüseyin Korkmazgil’in konuşmasını sizlere sunuyoruz.

Akı karasından çok, dalgalı, gür saçlarla çevrili vakur bir yüz. Ve bu yüzü gizli bir el gibi dolaşan, acı, öfke, umut, sevgi ve dostluk karışımı, ince, ipince bir gülümseme. Tok, işlenmiş, ölçülü bir ses. Uyanık, bilinçli, tane tane sözcükler. Fırtına öncesi gibi bir adam.

“BİR YERDE TÜRKÜLER NE KADAR GELİŞMİŞSE, ANLATIM GÜCÜ NE KADAR ARTMIŞSA, ORADAKİ KOŞULLAR O ORANDA AĞIR DEMEKTİR”

Bu adamla kötü şey konuşulamaz, diyor insan. Bu adamla sanat konuşulur, türkü konuşulur, halk konuşulur, güzel ve güzellik konuşulur, dostluk konuşulur, kötü şey konuşulamaz. O ince İstanbulluluğun altında gürül gürül, inim inim, iniş-yokuş, eşkıya bir Anadolu. Göğsünde bir ak güvercin tutuyor gibi. Göğsünde tuttuğu güvercini kendi elinden, kendi kolundan, kendi gövdesinden koruyor, kıskanıyor gibi.

“Ooo, çok severim çayı! Dudak rengi, dudak sıcaklığı, dudak dudağa… “

Elindeki çay bardağını gözleri hizasına kaldırıyor, sevgiyle bakıyor çayın rengine: “İşte böyle… Sıcak olmalı, keklik kanı olmalı ve silme dolu olmalı. Severim çayı!”

Ve çay birdenbire güzelleşiyor.

“Kimi Adanalı bilir sizi, kimi Vanlı, kimi Sıvaslı…” diyorum.

“Doğum yerim Van. Adana’da büyüdüm,” diyor.

“Benim de lise yıllarım Adana’da geçti. Güzel yer, Adana.”

Çayını hazla yudumluyor.

“Güzel ve değişik… Çocukluğumun ve gençliğimin gelişmesini, insanından bitkisine kadar, Çukurova’ya ve çevresine borçluyum.”

“Aile çevrenizde müziğin yeri nedir? Bugünkü çalışmalarınızı konservatuvar yıllarına kadar uzatmak mümkün mü?”

“Türkülerle olan ilişkim, çocukluğuma kadar uzanmaktaysa da, bu konuda bilinçlenmem Devlet Konservatuvarı’nda başladı.”

Duvarda asılı sazı alıp oturuyor sedire. Dik ve usta. Taşları yontup hazırlamış. Bu taşlarla ne yapacağını iyi biliyor. Onun sanata saygısı karsısında son derece duygulanıyor insan. Ruhi Su, işlenmiş sesin ötesinde başka bir şey. Örneğin bilinç, örneğin sesin başkaldırısı, örneğin halkın diri yanı, durmadan yenilenen yanı. Ruhi Su’yu dinlerken tarih bilinciyle coşmamak elde değil.

“Kaç yıl sustunuz Usta? Bu susuşun bugünkü sanatınızdaki payı, etkisi, rengi sizce nedir?”

Bağlamayı bırakıp sedire, çayına dönüyor.

“1945 yılına kadar radyolarda söyledim. Türkü söyleyenin susması, türkülerin susması demek değildir. Bu türküleri ortaya koyan, hayatın kendisidir, halkın içinde bulunduğu koşullardır. Bu hayat, bu koşullar sürüp gidecek, fakat bu türküler söylenmeyecektir denilemez.”

Birden bir fırtına yalayıp geçiyor yüzünü, sesi daha tok, daha öfkeli, daha kesin bir ton kazanıyor:

“Akşam öten kuştan kork, sabah solunda uyanmaktan kork, fukaradan kork, dostluktan, türkülerden kork. Bir düzen; türkülerinden korkmaya başladı mı, artık o düzeni kimse ayakta tutamaz. Nesimi’nin derisi yüzülmüş, Pir Sultan Abdal asılmış; fakat bütün asmalara kesmelere rağmen, ne o düzen kalmış, ne de o debdebeli sultanlardan bir kimse…”

Konuşmuyor, türkü söylüyor sanki. Kırık dökük bir tek sözcük çıkmıyor ağzından, her sözcüğü yontmataş gibi sağlam, ölçülü, dengeli.

“Sabahacak kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl dönerdi
Ha diyende beş yüz atlı binerdi
Alnı top zülüflü beyler nic’oldu” diyor sanki.

Hayat akıp gidiyor. Beyler, sultanlar göçüyor. Saltanat da, zulüm de, debdebe de kimseye kalmıyor. Yaşayıp giden sadece türküler, türkülerde halk. İşte bitmeyen, susmayan sadece bu ses! Ruhi Su, bu damara bağlamış kendini.

“En son yaptığınızla ilk yaptığınız türkünün adları ve aralarındaki ayrım sizce nedir? İkisi arasında kaç yıl geçti?”

“Yapmak sözcüğünü ‘söylemek’ anlamında kullanıyorsanız, ilk söylediğim türkülerle bugün söylediklerim arasında kırk beş yıla yakın bir zaman geçti. Yok, ‘bestelemek’ anlamında kullanıyorsanız, benim işim genellikle icracılıktır.”

“Halk türkülerinin doğuş nedenlerine, yani -bir bakıma- özlerine inmek ve sanatınızı oradan başlatmak gerektiği görüsüne ilk nerede, hangi tarihte, ne gibi etkiler ve koşullar altında vardınız? O sırada batıda bunun örnekleri var mıydı?”

“Söylediğim gibi, türküler üzerinde bilincim konservatuvar yıllarına rastlar. Bu bilinçlenmeye yalnız müzik eğitiminin yettiğini söylemek, tabii, eksik olur. Bütün eylemlerde olduğu gibi, müzik çalışmalarını da etkileyen, insanın genel kültürü, çevresi, içinde yasadığı koşullar ve dünya görüsü oluyor.”

“Haklısınız… Müzik eğitimi yetseydi, o güzelim halk melodilerini, motiflerini çorba yapıp armonize müzik diye pazara sürmezlerdi. Peki, Ustam, türkülerin de toplumun gelişmesine paralel bir gelişmeleri olduğu düşünülürse, ortaya bir ‘zaman’ faktörü çıkmaktadır. Türkülerin köklerine, doğuş nedenlerine inerken, acaba bu ‘zaman’ faktörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunda ölçünüz, sadece türkünün sözleri midir?”

Eksik fazla bir şey söylememe kaygısıyla bir an susuyor, sonra, sesleri birleştirir gibi sıralıyor sözcükleri:

“Türkülerin melodi örgüleri olsun, tonalite özellikleri olsun, insana bir ‘zaman’ kavramını düşündürebilirse de, mimaridekine ya da tarihsel kalıntılardakine benzer kesin bir şey söylenemez. Söz gelişi, Yunan heykelleriyle bugünkü heykeller arasında bir Hitit heykeli görülse, kesinlikle ayırt edilir de, bugün dinlediğimiz türküler arasında hangisinin bir Hitit türküsü ya da Hitit üslubunda bir türkü olduğu ayırt edilemez. Oysa, bu heykeller, çanak-çömlekler, kabartmalar nasıl kalmış ve bugünkü sanatı etkilemişse, türkülerinden ve oyunlarından da bir şeyler kaldığı ve bugünkülerin arasında bulunduğu muhakkaktır. Yalnız bunlar değil, Hitit insanının da bugünkü Anadolu insanında devam ettiğini söylemek bir kehanet olmasa gerek. Tabii, türkülerde sözün zamanını tespit etmek melodiye göre daha kolaydır. Bir türkünün icrasında, sözleri değerlendirmektir bütün çaba. Çünkü türkünün gerek melodi örgüsünün, gerek ritminin de çabası bu sözleri değerlendirmektir. Dikkat ederseniz, halk, oyun havasını ağıt gibi, ağıdı kaşık havası gibi söyler. Türküler, zamanla, amacından, doğuş nedeninden uzaklaşıyor halkın ağzında. Bunları düşünen icracıda bir yorum sorunu çıkar ortaya.”

“Çay?”

“Memnun olurum… “

Ruhi Su, yöntem bakımından, kazılarda ele geçen bir çömlek parçasından o çağın ekonomik ve sosyal yapısını, kültür ve sanatını ortaya çıkarmaya çalışan bir bilim adamına benziyor.

“Sayın Ruhi Su, bugüne kadar, çalışmalarınızda izlediğiniz yöntem, uyguladığınız ilkeler, kullandığınız araç ve gereçler neler oldu? Bari şöyle sorayım. Yaptığınız işin batıdaki karşılığı, yeri nedir?

Armonizasyon yoluyla üzerinde çalıştığınız başarılı yapıtlar ve varsa eğer, orijinal yapıtlarınız nelerdir?”

“Ben türkü söylerken iki araç kullanıyorum: Biri sesim, biri sazım. Bazen, yanlış olarak, benim yaptığım ise ‘armonize etmek’ diyorlar. Armonize etmek, kolay bir tanımla, tek sesli bir müziği, bir melodiyi, çok sesli hale getirmek demektir. Ben, tek sesli olan bu türküleri, görüyorsunuz ki, yalnız kendi sesimle söylüyorum. Benim yaptığım işte armonize etmek deyimi ancak türkü söylediğim sırada sazda, türkünün melodisinden ayrı sesleri ve akorları duyurabilirsem gerçekleşebilir. Bu anlamda, sazın olanakları içinde bunu bazen yaptığımı söyleyebilirim.”

Örneğin hangilerinde?”

“Örneğin, bir masal türküsü olan ‘Bebek’te…”

Güzel türkü ‘Bebek’! Plak Ankara’ya ilk geldiğinde, Ruhi Su’yu hiç dinlememiş olanları deli etmişti. Gecenin geç saatlerine dek, ellerinde “Bebek” plağı, dolmuş dolmuş dolaşarak dolmuşların pikaplarında “Bebek”i çalanları hatırlıyorum.

“Bugünkü çalışma olanaklarınız nasıl, yeterli mi? Karşılaştığınız belli başlı güçlükler ve içinde bulunduğunuz zorluklar, bunların sanatınıza etkisi sizce nedir? Şu anda, hangi çevrede daha etkili olduğunuz kanısındasınız?”

“Konserler, kulüpler ve plaklardan ibaret çalışma olanaklarım. Yaptığım iş, geri kalmışlığın alışkanlıklarını zorlayan bir iş olduğundan, güçlükler ve zorluklar bu alışkanlıklarını sürdürmek isteyenlerden geldi. Sanatımda bunların etkisiyse daima olumlu oldu. Bu bakımdan, aydınlar ve aydınlanmış insanlar çevresinde daha etkili oldum kanısındayım.”

Çay içiyoruz.

“Ustam, merak ettiğim bir şey daha var: Yıllarca sustuktan sonra, ilk olarak nerede ve hangi tarihte topluluk karşısına çıktınız? O günkü dinleyicilerin tepkilerini bugün berraklıkla değerlendirebiliyor musunuz?”

Az önceki gülümseyen adam gidiyor, yerine çetin bir adam geliyor:

“Hiçbir zaman, hiçbir yerde susmadım!”

Sesi dalga dalga dolaşıyor salonu, “Yama’dan gel Yama’dan” oluyor,

“Kalktı göç eyledi Avşar elleri” oluyor, “Bebek” oluyor, “Kalenin bedenleri” oluyor, “Debreli” oluyor, “Hayali gönlümde yadigâr kalan” oluyor!

Devam ediyor:

“Tepkileri değerlendirme sorunuysa, bu, az önce söylediğim gibi oldu her zaman.”

“Peki, sanat hayatınızda, bugüne kadar en çok neye sevindiniz, neye üzüldünüz, neye kızdınız, neden nefret ettiniz, neyi beğendiniz?”

“Sevindiğim, üzüldüğüm, kızdığım, beğendiğim, nefret ettiğim şeylerin hepsini türkülerle söylüyorum.”

“Böyle bir araca sahip olmak ne büyük mutluluk!” diyorum.

Dostça gülüyor.

“Söz yetmiyor bir yerde!” diyorum dostça gülüyor.

“Türk halk müziği, özellikle türkülerimiz üzerindeki görüşleriniz?”

“Tarih süreci içindeki özel durumundan dolayı, folkloruyla, folklor müziğiyle, türküleriyle dünyanın en güzel birikimine sahip memleketlerden biri de bizim memleketimizdir. Fakat bu zengin birikim çağdaş bir kültüre dönüşemediğinden, ancak evvel gelenin çilesini sonra geleninkine eklemekle yetinmektedir. Bir yerde türküler ne kadar gelişmişse, anlatım gücü ne kadar artmışsa, oradaki koşullar o oranda ağır demektir.

Türkülerden korkulması boşuna değildir!”

“En çok emek verdiğiniz ve en çok sevdiğiniz yapıtlarınız hangileridir?”

Doğrusu bu soruyu bana sorsalardı, ne karşılık vereceğimi bilemezdim.

Ruhi Su:

“Türkülerdir. Bu türküleri ben kendim yapmışım gibi seviyorum.” deyiveriyor.

Birden aklıma geliyor:

“Son birkaç yıl içinde büyük kentlerde görülen saz şairi bolluğunda sizin sanatınızın ve size benzeme isteğinin büyük rolü olduğu görüşüne ne dersiniz? Son günlerde halkta saz şairlerine karşı bir isteksizlik, bir kanıksama olduğu gözden kaçmıyor. Bu,ekonomideki arz-talep’le açıklanabilir mi, yoksa halkın müzik beğenisinde bir incelme, bir yükselme mi söz konusudur? Plak furyasının kötü etkisinin önüne geçilip geçilemeyeceği konusunda ne düşünüyorsunuz?” diyorum.

“Türkülerin radyolarda, gazinolarda, plaklarda gittikçe ağır basmasının nedenini türkülerdeki yasama gücünde ve hayata bağlı bir anlatıma sahip olmasında aramalı. Kentlerde yaşayan halkın beğenisinde kültürünün ve görgüsünün etkisi su götürmez bir gerçek olduğu gibi, son günlerde bu beğeninin geliştiği de bir gerçektir. Bütün diğer sanatçılar gibi, ben de bu beğeninin gelişmesine bir emekle katıldığımdan dolayı mutluyum.

Plak furyasına gelince:

Devlet’in şu sıra ivedilikle ele aldığı konu, beğenileri bozanlar değil, fikirleri bozanlar olduğundan, kötünün iyiyi kovması bir süre daha devam edeceğe benzer.” diyor.

“Acaba sorabilir miyim: Eski ve yeni saz şairlerimizden hangilerini beğenirsiniz?”

“Hepsini ayrı ayrı yönleriyle beğeniyor ve seviyorum.”

“Size bir soru daha, sayın Ruhi Su: İlkel halk türkülerini malzeme olarak alan ve onları caz tekniğiyle işleyen Pop’çular hakkında ne düşünüyorsunuz? Caz tekniğiyle ortaya konan ürünler Türk halkının ruhuna aykırı mıdır, değil midir?”

“Sokaktaki dilenciden ve satıcıdan tutun da senfonik müzik ustalarına kadar herkes, kendi ölçüleri içinde halk türkülerinden yararlanmaktadır. Pop’çularla cazcılar da bizim dünyamızın dışında insanlar değildir, onlar da elbet bu halk kaynaklarından yararlanacaklardır. Kim olursa olsun, bu yararlanmadaki basarısızlığı tutulan yolun yanlışlığında değil, yaptıkları işin gerektirdiği yetenek ve olanaklardan yoksun olmalarında aramalıyız. Halkımızın diliyle yapılan başarılı bir işte aykırılık düşünülemez kanısındayım.”

“Son yıllardaki sosyal ve politik gelişmenin Türk halk müziğine etkisi ve katkısı sizce olumlu mudur, değil midir?”

“İster sosyal ve politik gelişmelerin halk müziğini, ister halk müziğinin sosyal ve politik gelişmeleri etkilemesi olsun, bunlar, bir oluşumun bütünü içinde kaçınılmaz gerçeklerdir. Bunun olumlu ya da olumsuz sayılması kişilere göre değişen bir şeydir.”

“Bugüne kadar Türkiye’nin hangi bölgelerinde, hangi kentlerinde konser verdiniz?”

“Daha çok Ankara, İzmir, Zonguldak, İstanbul’da konserler verdim.”

“Size, sanat çalışmanızla ilgili bütün olanaklar sağlansa, Türkiye’de ilk gideceğiniz ve inceleme yapacağınız bölge neresi olur? Bugüne dek en çok hangi bölgelerden ve kaynaklardan yararlandınız?”

Başını, Ruhi Su’ca, yan öne eğiyor, bir süre susuyor, sonra gözlerini kısarak:

“Hiçbir ayrım yapmadan, yurdumun bütün bölgelerine giderdim” diyor. “En çok yararlandığım bölge, şüphesiz, çocukluğumu ve gençliğimi geçirdiğim Toros ve Çukurova çevresi oldu.”

Başını kaldırıyor ve:

“Zaman yetmiyor Hasan Hüseyin” diyor, “su gibi akıp gidiyor zaman. Oturup şöyle hoşbeş etmeye bile vakit bulamıyoruz!”

“Ne yazık ki… Ömrümüz yaşayarak değil, ekmek parası için didinerek geçiyor. Günlük ekmek derdine biz yaşamak demişiz yanlışlıkla. Bütün dava bu yanlısı düzeltmek! Haa, aklıma gelmişken sorayım: Ruhi Su Ekolü diye bir ekolden söz ediliyor. Acaba bu ekol birtakım kurallardan çok, sizin kişiliğinize dayanmıyor mu?”

“Beğenilen bir sanatçıyı izlemek ve ona benzemeye çalışmak olağan bir şeydir. Halk ozanlarına özenen aydın sanatçılar olduğu gibi, aydın sanatçılara özenen halk sanatçıları da vardır. Fakat, ekol diye tanımlanabilecek bir şeyin herhalde biçimsel özentileri aşması gerekir; yoksa, bir taklit olmaktan ileri gidemez. Ama taklidin de insanları, özellikle çocukları geliştiren bir şey olduğunu unutmamak gerekir.”

* Bu konuşma 1 Nisan 1968 tarihli Forum’un 336. sayısında ve Ruhi Su’yu anlatan Ezgili Yürek adlı kitapta yer almıştır.

sevil-bertan Onaran
sevil.bertan@gmail.com
22 Eylül 2018 Cumartesi

Ruhi Su ve kardeşleri…Sayın Burhan SAVAŞ’ın kattığı bilgilerle bir daha..

Ruhi Beyi Onaltı yaşımda tanıdım… Bir daha da hiç ayrılmadık… Bertan’la çok yakın dostu olduk… “utangaç, içine kapanık” hiç nitelemesine katılmıyorum… Ağırbaşlı, çok duyarlı, asla boş konuşmayan, seçici, son derecede kişilikli, boş lâftan hiç hoşlanmayan, son derecede esprili, zeki esprileri çok seven, iyi tavla oynayan, tavlayı seven, bilmediğim tavla oyunu için “Sevilciğim, bak Batılılar da çok meraklı” espirisi ile özendiren, benimle tavla oynamak isteyen, girdiği yerde, insanların kendilerine çeki / düzen verdiği. çevresinde derin saygı uyandıran… Ne desek hep eksik kalacak olan….

Çok ergen yaşımda beni hayran olduğu Şalyapin ile tanıştıran, Şalyapin aşığı, müzik başta olmak üzere her alanda / yüksek kültür sahibi olan İlhan Selçuk’un deyişi ile “öncüle ve ardılı olmayan” olağanüstü Ruhi Su… Birlikte tatile çıktığımız , hazırladığı türküleri / long play çalışmaları önce bize gelip neredeyse resital veren, izlenim alan…Bertan’ın türküleri makaralı teybe almasına izin veren, yalnız bizde kalması, asla kimselere dağıtılmaması koşulu ile ” bizi bırakıp gittikten sonra Bertan’ın kayıtları Sıdıka Abla’ya teslim etmesi… Sıdıka Abla’nın da CD olarak yayınlaması… Ve birinin Fransa’da “Yılın En iyi Cd”si ödülünü alması…. benzersiz Ruhi Su… “Her hâli aklımda” aklımda olan… Kişiliğime, kişiliğimize damgasını vuran Büyük Ruhi Su…Daha ne çok anı, ne çok…

Sevil Onaran

T.C. BURHAN SAVAŞ
burhan@superonline.com
22 Eylül 2018 Cumartesi

Ruhi Su ve kardeşleri…

Arkadaşlar ( ve Sevgili Kekevi) yakışıklı Ruhi Su’nun bu fotoğrafları çok , çok muhtemel ki 

Ruhi Su’nun henüz 20’lik olmadığı , Adana Eski Baraj yolundaki , Adana Öğretmen Okulu Müzik Bölümü öğrencilik günlerinden.

Ruhi Su gibi , Ermeni katliamı ile 3 yaşlarında yetim kalan pek çok Erzurum çevresi kimsesizi gibi ,1915’lerde güvenli bölge Adana’ya getirilip ya aileler yanına yerleştirildi veya Adana Yetimhanesi’nde korumaya alındı.

Mehmet ( Ruhi Su ) çocuğun kıymetini bilmeyen bir Bahçe sahibi aileye verildi.
Ruhi ( Mehmet) evin babası ile anlaşamadı , adam ufak yaştaki Mehmet’i bahçede ağır işlere koşturdu , evin annesi çok üzüldü ama baba kaddardı, Mehmet ( Ruhi) 12 yaşlarında bu Adana evinden kaçtı.

Macerası İstanbul , tekrar Adana ve Ankara arasında devam etti.Ankara’da açılan Konsentuvar’ın ünlü Batı Klâsik Müzik Bölümü’nün ilk öğrenci ve mezunu oldu..

İstiklâl Savaşı ertesinde Erkek çocukları ortaokuldan başlıyarak askeri okullara yönlendirildi.Bu okullar İst. Kuleli , Bursa Işıklar ve Erzincan ve de en ünlülerden orta kısmı da bulunan Konya Askeri okullarıdır.

Sayısısız YETİM bu dönemde subay yapıldı.Atatürk Dönemi , İnönü Dönemi TSK subayları arasında çook YETİM Subay var.( sonradan adını Ruhi Su’ya dönüştüren Mehmet de ) Konya Askeri Okulu’na gitti Adana’dan.

Bende Ruhi Su’nun 18-20 yaş yakışıklı , Adanalılar’ın ” grantuvalet” dediği Cumhuriyet’in giyimine çok dikkat ettiği , saçları briyantinli bi sürü resmi var.Yakışıklı Mehmet ( Ruhi) Adana Müzik Öğretmen Okulu’nda bir hemşirenin gönlünü yaktı.

Evlendiler.Güngör adında bir erkek çocukları oldu.Güngör İst.da Turizmci oldu , yıllaar sonra.Babası , Ankara Hayatı’nda Ruhi Su olunca , Ankara’da Sıdıka Su ile evlenip Adana ailesini terketti.

Güngör , şu anda , İst. Bebek’teki ünlü Butik Otel Bebek Oteli’ni işletiyor.
Daha doğrusu yaşlandığı için kızı işletiyor.

Hayat ne tuhaf yaa.

Osmanlı hızlı , ne hızlısı şangur , şungur ” birden bire” çökünce , özellikle sınır ve bugün sınır dışında kalan insanlar resmen kan gölünde yıkanarak katliama uğradılar , aileleri yüzbinler ,milyonlar darmaduman oldular. Genetiği sağlam olanların 3-5 de olsa mensubu hayata tutundu.Bugün ” biraz” toparladı bu ana , baba , ataları kesilip biçilenlerin.

Ruhi’nin yani Mehmet’in Ermeni olduğunu söyleyenlere kulağasmayın.
O katledilen bir Türk Aile’nin çocuğu.

Çook utangaç ve derdini söylemeyen içine kapanık Ruhi Su.Karısı Sıdıka Su’yaa Merter’deki evlerinde son evresine gelinceye kadar Kanser olduğunu söylemiyor
Ruhlarınız Şa’dolsun Adana’nın Sevgilisi Yakışıklı Mehmet Ruhi Su ve Sıdıka Su ve Güzel vefalı kadersiz Adanalı Hemşire Hanımefendi.

Ruhi Su’nun bir oğlu da , söylenenlere göre gençliğinde Dünyalar Güzeli Sıdıka Su’dan.Ilgın Su.O da babası gibi bir Yiğit Yürek.

Allâh kimseyi ” kadersiz ” yaratmasın.
Ne çok , ne çok kadersiz var bu Anadolu’nun her köşesinde.

Kökeni şusu busu ne olursa olsun , onlar bizim acılarla yoğum , yoğum yuğrulmuş ” insan canlarımız, kardeşlerimiz”.

Hepsini sevgiyle , ayırdetmeden bağrımıza basalım..

T.C. Burhan

This entry was posted in HAYATIN İÇİNDEN, KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK, Sanat Edebiyat ve Kultur. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *