TARIMSAL EKONOMİ VE İSTİHDAM * Türkiye tarımı nasıl çökertildi * Türkiye’yi şekerle nasıl kandırdılar * Özelleştirmelerin hedefinde ne var

Mustafa Kaymakçı
Odatv.com
04.12.2017

Türkiye tarımı nasıl çökertildi

Tarımsal üretim, bizi doyurur ve giydirir. Ancak aynı zamanda istihdam yaratır, sanayiye ham madde sağlar ve de dış ticarette önemli bir paya sahiptir.Tarım bu özellikleri nedeniyle, salt tarımcı, çiftçi ve köylünün değil,toplumun bütün bileşenlerinin ilgi alanına girmiş bulunuyor.

Örnek verelim mi? Günümüzde saman ithal edildiğini bilmeyen kaldı mı?

Türkiye tarımında üretimden pazarlamaya değin birçok sorun var. Üretici kazanamaz oldu ve üretim geriledi. Kentliler de tarım ürünlerini yüksek fiyatlarla tüketiyorlar.Ancak kamu oyu genellikle sonuçları ile ilgileniyor ve de sızlanıyor. Neden-sonuç ilişkisi konularında ya hiç kafa yormuyor ya da yüzeysel değerlendirmeler yapıyor.

Bir zamanlar kendini besleyebilen sayılı ülkeler arasında kabul edilen Türkiye bu duruma nasıl getirildi? Elbette bu durumun dışsal ve içsel nedenlerine eğilmek gerekiyor.
Kırılma noktasını 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile başlatalım mı?

24 OCAK 1980 KARARLARI İLE BAŞLAYAN
SÜREÇTE TARIMDA NELER OLDU?

Tarımda gözlemlenen çöküşün başlangıcı, kanımızca 24 Ocak 1980 Kararları ile başlamıştır. Ve de bu kararların Amerika Birleşik Devletleri(ABD) güdümündeki dış güçlerin desteği ile 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri yönetimler aracılığıyla uygulandığını görmek gerekiyor.

Daha açık deyişle emperyalizmin çevre ülkelerini denetim altına alma girişimlerini algılamadan yaşamakta olduğumuz sorunları çözüme kavuşturmak olası değil. Emperyalizm açlığı da bir silah olarak kullanır.Hemen anımsatalım, Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger: “Eğer petrolü kontrol edersen bütün bölgeleri ve kıtaları, gıdayı kontrol edersen bütün insanları kontrol edersin” demedi mi?

Ekonominin bütününde olduğu üzere, Türkiye tarımında da serbest piyasa uygulamaları gündeme sokuldu.

Neler yapıldı? Tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklemenin azaltılması istendi. İlk aşamada besin dışalımlarına konan gümrük tarifeleri, iç piyasayı terbiye etmek gerekçesiyle düşürüldü. Hayvancılıktan bir örnek verelim. Önce süt tozu, tereyağı ve peynir gibi süt ürünleri, daha sonra et ve ürünleri dışalımı yapıldı.

Aslında bunun arkasında yatan gerçek, ABD ve Avrupa Birliği(AB) gibi ülkelerde giderek artan tarım ürünleri stoklarıydı. Anılan ülkeler bu stoklarını eritemediler, çünkü ellerinde bu ürünleri üreten sığır fazlalığı vardı.Stokların eritilmesi için Dünya Bankası aracılığıyla bir senaryo yazıldı.

Ucuz dış kredi sağlanarak Türkiye gibi ülkelere damızlık sığır satıldı. Türkiye son kırk yıla varan süreç içinde neredeyse bir milyon başın üstünde sığırı, ABD ve AB ülkelerinden aldı. Ancak gerekli teknik ve ekonomik alt yapı sağlanamadığından, bu hayvanların yarısına yakını kasaba gitti ve/ya da öldü. Bunun yanında Türkiye hayvancılığı büyük bir yara da aldı. Buna karşılık, Türkiye bu ülkelerde sorun durumuna gelen sığırları alarak, onları rahatlattı.

Sığır ithal edilen ülkelerin kimileri bizlere ödül bile verdi.
Özünde Fakir Türk çiftçisi, zengin batılı çiftçiye ve tekelci firmalara yardım etti.

Diğer yandan Türkiye giderek Uluslararası Para Fonu (UPF) ve Dünya Bankası (DB) aracılığıyla ABD ve AB gibi ülkelerce finansal abluka altına alınmaya başlandı, daha doğrusu doz giderek artırıldı. Örneğin 5 Nisan 1994 kararları bağlamında UPF’na verilen taahhütler kapsamında destekleme alımlarına giren ürün sayısı giderek azaltıldı. Daha sonra 10 Ocak 1996 tarihinde devreye giren Gümrük Birliği Antlaşması’yla tarımla ilgili olarak, aşamalarla tarım ürünlerinin dışalımına konan kimi kısıtlamalar da kaldırıldı, tarım ürünlerinde fiyat oluşumu piyasaya bırakıldı, tarımsal kitler özelleştirildi, Tarım Satış Kooperatifleri gibi örgütlerden devlet desteğini çekti.

Tarımsal desteklemeler, Doğrudan Gelir Desteği (DGD) şekline dönüştürüldü. Ancak bu da yeterince uygulanamadı, daha sonra yeniden ürün temelli desteklemeler yapılmaya başlandı.Yapılmakta olan destekler de, Türkiye tarım işletmelerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturan ve aile işgücünü kullanan küçük ve orta ölçekli işletmelere değil,ağırlıklı olarak dev tarımsal işletmeler için yapıldı. Daha doğrusu destekler ile bu işletmelerin oluşturulması sağlandı.

Kimi çok bilmiş akademisyenler de köylülüğün millete yük olduğunu söylediler ve de dünya borsa fiyatları ile iç piyasa fiyatları arasındaki fiyat farklarını öne çıkararak ithalden yana tavır geliştirdiler. Dünya borsa fiyatlarının batının elindeki stokları eritmek için uyarılmış fiyatlar olduğunu görmediler. (Bu tespiti iyi niyetle yapıyorum. Yoksa bunlar ekonomik ajan mı idiler?)

TARIMIN ÇÖKÜŞ GÖSTERGELERİ

Tarımda arz esnek olmadığı için tarımsal ürün fiyatları yaşanan enflasyona bağlı olarak artmadı, buna karşılık girdi fiyatları düşmediği için kırsal kesim giderek daha da yoksullaştı. Örgütlenememiş üretici ve tüketici, örgütlenmiş az sayıda tarım ve gıda tekellerinin denetimine girdi Bunun sonucu,tüketici gıdaya yüksek bedeller ile ulaşırken, ödediği bedelin de çok azı üreticiye aktarılabiliyor.

– Tarımsal üretimde artış hızı nüfus artışının arkasına düştü ve Türkiye açık bir şekilde tarımsal ürün dışalımcısı bir ülke durumuna dönüştü. Yaşamakta olduğumuz yıllarda kırmızı etten baklagillere,tahıllardan pamuğa ve samana hatta çerezlere değin tarım ürünleri dışalımı yaptığımız çocuklarımız dahi biliyor. Akdeniz’de Türkiye’ye getirilmeyi bekleyen mega tankerlerde on binlerce sığır ve koyunun varlığından haberdar olmayan var mı?

– Tarımda yoksulaşan ve işsiz kalan nüfusun kentlere göçü hızlandı. Bu sayının 15 ile 20 milyon arasında değiştiği bildiriliyor. Ancak kentlerde de bu nüfusu emecek iş olanakları da olmadığı için yoksul semtlerin oluştuğunu görmemek olası mı?

– Türkiye tarımsal dış pazarlarını kaybetmeye başladı, bırakınız dış pazarları kendi iç pazarını koruyamaz ve denetleyemez bir duruma düştü.

Kısaca, 1980’li yıllardan sonra gelen bütün hükümetler, ABD ve AB’nin denetiminde olan UPF ve DB yönlendiriciliğinde, tarıma verilen desteklemeleri göstermelik duruma getirdiler. Türkiye tarımı çökertilirken, Batı’da tarım, olağanüstü destekleniyordu. ABD ve AB’de desteklemeler salt üretim alanında değil, pazarlama, gümrük muafiyetleri, özendirme destekleri, dış satım teşvikleri gibi desteklerle sürdürülüyor. Bunları, Türk halkı yeterince bilmiyor, halkın gözünden saklanıyor.

Mustafa Kaymakçı
Odatv.com
18.12.2017

Türkiye’yi şekerle nasıl kandırdılar

“Türkiye tarımı nasıl çökertildi” ve “Özelleştirmelerin hedefinde ne var” yazılarımda tarımı çökertmenin araçlardan biri olan özelleştirmenin kökenleri üzerinde durmuştum.

“Türkiye’yi şekerle nasıl kandırdılar” yazıma da tarımsal ithalata ödenen kaynak aktarımını yeniden anımsatarak başlamak istiyorum. Türkiye, son 14 yılda 18 milyar dolarlık tahıl,17 milyar dolarlık pamuk lifi, 37 milyar dolarlık yağlı tohum ve türevleri ve 3.5 miyar doları geçen bakliyat ithal etmiş. İthalat yapılan ülke sayısı 126 dolayında imiş.

2017’nin Ocak – Ekim döneminde de salt kırmızı mercimeğe 178 milyon doları geçen para ödemişiz.

Bu yazımda günümüzde özelleştirilen, “Tarımsal KİT’ler Ne İşe Yaradı?” ve “Girdi Üreten Tarımsal KİT’ler” konusunda kısaca bilgi vereceğim.

Türkiye, 1923’de emperyalizme karşı verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan galip çıktı. Ancak ülke; aç, yoksul ve hastalıklı idi. Bu nedenle cumhuriyet kurucuları, öncelikle üç beyaz gereksinimi; unu, şekeri ve bezi yurt içi kaynaklarla üretmek için tarımda devletçiliği esas aldılar. Tarımsal KİT’ler bu amaçla kuruldu.

Tarımsal KİT’ler ne işe yaradı?

Tarımda verimliliği yükselterek önemli düzeyde üretim artışına neden oldular.

– Kırsal kesimin alt yapısını ve hizmetlerini sağladılar, göreli zenginleştirilmesine katkıda bulundular.

– Kırsal kesimin eğitim düzeyini yükselttiler.

– Köylüyü ağaların ve yabancı güçlerin denetiminden kurtarmaya çalıştılar.

– Köylü ile devlet arasında bağı güçlendirerek, ulusal bütünlüğün pekiştirilmesinde rol oynadılar.

Tarımsal KİT’ler ile kendine yeter duruma gelen Türkiye’nin, besin güvencesi açısından da çökertilmesi gerekiyordu. Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi de bu bağlamda gündeme geldi. Özelleştirme için KİT’ler karadelik ilan edildi ve bunların sanayi kitlerinde olduğu gibi, zararlı duruma gelmesi için ne gerekiyorsa yapıldı.

Tarımda özelleştirme kapsamına alınan KİT’ler işlevlerine göre; Girdi Üreten, Girdi Üreten + Dağıtan, Kredi Sağlayan, Fiyat Düzenleyici, Tarımsal Alt Yapı Hizmetleri Kurumları olarak sınıflandırılabilir.

GİRDİ ÜRETEN KURUMLARIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

TARIM İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
(TİGEM)’NÜN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

TİGEM’e bağlı Türkiye’nin her yanına dağılmış 38 çiftlik vardı.

TİGEM, ülkenin sertifikalı tohum ve damızlık gereksinmesini karşılama, yetiştirme ve ıslah konularında çalışmalar yapma, teknik tarım konularında çiftçi ile işbirliğinde bulunma, çiftçilerden alınacak ürünleri değerlendirme gibi konularda görevlendirilmişlerdi.

Bugün TİGEM’e bağlı çiftliklerin kimileri, daha önce benzeri olmayan bir uygulama ile 49 yıl gibi uzun süreli kiraya verilerek özelleştirilmektedir. Bu şekilde tarım arazilerinin bütünlüğü bozulmaktadır. TİGEM’lerin özelleştirilmesi ile Türk çiftçisi de, sertifikalı tohumluk ve damızlık açısından dışa ve tekelci sermayeye bağımlı duruma getirilmeye başlandı.

GİRDİ ÜRETEN + DAĞITAN KURUMLARI’NIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

TÜRKİYE ŞEKER FABRİKALARI’NIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

Şeker Şirketi, 1925 yılında “Şeker İnhisar Kanunu” gereği kuruldu. 2000 yılına gelindiğinde, Türkiye’de 25’inin sermayesinin tamamı devlete ait 27 adet şeker fabrikası vardı. Şeker fabrikalarının dışında, şirkete ait makine fabrikaları, elektromekanik aygıtlar fabrikası ve tohum üretim çiftliği (Sarımsaklı Tohum Üretim Çiftliği) vardı. TSFAŞ, 2000 yılında özelleştirme kapsamına alındı. 2001 de “Yeni Şeker Yasası” çıktı. Şeker Yasası gereğince, Şeker Kurulu oluşturuldu.

TÜRKİYE’Yİ ŞEKERLE NASIL KANDIRDILAR

Yeni Şeker Yasası ne getirdi ya da götürdü?

Şeker pancarı, şeker ve yan ürünlerin fiyat belirlemesi, güdümlü oluşturulan şeker kuruluna verildi.

– Şeker fiyatlarında vergilerden meydana gelecek artışlar tüketiciye doğrudan yansıtılmaya başlandı. Bunun sonucu şeker ve tatlandırıcı piyasası zarar gördü.

– Verimli çalışan fabrikaların özelleştirilmesiyle, özel kesime haksız bir kazanç aktarılmaya başlandı. Verimsiz arazilerde pancar üretimini desteklemek ve bu bağlamda istihdam yaratmak amacıyla kurulan fabrikaların kapatılmasıyla, üretim düşmeye başladı.

– Şeker pancarından elde edilen şeker üretimine getirilen kota ile üretim olumsuz etkilendi ve kimi dış ve iç güçlere haksız kazanç aktarılmaya başlandı (Türkiye’de nişasta bazlı tatlandırıcı kotası %15’e kadar çıkarıldı, oysa Avrupa Birliği’nde bu kota %2’ler civarında).

– Şeker pancarı üretiminin düşmesiyle pancar çiftçisi fakirleşme sürecine girdi, işsizlik artmaya başladı, hayvansal üretim ve nakliye sektörü de zarar gördü.

– Şekerde var olan yeterlilik sona ermeye başladı, dışa bağımlılık şimdiden ortaya çıktı.

TÜRKİYE GÜBRE SANAYİ AŞ(TÜGSAŞ) /
İSTANBUL GÜBRE SANAYİ AŞ(İGSAŞ)’NİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

TÜGSAŞ Türkiye Gübre Sanayi ve İGSAŞ, Türkiye güre üretiminin neredeyse yarısını (%41) karşılıyordu. Bu nedenle ulusötesi gübre tekellerinin Türkiye’ye sattıkları gübrenin fiyatını da önemli ölçüde denetleyebiliyorlar ve bu şekilde gübre fiyatlarında istikrar sağlanabiliyordu.

TÜGSAŞ ve İGSAŞ, uygulanan politikalarla, işletme sermayesini tüketmiş, teknik kapasitesini ve verimliliği artırıcı yatırımlara sokulmadı ve bunların sonucu olarak zarar ettirildi.Kamunun gübre sektöründen çekilmesiyle, gübre fiyatları yükseldi, fiyat istikrarı bozuldu ve gübre dışalımı arttı. Fiyatların artışıyla birlikte Türkiye’de gübre kullanımı da düştü ve üretim aşağıya çekildi. Gübrede, yerli ve yabancı özel sermaye tekelciliği egemen oldu.

TÜRKİYE ZİRAİ DONATIM KURUMU
(TZDK)’NUN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

Türkiye Zirai Donatım Kurumu, 1943 yılında Donatım Kurumu olarak kuruldu. Kurumun çeşitli illerdeki işletmeleri 1999 yılından itibaren özelleştirildi. Sakarya Traktör İşletmesi de 2003’de satıldı.

TZDK da, özelleştirme sürecinde yapılan kasıtlı uygulamalar ile zarar ettirildi. Bunlar arasında, gübre satışlarının en yoğun olduğu dönemlerde durdurulması, kurumun kullandığı kredilerin faiz oranlarının olağanüstü artırılması (%2’den %66’ya çıkarılması), alımlarda ihaleye giren şirketlerin bilerek yükümlülüklerini yerine getirememesi gibi konular sayılabilir.

TZDK’nun özelleştirilmesiyle;

Tarımsal girdilerin fiyatları arttı, fiyat istikrarı bozuldu.

– Girdi fiyatları üzerinde devletin denetim gücü devreden çıkınca, bu alan iç ve dış sermayenin insafına ve çıkarına bırakıldı. Tarımsal etkinlik, vurguncuların denetimine girdi.

Mustafa Kaymakçı
Odatv.com
10.12.2017

Özelleştirmelerin hedefinde ne var

Değerli arkadaşlarım,

“Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?/1” başlıklı yazımda “Tarımın Çöküş Göstergeleri” üzerinde durmuştum. İzleyen yazılarımda, diğer üretim sektörlerinde olduğu üzere tarımda da çökertmenin bir aracı olan özelleştirmenin kökeni ile KİT(Kamu İktisadi Teşebbüsü)’lerin İşlevleri ve Tarımsal KİT’ler konularında görüşlerimi sıralayacağım.

Ancak gelinen noktada tarımsal ithalata ödenen kaynak aktarımı da yeniden anımsatmak istiyorum. Türkiye, son 14 yılda 18 milyar dolarlık tahıl, 17 milyar dolarlık pamuk lifi, 37 milyar dolarlık yağlı tohum ve türevleri ve 3.5 miyar doları geçen bakliyat ithal etmiş. İthalat yapılan ülke sayısı 126 dolayında imiş.

ÖZELLEŞTİRMENİN KÖKENİ VE AMACI NEYDİ?

Batı ülkelerinde iç ve dış pazarın daralması ve sanayileşmiş ülkeler arasında rekabetin kızışması gibi nedenlerle, özellikle 1980’li yılların başından itibaren ekonomide bir durgunluk, hatta gerileme yaşandı. Tekelci sermayenin kârlılığında ciddi düşüşler oldu. Bu bunalımı aşmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri’nde Reagan, Britanya’da Thatcher yönetimleri, öncelikle kendi ülkelerinde sosyal devlete karşı savaş açtılar. Bu bağlamda;

İşçi sendikaları etkisiz duruma getirilmeye çalışıldı.

• Ücretler ve sosyal amaçlı kamu harcamaları geriletildi.

• Varlıklı kesimlerin gelir vergileri düşürüldü.

• Kar marjları sabit olan kamu kurumları özelleştirilmeye başlandı.

Bununla birlikte, uygulanan yeni bölüşüm politikaları ve bunun sonucu olarak ekonomik dengenin sermayenin lehine daha yüksek oranda değiştirilmesi, durgunluğu gideremedi.

Bu nedenle, krizin çözümü için, sermaye, mal ve hizmetler stokunun başka ülkelere aktarılması, ancak özünde; “çevre ya da gelişmekte olan ülkelerin ürettiği katma değerin eskisine oranla daha yüksek düzeyde denetlenmesi ve el konulması”ndan başka bir şey olmayan “yeni-liberal politikalar”ın devreye sokulması gerçekleştirildi.

Bu politikalara, kitleler için olumlu çağırışım yapacak bir terim de uyduruldu.

“Küreselleşme” denildi.
Yeni-liberal politikalarla;

Sermaye, mal ve hizmetler akışına çevre ulusal devletlerin koyduğu sınırlamalar gevşetildi ve azaltıldı.

• Sıcak para hareketlerine konan sınırlamalar kaldırıldı.

• Eskiyen teknoloji ve üretim birimleri, düşük ücretli çevre ülkelerine kaydırıldı.

• Çevre ülkelerinde menkul kıymet borsaları kuruldu.

• Sendikasızlaşmaya ivme verildi.

• Çevre ulus ülkelerinin de kamu şirketleri değişik araçlar kullanarak özelleştirilmeye başlandı, süreç devam ediyor.

Çevre ülkelerinde de özelleştirme, devletin küçültülmesi uygulamalarının bir aracı olarak devreye sokuldu. Bununla devletin, piyasa malları üretimi, piyasayı düzenlemede kural koyucu işlevi ve sosyal devletle ilgili kamu hizmetleri gibi üç müdahale alanından çekilmesi istendi.

Böylelikle, devletin bu alanlardan çekilmesi sağlandı ve tekelci sermayeye yeni kar alanları açıldı. Devlet, sosyal niteliğinden uzaklaştırıldı, giderek devlet-yurttaş ilişkisi yerine tüketici ilişkisi oluşturuldu.Bu uygulamalar ile ulus devletlerin kamucu nitelikleri ortadan kaldırılmaya ve dünya tekelci sermayenin açık bir pazarı durumuna dönüşmeye başlatıldı.

Böylelikle sermayenin krizi bir süre aşıldı, ancak yaşamakta olduğumuz günlerde yeniden nüksetti. Batı emperyalizminin Ortadoğu’da ve dünyanın dört bir yanında çıkardığı savaşların ve kıyımlarının nedenini başka türlü açıklamak olası mı? Trilyon dolarları bulan silahları kim satıyor?

TÜRKİYE’DE KİT’LER NEDEN KURULMUŞTU

Özelleştirmenin hedefi olan KİT’ler, Türkiye’de emperyalizme karşı verilen mücadele ile kurulan Cumhuriyet döneminin ürünüydüler. Siyasal alanda kazanılan bağımsızlığın, ekonomik ve toplumsal alanda kalkınma ile korunabileceği yaklaşımının gereği olarak kurulmuşlardı.

Türkiye’de KİT’lerin başlıca işlevleri şunlar olmuştu:

Sanayiyi ülke geneline yayma,

• Ara-malı ve üretim-malı üretimindeki boşluğu ve gecikmeyi kapatma,

• İstihdam yaratma,

• Planlama ile ülkesel kaynakları üretime dönüştürme,

• Bölgesel kalkınma ile gelir dağılımında dengeyi ve sosyal adaleti sağlama,

• Kamuya yeni kaynaklar yaratma.

KİT’ler bu işlevlerini gerçekleştirerek, işgücünü de üretim sürecinde eğitmişler ve çağdaş yaşam koşullarını yurt genelinde yaygınlaştırmışlardır. Kısaca, ülkenin hem üretim gücünü artırmışlar, hem de Türkiye’nin birliğini pekiştirmişlerdir.

KİT’lerin varlığı, yurttaşların siyasal ve ekonomik karar sürecine katılmalarını sağlama açısından da önemli olmuştur. Bu şekilde, güçlü sermaye çevrelerinin kamu üzerinde etkisi, belli oranlarda dengelenmeye çalışılmıştı.

KAYNAK

https://odatv.com/turkiye-tarimi-nasil-cokertildi-0412171200.html
https://odatv.com/turkiyeyi-sekerle-nasil-kandirdilar-1812171200.html
https://odatv.com/ozellestirmelerin-hedefinde-ne-var-0912171200.html

This entry was posted in Doga - Cevre - Ekoloji - Tarim, Ekonomi. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *