HAYATIN İÇİNDEN MİZAH * Hoptirinam!..* “Üzerinden asla geçemeyeceğim köprünün parası benden, hoptirinam! Kapısından bile bakamayacağım koca sarayın parası benden, hoptirinam! Kıyısına bile yanaşamayacağım leb-i derya konağın parası benden, hoptirinam!

Erdal Akalın
02.10.2017

Hoptirinam!..

Yazı başlığım sizleri şaşırtabilir, çünkü merhum ünlü yazarımız Aziz Nesin’in bir kitabının adından ödünç aldım. Malum, “Memleketin Birinde Hoptirinam!” isimli kara mizah kitabını sanırım okumayan kalmamıştır. Halen okumayan varsa, hemen bir tane edinip bu ayıptan bir an önce sıyrılsınlar derim! (Neyse, bu teraneyi bir de benden dinleyin!)

Efendim; evvel zaman içinde develer tellal ve pireler hamal iken bir güzel ülke yer alırmış bu diyarlarda. Güzel ama yoksul insanların yaşamaya çabaladıkları, eğitimleri ve sağlık hizmetleri kısıtlı, üstelik adalet kavramının sadece adının bulunduğu bir ülke imiş burası.

Başında bir padişahın yer aldığı ve halkını ümmet kabul eden zihniyetle yönetilen ülkenin aslına bakılırsa doğal kaynakları zenginmiş. Ama bu kaynakları padişaha yakın olan sarayın kulları işlettiğinden ve üstelik gelirinden de padişaha verdikleri dışında hazineye bile vergi ödemedikleri için, yönetimden sorumlu sadrazam ve hazineden sorumlu olan nazır hep dertlenir ve çözümler ararmış kaynak yaratmak için.

Kaynak dediğin de nedir ki, halkın sırtına yüklediğin vergiyi artıracaksın; örneğin Deli Dumrul gibi köprüden geçenden bir akçe, geçmeyen ve yandan dolaşandan ise döve döve iki akçe vergi alacaksın! Al sana hazineye kaynak birikimi!

Tüm mali sıkıntılara karşın padişah efendinin talepleri de bir türlü bitmez, arzuları ve hatta hırsları bir türlü doyuma ulaşmazmış. Temsil misal, atasından kalan tepedeki konağı beğenmemiş ve bir yabancı ülkede gördüğü gibi bilmem kaç yüz odalı, yok yok bin küsur odalı bir saray yaptırmak istemiş. Sadrazam ise; “ Efendi Hazretleri, ben hesaplattım, hazinenin mevcut olan kaynağı bu inşaata yetmiyormuş” deyince, öfkelenmiş padişah. Konuşmuş; “Ben söylerim, sen yaptırırsın!”

İyi de nasıl yapılacak? Vergileri arttırın buyurmuş padişah.

Sadrazam ne yapsın, zaten sırtındaki tek yırtık mintanla gezen halkın sırtına bir vergi daha bindirmiş. Tabii ‘saray inşaatı vergisi’ dememiş de, ‘demokrasiyi yüceltme vergisi’ demiş.

İnşaat sürerken, halkın arasına tebdil-i kıyafetle karışan sadrazam ve hazine nazırı, halkın öfkelendiğini ve kızgınlığının dillerine yansıdığını filan anlamışlarmış.

Kısa bir süre sonra haşmetli padişah emir buyurmuş sadrazama; “Şu bizim ırmağın üstüne tiz bir yeni köprü daha yapıla.”

Sadrazam duraksamış; “Muhterem devletlim, biliyorsunuz zaten iki köprümüz vardır. Sizlerin merhum büyüklerinin yaptırdığı, üçüncüye ne gerek vardır?”

Padişah bu; “Ben namıma uygun yeni ve büyük bir köprü dilerim, sen de yaparsın!”

Nasıl yapılacak yeni köprü, tabii para ile. Para nerede, halka yansıtılacak yeni vergiden dolayı gariban halkın cebinden alınacak miktarda. Yeni bir vergi konmuş. Adına ‘köprü vergisi’ diyememişler, ‘dostluk köprüsü içindir’ demişler.

Ümmet kıvamında olsa bile, gariban ahali yememiş bu ‘dostluk köprüsü’ uydurmasını ama ne yapsınlar. Vermek istemese de sarayın zaptiyeleri döve döve alıyormuş.

Sadrazam bu kez sıkılmış ahalinin arasında gezmeye ve yardımcısını salmış çarşıya. Yardımcısı asık suratla dönmüş çarşıdan ve konuşmuş; “Tüm halkımız öfke içinde ve ana avrat sövüyorlar hepimize !”

Sadrazam, çareyi padişaha arz etmekte bularak huzura çıkmış. “Efendimiz, ümmetiniz zamlanan vergilerden dolayı çok öfkeli. Ne yapalım sizce?”

Padişah konuşmuş; “Tam zamanında geldin Lala. Benim burada canım sıkılmaya başlamıştı. Şimdi bana deniz kıyısında, şöyle leb-i derya birkaç yüz odalı yazlık saray yaptır.”

Sadrazam ama efendim diyemeden, emir yinelenmiş; “Ben söylerim, sen yaptırırsın!”

Sadrazam mecburen yeni bir vergi salmış ümmete. Adına da ‘yazlık saray vergisi’ diyemediği için ‘temiz çevre vergisi’ demişmiş.

Halk bu zamdan nasıl etkilendi diye merak içinde iken, gene tebdil-i kıyafet eyleyerek çarşıya çıkmış bizzat. Çıkmış ama şaşkınlıktan küçük dilini yutuyormuş nerede ise!

Çünkü cümle ahali bir şeyler söylüyor ve gülerek karşılıklı göbek atıyorlarmış. Sadrazam kulak kabartmış insancıkların ne dediklerine;

“Üzerinden asla geçemeyeceğim köprünün parası benden, hoptirinam!
Kapısından bile bakamayacağım koca sarayın parası benden, hoptirinam!
Kıyısına bile yanaşamayacağım leb-i derya konağın parası benden, hoptirinam!

Ve sadrazam, duyduklarını padişaha anlatmak için bir koşu padişahın huzuruna çıkmış “Efendim, ümmetiniz ‘hoptirinam’ deyu deyu karşılıklı oynamakta ve göbek atarak kahkahalarla gülmektedir!”

Padişah çok memnun olmuş bu haberden ve eli ile göbeğini kaşıyarak ve de kullarından bir tanesi olan Mehmet Şükrü Baş’ın vatanı yücelten şiirini kendine mal ederek terennüm buyurmuş, ümmetini çok mutlu kıldığını düşünerek tabii; “Ah bu vatan sevgisi / Sevgilerin en yücesi / Can içinde can / Önce vatan, önce vatan!”

 

This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, HAYATIN İÇİNDEN, MİZAH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *