Akıl Fikir yazıları * EĞİTİM MİTOLOJİ AKILCILIK SOFTALIK * Yeni Müfredat, Ortaçağ ve 2600 Yıl Önce Yaşamış Thales!. * Haçlı seferleri ve Moğol istilası ile Abbasiler çöküşe geçince Halifeler, geçim sıkıntısı içine giren halkın hoşnutsuzluğunu gidermek için din istismarına başladılar, bilimi ve bilim adamlarını dışladılar. Mollalar, halifeler tarafından el üstünde tutuldukları için, geçmişte bilim adamlarını kıskanırdı. Şimdi artık sıra onlara gelmişti. Halkı bilim adamlarına karşı kışkırtmaya ve bilim karşıtı söylemlere başladılar.

Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

Yeni Müfredat, Ortaçağ ve 2600 Yıl Önce Yaşamış Thales!.

ÖZET: “Ege çevresi tarihin her döneminde sık sık depremlerin yaşandığı bir bölgedir. Antik Yunanlılar deprem oluşturmaması için, Deprem ve Denizler Tanrısı Poseidon’a dualar eder, yakarır, kurbanlar keserdi. 2600 yıl kadar önce yaşamış, Miletli bilgin Thales düşündü:

“Tanrılar ve tanrıçalar bizim baba ve analarımız. Analar ve babalar çocuklarını öldürür mü? Deprem oluşmasının başka bir nedeni olmalı!..”

Bu düşünceyle, “depremlerin oluşumu ile ilgili akla dayalı bir varsayım (hipotez) ortaya attı ve varsayımını tartışmaya açtı. Bu şekilde doğal olayların doğaüstü güçlere başvurmaksızın açıklanabileceği anlaşıldı. Thales’in varsayımı tartışılmaya başlandıktan sonra deney ya da gözlemlerle sınanarak binlerce varsayım türetildi ve sonunda günümüzün modern deprem kuramı oluştu ve eleştirel tartışmalar, bilimin doğası gereği hala sürmektedir. Bazı yobazlar, bu yaz Bodrum ve çevresinde yaşanan depremleri, kadınların mini etek ve bikini giymeleri nedeniyle Allah’ın cezalandırmasına bağladılar! Geçmişte oy için yobazların sırtını sıvazlayan politikacılar, böyle densizler için “meczup” diyerek milletin gazını alırlardı. Bu kez de “meczup” deyip geçiştirmek istedik ama bir de baktık ki artık milliliği kalmamış Eğitim Bakanlığı, hazırladığı yeni müfredatta aynı görüşleri işlemiş. Öyle görülüyor ki bu müfredat ile ülkemiz Thales öncesine, yani 2600 yıl geriye götürülmek isteniyor!..”

* * *

Tek tanrılı dinler ortaya çıkmadan önce, insanlar çok tanrıya inanırlardı. Her doğal olayın bir tanrısı veya tanrıçası vardı ve insanlar doğal olayların olmaması ya da istedikleri gibi olması için ilgili tanrıya/ tanrıçaya dua eder, kurbanlar keser, tapınırlardı.

Antik Yunanlılar da çok tanrıya inanırlardı. Tanrılar Tanrısı Zeus’un kardeşi olan Deprem ve Denizler Tanrısı Poseidon, Yunanlıların hem denizci olmaları hem de Ege’de sık sık deprem meydana gelmesi nedeniyle çok önemli tanrılardan biriydi. İnançlarına göre Poseidon kızdığında denizlerde büyük dalgalar oluşturur, gemileri batırır; depremler oluşturur, insanların evlerini başlarına yıkar, kitlesel ölümlere neden olurdu. Bu nedenle denizciler/ balıkçılar denize açılmadan önce denizin dalgasız olması ve tüm insanlar, deprem oluşturmaması için Poseidon’un sunağında kurbanlar keser, tapınır, dualar eder, yakarırlardı.

* * *

2600 yıl kadar önce yaşamış Thales (MÖ 625-545), günümüzde Söke ovasında bulunan antik iyon kentlerinden Miletli bir filozof ve bilgin. Zamanın önemli bilim merkezlerinden Mısır ve Babil’de felsefe, matematik ve astronomi eğitimi aldıktan sonra bilimsel etkinliklerini kentinde sürdürdü.

Aktif fay hatlarının yoğun olması nedeniyle, günümüzde olduğu gibi, o zamanda Ege’de sık sık depremler olmakta, evler yıkılmakta, insanlar ölmektedir. Thales, “biz Yüce Poseidon’a ve diğer tanrı ve tanrıçalarımıza saygıda kusur etmiyor, ibadetlerimizi aksatmıyor, kurbanlarımızı kesiyor, tüm yükümlülüklerimizi yerine getiriyor, kulluk görevimizi yapıyoruz. Ancak gene de depremler oluyor ve günahsız bebekler bile ölüyor. Tanrılar ve tanrıçalar bizim babamız/ anamız değil mi? Babalar ve analar hiç çocuklarını öldürür mü? Bu işin başka bir nedeni olmalı!..” diye düşünür. Bu düşünceyle depremlerin nedeni ile ilgili, akla dayalı bir varsayım (hipotez) ortaya atar ve bu varsayımını tartışmaya açar. İşte bilimsel ya da diğer deyimle eleştirel akılcı düşüncenin bu şekilde başladığı kabul edilir.

Buna göre bilimsel düşünce, milyonlarca yıldır dünyada herkes kabul ediyor, inanıyor bile olsa mevcut fikirlerin/ görüşlerin/ inançların doğruluğundan kuşku duymak ve sorgulamaktır. Her olayın bir nedeni olduğundan hareketle, doğal olayların nedenlerini açıklamak için eleştiri ve tartışmaya açık varsayımlar oluşturmak; genel kabul görmeyenleri ya da deney ve gözlemlerle sınanarak gerçeklerle bağdaşmadığı saptananları düzeltmek veya yeni varsayımlar türetmek ve böylece “neden-sonuç” ilişkisini çözümlemektir.

Thales’in varsayımı öğrencileri Anaksimandros, Anaksimenes ve Ksenofenes tarafından eleştirilir ve kabul edilmez, yeni varsayımlar türetilir. Bu şekilde Milet’te bilimsel düşünceyi esas alan bir okul doğar. Buna Milet Okulu veya o bölgenin adıyla İyonya Okulu; Thales ve öğrencilerine de Doğa Felsefecileri denir. Okulun felsefesi, “evren doğaldır. Doğada olup bitenler dinsel mitolojilere ve doğa üstü güçlere başvurmaksızın anlaşılabilir ve açıklanabilir.” Bu görüşten hareketle bilimler gelişmiş ve insan doğaya egemen olmuştur.

* * *

Görüldüğü gibi bilimsel düşünce bu topraklarda, Anadolu’da doğmuş; yalnız deprembilim değil, matematik, mekanik, tıp, tarih ve diğer bilimler de gelişmiştir. Pers istilası nedeniyle, bilim adamlarının adalara ve Yunanistan’a kaçması sonucu Avrupa’ya taşınmıştır. Bu dönemde yaşamış olan, yukarıda adlarını yazdıklarımın dışında, Platon, Aristo, Hipokrat, Herodot, Pisagor, Öklid, Arşimet gibi diğer bazı bilim adamlarının adlarını da okul kitaplarından anımsayabiliriz. Bu kültür üzerinden Roma İmparatorluğu ve Greko- Romen Uygarlığı yükselmiştir.

Roma İmparatorluğu çökmeye başlayınca, açlıkla boğuşan halkın hoşnutsuzluğunu gidermek için yöneticiler dini kullanmaya karar verdiler. Yeni yeni yayılmaya başlayan Hıristiyanlığı, imparatorluğun resmi dini yaptılar ve Kilise egemen güç oldu.

Kilise’ye göre, “fani olan bu dünyadaki yaşamımız öteki dünya için bir sınavdır.” papazların, halka dogmaları kabul ettirebilmeleri için özgür düşünceyi/ eleştirel aklı yasaklamaları gerekiyordu. “Her şey kutsal kitaplarda vardır veya buradan türetilebilir. Hıristiyanların, putperestlerin veya dinsizlerin bilgisine / bilimine gereksinimleri yoktur. Paskalya gününü saptayabilecek kadar bilim bize yeterlidir” denilerek bilim ve akıl karşıtlığı başladı. Aziz Ambroise, “doğanın niteliği ve durumu üzerinde tartışmak gerçek yaşamda, yani öteki dünyada ne işimize yarar?” diyerek bilimi dışlarken, Aziz Augustine, “akıl insanı inanmaktan alıkoyan bir tuzaktır. Aklı bırakıp imana sarıldığım için esenliğe erdim” sözleriyle akıl karşıtlığı yapıyordu. “Bize kutsal kitaplar (Tevrat ve İncil) yeter” denilerek blim ve felsefeye dair kitaplar yakıldı ya da manastırların depolarına atıldı. Böylece akıl köreltildi, bilimin ışığı söndü ve Avrupa Ortaçağ karanlığına gömüldü…

* * *

Avrupa Ortaçağ karanlığında yaşarken bilimin ışığı, İslam aleminden dünyayı aydınlatmaya başladı. Fetihlerle büyüyen ve özellikle ticaret yollarının ele geçirilmesiyle zenginleşen Abbasiler döneminde aydın halifeler, egemen oldukları topraklardaki antik uygarlıklar ve özellikle Yunan bilim ve felsefesinden etkilendiler. Bağdat’ta Halife El-Memun’un yaptırdığı Beyt ül-Hikme’de (Felsefe Evi ya da Enstitüsü), 900’den fazla kitap Yunanca’dan Arapça’ya çevrildi. Endülüs’te de benzer bilim merkezleri kuruldu. Buralardan yetişen Arap, İranlı ve Türk Müslüman bilim adamları, özgün buluşlarıyla evrensel bilime önemli katkılar sağladılar. Bu bilim adamları arasında Farabi, İbni Sina, Ömer Hayyam, İbni Rüşt, El Harezmi, El Razi, İbn-ül Heysem gibi isimleri sayabiliriz. Örneğin İbn ül- Heysem, optik biliminin kurucusu kabul edilir; El Harezmi Cebir’i bulmuştur.

Haçlı seferleri ve Moğol istilası ile Abbasiler çöküşe geçince Halifeler, geçim sıkıntısı içine giren halkın hoşnutsuzluğunu gidermek için din istismarına başladılar, bilimi ve bilim adamlarını dışladılar. Mollalar, halifeler tarafından el üstünde tutuldukları için, geçmişte bilim adamlarını kıskanırdı. Şimdi artık sıra onlara gelmişti. Halkı bilim adamlarına karşı kışkırtmaya ve bilim karşıtı söylemlere başladılar.

Mollaların söylemleri, Avrupa’yı Ortaçağ karanlığına götüren Hıristiyan azizlerin söylemlerine benzemektedir. Örneğin, onlar “paskalya gününü saptayacak kadar bilim yeterlidir” derken İmam Ahmet İbni Hanbel, “Peygaberin tartışmadığı bir şey üzerinde tartışmak yanlıştır” demişti. Mollalardan İbrahim İbni Musa, “yalnızca dini uygulama için yararlı olacak bilimler üzerinde durulmaya değerdir” diyordu.

İslam dünyasının bugünkü duruma gelmesinde özellikle İmam Gazali’nin büyük rolü vardır. Gazali “Platon ve Aristo gibi onların yandaşları olan Farabi, İbni Sina, El Razi vd. de kafiridir. Neden- sonuç ilişkisi yoktur. Tüm olaylar/ olgular Allah’ın takdiridir” diyerek, bugün Bilim Tarihi’nde İslam’ın yüz akı olarak yer alan bilim adamlarına karşı halkı kışkırttı ve o zamana kadar kuramlaşmış tüm fizik yasalarını yok saydı. Aziz Augustine gibi akla savaş açtı. Matematik yanında, satranç gibi zeka oyunlarını da “aklı güçlendirdikleri için” haram ilan etti. Eleştirel özgür düşünceye karşı çıktı ve bu amaçla “Felsefenin Tutarsızlığı” kitabını yazdı. Keskin zekası, etkileyici konuşma yeteneği ve güçlü kalemiyle cahil halkı yanına aldı.

Bu arada Avrupa’dan Haçlı seferleri ile gelen askerler ile İpek Yolu’nu kullanan tüccarlar arasında İslam dünyasından etkilenen ve kendi cahilliklerinin ayırdına varanlar olmuş; bunlar cehaletlerini gidermek için Batı’da üniversitelerin kurulmasına öncülük etmişler, İslam ülkelerinden getirdikleri kitapları Latince’ye çevirtmeye başlamışlardı.

İslam Uygarlığının son bilim adamlarından Endülüslü İbni Rüşt, Gazali’nin görüşlerini eleştiren “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” adlı kitabı yazdı. Ancak ne yazık ki Müslümanlar, İbni Rüşt’ün kitaplarını yaktılar, Gazali’nin yanında yer aldılar. Böylece İslam Dünyasının Ortaçağı başlarken Latince’ye çevrilmiş İbni Rüşt ve diğer Müslüman bilginlerin kitaplarını okuyan Avrupalılar uyanmaya başladılar; kendi deyimleriyle yeniden doğdular (Rönesans). Ardından Reform, Bilimsel ve Aydınlanma devrimleri süreçlerinden geçerek sanayi toplumu oldular, Avrupa Uygarlığını yarattılar. Müslümanlar ise bir süre daha, 400 yıl kadar süren parlak döneminin kalıtları ile idare ettikten sonra iyice karanlığa gömüldüler ve orada yaşamayı sürdürüyorlar!..

Günümüzde TRT dahil bazı kanallarda sık sık karşımıza çıkan fesli, cübbeli, sarıklı, türbanlı vs. ya da tersine çok şık giyimli/ çağdaş görünümlü tarikat/ cemaat sözcülerini dinleyince, İmam Gazali’yi dinliyor gibi oluyor, insan. Bu tipler, ABD’nin güdümüne girdikten sonra, Atatürk Türkiye’sinin Müslüman Dünyasına kötü (!) örnek olmasından korkan emperyalistlerin kurdurduğu vakıf ve derneklerde yetişmeye başladılar. Aslında oy için onların sırtını sıvazlayan yöneticiler, eskiden bunlara “meczup” diyerek kamuoyunu yatıştırmaya çalışırlardı. Şimdilerde artık saraylarda ağırlanıyorlar, komutanlar ayaklarına giderek şefaatlerine sığınıyor…

Bu yaz Ege’de yaşanan depremleri, bikini ve mini eteğe bağlayan bu adamları, gene meczup deyip geçiştirecektik ama bu görüşlerin, artık milli olmayan, Eğitim Bakanlığı’ınca benimsenip Müfredat’a alındığını gördük.

Üniversiteler dahil, okullar medreseleştirilmeye başlanınca, Osmanlı’da çağdaş okullaşmanın başlangıcını esas alarak “1773 öncesine mi gidiyoruz?” diye düşünmeye başlamıştık. Ama öyle görülüyor ki daha da geriye, Thales öncesine yani 2600 yıl geriye doğru gidiyoruz!..

Eğitim Bakanı yeni müfredatı “çağdaş” olarak nitelemiş. Sayın Bakan, bunun çağdaşlıkla ilgisi yok ama Thales’i görmezden gelirsek “ortaçağdaş” diyebilirsiniz.

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI, DİN-İNANÇ, İrtica, MİTOLOJİ, SÜLEYMAN ÇELİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *