DURUM VAZİYETİ 02.08.2016 Aydınlık * YUNAN ORDUSUNU BU MODEL DAĞITTI * Orduyu bekleyen büyük tehlike * II. Mondros Mütarekesi * Mehmetçik’e güvenmeyene millet güvenmez! * TSK’nın onur ve saygınlığı yerle bir edildi!

Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com

03 Ağustos 2016


Turgutreis (F-241) fırkateyninde savaş yerlerini donatmıştık. Nefesler tutulmuştu. Yunan harp gemilerinin Kardak kayalıklarına yaklaşma yollarında deniz kontrolünü ele geçirmiştik. Hedef tahsisleri bile yapılmıştı. Deniz ve Hava Kuvvetleri tam olarak duruma hâkimdi. Eğer çatışma başlasaydı, Yunanistan için hiç de iyi olmayacaktı. Türk emir komuta sistemi saat gibi işliyordu. Karşı taraf mı? İsterseniz en yetkili ağızlardan dinleyelim.

KOMŞUDA MSB’YE BAĞLI KUVVETLER

Yunanistan 1996 yılındaki Kardak krizinden sonra birbirine girdi. Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı’nı; Bakan, Kuvvet Komutanlarını; Başbakan herkesi suçladı. Söz düelloları günlerce devam etti. Onlarca televizyon programı yapıldı. Günah keçisi yapılan Genelkurmay Başkanı Oramiral Hristo Limberis belki de en masum kişiydi. Sonunda dayanamadı ve bir kitap yazdı. Kitabın adı, “Milli Strateji ve Kriz Yönetimi!”

Kardak krizi patlak verdiğinde Kuvvet Komutanlıkları doğrudan Milli Savunma Bakanı’na bağlıydı. Ora. Limberis çaresiz bir konumdaydı. Duygu ve düşüncelerini kitabına şöyle yansıttı: “Kamuoyu ve birçok siyasetçi Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın Genelkurmay Başkanı olduğunu söyler. Bu yanlıştır. Kuvvetler MSB’ye bağlıdır. Kardak krizi esnasında bana yetki bile vermediler. Silahlı Kuvvetlerin yetkileri, faaliyetleri ve teşkilatlanmasındaki belirsizlik ve karışıklık herkesin ortak fikridir. Genelkurmay ile Kuvvetler arasındaki bağlantı yasayla yeniden hükme bağlanmalıdır.”

Kamuoyu baskısı o denli güçlüydü ki dönemin Başbakanı KostasSimitis de bir kitap yazmak zorunda kaldı: “Yaratıcı Bir Yunanistan İçin Politika!” Bu kitaptaki en çarpıcı ve dikkat çekici bölüm şöyleydi: “Kardak’a müdahale için planımız bile yoktu. Yunan Silahlı Kuvvetlerinin teşkilatlanma yetersizliği ve harekât acizliği ortaya çıktı. Kardak, bir açıdan bizim bu acizliğimizi ortaya çıkaran olay oldu. Yunan Silahlı Kuvvetleri yeniden yapılandırılmalıdır!”

Yunanistan ülkenin kaderini doğrudan etkileyeceğinden bu konuyu tam 6 yıl boyunca her düzeyde tartıştı. Çalışmalar neticesinde önemli dersler çıkarıldı. Hükümet ve Silahlı Kuvvetler, Genelkurmay ve Kuvvetler arasındaki koordinasyonun çok yetersiz olduğu vurgulandı. Yetki ve sorumlulukların çok muğlak olduğu anlaşıldı. Harbe girilirken bile Kuvvetlerin Bakanlıkta kalmasının mahsurları ortaya çıktı. Kuvvetlerin birbirinden bağımsız hareket etmesinin, kimden emir alacaklarının belli olmamasının muharebe etkinliğini düşürdüğü açıkça beyan edildi.

Sonuçta 2002 yılının Ocak ayında 2292 sayılı MSB kanunu çıkarıldı. Bu kanunun 11’inci maddesi ile Genelkurmay Başkanı’nın yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlendi.

TARİHİ SÜREÇLER İYİ İNCELENMELİ!

İktidar, kamuoyundan gizleyerek, yangından mal kaçırır gibi Yunanistan’ın bu iflas eden sistemine sarıldı. Böylesine hayati bir yapısal değişikliği OHAL kapsamındaki bir Kanun Hükmünde Kararname’nin içine (KHK) sıkıştırdı. Toplum içinde tartışılmasına bile izin vermedi! Böylece bir çırpıda TSK’nın emir ve komuta yapısını felç etti. En önemli harp prensibi olan emir komuta birliği ilkesini çöpe attı.

Kuvvetlerinden ayrılınca Genelkurmay Başkanlığı’nın içi boşaldı; hiçbir ağırlığı kalmadı.  Tarihi kökleri olan Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisliği çok ağır bir darbe aldı. Maddi ve manevi temelleri olan, devlet geleneğimizin en önemli kurumu bir binanın içine sıkıştırılmış oldu. Görev ve sorumlulukları hakkında, en azından benim en küçük bir bilgim bile yok! Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri MSB’ye bağlandığına göre, normal koşullarda bu kuvvetler üzerinde en küçük bir tasarrufu bile olamaz!

Şu andaki yegâne gerçeklik, yetki ve sorumluluklardaki belirsizliktir. Genelkurmay Başkanı’nın yetkileri saklı kalıyorsa, Kuvvetler MSB’ye bağlı değildir; Kuvvetler MSB’ye bağlıysa, Genelkurmay’ın Kuvvetler üzerinde tasarruf yetkisi yoktur.

Anayasamızın 117’nci maddesi halen yürürlüktedir. Buna göre, “Genelkurmay Başkanı Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olup savaşta Başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanı namına yerine getirir.” Demek ki bir savaş durumunda Başkomutan olacak Genelkurmay Başkanı barış durumunda boştadır. Barış dönemi için zorlayarak bir takım görevler bulsak bile savaş dönemindeki konumu ile uyumsuzluk söz konusudur. Büyük bir ihtimalle siyasi parti liderleri bu durumu da düzeltmek (!) için anayasa değişikliğini zorlayacaklardır.

Devletimizin tarihinden gelen bir geleneği FETÖ darbe girişimini gerekçe göstererek dağıtmak pek de adil görünmüyor. Darbeci yapıyı palazlandıran ve cesaretlendirenler 1980 yılından sonra gücü ele geçiren tüm iktidarlardır. Bu konuda TSK’nın da hataları vardır ama siyasi partilerden çok daha azdır. FETÖ’nün hücrelerine kadar sızdığı diğer devlet kurumlarına dokunulmazken, TSK’nın genetik kodları ile oynamak pek hayra alamet görünmüyor! Amacın üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğu anlaşılıyor…

Aydınlık
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com
04 Ağustos 2016

II. Mondros Mütarekesi

Hamidiye Kahramanı Rauf (Orbay) Bey, 26 Ekim 1918 sabahı bir römorkör ile İzmir’den ayrıldığında oldukça endişeli ve düşünceliydi. Foça önlerinde bir İngiliz gemisine bindi. Liverpool gambotu Ege’nin sıcak sularında ilerlerken, Rauf Bey heyetindeki diplomat Reşad Hikmet Bey ve askeri uzman Kaymakam (Yarbay) Sadullah Bey’le son bir durum değerlendirmesi yaptı. Ertesi gün Midilli adasının Mondros limanı tarihin önemli bir kesitine tanıklık edecekti. 27 Ekim sabahı İngiliz Agamemnon zırhlısında görüşmeler başladı. Müzakereler tam dört gün sürdü. 30 Ekim 1918 Türk tarihinde tam bir kara gün oldu. Mütareke’nin 5’inci maddesi ile Ordumuz terhis ediliyordu…

DURUMU KAVRAMAK YETERLİ BİLİNÇ GEREKTİRİR!

Bu anlaşmaya imza koyan Rauf Bey, Osmanlı’nın idam fermanı olan bu mütarekenin, nasıl “tarihi bir zafer!” olduğunu basın mensuplarına şöyle açıklıyordu: “Devletimizin bağımsızlığı, saltanatımızın hukuku, milletimizin onuru tümüyle kurtarılmıştır!”Bu sözler ise hayattan ve gerçeklerden kopuşun en özlü ifadesiydi. İsa Peygamber de kendisini çarmıha gerenler için Tanrı’ya şöyle yakarmıştı: “Allah’ım onları affet! Ne yaptıklarını bilmiyorlar.”

TSK’yı felç eden, şanlı tarihini yok sayan acemice hazırlanmış Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK) okuyunca birdenbire bunlar aklıma geldi. Bu rüzgârla yelkenlerini şişiren bir geminin gideceği tek liman kayalıklarla kaplı kör karanlık limandı. Akıl, sağduyu, mantık, hukuk ve temel askeri prensiplerden yoksun bu girişimdeki tek gerçeklik korku ve vehimdi!  Oysaki dünya tarihi “darbe olmasın!” diye kurulan hiçbir orduyu kayıtlarına geçirmemişti. Dünyadaki her ordunun ülkedeki tehdit algılamasına göre tarihi köklerine uygun olarak kurulduğu herhalde bilinmiyordu. Ezbere dayanan eğitim kurumlarının rahle-i tedrisinden geçenler anlamaya herhalde vakit bulamıyorlardı…

RAKİBİNE BAK NE YAPTIĞINI GÖR!

Bu düzenlemelerin emperyalist merkezlerin projesi olduğunu sağır sultan bile öğrenmişti. Meşhur TESEV raporu aynen kopya edilmişti. Ayrıca rapora FETÖ’de damgasını vurmuştu. Abdullah Gül’ün hazırlattığı ve 2014 yılında kamuoyuna açıklanan, “Savunma Çalışma Grubu” raporunda da benzer düzenlemeler yer aldı. Bu rapora imza koyan Tuğg. Murat Yetgin ve Hv. Plt. Tuğg. Recep Ünal darbe girişimi kapsamında tutuklandı.

Gönderdiği temsilcileri böyle bir rapor hazırlarken, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel acaba ne yapıyordu? Abdullah Gül’ün yere göğe koyamadığı Cemaat gülü Mümtazer Türköne çok açık sözlüydü: “Bunlar Yeniçeri! Nizam-ı Cedit’e geçilmeli! Genelkurmay’ın kapısına kilit vurulmalı!” Türköne tutuklandı ama hayalleri gerçekleşti. Kuvvetleri elinden alınan Genelkurmay Başkanlığı’nın kapısına bir anlamda kilit vurulmuş oldu.

Avrupa Birliği (AB) 2010 yılında bir çalışma grubu kurmuş ve Türkiye’ye göndermişti. Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için KHK ile Hükümetin yaptığı düzenlemelerin yapılmasını talep ediyorlardı. Hükümet ne hikmetse bunları karargâha yönlendirmişti. Acemi, konularını bilmeyen, tecrübesiz ve nispeten genç bir gruptu. Türk uzmanları dinleyince resmen utandılar. “Sizin çok güzel kurumlarınız oluşmuş ama demokrasi, insan hakları gibi” laflar gevelemeye başladılar. Konu birden özelden genele döndü. Aslında 2001 yılından beri Avrupa-Atlantik sistem TSK’nın genetik kodlarını dağıtmaya karar vermişti. Her toplantıda temcit pilavı gibi aynı şeyleri önümüze koyuyorlardı. Ama özel görüşmelerde Türkiye’nin en ideal sistemi kurduğunu açık yüreklilikle ifade ediyorlardı.

Bugünlerde Batı başkentleri zafer şarkıları söylüyor… 1991 yılından beri bazen açık bazen de örtülü olarak yürüttükleri TSK’yı yıkma çabalarına son noktayı koydular. Gücü dağıttıklarını sananlar, gerçekte TSK’yı dağıttılar. Batı 1571 yılındaki İnebahtı (Lepanto) yenilgimizden sonra uzun süren kutlamalar yapmıştı. Bugün de aynı nakaratları duyuyoruz.

İÇİMİZDEKİ DANİMARKALILAR!

Son durum nedeniyle ağzı kulaklarına gelen bir başka kurum var. PKK ve emperyalist merkezlerin TBMM’deki temsilcisi HDP! Âlemin keyfi yerinde yine Maşallah! İsterseniz HDP’nin Eş Başkanı Figen Yeşildağ’a kulak verelim: “Askeri kurumların sivil siyasete bağlanması en doğru ve olması gereken sistemdir!” AKP’nin bu uygulaması anlıyoruz ki PKK’yı da mutlu etmiştir.

Mutlu olanlardan biri de CHP’deki Kobanici grup! Hani şu meşhur insan hakları raporu hazırlayanlar! Hani şu Türkiye’yi gammazladıkları raporda TSK’yı kıyasıya eleştirirken, PKK’dan söz bile etmeyenler! Kılıçdaroğlu da çok mutlu: “Ordunun her aşaması sivil denetime açılmalıdır. Hiç tereddüt yok!”Sonra da aklı sıra zevahiri kurtarıyor: “Aman, Orduya siyaset bulaştırmayın!” Herhalde Kılıçdaroğlu bizim zekâmızla alay ediyor. Bu düzenlemelerden sonra Ordu istese de siyasetin dışında kalamaz!

Başbakan müjdeyi (!) verdi:  Profesyonel, uzman orduya geçiyoruz. Bu iktidarın Türk Milletine büyük bir armağanı olan paralı askerlikten sonra şimdi de sıra para karşılığı vatanı savunmada! Anlıyoruz ki sırada hedef Ordu-Millet bağının koparılması! Milletin Ordu’dan duygusal kopuşunun başlatılması! Mehmetçik ruhu kaybolursa bizi odunla bile kovalarlar…


Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com
05 Ağustos 2016

Mehmetçik’e güvenmeyene millet güvenmez!

Mehmetçik Türkiye’nin kendini savunma azim ve iradesinin vücut bulmuş şeklidir. Tarihsel kökleri vardır. TSK’nın gerçek gücü halkına dayanmasından, yani Mehmetçik ruhundan kaynaklanır. TSK işte bu ruh üzerinde yükselerek, “Türk birliğinin, Türk vatanseverliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin çelikleşmiş bir ifadesi” olur. CIA, ihanete sürüklediği üniforma giymiş çete ile aslında bu ruha saldırmıştır. Tank, top, uçak geri gelir ama bu ruh giderse geriye sadece demir yığınları kalır. İşte AKP, bilerek ya da bilmeyerek CIA’nın yarım bıraktığı bu işi tamamlamaya soyunmuştur…

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK

Bu iki güzide kurum da TSK geleneğinin ürünüdür. Ordu ve Donanma ile bağlarını koparmadan İçişleri Bakanlığı emrinde görev yapmıştır. Jandarma kılcal damarlar gibi ülkenin en ücra köşesine kadar devletin gücünü ve temel değerlerini taşır. Asker üniforması sarp kayalıklarda bile “devlet burada!” mesajını güçlü bir şekilde verir. Polis kıyafeti ile aynı etkiyi yaratamazsınız. Ayrıca bu iki kurum savaşta TSK’nın emrine girer. Harekât planlarındaki görevlerini icra ederler. Barışta hazırlanmayan her unsur savaşta sadece ayak bağı olur. Bu nedenle TSK bu görevlere hazırlık maksadıyla eğitim ve tatbikatlar planlar. Aynı kültürün ürünü oldukları için kaynaşma doğal ve kendiliğinden olur.

İtalyan Jandarma teşkilatı olan Carabinieri barışta benzer görevler icra eder. Ama herkes bilir ki İtalyan Ordusu’nun ayrılmaz bir parçasıdır. Zaten diğer adı da Primo Esercito (Birinci Ordu)’dur. Yani en gözde ordudur! Komutanı her zaman karacı bir generaldir. Hiçbir İtalyan Hükümeti, “Carabinieri’yi Ordu’dan koparalım!” şeklinde bir düşünceyi aklının ucundan bile geçirmez! Çünkü hem İtalyan tarihinden kopacağını hem de ülke güvenliğini zafiyete düşüreceğini bilir. Zaten böyle bir hükümeti İtalyan halkı iktidarda tutmaz!

Batı’nın rüyası gerçekleşmiş ve bu iki kurum TSK’dan tamamen koparılmıştır. Şu andan itibaren askeri geleneklerden uzaklaşacak bu iki kurum derin sancılar içinde kıvranacak ve siyasetin üstünde at koşturduğu dengesiz bir yapıya dönüşecektir. Çünkü tarihi bağlarından koparılan her kurum kısa süre içinde yozlaşır. Dünü olmayanın bugünü ve geleceği olamaz!

ASKERİ HASTANELER

Savaş demek hasta ve yaralı demektir. İlk çağlarda bile askeri sağlık teşkilatları vardı. Roma Ordusu’nda bu teşkilat öylesine güçlüydü ki bütçesi bile Senato’da tartışmalara neden olurdu. Kadim dönemlerde bile ordunun sağlık elemanları özel bir eğitimden geçirilirdi. Dünyada kendisine doğrudan bağlı sağlık teşkilatı olmayan hiçbir ordu yoktur. Bu şeref (!) şimdi TSK’ya aittir.

Lojistik harp planlarında sağlık faaliyetlerine çok özel bir önem ve öncelik verilir. Sahra hastaneleri, hastane gemileri, cankurtaranlar, sağlık konteynerleri, cephe gerisi ilk yardım tesisleri özenle planlanır. Hangi sağlık kurumundaki personelin, cihazların, ilaçların nerelere kaydırılacağı tek tek belirlenir. Kaldı ki dalgıç tabipliği gibi özel askeri tıp alanları vardır. Askeri sağlık personeli mermi yağmuru ve top atışı altında görev yapacak şekilde yetiştirilir. Dünyanın neresinde olursa olsun, askeri hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na bağlamak bu işin doğasından bihaber olmak anlamı taşır. İmparatorluk kurmuş bir devlet için bu uygulama çaresizliğin ifadesinden başka bir şey olamaz!

ASKERİ OKULLAR

Harp Akademileri, Harp Okulları ve Askeri Liseler bir silahlı kuvvetin en önemli kurumlarıdır. Çünkü böyle bir alt yapıya dayanmayan hiçbir ordu kurumsallaşamaz! Türkiye açısından bakıldığında bu okullar Osmanlı devlet geleneğinden Cumhuriyet’e ulaşmış saygın eğitim ve öğretim kuruluşlarıdır. Askeri liseler ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, bütün dünyada harp akademileri ve harp okulları mevcuttur. Bu kurumları kapattığınız takdirde askerliğin köküne dinamit koymuş olursunuz.

Harp Akademileri Komutanlığı’nda Kara, Deniz ve Hava Harp Akademisi ve Silahlı Kuvvetler Akademisi yan yanadır. Her üç kuvveti ilgilendiren müşterek dersler ortak verilir. Böylece değişik Kuvvetlere mensup subaylar birbiri ile kaynaşır. Harbin en önemli özelliği olan müştereklik kültürü gelişir. Silahlı Kuvvetler Akademisinde genel askeri politik konuların yanı sıra amfibi harekât, çok uluslu harekât gibi yüksek düzeydeki konular ele alınır. Harp oyunları ve plan tatbikatları ile kurmay adayları üst düzeydeki görevlere hazırlanır. Bütün dünya bizim Harp Akademileri sistemine her zaman gıpta ile bakmıştır. “Kuvvet akademilerini aynı yerleşke içinde toplamının muhteşem bir düşünce olduğunu” ifade etmişlerdir.

Ordu’nun beyni kurmayıdır. Doktor, Doçent,  Profesör gibi akademik unvanlardan farklı bir niteliği vardır. Barış döneminin süslü lafları savaşta hiçbir anlam ifade etmez! Toplar ateş kusmaya başladığı zaman muharip niteliği olan ayakta kalır. Bu nedenle bütün dünyada harp okulları ve harp akademileri vardır. Çünkü bu nitelikler ancak askeri bir eğitim ile verilebilir. Başka türlü olsaydı, yüzlerce üst düzey üniversitesi bulunan ABD, İngiltere gibi ülkeler askeri okullarını kapatırdı!

Kurmay subay harbi planlamayı ve yönetmeyi kendi özgün bakış açısını yansıtacak şekilde öğrenir. Çünkü harbi yönetmek bir sanattır ve bunun okulu yoktur; sadece ipuçları vardır. Üniversitelerde bu sanatın yanına bile yaklaşamazsınız! Örneğin bir deniz kurmay subay adayı akademi eğitimi boyunca en karmaşık muharebe sahnesi olan Ege’yi kafasının içine nakşeder. İri ufaklı 3000 adayı ihtiva eden bu deniz beyninin içindedir; haritaya bile gerek duymaz! Gece rüyasında gemileri ile Ege’de dolaşır. Gerginlik, kriz ve çatışma koşullarında, bulunduğu rütbeye göre gemilerini nasıl kullanacağına dair özgün görüşleri ile mezun olur. Böylece hem planlama görevlerinde hem de harpte yaratıcılığını en üst düzeye çıkararak görev yapar. Erkanı harp zabitliği (kurmay subaylık) tarihimizin geçmişten gelip geleceğe uzanan bir gerçekliğidir. Bu kurumu yok ederseniz, bol unvanlı adamlarınız harpte sizi kurtarmaz!

EN BÜYÜK ENERJİ GÜVENDİR!

AKP Hükümeti, kışlaların önünü çöp kamyonları ile tıkamak gibi askeri alenen aşağılayan uygulamaları ile TSK’ya güvenmediğini açıkça ortaya oymuştur. Ancak güven karşılıklı olur. Mehmetçik’e güvenmeyen bir iktidara TSK da, halk da güvenmez!

 TSK’nın onur ve saygınlığı yerle bir edildi!

Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com
06 Ağustos 2016, 09:42

Hiç kuşkusuz TSK tarihi boyunca böylesine ağır ve şiddetli bir darbe almamıştı. Ülkemizin bekasının yegâne sigortası olan Silahlı Kuvvetlerimizin içi tam anlamıyla boşaltıldı. Önce Jandarma ve Sahil Güvenlik ile tüm bağları koparıldı, sonra da DNA’sı değiştirildi.

Yapılan kimyasal reaksiyondan sonra ortaya,tarihinden ve geleneklerinden koparılmış, kolu kanadı kırılmış bambaşka bir element çıktı!

ONA NASIL KIYDINIZ?

Şu yapılanlara hâlâ inanamıyorum. Geceleri gözüme uyku girmiyor. İnanın, yüreğim sızlıyor…  Aklıma hep Behçet Kemal Çağlar’ın ölümsüz dizeleri geliyor: “Sormaz mıydı kalbiniz, akmaz mıydı kanınız/ Gövdeyi kan götürse demek ki razıydınız/ Ona nasıl kıydınız, ona nasıl kıydınız!/

Önce TSK’nın baş ve gövdesini birbirinden ayırdılar. Başsız kalan gövde siyaset limanına sürüklendi. Sahipsiz kalan gövde budanmaya başladı. Batan geminin malları gibi hastanesi, postanesi, okulları elinden alındı. Kim bilir onları hangi kader bekliyor? AVM simsarları pusuda! Anayasa duvarı olmasaydı daha neler neler gidecekti. Koskoca 2200 yıllık şanlı ve kutlu gelenek tarihinden, köklerinden koparıldı!

PKK ve Türkiye düşmanları bayram yaparken gerçek yurtseverler için için ağlıyor… Dünyada emperyalizme ilk kez diz çöktüren, bu ülkeyi kuran, Kıbrıs’a barış getiren, Kardak’ta Yunanistan’a dersini veren, yetersiz yöneticilere rağmen PKK kıyafeti giymiş emperyalist çeteleri hendeklere gömen bu dev çınar bu kadarını da hak etmemişti!

İNSAFSIZ RÜZGÂRLAR

Fırtınada dümeni bozulan geminin tüm ümidi rüzgârların insafına kaldı! Emir komuta sistemi felç olan her orduda olduğu gibi disiplin giderek önemli bir sorun sahası olacak. Ayrıca bütünüyle siyasetin içine girmesi çok farklı dinamikleri harekete geçirecek… Disiplin, bir darbe de siyasetin çamurundan yiyecek!

Terfilerden vaz geçtik; atamalarda bütünüyle siyasette! Mübarek Yüksek Askeri Şura değil, sanki AKP Merkez Karar Kurulu! Başbakan, 4 yardımcısı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Adalet Bakanı demokratik sivil kesimi temsil ediyor. Karşılarında Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının yer aldığı antidemokratik (!) askeri kesim var!

Yeni düzenlemeler kapsamında şu andaki Şura’nın asker üyelerinden biri hariç dördü derdest edildi! Bunun ne anlama geldiğini söylememe gerek var mı? Darbe gecesi ayakta kalan tek Komutan Dz.K.K. Ora. Bülent Bostanoğlu! Hem tam zamanında Türk milletine Komuta Kademesinin darbeye karşı olduğunu duyurdu hem o kargaşa anında şahsi güvenliğini sağladı hem de soğukkanlılıkla verdiği direktiflerle gemilerini salimen limana döndürdü; darbecilere hareket alanı bırakmadı!

Adalet Bakanı herhalde terfi ve atamaların adaletli bir şekilde yapılıp yapılmadığını Türk milleti adına denetleyecek! Bence Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı da bu gruba dâhil edilmeliydi! Malum, kışla önlerini tıkama görevleri artık yaşamsal bir boyut kazandı! Böylesine önemli bir konuda uzman görüşlerinden istifade edilmeli! Bu da AKP’nin harp tarihine eşsiz bir armağanı!

Terfi ve atamasında söz hakkı olmayan bir komutana astları nasıl bakar! Bu komutan, askerin ruh ve duygu dünyasında kendisine nasıl bir yer bulur? Böyle bir uygulama, komutan ile astları arasındaki gönül bağını nasıl etkiler?Böyle bir yapı dolaylı olarak komutan ve astlarını siyaset önünde eşitlemez mi? Eşitler arasındaki hiyerarşi nasıl işletilir? Bu konumdakibir komutan, astlarına ölmeyi emredebilir mi?

Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın her seviyedeki birliğe doğrudan emir vermesi ve istediği bilgiyi alması nasıl bir fayda sağlar? Cumhurbaşkanı’nın anayasal çerçevesini bir an için unutalım. Bu yapı en önemli harp prensibi olan emir komuta birliğini bozmaz mı? Size de garip gelmiyor mu? Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı istediği birliğe, dilediği emri verebiliyor! Barış döneminde Genelkurmay Başkanı sadece binasının içinde borusunu öttürebiliyor!  Biz bahriyeliler, emir komuta birliğinin önemini vurgulamak için “iki kaptan bir gemiyi batırır” deriz! Anayasa’ya göre savaş döneminde Başkomutan Genelkurmay Başkanı! Şimdi savaşta da Genelkurmay Başkanı’nı binanın içine sokmak için anayasal çareler aranıyor! Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ne güne duruyor?

Ben böyle bir sistemi bilmiyorum, görmedim, duymadım, işitmedim… Demek ki öğrenmenin yaşı yokmuş! Bakanlar Kurulu Sözcüsü Numan Kurtulmuş çok derin analizler yaptıklarını ve bu kararların iki günde alınmadığını söyledi! AKP’nin derin uzmanları mutlaka müthiş çalışmalar yapmışlardır! En küçük bir kuşkum yok ama biz bu filmi başka sinemalarda görmüştük! AB, NATO, ABD, TESEV raporları, Abdullah Gül’ün darbe girişimi nedeniyle tutuklanan generallere yazdırdığı meşhur Savunma Reformu Raporu…

TSK KALICIDIR

TSK’yı yerle yeksan eden düzenlemeler OHAL kapsamındaki KHK’lar ile hayata geçirilemez! TSK’nın teşkilat yapısını değiştirmek OHAL görevleri içinde değildir. Burada bir yetki aşımı söz konusudur. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın birliklere doğrudan emir vermesi yönündeki düzenleme Anayasa’ya aykırıdır. Çünkü Cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Hiçbir kişi ya da organ Anayasa’dan kaynaklanmayan bir devlet yetkisini kullanamaz!

Hiç kuşkusuz düzenlemeler hukuka aykırıdır. TSK hukuk dışı saldırının hedefi olmuştur. Hukuk Şehidi Deniz Yarbay Ali Tatar’ın hafızalarımıza kazınan sözlerini unutmayalım: “Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilemez! Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu ne yaşayacak bir ülke ve Cumhuriyet bulamayacaksınız!”

Muhalefet partileri bu KHK’ları Anayasa Mahkemesi’ne taşımazlarsa, Türk tarihine karşı sorumlu olurlar. Ayrıca yapılan uygulamalar birçok hak kaybına ve mağduriyete neden olmuştur. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu da açıktır.

Hükümet bu düzenlemeleri derhal geri çekmelidir. Türkiye küresel saldırı tehdidi altındadır. Bu sinsi taarruzlar karşısındaki en büyük güvencemiz TSK’dır. Bu hayâsızca akın ancak güçlü bir ordu ile durdurulabilir. Böylesine küçük düşürülen, genetik kodları ile oynanan bir ordu bu amansız saldırıyı püskürtemez!

Türk halkı infial halindedir. TSK’ya reva görülen bu muamele derin bir kaygı ve üzüntü yaratmıştır. Gün parti ayrımı yapmaksızın kenetlenme günüdür. Bu tür girişimler milleti böler! Hiçbir Türk, Ordusuna yapılan bu zulmü sineye çekmez! Meclis’teki Siyasi Parti Başkanları bu büyük milletin duygu ve düşünceleri hilafına TSK’yı yaralayacak girişimlere son vermelidir. FETÖ ile mücadele başka şey, bu gerekçe ile TSK’nın dokusunun bozulması bambaşka şeydir. Herkes gelip geçer ama TSK kalıcıdır.

This entry was posted in DURUM VAZİYETİ, Gundem, Haber, Politika ve Gundem, TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *