AK Parti’deki tasfiyenin şifresi * …Ama efendim şöyle yapsak daha iyi olmaz mı?’ diyen herkes tasfiye ediliyor. Bunun yerine her alanda koşulsuz itaati benimseyen Erdoğanistlere yer açılıyor. ‘Ama’ demeyecek, isteneni tartışmasız bir şekilde yerine getirecekler öne çıkarılıyor.”

Levent Gültekin

08.04.2016

AK Parti’deki tasfiyenin şifresi

Yaklaşık sekiz ay önce ‘AK Parti’nin 3. evresi bize ne getirecek?’ başlıklı yazıda şunları söylemiştim: “AK Parti yeni bir evreye girdi. Bu evrede ‘…ama efendim şöyle yapsak daha iyi olmaz mı?’ diyen herkes tasfiye ediliyor. Bunun yerine her alanda koşulsuz itaati benimseyen Erdoğanistlere yer açılıyor. ‘Ama’ demeyecek, isteneni tartışmasız bir şekilde yerine getirecekler öne çıkarılıyor.”Şimdi bambaşka bir evredeyiz. Bu aşamada, ‘ama’ demese, itiraz etmese bile İslamcı kökenden gelenlere yer yok.

Meselenin daha iyi anlaşılması için konuyu baştan alayım.

AK Parti’de Abdullah Gül’ün tasfiyesiyle başlayan bir mekanizma işletildi. Amaç, parti tabanında, Erdoğan’dan başka sözüne itibar edilen kimse bırakmamaktı. Gerek daha önceki etkisizleştirme yöntemleriyle, gerekse üç dönem sınırlamasıyla AK Parti’de İslamcı ideolojiden gelen ve tabanda bir ağırlığı olan herkes komple tasfiye edildi.

Bugün AK Parti milletvekili aday listesinde en çok dikkat çeken husus şu: Dindar isimler var ama tabanda özgül ağırlığı olan, sözü dinlenecek tek bir kişi bile yok.

Bir taraftan bu tasfiye sistemi işletilirken, diğer taraftan da tabanla irtibatı olmayan ‘devşirme’ dediğimiz bir grup oluşturuldu. Bu grup, kişisel çıkardan başka bir şey gözetmeyen, ilke nedir bilmeyen kimselerden oluşuyor.

Medya ve bürokraside de tasfiye

İslamcıların partiden ‘usulünce’ dışlanmasına koşut olarak medyada ve bürokraside de benzer tasfiyeler başladı.

Medyada, İslamcı mahalleden gelen, yıllardır Erdoğan’ın yanında yer almış Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert’in işine son verilmesi dikkat çekti.

Sonra çember iyice genişletildi. İslamcı gazeteci denildiğinde aklımıza ilk gelen isimlerden Hakan Albayrak da bu yeni ortamda istifa etti. Ve merkez medyanın dışında kaldı.

İktidar bununla da yetinmedi. İslamcı yazarları geri plana çekti.

İşine son verilen yazarları etkisizleştirmek için, Erdoğan’ın damadının kontrolünde olduğu söylenen bir internet sitesinde açıktan ‘Erdoğan düşmanı’ ilan edildiler.

İnternet siteleri ve sosyal medyada gizli kapaklı faaliyet gösteren bu kimseler, aynı zamanda Erdoğan’ın kurmak istediği sistemin işleticisi, tetikçiler olarak kullanılıyor.

Gazeteleri bunlar yönetiyor. TV’lerde bunlara program yaptırılıyor (Yeni Şafak’ı ayrı tutmamız gerek. Çünkü bu gazete İslamcı geleneğin ilk gazetelerinden. AK Parti’den önce de vardı).

Politik atmosferi bunlar belirliyor. İslamcı iktidar adına ortalıkta bunlar ahkam kesiyor. İslamcılık adına düşman yaratıp o düşmanla kavga ediyorlar. İslamcılar arasından bile itiraz eden, sesini yükselten kim varsa gazetelerde ve TV’lerde derhal hain ilan edip linç ediyorlar.

Mesela, Bülent Arınç bir itirazda bulunduğunda, bu tetikçi grup anında devreye giriyor ve Arınç’a hain damgası vuruyor. Tıpkı daha önce Abdullah Gül’e yaptıkları gibi. Veyahut Hüseyin Çelik küçük bir eleştiride bulunduğunda, tetikçiler, Çelik’e “Cami duvarına işedi” demekten imtina etmiyor.

Yani bir taraftan Hakan Albayrak, Mustafa Karaalioğlu, Bülent Arınç gibi İslamcı mahalleden gelenlerle kavga edip hain ilan ediyorlar. Diğer taraftan da kendi kişisel çıkarlarına engel gördükleri Doğan grubu gibi kurumları ve kişileri İslamcılık adına tehdit edip yıpratıyorlar.

Aslında tek bir amaçları var: Erdoğan’ın tek adam olduğu, onun sözünün üstüne söz söylenmediği bir düzen kurmak.

Çok tuhaf bir eleme

AK Parti listelerinde dikkat çeken ikinci husus şu: İslamcı geçmişi olan gazeteci ve yazarlardan hiçbirinin aday yapılmamış olması.

Mesela Markar Esayan, Mahmut Övür, Orhan Miroğlu, Muhsin Kızılkaya ve hatta CHP’li Savcı Sayan bile aday yapılırken; tabandan gelen Ayşe Böhürler, Halime Kökçe, Kemal Öztürk gibi isimlerden hiçbirine yer verilmemiş.

Fakat iktidarda İslamcılık yapan bir partinin, kendi tabanından isimlerin hepsini elemiş olması çok tuhaf.

Sadece siyaset ve medyada değil. Bürokraside de benzer yöntem uygulanıyor.

THY yönetim kurulu başkanı Hamdi Topçu AK Parti kurulduğu günden beri Erdoğan’ın en yakınındakilerden biriydi.

Son kurbanlardan biri Hamdi Topçu oldu. Topçu’nun yerine İslamcılıkla ilgisiz, Erdoğan’ın damadına yakın biri THY’nin başına getirildi.

Ali Babacan’ın yerine Yiğit Bulut.  Mustafa Karaalioğlu’nun yerine Ergün Diler ve Murat Kelkitlioğlu. Hamdi Topçu’nun yerine İlker Aycı. Halime Kökçe, Ayşe Böhürler,  Kemal Öztürk’ün yerine Muhsin Kızılkaya, Mahmut Övür, Savcı Sayan. Bülent Arınç veyahut Hüseyin Çelik’in yerine Süleyman Soylu gibi isimler ön plana çıkarılıyor.

İşin ilginç yanı, hâlâ bir yerlere gelebilir miyim endişesi taşıyan birkaç açgözlü İslamcı da bu güruhun oyununa malzeme oluyor.

İslamcı tasfiyesinden süreç tamamlanmak üzere

Tüm bunlarla ne demek istiyorum?

AK Parti’de ve iktidarın etki alanında belirgin bir İslamcı tasfiyesi var.

Görünen o ki iktidardaki siyasal İslam bundan sonra yola İslamcılar olmadan devam edecek.

Peki İslamcı hareketten gelenler niçin uzaklaştırılıyor?

Çünkü bu hareketin beğenelim beğenmeyelim inandıkları değerler adına nihayetinde belli itirazlarda bulunacaklarından korkuluyor.

‘İslam terbiyesi’nden bütünüyle uzak olan, ‘ama’ diyerek endişe belirtmeyecek, İslami bir eleştiri getirmeyecek kimselere alan açılıyor.

Yapılanların ‘dava’ya hizmet etmediğini fark edecek, bundan rahatsızlık duyacak kim varsa değersizleştirilip uzaklaştırılıyor.

Peki İslamcılar iktidardan, medyadan, bürokrasiden tasfiye edildiklerini farkındalar mı? Bence farkındalar. Fakat öyle kolay harcandılar ki bu vahim durumu dile getirecek yol ve yöntem bulamıyorlar.

Günün sonunda, tasfiye edilenlerin isabetli ve medeni bir tepki ortay koymaları çok zor. Çünkü eleştiride bulunduklarında ‘Kendisine koltuk verilmediği için cazgırlık yapıyor’ diye anında aşağılanacak durumdalar.

Asıl soru

Ve hepimizin yanıtını merak ettiği asıl soru şu: Bundan sonra sesini yükseltenler, makamları ellerinden alındığı için mi mızmızlık ediyorlar, yoksa içlerinde hala bir ‘dava’ hassasiyeti kaldığı için mi?

‘Dava’ hassasiyetiyle konuştuklarına bizi nasıl ikna edecekler? Toplumun dikkatini, yapılan yanlışlara çekmek için gerçek bir cümle kurabilecekler mi?

Bu sorulara olumlu yanıt vermeyi gerçekten çok isterdim. Fakat, açıkçası, şimdiye dek iktidarın hatalarını hep görmezden gelenlerin, bundan sonra doğruyu söyleyebileceklerinden ümitli değilim.

Bunları yazdığım için, bana bir kez daha kızacaklardır.

Bakalım hakkımda yeni bir iftira kampanyası başlatacaklar mı?

Hep beraber göreceğiz.

This entry was posted in Politika ve Gundem, SİYASİ PARTİLER, SİYASİ TARİH, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *