Tarihin tozlu yapraklarından * KITLIK VE YOKLUKLARIYLA 1940’LAR HATIRALAR, HATIRLANANLAR * “Bir maniniz yoksa annemgiller size gelecek… * Bölüm I – II

Geçmişe meraklı saygın okur,
 
Aşağıda Erciyes Üniversitesinden Dr.İbrahim E. Bilici’nin harp seneleri dönemini kapsayan ve Anadolu’da yaşayan sade halkın günlük yaşamındaki yokluk ve yoksullukları kapsayan söyleşilerin olduğu  bir araştırma çalışmasından bölümler aktarıyorum. Bu çalışmanın bir yararı da Ülkemizin bugünlere nasıl geldiğini göstermesi yönünden önemlidir.
 
Özellikle genç kuşakların ve harp senelerinde İsmet İnönü’nün Türkiye’yi savaş dışında tutmaya çalışırken kısıtlı olan kaynaklarımızı da Savaşa her an girilecek gibi Halk ve ordu ihtiyacı için depolamasını eleştirenlerin  savaş dönemini ve sonrasını bilmeleri yararlı olacaktır.

Aşağıdaki araştırma yazısına ben de katkıda bulunmak isterim ;
 
I.Dünya savaşı zamanında ve sonrasında ülkemizde sanayileşme geç kaldığından Bez dahi Amerika’dan getirilirdi.Bu nedenle bezin adı halk arasında “Amerikan”a çıkmıştı .
 
Sümerbank: Sanayi Bakanlığı’na baglı, İktisadi Devlet Teşekkülü olarak 1933 yılında kuruldu.1950’li senelerde Sümerbank ve Beykoz üretimi nazilli basmalar ve kalın kösele tabanlı ayakkabıları ancak orta gelirli kesim kısıtlı alabilirdi.Köylü halen çarık kullanır , kadınlar elbise dikmek için ancak hasat zamanı Nazilli basmalar alabilirdi. 
 
Çocuklara babalarının ve ağabeylerinin elbiseleri paltoları ters yüz edilerek tekrar dikilir ve eski elbiselerden yeni yapılır ve giyerlerdi. Topukları yırtılmış çorapları onarmak için evlerde oval taşlar bulunur ve bu taşlara “yumurta” adı verilirdi. Hatta hanımların naylon çorapları Türkiye’ye yeni gelmişdi. Ve çoraplar kaçtığında manifaturacılara götürülerek kaçan çoraplar onartılır ve kullanılırdı.
 
Delinmiş erkek çoraplarının kaçan kadın çoraplarının tamir edilerek kullanıldığı zamanlarda ayakkabılar da  tamir ettirilir, pençe yapılır , topuk değiştirilir ,çok dayansın diye ayakkabının burnuna ve topuğuna demir çakılırdı. Savurganlık yoktu.
Evlerde ışıklar ve su tutumla kullanılır,israf edilmezdi. Hava taarruzlarına karşı pencerelerimizda siyah ışık sızdırmayan perdeler olur veya pencereler siyah kağıtlarla kapatılırdı. Mahallelere sivil savunma hakkında bilgi veren heyetler gelir , mahalle halkına okullarda Nükleer – Biyolojik – Kimya (NBC) savaşı hakkında savunma dersleri verilirdi.
Çocukların gönderilerek ” Bir maniniz yoksa bu akşam annemgiller size gelecek” dendiği, Haber ajanslarının radyosu olan komşularda dinlendiği, sokaktan cenaze çıktığında cenaze evine sini sini yemeklerin taşındığı , ayıp olmasın diye radyoda müzik dinlenmediği zamanlardı.
Ne zaman ki Amerikan jikletleri ve okullara Marshall yardımından süt tozları , turuncu renkli peynirler , askerimize adına “Çörçil” ve “Rosvelt” denilen postallar gelmeye başladı . Kapitalist emperyalizm büyüyü bozdu .Şimdi her şeyimiz var ama ,iyi komşuluklar , huzur , saygı,sevgi ile birlikte bağımsızlığımızın , aydınlanma yolumuzun , ekonomik özgürlüğümüzün kaybolduğu süreç başladı.
Naci Kaptan / 27.01.2016

R Ö P O R T A J L A R
Editör:Dr. İbrahim E. Bilici
REMEMBRANCE AND MEMORIES OF
FAMINE, DROUGHT, AND POVERTY IN THE 1940s
– I N T E R V I E W S – Memory and History

BÖLÜM I / ÖNSÖZ
Günümüzün şartları ile çok çok farklı olan eski zamanlarda yaşamış insanların çocukluk ve gençlik yıllarından geriye kalan acı-tatlı hatıraları ve hayat tecrübeleri; bugünün değerlendirilmesi ve geleceğe bakışta büyük bir önem arz etmektedir. Zaten kıt olan paranın önemsenmediği, sosyal ilişkilerin yardımlaşma,(imece) dayanışma, komşuluk ve hatır gibi yüksek insani değerlere dayandığı eski günlerden bugünlere olan değişimi ortaya koyan bu seri röportajlarda okuyucu, hem geçmişi daha iyi anlayacak, hem de geçmişle günümüzün karşılaştırmasını kendi iç dünyasında yapacaktır.

Giriş
1940’larda Türkiye ve Bazı Ülkelerden Kıtlık ve Yokluk Manzaraları Sanayi Devrimi’nden sonra endüstrileşmiş ülkelerde üretim daha  istikrarlı hale gelmişti. Motor teknolojilerinin gelişimiyle nüfusun ihtiyacından fazlasının üretilebilir olması nedeniyle kıtlık görülmüyordu.  Hayati gereksinimlerin ve üretimin aksadığı savaş ortamları bunun istisnası oldu. Eskiden doğal afetlerin neticesi olarak ortaya çıkan kıtlık ve yokluk; yirminci yüzyılda savaş sebebiyle de ortaya çıkmaya başladı. Topyekün savaşlar bedenleri ve beyinleri felç etmekle yetinmedi, kitleleri midelerinden de vurdu.
İnsanlık tarihi boyunca açlık, yokluk ve yoksun kalmak; toplumlarda derin yaralar açmış ve kolektif hafızalarında derin izler bırakmıştır. Yaşlı dünyanın pek çok yerinde büyük kıtlık ve açlıklar yaşanmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında sadece Türkiye’de değil, pek çok ülkede yaşanan kıtlıklar tarihin kaydı altındadır. Bu kitapta ülkemizde ve benzer dönemlerde başka ülkelerde yaşanmış kıtlık ve yokluklar gözden geçirilmiştir.
Bu eseri oluşturan metnin ana gövdesini, 1935 ve öncesinde doğmuş insanlarla İkinci Dünya Savaşı yıllarına tekabül eden 1940-1945 yıllarında yaşanan kıtlıklar ve yokluklara dair yapılan röportajlar oluşturmaktadır. 99 adet röportaj yapılmış, bunların dörtte üçü yayınlanabilecek nitelikte bulunmuş ve 74 röportaj bu kitapta yerini almıştır. Kitaptaki röportajlarda yer alan bilgiler,dünya savaşları arasında kalan, üstüne bir de özellikle Orta Anadolu’da kıtlık ve yokluk eklenen 1940-1945 yılları arasındaki dönemi bir şekilde yaşamış insanların hatıralarına dayanmaktadır.
KITLIK VE YOKLUKLARIYLA 1940’LAR HATIRALAR, HATIRLANANLAR
Bu çalışma, geçmişteki vaziyetlere sadece tepeden (yöneten, fail, aktörler,üst sınıf) değil, aşağıdan da bakmaktadır. Genel karakteristiği itibarıyla buradaki anlatı, E.P. Thompson’ın Aşağıdan Tarih [history from belov] anlayışı, sıradan halk tabakasının bakış açısı [people’s history], toplumun alt tabakalarının anlattığı tarih [history from the bottom up] ve toplum tarihi [social history] gibi, çeşitli tarih yazımı tanımlamalarının (kısmen veya büyük oranda) içinde yer almaktadır.
Çünkü, tıpkı buradaki röportajlarda olduğu gibi habercilik, gazetecilik ve tüm medya; toplumun sadece üst katmanlarını değil, aynı zamanda alt katmanlarını da işler, öncelikle orta seviyeye hitap eder.Bir dizi röportajın neticesinde ortaya çıkan, kısmi olarak sözlü tarih, iktisat tarihi veya sosyal tarih araştırması niteliklerini de barındıran bu eserde, yakın geçmişimizden ders çıkartmak, geçmişimizle bugün arasında köprü kurup geleceğe dönük projeksiyonlar ortaya koymak, aynı zamanda geçmişimize dair kolektif hafızamızı tazelemek amaçlanmaktadır.
Kıtlık ve Yokluk Yıllarındaki Genel Vaziyet
Bir toplumda yiyecek bolsa ve devamının geleceği garanti görülüyorsa, yiyecek ve tarım konusu sadece çiftçiler, alandaki uzmanlar ve karar alıcıların arasında konuşulmaya değer bir konudur. Ancak, eğer aniden yiyeceğe erişme imkanı kısıtlanır veya dengesiz hale gelirse, önem arz etmeye başlar. Her şeyin ötesinde, bundan daha önemli bir konu yoktur ve diğer konuları konuşmak gereksizdir. Bu yüzden kitlelerin yiyecek konusuna ilgisi çok değişkendir,
bir nesil kıtlık yaşamışsa, sonraki kuşaklar bunu hatırlamaz bile(Perkins J. H. 1997:124-125).
Tarihteki veya öteki toplumlardaki kıtlık ve yokluk günümüzün bireyselleşmiş ve yer yer bencilleşmiş toplumlarında üstlenilmez ve ‘başkalarının sorunu’ olarak görülür. Bu ayrışma ile John Perkins (Her ne kadar başka bir bağlam içinde olsa da) şöyle yüzleşmektedir(Perkins J. 2004:46):
”Açgözlüğü ve bencilliğin bırakın. Sizin muhteşem hayatınız dışında  da bir dünya var, farkına varın. Başkaları açlıktan ölürken, siz arabalarınızın benzinini düşünüyorsunuz. Bebekler susuzluktan ölürken, siz moda dergilerindeki son tasarımların peşindesiniz. Fakirliğe gark olmuş insanları duyun.“

Kuraklık başta olmak üzere çeşitli doğal afetler, salgın hastalıklar, savaşlar ve benzeri çeşitli faktörler, ansızın ortaya çıkıp toplumun tüm dengelerini alt üst eden kıtlık1 ve yokluğa sebep olabilmektedir. Bunun neticesinde göç hareketleri,karaborsacılık ve yiyecek fiyatlarının artışı, aç kalan insanların hayatta kalmak için normal olmayan beslenme yollarına sapması gibi çeşitli istenmeyen sonuçlar ortaya çıkmaktadır(Gül 2009:145).
Yirminci yüzyıldan önce ‘savaş’; profesyonel askerlerden oluşan ordular arasında cephede gerçekleşirdi. Önceki savaşlar, yirminci yüzyıldaki savaşlar kadar yıkıcı değildi. Kullanılan silahlar savaş alanını tahrip etse bile, cephe gerisindekileri doğrudan etkilemez, şehirler yerle bir edilmezdi. Ancak Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla artık topyekün ve genel savaşlar görülmeye başladı ve asker-sivil ayrımı ortadan kalktı, kitleler kendilerini savaşın içinde buldu(-Metinsoy 2007:16-17).
İkinci Dünya Savaşı insanlık tarihinin en büyük, en kanlı savaşı oldu. Birinci Dünya Savaşı’nın yaraları henüz sarılmadan üstüne gelen İkinci Dünya Savaşı hemen hemen bütün dünya ülkelerini ekonomik, kültürel, sınai ve askeri hayatına derinden nüfuz etmiştir. Türkiye her ne kadar savaşa girmemiş olsa da, İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş tedbirlerinin doğrudan veya dolaylı etkileriyle; tarımsal üretim gücünün askere alınması ve 1942 yılında yağışların az olmasıyla baş gösteren kuraklıkla(Güneş, 2013:70), üst üste gelen doğrudan veya dolaylı sorunlarla, yoğun bir şekilde yokluk, kıtlık ve açlık yaşanmıştır.
Sanayileşmenin tamamlanamadığı, teknik ve teknolojik imkanların kısıtlı olduğu şartlar altında, zaten varoluş savaşı veren Türkiye, savaş tedbirleriyle fazlasıyla sıkıntıya düşmüşken üzerine bir de kuraklık, doğal afetler ve göç eklenince son derece zor durumda kalmıştır. 1923-1934 yılları arasında Yunanistan’dan Türkiye’ye 400 bin civarında insan göç etmiş, nüfus mübadelesi yaşanmış ve bu zaten zor durumda olan genç Türkiye’nin ekonomisi açısından çok ciddi bir külfet oluşturmuştur.
40’lı yıllarda ülkemizde halkın büyük çoğunluğu çiftçiydi. Dolayısıyla ortaya çıkan röportajlar da çoğunlukla tarım, hayvancılık gibi sektörleri konu etmektedir.
Kaldı ki o dönemde şehir merkezlerinde yaşayan, ticaret erbabı veya memur olanların bir nebze durumlarının daha iyi olduğu, kuraklık ve yokluk ile çok fazla mücadele etmek zorunda kalmadıkları bilinmektedir. Ayrıca Eski arşiv belgelerinde ‘kıtlık’; ‘kaht’, ‘kaht ü galâ’, ‘illet i galâ’, ‘fıkdân’ kavramlarıyla daha çok yiyecek maddelerinin piyasada ve stoklarda az bulunması durumunu ifade etmektedir(Gül 2009:145)

BÖLÜM 2
KITLIK VE YOKLUKLARIYLA 1940’LAR HATIRALAR, HATIRLANANLAR
Merkezlerinde altyapı ve imkanlar doğal olarak daha iyiydi.Ekonomik imkansızlıklar ve savaş koşulları nedeniyle üretimi aksayan ve stoklanan pek çok emtianın yokluğu yaşanmıştır. Akaryakıt, kağıt, ilaç gibi dışa bağımlı temel sarf malzemelerinin yokluğu yaşanmakla kalmamış; halkın en temel yaşam gereksinimlerinin karşılanmasında dahi büyük zorluk yaşanmış ve 1941 yılında kimi okul bahçelerinde sebze yetiştirilmiştir(Duru 2009:161).
Çiftçilerin kıtlık nedeniyle tohumluklarını bile ekmek yerine yiyecek olarak kullanmak zorunda kaldıkları, bazen de tohumlukları vergi ödemek için kullandıkları için neticede savaş yılları boyunca işlenen toprak ve ürün hasatı azaldı(Metinsoy 2007:190).
Tohum kıtlığı, makina gücü yerine kas gücünün kullanılması ve ekin işlemenin yetersiz kalması (iş gücü eksikliği yüzünden son baharda tamamlanamayan ekin biçme işi, (İç Anadolu’da harman kaldırma işi kar düşünceye kadar devam ederdi) zirai ilaç ve gübrelemenin bilinmemesi gibi bir takım eksikliklerin üstüne bir de kuraklık eklenince halk yeterince beslenememiş,hatta bazı bölgelerde insanlar aç kalmış ve bir ekmeğe hasret kalmıştır.
Yokluk ve Kıtlık Durumunda Yapılan Yasal Düzenlemeler Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki yıllarda yaşanan yokluk ve kıtlıklar yüzünden bir takım tedbirler alınmış, yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ve Milli Mücadele döneminin yaraları sarılmaya çalışılırken, 1920’de bir yasa çıkartılarak, seferberlik kurallarına uymayanlara bir takım yaptırımlar uygulanması kararlaştırılmıştır(T.B.M.M. Zabıt Ceridesi D4,C1, s308-313, Mart 1920). Seferberlik halinin kapsamını genişleten sel, (salgın)
hastalık ve özellikle kuraklık ve hasat zamanında yaşanan dolu yağışı gibi afetler nedeniyle 1939 yılında 1 milyon 250 bin liralık ilave kredi verilmesi; bu yardımın nakledilen vatandaşlara, göçmelere ve ihtiyaç sahibi yerli çiftçilere yemeklik ve tohumluk tahıl yardımı şeklinde yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı zamanda, ”…fırsat bekleyen bir takım muhtekir tüccarların ihtikârına meydan vermemek üzere…” bir takım tedbirler alınarak karaborsacılık ve vurgunculuğun da önüne geçilmeye çalışılmıştır(T.B.M.M. Zabıt Ceridesi D6, C5, s213, Ekim 1939).

Bu zabıt ceridelerinden görünen o dur ki, devlet yokluk ve afetler yüzünden zor duruma düşen vatandaşlarına yardımcı olmak için parasal destek verdiği gibi, olağan üstü şartlar nedeniyle seferberlik ilan edince de, şartlara uymayanlara bazı yaptırımlarda bulunmayı gerekli görmüştür.
1940 yılında çıkartılan 3780 Sayılı Milli Korunma Kanunu ile, seferberlik gerektiren savaş ve benzeri durumlarda devletin iktisadi ve milli müdafaasını sağlamak amacıyla yeni bir yasal düzenleme yapılmıştır.
Milli Korunma Kanunu’nun 18. Madde’sine göre, gerektiğinde devlet un fabrikalarına ve diğer sanayi müesseselerine el koyabilir. 22. Madde’sine göre de malzeme stoku yapabilir. Bu kanunun diğer maddelerinde de (tüccarlar tarafından) karaborsacılık amacıyla yapılan stoklara ve fahiş fiyatlı satışlara müdahale edilerek cezalandırılacağı da belirtilmiştir.
Savaş dönemini fırsat bilerek karaborsacılık, vurgunculuk yapmak isteyenlerin türemesi üzerine, ekmek, et, şeker gibi temel gıda maddelerinin fiyatlarını kontrol altına almak üzere, ”Fiyat Murakabe Komisyonu” kurulmuştur. Bu komisyon özellikle ekmeğin fiyatını düşük tutmaya çalışmıştır(Duru 2009:163).
Çünkü 1939 yılında 10 lira olan ekmeğin fiyatı; 1943 yılına kadar dört yıl içinde%400 artarak 40 liraya yükselmiştir(Güneş, 2013:65).
Savaş hazırlığı nedeniyle çalışan nüfusun önemli bir kısmını oluşturan bir milyona yakın insanın silah altına alınmasıyla, tarımsal ve sınai üretim düşmüş,tüketim harcamaları da hızla yükselmiştir. Türkiye, savunma harcamalarını karşılamak üzere para basmış, bu da enflasyona neden olmuştur(Öztürk 2003:139).
1942-1943 yılları arasında ortalama %80 enflasyon yaşanmıştır(Güneş, 2013:73). Paranın değeri düşerken, malların kıymeti artmış, sürekli fiyatı yükselen malları stoklayan ve vurgunculuk yapan karaborsacıların (fırsatçıların) sayısı hızla artmıştır.
Bu olağanüstü şartlar altında, ağırlaşan masrafları karşılamak üzere, maddi durumu iyi olan ve fazla para kazanan vatandaşlardan bir defaya mahsus olmak üzere, 11 Kasım 1942 yılında Varlık Vergisi Kanunu çıkartılmıştır(T.C.Resmi Gazete, 12.11.1942, s.3965-3966). Verginin Birinci Maddesi’ne göre; “Servet ve kazanç sahiplerinin servetleri ve fevkalâde kazançları üzerinden alınmak ve bir defaya mahsus olmak üzere “Varlık Vergisi” adiyle bir müellefiyet tesis edilmişir.”
Oluşturulacak servet tespit komisyonları, kimin ne kadar vergi vereceğini tespit edip, vergi tahakkuk ettirecektir. Vergi 15 gün içerisinde ödenmezse haciz yoluna gidilmesi, bu da mümkün değilse, mükellefin borcunu ödemek üzere çalışma kamplarına gönderilmesi kararlaştırılmıştır(VVK-4305, Madde 12).
http://aves.erciyes.edu.tr/YayinGoster.aspx?ID=3820&NO=13
Naci Kaptan
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, GEÇMİŞİN İÇİNDEN, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *