Kandil *** “Türkiye’ye en yakın noktası 89.5 kilometre. Kuş uçuşu bu kadar.Karadan 110 kilometreyi buluyor. Nişantaşı-Cihangir cafelerinde trekking tabir edilen doğa yürüyüşünü yapamazsın o güzergahta, zırhlı lazım… Toma’dan su fışkırtmaya benzemez,tank lazım.”

Yılmaz Özdil
yozdil@sozcu.com.tr
28 Temmuz 2015
Sözcü

Kandil

Kandil’i vurduk.
Gene.

(google’a girin, tıklayın, 718 bin defa “Kandil vuruldu” haberi var.)

Hakkari’ye ver sırtını.
Elini gözüne siper et.
Güneye doğru, tee uzağa bak…
İşte o zirvesi karlı dağ, Kandil.

Yarısı Irak’ta, yarı İran’dadır.
İran-Irak sınırı, tam ortadan böler.

(Hani bizim gazeteler sık sık “İran bizden önce Kandil’i vurdu” filan diye yazar ya… İnsan üzülüyor okuyunca… Çünkü, İran’ın Kandil’de vurduğu yerler, İran toprağıdır. Yani, bizim Cudi’yi vurmamız gibi bir şeydir. Ama, gazetelerimiz öyle bir yazar ki, zannedersin adamlar bizim giremediğimiz Irak’a girdi. Neyse…)

Türkiye’ye en yakın noktası 89.5 kilometre. Kuş uçuşu bu kadar. Karadan 110 kilometreyi buluyor. Nişantaşı-Cihangir cafelerinde trekking tabir edilen doğa yürüyüşünü yapamazsın o güzergahta, zırhlı lazım… Toma’dan su fışkırtmaya benzemez, tank lazım.

Gelmişken temizleyivereyim şuraları dersen… Etrafını sarman lazım. Dağın oturduğu coğrafya gereği, beşgen şeklinde sarman lazım. Ama, unutmamak da lazım, beşgenin üç bacağı İran tarafında… Ya İran’a da gireceksin, ya da İran’dan rica edeceksin, hatırımız için o tarafı tutacaklar ki, teröristler kaçmasın. Irak tarafında tutman gereken mesafe, 300 kilometrecik!

Kontrol altında tutman gereken alan, 3 bin 377 kilometrekarecik!

Türkçesi şu: Ankara 2 bin 516 kilometrekare, Adana bin 945 kilometrekare, Kastamonu bin 834 kilometrekare… Yap hesabını.

Sardın mı Kandil’in etrafını? Sardın. Şimdi asıl girmen gereken hedef, dağın vadisi. Çünkü oradalar. Uzunluğu 13.5 kilometre, genişliği 4.5 kilometre. Öyle kafana göre her yerinden giremezsin. Ağzı güneye bakıyor. Kuzey tarafı sarp. Kış aylarında çığ düşüyor, önceki sene 8 terörist çığ altında öldü. Girebilmek için güneyine kadar inmen lazım.

İndin mi güneye? İndin. Şimdi çık bakalım yokuşu… Vadi bin 219 metre yükseklikte. Bütün arazinin mayın döşeli olduğunu söylemeye gerek yok tabii… Mayın tuzakları nedeniyle “intihar vadisi” olarak tanınıyor. Terörist barınakları, genellikle 2 binli rakımlarda. 10 kilometrelik mesafeye yayılmış vaziyette. Tepelerde SA7 füzeleri, uçaksavar ve makineli tüfek yuvaları var. Tepe dediğin, 2 bin 670 metre. Fiziki şartları, doğal kale.

Şimdi diyeceksiniz ki…
Zaten bu yüzden karadan gitmiyoruz, uçaklarla vuruyoruz.

En yakın üssümüz 456 kilometre uzakta, Diyarbakır’da… Erhaç’tan gelmeye kalkarsan, 626 kilometre. Üstelik, Malatya’dan Batman’dan anormal saatte, anormal sayıda uçak kalktığı anda, Kandil’e haber uçuyor. Askeri üslerimizin etrafında gözcüleri var. Sessiz sedasız gidebilmen imkansız. Hatta o kadar cüretkarlar ki… En son harekatta, Diyarbakır’dan kalkan F16’larımıza, pisti gören Yeniköy mezarlığı mevkiinden kalaşnikoflarla ateş açıldı.

(Harekata başlamadan önce THY’nin Hakkari seferleri iptal edildi. PKK için pekçok şey denebilir ama, aptal denemez. THY seferlerinin durup dururken neden iptal edildiğini anlamadılar mı sanıyorsunuz?)

Farzedelim ki, teröristler armut gibi bekliyor, geldin Kandil’e… Kuzeyden dalamazsın. Güneyden dolaşıp, vadiye girmen lazım. Ama vadi dediğin, ip gibi otoyol değil, sekiz defa zikzak yapıyor dağın içinde… E jet bu, yılan değil, kısa mesafede kıvrıla kıvrıla gidemez. N’aapar? Anca nokta atışları yapar. Uçak kamerasından televizyonlara servis edilen görüntülerde de olduğu gibi, anca düzlüklerdeki barakaları vurur.

En geniş düzlük, sadece 1.5 kilometrekare… Arazinin ne kadar girintili çıkıntılı, oyuntulu olduğunu düşün.

Vadi yüzlerce mağarayla dolu. Bomba en fazla önüne düşer, içeri girmez. Sonuç vermez. Bazı mağaralara, sandalyeye oturarak 500 kişi sığıyor. 100 metre içeriye giren, 12 metre koridor genişliği olan, üç kapısı bulunan mağaralar var. Bomba basıncına doğal direnci var.

Vadide 50 civarında kamp olduğu tahmin ediliyor. Çoğu barınma amaçlı… 15 eğitim kampı var. En ünlüsü, Lice’ye heykeli dikilen Mahsum Korkmaz Akademisi… Örgütün arşivi Kandil’de.

(Ana haber bültenlerinde tırışkadan haritalar yayınlayıp, vıjjj diye uçan F16’lar gösteriyoruz ama… Balyoz iftirası yüzünden yüzlerce seçkin-tecrübeli pilotumuz, istifa etti. Türk Hava Kuvvetleri’nde Kuzey Irak coğrafyasını bilen pilot kaldı mı, çok emin değilim.)

(Süleyman Şah’ın boş sandukalarını sırtlayıp sıvışan Ahmet Kiziroğlu’nun, sanki NATO müttefik kuvvetleri komutanıymış gibi brifing alması ve fotoğraflarını basına dağıtması, ayrı bi dram.)

Dağın eteklerinde gerilla hayatına uygun bir yapılanma bulunuyor. Teröristler, irili ufaklı 60 civarında köyle içli dışlı yaşıyor. Örgüt üniformasını çıkarıp, köylülerin arasına karışıyorlar, ara ki bulasın.

Kandil’de derelerden, şelalelerden elektrik üreten küçük çaplı iki santral var. Üretilen elektrik, hem kamplara, hem de bu köylerin bazılarına veriliyor. Örgütün binlerce küçükbaş hayvanı var. Etinden sütünden faydalanılıyor, bu köylerde barındırılıyor.

Kandil’in merkez üs olarak seçilmesi, 1997’ye dayanıyor. Avrupa’dan topladıkları paralarla, iki senede inşa ettiler. Kamp alanlarının belirlenmesinde Apo’nun kardeşi Osman Öcalan’ın büyük emeği var.

Fransız basınından, Kanada basınına, İsveç gazetelerinden Avustralya televizyonlarına kadar, dünya medyası Kandil’de cirit atıyor, şakır şakır tanıtıyor. En ilginçlerinden biri, İngiliz Daily Telegraph gazetesiydi… Murat Karayılan’la röportaj yaptı, Amerikalıların PKK yöneticileriyle düzenli olarak görüştüğünü, bu görüşmeler için Kandil’e helikopter pisti yapıldığını, ışıklandırıldığını yazdı.

Bugüne kadar 718 bin defa “Kandil vuruldu” haberi yapmışız… “Kandil’de helikopter pisti vuruldu” haberi gördünüz mü hiç? İngiliz gazetecinin eliyle koymuş gibi bulduğu helikopter pistini, 718 bin sortide bulamadık mı henüz? Hani BBG evi gibi görüyorduk Kandil’i?

Terörle mücadele koordinatörlüğünden istifa eden orgeneral Edip Başer mesela… Sözcü gazetesine konuştu.

“Barzani, Amerika’nın kontrolünde… PKK’nın silahları Barzani’den geliyor. ABD ile dokuz defa toplantı yaptık. En son Beyaz Saray’da Başkan’ın güvenlik başdanışmanı ile konuştuk, anlattık. Görüntüler içeren bir cd verdik onlara… PKK’ya ikmal malzemesi taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu. ‘Biz bu durumu Türk kamuoyuna anlatamayız’ dedim. ‘Bu görüntülerden sonra hâlâ Amerika bizim dostumuzdur diyebilir miyiz?’ diye sordum. ‘Haklısınız ama, siz gene de Barzani’yle konuşun, onun tavsiyelerini alın’ cevabını verdi!”

Demek ki neymiş…

Sayın hükümetimizin ve sayın genelkurmayımızın elinde, kameraya kaydedilmiş görüntüler varmış. O görüntülerde, bizzat Amerikan askerlerinin PKK’ya kamyonla silah taşıdığı görülüyormuş. Bu görüntüler Türk halkından saklanmış. Beyaz Saray’a gidip salya sümük ağlamışız. Beyaz Saray da, kesin sesinizi lan, yürüyün ense tıraşınızı göreyim demiş. Bizimkiler de susup, tırıs tırıs geri dönmüş.

Sayın devletimiz, terörle mücadeleyi koordine ediyorum ayaklarıyla, kendi vatandaşlarına şapşal muamelesi yapmış… Terörle mücadele ediyorum pozlarıyla, ABD’nin PKK’ya silah taşımasına göz yummuş.

E, hal böyleyken…
Hâlâ “Kandil’i vurduk” filan.

Bence yerlebir etmişizdir Kandil’i.
Yerlere yatmışlardır.
Bombalarla değil ama…
Gülmekten ölmüşlerdir

This entry was posted in Bölücü KÜRTÇÜLÜK, ORTADOĞU ÜLKELERİ, PKK TERÖRÜ, Politika ve Gundem, Yılmaz Özdil. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *