DEMİREL’İN ARDINDAN RAHMET DİLEYEREK *** ŞU “İSTİKRAR” DEDİKLERİNE BAKIN!

Suay KARAMAN

ŞU “İSTİKRAR” DEDİKLERİNE BAKIN!

Yaklaşık 15 yıl önceki yazım. Toprağı bol olsun Süleyman Demirel’i anlatıyor:

1961 yılında yapılan Adalet Partisi Genel Kongresi’nde, Genel İdare Kurulu’na en yüksek oyu alarak seçilen Süleyman Demirel, böylece Türkiye siyasal yaşamına parlak bir giriş yaptı. 29 Kasım 1964 tarihinde 1.072 oyla ilk turda Genel Başkan seçildi. Kongre sırasında mason derneğine üye olduğu söylendi, ama Demirel, derneğin başkanından aldığı bir belgeyle bunu yalanladı. Ne var ki bunun böyle olmadığı, daha geçen günlerde, kendisinin emanetçisi Hüsamettin Cindoruk tarafından açıklandı (1).

Süleyman Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanı olunca İsmet İnönü hükümeti için, “Türkiye de huzursuzluğun gerçek nedeni bu hükümettir, bu hükümetle bir yere varılamaz.”diyerek sert üslubunu göstermeye başladı. 14 Haziran 1964 yılında Giresun’da yaptığı konuşmada petrolün millileştirilmesine karşı çıktı. Yine aynı günlerde, seçimlerden önce dinci çevrelere mesajlar vererek, Cumhuriyet Halk Partisi için, “Ortanın solu, Moskova’nın yolu!” derken, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü de, “Demirel, Saidi Nursi’nin mürididir” demişti.

1965 seçimlerinden sonra Başbakan olan Demirel, 23 Aralık 1965 tarihinde TBMM Bütçe karma Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, “Plan fikrini ve teşkilatını her derde deva bir lokman hekim gibi görmek imkansızdır. Devlet Planlama Teşkilatı kurulduğundan beri, idaremizde atalet başlamıştır” diyerek, DPT’yi küçültmeye çalışmıştı. 7 Mayıs 1966 tarihinde, cumhuriyet tarihinde ilk kez idare amirleri ve sivil polisler, muhalefet partilerinin TBMM’deki grup odalarına girip arama yapmışlardı.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün, “Eşkıyanın bu gece ne yapacağı bilinmez!” diyerek tepki gösterdiği olay için, Süleyman Demirel, “Gereksiz yere gürültü koparılıyor” demişti. 14 Ağustos 1967 tarihinde Rize’de yaptığı konuşmada, solcular için, “Birtakım ne idüğü belirsiz fukara tacirleri türedi. Tufeyli solaklar.. Birtakım budalalar, Türk halkına zehir akıtmaktadır” demişti.

Tekbir sesleri arasında Türkiye’yi gezerek, açılışlara katılan Süleyman Demirel için, CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, 16 Eylül 1967 tarihinde, Denizli’de yaptığı konuşmada, “İrticanın başı başbakandır!” diyerek tepkisini dile getirmişti. Politikasını sola ve solculara düşmanlık üzerine kuran Demirel, Eylül 1973 tarihinde, Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin, Pinochet tarafından devrilmesini, “Derdest edip götürdüler” diye yorumlamıştı. 1975 yılında yeğeni Yahya Demirel’in hayali ihracatını görmezlikten geldi.

Süleyman Demirel, ana muhalefet partisi lideri olarak, iktidardaki Ecevit hükümetine ağır saldırılarda bulunmuş ve politikasını “bunalım stratejisi” üzerine yürütmüştür. 19 Mart 1979 tarihinde İstanbul’da basın toplantısı yapan Demirel, “Bunların gidişi Allende’nin gidişine benziyor” demiştir.

6 Nisan 1979 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Demirel, “Pişkin, arsız bir hükümet var, bugüne kadar düşüremedik” demiştir. 25 temmuz 1979 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Demirel, “Eşkıya hükümetin, hükümet eşkıyanın himayesindedir” demiştir. 18 Eylül 1979 tarihinde Edirne’de yaptığı konuşmada da Demirel, hükümeti gayri meşru ilan etmiştir.

Yollar yürümekle aşınmaz; Dün dündür, bugün bugündür… Bu anayasa ile devlet yönetilmez deyişlerinin yaratıcısı Süleyman Demirel, 12 Eylül 1980 öncesinde “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz…” demiş ve büyük bir umursamazlık örneği vererek, ülkenin kan gölüne dönmesine büyük katkılarda bulunmuştu.

Vaktiyle, “Tespih çeken el ile silah çeken el bir değildir” diyenler, kendilerini -30 yıl sonra Hizbullah cinayetleri ile ne derece uzak görüşlü olduklarını- tarihin karanlık sayfalarına yazdırmışlardır. Yine 12 Eylül öncesinde, anarşi ve terörün son bulması için, AP ve CHP liderlerinin bir araya gelmesi isteniyordu. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Demirel için, “Eli kanlı AP liderinin elini sıkmam…” derken, Demirel de Ecevit için, “Üç kazı yönetmekten yoksun lider” demişti.

Vurdumduymaz ve beceriksiz liderlerin yönetiminde bilinçli olarak kardeş kavgasına sürüklenen ve 12 Eylül vurgununu yiyen ülkemiz, ne acıdır ki, 2000’li yıllarda da yine aynı liderler tarafından yönetilmektedir. 12 Eylül’ün yasaklı günlerinde ”bir bilen” ve “bir bölen” rollerine soyunan liderler, daha sonra yine siyaset sahnesinde yerlerini aldılar. Kırk yıla yakın bir süreçte ülkenin gündeminde kalabilen Süleyman Demirel, özellikle laiklik konusundaki ödünleriyle anılacaktır.

Nurcuların yayımladığı köprü dergisine “Gençlik İslama Sarılıyor” başlığı altında verdiği demeçlerde Süleyman Demirel şunları söylemiştir: “1924 Anayasası’nda ‘Türk Devleti’nin dini İslamdır’ dediğine göre, o günkü devlet de bir İslam cumhuriyetidir. 1923’te kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti bir İslam devletidir. Atatürk’ün kurduğu laik devlet değildir, İslam devletidir” (2). Aynı dergide, din eğitimi için de şunları söylemiştir: “Tevhidi Tedrisat (Öğrenim Birliği) Kanunu’na ters düşüyor diye, din eğitiminden vaz mı geçilecektir? Tevhidi Tedrisat Kanunu, bir semavi kitap değil ki… Şayet kuran kursları veya din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir; Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur” (3)

Süleyman Demirel, son başbakanlığı sırasında, İLKSAN yolsuzluğu için, “Verdimse ben verdim” diyerek işin içinden sıyrılmasını bilmiştir. Başbakanlığı bıraktığı günlerde, arkasında enflasyonun hızlandığı, yolsuzlukların arttığı, iç borcun 200 trilyonun üzerine çıktığı, devlet maliyesinin perişan olduğu bir Türkiye bırakarak, Cumhurbaşkanı olmuştur.

Cumhurbaşkanıyken, Çankaya’nın bahçelerini bile otomobil fabrikalarına verilebileceği sözü ve ünlü “aile fotoğrafı” hala belleklerdedir. Süleyman Demirel’in Barajlar Dairesi Başkanı olduğu yıllarda, Yunanistan’da ve Türkiye’de kişi başına ulusal gelir 250 dolardı. Cumhurbaşkanlığı görevinin sona erdiği 2000 yılı Mayıs ayında, Yunanistan’da kişi başına ulusal gelir 9000 doların üstünde, Türkiye’de ise 3000 doların altındadır. İşte elli yıllık istikrar!..

İşte bu istikrar için Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Bülent Ecevit’in yapmadığı kalmadı: Fettullah Gülen’i koruması altına aldı. İç ve dış güç odakları, “tahkim” dahil ne istiyorsa yaptı. Kendi hükümetinin programını bıraktı, IMF’nin programını uygulamaya başladı. Solcuları suçlamakta Süleyman Demirel’in de önüne geçti.

Yine bu istikrar için Bülent Ecevit, Demirel’in tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamak için, anayasanın 101. maddesine promosyon maddeleri olarak, Fazilet Partisi’nin kapatılmasını zorlaştıran 69. madde ile milletvekillerinin maaşlarını anayasal konuma getiren 86. maddeyi eklemekte bir sakınca görmedi.

Yine bu istikrar için Başbakan Bülent Ecevit, anayasa değişikliği ikinci tur oylamasından önce, “Milletvekillerinin, oylarını açıkta gösterip öyle kullanmasını” istemiş; bu suretle anayasanın delinmesinde Turgut Özal’ı yalnız bırakmamış ve TBMM’nin özgür iradesinin çiğnenmesinde bir sakınca görmeyerek, açıkça anayasa ve TBMM’ye meydan okumuştur.

Kırk yıla yakın bir süreçte bu ülkenin gündeminde yer alan Ecevit ile Demirel, demokrasinin kişilerle değil, kurum ve kurallarla işlediği ve yaşadığını ne yazık ki bilemediler.

Kemalist devrimlere inanmış Türkiye halkı bu tür bir istikrara layık değildir. Atatürk’ün tam bağımsız ve aydınlık yolu bize hak ettiğimiz gerçek istikrarı sağlayacaktır.

(1)  Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 2000.
(2)  Köprü Dergisi, Mart 1987, sayı 108, sayfa 14.
(3)  Köprü Dergisi, Mart 1987, sayı 108, sayfa 16.

Cumhuriyet Gazetesi, 30 Kasım 2000.
https://www.youtube.com/watch?v=Ac0Mw_ie0bc

 

This entry was posted in ANAYASA, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, İNSAN HAKLARI - DEMOKRASİ, İrtica, SİYASİ PARTİLER, SİYASİ TARİH, SUAY KARAMAN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *