‘Paralel’ Yargı Gidiyor ‘Dokunan Yanar’ Geliyor…

Şükran Soner
soner@cumhuriyet.com.tr
27 Aralık 2014 Cumartesi
Cumhuriyet

‘Paralel’ Yargı Gidiyor ‘Dokunan Yanar’ Geliyor…

Haberlerin birini atladıysanız, diğerine takılmış olmalısınız. Cemaat örgütlenmesinin açıklanmasında kilit rol oynamış kitabıyla Cemaat yargısının hedefi olan, uzun yıllar tutuklu kalan, hakkında birden fazla dava açılan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın Devrimci Karargâh davasından aldığı cezanın Yargıtay’da onandığını duymamış olamazsınız. Kendisi Cemaat yargısında olduğu gibi üst yargıda da ceza almasının sürpriz olmadığının altını çizdi.

Benim takılmam, söz konusu haberin bundan sonraki gelişmelerine ilişkin ana akım medyada yer alan “kuru, tarafsız habercilik” adına, üç aşağı beş yukarı aynı içeriğin özeti olan bilgilendirmeler… Herkes kararı veren üst yargı mahkemesinin kadrolarının Cemaat ağırlıklı olduğunu biliyormuş. Avcı’nın “sürpriz olmadı” ile kastı da buymuş… Ancak İktidarları, Erdoğan hükümeti döneminde hızla gündeme soktukları “paralel devlet ile hesaplaşma, kadrolaşmasından arınma operasyonlarında” çok kısa bir zaman dilimi içinde kolayca her kademeden binlerce polisi görevden aldılar. Yargıda yargı bağımsızlığının korunması, siyasi iktidarların bu bağımsızlığa el koymalarına karşı alınmış yasal önlemlere takıldılar. Gerçi ortaklıkları aralarından su sızmaz değerde iken, İktidarlarının 12 Eylül anayasa referandumu ile iktidar erkine, hükümete, yargıya müdahalenin önünü açan anayasal, yasal düzeni yerleştirmişlerdi. HSYK aracılığı ile yargı kadrolarının özlük haklarına el koymuş olarak kadrolaşmak çok kolaydı…

Cemaatle ortaklık bozulunca, acil hesaplaşma, toptan kadrolarda temizlik yaşamsal değerde olunca, sorun Cemaatin ağırlıklı polis, yargı, üniversiteler kadrolarında yerleşmiş olmaları ile sınırlı kalamadı. En kolayı polis kadrolarını temizlemek, görevden almaktı. Siyaseten siyasal İslamcıların, seçmen dindarların onayının alındığı kampanyalarla yeterince etkili olunduğuna inanılıyordu.

Sıradan dindar vatandaşın, hele de masum dindarların aklı çok karışmış olsa da, medya gücü kullanılarak operasyonların çok hızlı gerçekleştirilmesi en az yaralayıcı olacaktı. Yönetim kadrolarının biçimsel seçimlere bağlı olduğu üniversitelerde bu işler daha bir yavaş yürüyecekti. Yargıda operasyon işin en zor yanıydı. Yargı bağımsızlığı bağlantılı var olan güvenceler, göreve getirmeyi, kadrolaşmayı çok kolaylaştırıyor, görevden alınmaları ise zorlaştırıyordu…

Cemaati siyasi yargılamalardan uzaklaştırmada, aslında hak-hukuk kriterlerine aykırı oluşturulmuş özel yargıyı ortadan kaldırarak sağlamak çok zor olmadıysa da, normal yargı organları, hele de üst yargıda temizlik için zamana gereksinim vardı. Kolaylaştırıcı atak olarak önce, özünde yargı bağımsızlığını katletmek anlamına gelen, yargıçların HSYK seçimlerinde inanç, siyasal kimlikler, iktidara yakınlıklarıyla örgütlenmeleri üzerinden seçimlere katılınması oldu. İktidarı destekleyen örgütlenmenin yargıçların özlük haklarına, ücretlerine ilişkin İktidarlarından aldıkları söz, ilk çıplak rüşvet değerinde değil miydi? Sonrasında yüz kızartıcı bir tören sahnesini hiç unutmayalım…

Üst yargıdaki dengeleri bozmada en kolay yol, birçok katı yeni kadrolaşmayı sağlayacak, yeni görevlendirmelerdi. Tabii bu kadar çok yeni mahkeme, yeni yargıç ataması karşısında oda bulma sorunu çıkmıştı. İktidarlarının yandaşı örgütlenmenin başının tören günü, bu anlamda bir özür ve yakınmaya karşı, “Dertlenmeyin, bu işe el koyduk, hemen çözeceğiz” yanıtı belleğimde çok taze, kayıtlı.

Şimdi Hanefi Avcı’ya ilişkin kararda olası gelişmelere ilişkin, aslında bağımsız yargı hakkı üzerinden dudaklarımızı uçuklatması gereken habere dönersek… Efendim Cemaatin elindeki bağımsız olmayan mahkemeden gelen olumsuz karara karşı, yeni atanan yargıçlarla kurulmuş başka mahkemelere dava aktarılacakmış. Hukuken üst yargının kendi kararını yeniden gözden geçirme yetkisi de varmış. Bu süreç işletilerek Cemaat yargısından arındırılmış, yeni İktidarları yargısından olumlu karar çıkacakmış…

Hanefi Avcı için bu sonuç yüzde yüz doğru olsa da İktidarları yargı kadrolaşmasının hızla güç kazanması, hak-hukukta belirleyici güç oluşturması ne mi anlama geliyor?.. Bizim anlayabileceğimiz tek yönlü sonuç
“İktidarlarına dokunan yanar..” olmayacak mı?

Baksanıza İktidarlarının Cemaatsiz kadrolaştıkları yeni yargı düzeninde sayıları giderek çoğalan, insan hakları, hukuk devleti düzenine aykırı kararlar zincirindeki halkalara… Ali İsmail Korkmaz davasında, annesinin her yeni kararla acılarının deşilmesi gelişmelerini bir bir saymaya gönlüm elvermiyor… Bir çocuğun söz konusu bu türden bir davada yargılanabilmesi için, tartışılamaz yasal hüküm varken, Bakanlıktan onay alınmadan 16 yaşındaki liselinin tutuklanmasına nasıl karar verilebildi?

Sorunun yöneltildiği Bakan, onayının alındığını söyleyemiyor, sadece Cumhurbaşkanı’na hakaretin çok ağır bir suç oluşturduğunu söylüyor. Başbakan Davutoğlu başını kaldırmadan soruyu yanıtlarken, çocuğun tutuklanabilmesini savunamıyor, ama Cumhurbaşkanı’na hakaret edilemeyeceği yolunda dersler çıkarılması gereğinin de altını çizmekten duramıyor

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, Fetullah Gülen, HUKUK-YARGI-ADALET. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *