YAKIN TARİHİN İÇİNDEN *** DEVLETİN KURUCU UNSURU …SAFSATALAR VE KÜRTLER!

DEVLETİN KURUCU UNSURU …
SAFSATALAR VE KÜRTLER!

Hanifi ALTAŞ

Şimdi şu tarihi gerçekleri bilmeyenlere anlatmak, bilenlere bir kez daha hatırlatmak gerekiyor:

1- Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti de dahil olmak üzere, Osmanlı ve Selçuklu Devleti diye bildiğimiz devletlerin asıl adı Türkiye Devletidir. Türkiye Devleti 1040 yılında Dandanekan meydan savaşı ile kurulmuştur. Bu devleti kuran bir tek unsur vardır; o da Türklerdir. Alparslan ve Melikşah döneminin Büyük Selçuklu veziri, Fars asıllı Nizam-ül Mülk; Siyasetname adlı eserinde Selçuklu Devleti diye bir devletten söz etmez; Türk devleti der. Bütün batılı ülkelerin tarihi kaynaklarında Osmanlı Devleti kavramı (Ottoman) pek nadir olarak geçer. Devletin bilinen adı Türkiye’dir.

2- Türkler Selçuklu hanedanına mensup Sultanlar ve Beylerin önderliğinde Anadolu’yu fethettikleri sırada bu topraklarda Kürtlerin esamisi okunmuyordu. Kürtler bugünkü Türkiye –İran- Irak sınırında yer alan Zagros dağları eteklerinde keçi güdüyorlardı. Kürtlere izafe edilen Mervanoğulları, Şeddadoğulları gibi vasal konumunda bulunan, başka devletlere tabi beyliklerin siyasi açıdan da, askeri açıdan da hiçbir kıymet-i harbiyeleri yoktu. On yedinci yüzyıla kadar bütün batılı tarih ve coğrafya kitaplarında da bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ortak adı Türkmenia yahut Türkomania olarak geçerdi. Bunun Türkçesi Türkmen ülkesi/Türk ülkesi demektir. Bugün Kürtlerin Kürdistan diye üzerinde hak iddia ettikleri bu bölgelerde bir tek Kürt eseri gösteremezsiniz.

3- Selçuklu ve Osmanlı hanedanı dönemlerinde, sırf hanedanın hukukunu (tahtını-tacını) korumak üzere siyasi sebeplerle oluşturulan köle sınıfından ibaret hassa (muhafız) ordusu (gulam ve yeniçeri) dışında asıl ordu Türklerden oluşuyordu. Türklerin imparatorluk dönemlerinde dahi ordusu milli (Türk) karakterini muhafaza ediyordu. İşte bu ordu Türk karakterini muhafaza edebildiği içindir ki son bir gayretle Türkiye Cumhuriyetini kurabildi.

4- Osmanlı’nın son yüz yılı azınlık ihanetlerinin tarihidir. İmparatorluk çökerken, ona kurucu asli unsur olan Türk’ten başka hiç kimse sahip çıkmamıştı. Birinci Dünya Savaşına girer girmez Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi adına açtığımız cihat bayrağının altına Türk’ten başka hiç kimse gelmemişti. Müslüman kardeşimiz diye bağrımıza basıp kavm-i necip diye başımızın üstüne çıkardığımız Arapların Osmanlı ordusunda görev verdiğimiz subayları düşmanlarımız hesabına casusluk yapıyorlar, Arap asılı Osmanlı askerleri de kitleler halinde ya firar yahut da düşman saflarına iltica ediyorlardı (katılıyorlardı). Kürtler ise, Çanakkale’de bizimle birlikte savaşmak şöyle dursun, gündüz saklandıkları mağara deliklerinden geceleri çıkıyorlar; Doğu Cephesinde (Muş-Bitlis) Rus ordusuyla çarpışan Mehmetçiklere ekmek ve cephane götüren iaşe ve cephane kollarına saldırıp yağma ve talan ediyorlardı. Kürtlerin ve diğer azınlıkların ihanetlerinin canlı tanıklarından biri Yüzbaşı Selahattin Beğ’dir, öteki de Şevket Süreyya Aydemir’dir. İkisinin de otobiyografik romanlarını okumanızı tavsiye ederim. (Birincisi Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, ikincisi Suyu Arayan Adam’dır)

5- Milli Mücadele dönemine gelince, daha Atatürk Samsun’a çıkmadan önce Erzurum Müdafaa-i Hukuk-u Milliye cemiyeti (derneği) ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk cemiyeti arasında yapılan yazışmalarla yapılması karar altına alınan, Şark (Doğu) vilayetlerine mahsus Erzurum Kongresine Kürtlük ve Kürtler adına hiçbir Allah’ın kulu katılmamıştır. Katılmadıkları gibi, Güneydoğu illerimizden gelecek olan delegelerin ( ki onlar da Türktü) yollarını kesip Kongreye katılmalarına engel olmuşlardır. Erzurum Kongresine kimlerin katıldığı bellidir ve bunların içinde Kürt asıllı diyebilecek olduklarımız da ancak o dönemin devlet memuru konumundaki aklı başında bir iki şahıstan ibarettir. Buna rağmen Atatürk’ün Erzurum Kongresinde yokluklarında heyet-i temsiliye azası (üyesi) olarak seçtirdiği iki önemli Kürt aşiret reisi hiçbir şekilde Milli Mücadeleye katılmamış ve katkıda bulunmamıştır. Buna karşılık, İstanbul’da kurulan Kürt Teali Cemiyeti adlı Kürtçü örgütün (bugünkü PKK’nın eşdeğeri) yöneticileri İngilizlerle işbirliğine girişerek Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlayan Türk direnişini söndürmek için iç isyanlar çıkardılar. Bizim ilk düzenli ordu birliklerimiz İnönü tepelerinde Yunan ordusunu durdurmak için canını dişine takıp savaşırken, Kürt Teali Cemiyeti yöneticilerinin kışkırttığı Kürtler Sivas-Erzincan yöresindeki Türk köy ve kasabalarını basıp halkını katlediyor, mallarını yağmalıyorlardı. İsyanı bastırmaya giden bir Jandarma alayımızı da pusuya düşürüp imha ettiler. Aynı sıralarda Kürtler adına hareket ettiğini söyleyen Kürt Şerif Paşa da, kendisi gibi eski bir Osmanlı Paşası olan Ermeni Bogos Nubar Paşa ve eski Osmanlı Hariciye Nazırı Gabriel Noradunkyan ile birlikte Batılı merkezler nezdinde Sevr antlaşmasının yürürlüğe girmesi için çalışıyordu.

6- Türk yurdu dört bir yanından işgale uğradığında, bu işgallere karşı milli direnişin örgütlenmesi konusunda tam yirmi yedi adet yerel/bölgesel/milli nitelikte kongre toplanmıştır. Bütün bu kongrelere egemen olan tek bir ortak düşünce vardır ki onun da adı Türkçülüktür. Bunu ben söylemiyorum: Kendisi hiç de Türkçülükle ilgisi bulunmayan liberal bir aydın, bir Anayasa hukukçusu olan Bülent Tanör “Yerel Kongre İktidarları” adlı kitabında nesnel, yansız ve bilimsel bir tespit olarak dile getiriyor.

7- Kürtler tarihin hiçbir döneminde millet olamadılar, bunu da ben söylemiyorum: Kürtlerin hamisi (koruyup kollayanı) Graham Fuller söylüyor: “Çevre milliyetler düşünüldüğünde, kendi hüviyetlerinin farkında olsalar da etnik birlik duyguları hala az gelişmiştir. Kürtler birleşik bir halk değildir. Güçlü kabilesel güdüler, klanlar ve cemaatler sistemi Kürt topluluğuna hakim olmuştur.”(Fuller, Graham, “Kürtlerin Kaderi”, Avrasya Dosyası, 1. Sayı, S. 139)

8- Kürtlerin dışında Anadolu topraklarında yaşayan diğer etnik gruplara gelince, Milli Mücadele döneminin bütün yerli ve yabancı kaynaklarına bakınız. Şunu göreceksiniz: Etnik anlamıyla Türk’ten başka hiçbir unsur Anadolu savaşını kabul etmemiştir. İzmit’ten başlayıp ta Sivas’ın Yıldızeli’ne kadar uzayan isyanlarda., Sarayla akrabalık ilişkileri çok güçlü olan bir etnik grubun parmak veya ayak izlerini göreceksiniz. Bunların bir kısmı ise işin başında Milli Mücadeleye taraftar imiş gibi görünüp Kuvva-yi Milliye adı altında Anadolu’daki yoksul Türk halkını soymaya, yağmalamaya girişmişlerdir. Yozgat isyanını bastırdıktan sonra o yöreden gasp ettikleri koyunları Ankara pazarında satılığa çıkaranlar bunlardır. Kendisi de aynı etnik gruba mensup olan Kemal Tahir bile, Yorgun Savaşçı’nın son bölümünde bu gerçeği teslim eder: Anadolu Savaşını kabul eden Türk Mehmetçiğidir; Kürt Reşo, Arnavut Abdo, Çerkes bilmem ne değil!

9- Atatürk çok haklı olarak, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Turkiye halkina Turk milleti denir” demiştir. İnsaf buyurunuz, başka ne desindi? Ama işte bütün mesele budur; ”Türk” meselesidir. Cumhuriyetin Mağara kovuklarından çıkarıp aşiret mensubu olmak yerine bir ulusun mensubu ve insan olmayı öğrettikleri de, efendi-köle kast sistemini hala devam ettiren Saray aşireti mensupları da, eşit yurttaşlar ilkesine dayalı Türkiye Cumhuriyeti gerçeğini bir türlü kabullenmemişlerdir. Niye biliyor musunuz? Adı Türk olduğu için!

***

Türkiye’de bizim gibiler boşuna yazıp çiziyorlar. Çünkü muhataplarımızın söylediklerimizin doğruluğunu veya yanlışlığını ayırt etme düzeyine ve yeteneğine sahip olup olmadıkları bile kuşkuludur. Artık ağzı olan konuşuyor, eline klavyeyi alan döktürüyor. Dolayısıyla ortak bir dilden yoksunuz. Sözgelimi tartıştığınız birisine bazı şeyleri anlatabilmek için çabalarken bazen o kadar ümitsizliğe düşüyorsunuz ki, ister istemez o kişiye ilkokulu, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi yeniden okutmanız gerektiği hissine kapılıyorsunuz…
Tarih bilinci olmaksızın ulusal bilinç oluşmaz. Tarih bilincinin oluşması için de öncelikle tarihin doğru bilinmesi ve algılanması gerekir.

Şimdi ben nereden başlayayım, hangi bir yanlışı düzelteyim. Bugün bile on bin askeri bir araya getirememiş Kürtlerin, Malazgirt Savaşı sırasında Alparslan’a yirmi bin atlı ile destek verdiği yalanını mı, İstanbul’u Kürtlerle birlikte fethettiğimiz yalanını mı, Çanakkale’de beraber çarpıştığımız yalanını mı, İstiklal savaşını birlikte yaptığımız yalanını mı hangi birini düzelteyim?

Büyük yazar, gazeteci ve şairimiz İbrahim Şinasi boşuna söylememiş:

“Bedbaht ona derler ki elinde cûhelânın
Kahrolmak için kesb-i kemâl-ü hüner eyler!”

(Hanifi ALTAŞ, “Devletin Kurucu Unsuru, Safsatalar ve Kürtler!”,Bir bölümün özeti- Yeni Hayat Dergisi, 2009 Yılı Ocak Sayısı)

This entry was posted in Bölücü KÜRTÇÜLÜK, ORTADOĞU ÜLKELERİ, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *