Erdoğan’ın başında diploma beklerken

Deniz Hakan – Okan İrtem
Odatv, 17.05.2014

Erdoğan’ın başında diploma beklerken

Washington Enstitüsü’nden Soner Çağaptay’ın 16 Nisan tarihli yazısının başlığı pek ilginç, “The Liberals in Erdoğan’s wake”. Websters’ Dictionary “someone’s wake” için “a watch held over the body of a dead person prior to burial and sometimes accompanied by festivity” karşılığını veriyor, “ölen birinin cesedi başında bekleme” anlamını okuyoruz ki pek yerinde.

Meclis kürsüsünde “hırsız” ve ülkenin dört bir yanında sokaklardaki sloganlar ile duvar yazılarında “katil” olarak anılan, müşaviri halkı tekmeleyen, Soma’da halkın tepkisi karşısında bir markete sığınmak zorunda kalan bir başbakanın siyasal açıdan “ölmüş ancak henüz gömülmemiş” olduğu tespiti, sözcük oyunlarının arasında gizlenmiş olsa da, oradadır.

Çağaptay, yazısında Erdoğan’ın uzun bir süre Türkiye’deki değişimin öznesi olduğunu, ancak “otoriter yönetiminin” artık buna izin vermediğini ve “liberallerin” bu “öznelik” işini üzerine alacağını savunuyor ve işinin cahillik yaymak olduğunu biliyoruz; bugün “liberal” dedikleri, devletin yoksullara süt vermesine dahi düşman olan bir tekelci sürüsüdür.

Çağaptay’ın gittikçe “liberalleşmesiyle” övündüğü CHP konusunda ise, hayır, hiç yanılmamak gerekiyor; mezarı kazmaktan kaçan CHP yönetiminin ta kendisidir.CHP için uzun yıllardır “Erdoğan’ın günahlarının saklayıcısı ve silicisi” demek uygun görünüyor ve Aydın Ayaydın göğsünü Erdoğan için en son siper edenlerdendir.

Erdoğan’ın CHP’ye ne çok borcu var; tekellerin oyuncağına çevrilen cumhuriyetin yasaları dahi, başbakan olmasına engel olurken, imdadına koşan ve Siirt seçiminin alelacele iptal edilmesinin ardından Erdoğan’ın milletvekili adayı olmasını sağlayan Deniz Baykal olmuştu.

Hukuken başbakan olamıyordu ve “deus ex machina” geldi. Başbakanlığı hediyedir ve anlaşılan Ayaydın bu kez de cumhurbaşkanlığını hediye etmek istiyor. Diploma yoksa, deus ex machina vardır.

DEUS EX MACHINA

Deus ex machina, “drama kurgusunun nedensel örgüsü dışında, bir karakterin, nesnenin ya da olayın beklenmedik bir anda birden ve yapay olarak ortaya çıkışı” biçiminde tarif ediliyor.

Sözcüğü sözcüğüne çevrildiğinde “makineden tanrı” demek; tanrı ya da tanrısal müdahale sahnede, arkadaki mekanik düzenek sayesinde birden belirivererek oyunun o zamana kadar akan nedensellik örgüsünü kırıyor.

En çok Yunan tragedyalarından ve bir de yakın tarihimizden biliyoruz.Artık Türkiye’de siyaset, Yunan ya da Roma tragedyalarına ve bazen komedyalarına benziyor.

Seçim barajlarına ve “başarılarına”, medya kuşatmalarına ve biteviye cahilleştirmeye rağmen istedikleri gibi yönetemeyen yönetenler, hukukta ya da gerçeklikte yeri olmayan, birden peyda olan ve her türlü akılcı işleyişe meydan okuyan “icatları” gittikçe daha fazla arayıp çıkarıyorlar; her icadın anası ihtiyaçtır, biliyoruz.

Türkiye yeni bir seçime, cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilerlerken karşımıza iki icat çıkıyor, Aydın Ayaydın’ı bekletiyoruz ve ikincisi Marmara Üniversitesi Rektörü ile irili ufaklı diplomacıklar oluyor. Yunan tragedyalarını kıskandıracak cinsten ve birden sahneye düşüveriyorlar.

TÜRKİYE’NİN BASIMEVLERİ

Erdoğan’ın 4 yıllık üniversite mezunu olmadığı, dolayısıyla cumhurbaşkanı olamayacağı tartışmasının 2014 ayağı MHP’li Halaçoğlu’nun konuyu gündeme getirmesiyle başladı. Uzun süreli okurları ve sonradan asistanları olarak Yalçın Küçük’ün adının, kendi saptamalarından ve kendi başlattığı tartışmalardan sansür yoluyla silinmesine alışığız.

Sansürün nedeni Yalçın Küçük ismi olduğu kadar, argümanları da; sonuçlarından biri ise tartışmayı, aslının bir hayaleti ya da karikatürü olarak yapıp bırakmak oluyor. Demek, Erdoğan’a hediyeler vermeye doyamıyorlar.

Yalçın Küçük, bu hafta içinde gene odatv’de yayınlanan yazısında Halaçoğlu ve Çölaşan’dan Ahmet Hakan’a karikatürcüler ile hediyecileri yazdı, biz girmeyeceğiz. Girdiğimiz bir komedyadır ve aynı zamanda “ağlanacak halimiz” diyebiliyoruz.

Bize sunulan hikaye, Halaçoğlu’nun “Erdoğan’ın 3 yıllık okul mezunu olduğunu ve mevcut yasalarla cumhurbaşkanı olamayacağını” tekrarlaması üzerine, Abdullah Gül’ün Marmara Üniversitesi rektörlüğüne atadığı güllerden Zafer Gül’ün çıkardığı bir “kağıt parçası” oldu.

Zafer Gül, Erdoğan’ın mezun olduğu söylenen tarihten sonra kurulan Marmara Üniversitesi’nden, Erdoğan adına hazırlanmış imzasız, resimsiz, öğrenci numarası dahi tutmayan, dünyanın hiçbir yerinde diploma olarak kabul edilmeyecek bir “diploma” peyda etti.

Demek, üniversitelerimiz artık basımevidir ve ihtiyaca göre diploma ve öğrenci çıkarmayı görev biliyorlar.

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ

2007’de, Türkiye bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimine ilerlerken, Yalçın Küçük’ün, televizyonlarda ve Caligula kitabında “Erdoğan’ın okulunun 2 ya da 3 yıllık olduğunu, cumhurbaşkanı olamayacağını” duyurması üzerine Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nden konuyla ilgili açıklama isteyen yayın organları, eski rektörden “Erdoğan’ın diploması konusunda bilgi veremeyiz” yanıtını almışlardı. Çağaptay’ın sözünü ettiği “değişim” bu olsa gerek; Türkiye değişiyor ve 2007’de olmayan yanıt 2014’te olduruluyor. Tabi önce sahneye, dünyayı kendisine güldürecek sözde belgelerle toplum karşısına çıkabilen bir rektör ve ardından diploma olmayan bir yeni icat diploma atılması gerekiyor. Antik dönem oyunlarındayız, tutarlı aklın ve mantığın yerini deus ex machina almıştır, atılıyorlar.

MAKİNEDEN YASA

2007’de Çağaptay’ın sözünü ettiği “değişim”, AKP’nin özlediği kıvamda rektörleri, her şeye rağmen, henüz getirememiş olduğundan, başka bir icat arayışına gidildiğini anımsıyoruz. Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyordu; ne kendisi, ne Marmara Üniversitesi bir diploma çıkarabiliyordu ve AKP’nin Profesör Ergun Özbudun başkanlığında bir komisyon kurarak alelacele bir anayasa taslağı hazırlattığını ve komisyonun taslak metinde cumhurbaşkanı olabilmek için gerekli üniversite mezuniyeti şartını kaldırdığını biliyoruz.

Güçleri yetmedi, taslağı geçiremediler, ancak “madde” kendi adına konuşuyor ve bize yalnızca yeniden yazmak kalıyor.

AYAYDIN ÇIKIŞI

Erdoğan’ın diğer okul diplomaları basında boy boy yayınlanırken yalnızca üniversite diploması yok ve yerine anayasa taslakları ile imzasız, tutarsız “diplomacıklar” durup dururken sahneye düşüveriyorlar. Diğer okullardan arkadaşları, anıları gazete sütunlarında yerlerini alır, belgesellere konu olurken “koskoca başbakanı üniversiteden tanırdım” diye böbürlenen, yıllar yılı, tek bir kimse yok, ve sonra bir de bakıyoruz, birden, var.

2011’de Rafael Sadi ile ortağının ve geçen ay da Aydın Ayaydın’ın hafızalarının canlanmasına tanık olduk.

Rafael Sadi, Erdoğan ile 4 yıl sınıf arkadaşı olduğunu ve köşe yazılarında adı “CHP’nin dizayncısına” çıkan Aydın Ayaydın, bir asistan olarak, Erdoğan’ın sınavlarına girdiğini ve onu solcuların hışmından koruduğunu hatırlayıverdi.

Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür, çok hoş, pek geç de olsa hatırlamışlar, ancak bu oyun sahnesinde bir kez daha “deus ex machina” ile karşılaştığımız pek açıktır.

BİR DOĞAN PROJESİ

Aydın Ayaydın’ın hafızasını tazelemesi pek sevindirici, bizim de tazelememiz yerindedir.

Ayaydın’ı, ANAP ve DYP’den DSP’ye uzanan siyaset yolculuğundan tanımayanlar artık, gazete köşelerinde “CHP içindeki Fethullahi ve dizayncı grup” şeklinde anılan ekipten tanıyorlar.

Hüsamettin Özkan, Zafer Mutlu, Erdoğan Toprak, Mustafa Sarıgül ve Aydın Ayaydın’ın isimleri uzun zamandır aynı solukta söyleniyor. Erdoğan Toprak’ın CHP’de Basın ve Propagandadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirilmesine, Toprak’ın “hemşehrisi” ya da “akrabası” olduğu sıkça yazılan ve Doğan Gazetecilik Yönetim Kurulu üyesi olan Zafer Mutlu’nun verdiği desteği ve bu atamanın “Aydın Doğan operasyonu” olarak değerlendirildiğini hatırlamak gerekiyor.

Mutlu ile yukarıda adı geçen isimlerin, Doğan’ın Hürriyet aracılığıyla koşulsuz destek verdiği Sarıgül’ün adaylığı için en çok çalışan isimler olduğu da artık kamusal bir bilgidir.

Kılıçdaroğlu’nun İletişim ve Basın Başdanışmanı görevini yürüten Aydın Ayaydın’ın ise, Samanyolu televizyonunun genel müdürü ve Fethullah Gülen’in İstanbul’daki kulağı Hidayet Karaca’yı ziyaret ederek Sarıgül’ün adaylığını “müjdelediği” de daha önce gazetelerde yer aldı.

Bağlar görünürde ve Doğan’ın 2007’deki “Erdoğan cumhurbaşkanlığına, Gül başbakanlığa” planı hatırlardadır.

Öyleyse soru, Ayaydın’ın sadakatinin kendi hafızasına mı, Doğan’ın projesine mi olduğu sorusudur ve tutarlılığı yalnızca ikincisinde bulabiliyoruz.

Antik dönem oyunlarını yaşıyorsak, elbette entrika bitmiyor ve bir ek bilgi olarak, Aydın Ayaydın’ın kardeşinin Rıza Zarraf ile iş ortaklığı olduğunu ve 17 Aralık sonrasında bunu bitirmek zorunda kaldığını verebiliyoruz.

Bilimin izinden gidenlerin, CHP’ye de, diploma tartışmasına da “deus ex machina” giren Aydın Ayaydın gibi “yıllarca unutma” lüksü bulunmuyor. Bilim materyalisttir, ve madde yalnızca nedensellik ilişkisine tabidir, bir kez daha bize bir başka öykü anlatıyor.

DİPLOMA YOK, İCAT VAR

Diploma nerde, dağa kaçtı, dağ nerde, yandı bitti, kül oldu.

Erdoğan’ın mezun olduğu Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksekokulu’nun bağlandığı İstanbul İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nin yandığını biliyoruz. Ancak Erdoğan’ın evi yanmadı ve diğer diplomaları gibi bunu da çıkarmasını bekliyoruz.

Marmara Üniversitesi ve İstanbul Akademisi 4 yıllıktır ve bunlara bağlı yüksekokulların pek çoğu 2 ya da 3 yıllıktır. Halaçoğlu’nun ortaya attığı Yüksekokul geçici belgesi dışında diploma yok ve sayısız icat var.

Çağaptay’ın yazısında bir cenaze töreni beklentisi buluyoruz. Marx kapitalistler için kendi mezar kazıcılarını yetiştirdiklerini söylüyordu. Tekellerin, proleteryayı kendi haklarına düşman bir yobazlar ve boynu eğikler sürüsüne çevirebilmek umuduyla baştacı ettiği bu imam-hatipliler ise, hem cahillikten hem de zorunluluktan, kendi elleriyle de mezarlarını kazıyorlar.

CHP’nin yaptığı, bir büyük panikle açılan mezarı kapamaya çalışmaktır.

Bir mezar açılmayınca, bir başkası açılıyor; AKP’yi başta tuttukça, CHP’nin Soma’ya gömülen madencilerin hesabını, reddedilen araştırma önergeleriyle vermesi mümkün değildir.

Erdoğan başbakan olamıyordu ve 2003’te CHP yaptı; şimdi cumhurbaşkanı olamıyor ve yine “makineden çıkan tanrı” rolünübir kez daha CHP’nin üzerine aldığını görüyoruz.

Ah CHP vah CHP, Erdoğan seçime ilerlerken bu konuda çıkan tek söz, Feyzioğlu krizinin hemen ardından, Hürriyet köşelerinde dahi epilepsi yazarken “okul arkadaşıyla şeker hastalığını da paylaştığını hatırlayan” Rafael Sadi bir yana, ANAP’lı, DYP’li, şimdi CHP’li Ayaydın’dan geliyor. Ayaydın’ın kardeşi Rıza Zarraf türü ile ortaklık, kendisi ise AKP’ye yolculuk peşinde olabilir.

Ancak Ayaydın’dan hemen sonra bu kez Loğoğlu sahne alıveriyor ve “Feyzioğlu haksız, başbakan haklı” buyuruyor.
CHP yönetimi, AKP’nin mezarının kendi mezarı olacağını anlamış görünüyor, koşuşturma bundandır.

This entry was posted in EĞİTİM, Gundem, YOLSUZLUKLAR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *