Fethullah Gülen’in Büyük İhtirası / Rachel Sharon-Krespin

Fethullah Gülen’in Büyük İhtirası

Rachel Sharon-Krespin

Türkiye’nin iktidar partisi AKP, yonetiminin yedinci yılına girerken Türkiye artık bu partinin ikitidarı eline geçirdiği yıldaki laik ve demokratik ülke değildir.

AKP, bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye’nin temel kimliğini değiştirmiştir. AKP’nin yükselişinden önce Ankara’nın yüzü Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’ya çevriliydi.

Bugün, Avrupa Birliği’ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp Rusya ve İran’a yaklaştırmış ve Türk dış politikasının Orta Doğu’daki pozisyonunu yeniden şekillendirerek, İsrail’e duyulan sempatiden vazgeçip Hamas, Hizbullah ve Suriye’ye yönelik dostlukları geliştirmiştir. Amerikan karşıtı, anti-Hırıstiyan ve anti-Semitik duygular artış göstermiştir. Türkiye’nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP’nin siyasi makinası değil, gizemli Hocaefendi Fethullah Gülen tarafından yönetilen sinsi İslamcı tarikat da vardır. Bu İslamcı tarikat, kendini hoşgörü ve uzlaşma savunucusu olarak göstermeye çalışıyor olsa da, tam tersi birtakım karanlık işlerin peşinde koşmaktadır. Bugün Fethullah Gülen ve takipçileri, yani Fethullaçılar, sadece iktidarı etkilemekle yetinmiyor, iktidarı ele geçirmeye çalışıyorlar. Bugün Türkiye’de 85 bin cami var. Yani, her 800 vatandaşa bir cami düşüyor. Bunu bir de hastane sayısıyla karşılaştıralım: Her 60 bin vatandaşa bir hastane. Türkiye’de kişi başına düşen cami sayısı dünyadaki en büyük orandır. Bir de 90 bin imamı düşünün. Doktor ve öğretmen sayısından daha çok.

Türkiye’de medrese benzeri binlerce imam-hatip okulu ve sayısı 4.000’i aşan devlet destekli resmi Kuran kursları var?bu rakama gayri resmi Kuran kursları dahil değildir. Onları da eklerseniz, en az on kez daha büyük bir rakamla karşılaşabilirsiniz. Diyanet İşleri Bakanlığı’nın harcamaları beşe katlanmıştır. 2002’de 553 trilyon Türk lirası (yaklaşık 325 milyon Amerikan doları) harcama yapmış olan bakanlık, harcamalarını AKP’nin ilk dört buçuk yıllık iktidarı sırasında 2.7 katrilyon liraya çıkarmıştır. Bu bakanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür.[1] Türkiye’de Cuma namazına katılım oranı, İran’ınki aşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay’ın hükümlerine karşın, devlet okullarında zorunlu Sünni İslam eğitimi devam ediyor.[2] Hem Başbakan Erdoğan, hem Diyanet İşleri Bakanı Ali Bardakoğlu «ulema danışalım» a karşı gösterilen tepkileri eleştirmişlerdi.

Bütün bu gelişmeler arasında, Fethullah Gülen Türkiye’nin siyasi platformunu şekillendirmeye çalışan bir artör olarak ortaya çıkıyor. Bunu yaparken de hem AKP’nin içindeki yandaşlarını kullanıyor, hem de cemaatin inanılmaz derecede büyük meyda imparatorluğunu, finans kurumlarını, bankalarını, işletme birimlerini, binlerce okul, üniversite, ışıkevleri ve benzeri kurum ve kuruluşlardan oluşan uluslararası ağını harekete geçiriyor. Fethullah Gülen bir finans imparatorudur. En iyi tahminlerle, 25 milyar dolarlık kontrol dışı ve karanlık bir bütçesi var.[3] Fethullahçı cemaatin AKP’yi doğrudan destekleyip desteklemediği, AKP’yi iktidara getiren güç olduğu henüz tam anlamıyla kanıtlanmamış olsa da, detaylar o kadar da önemli değil. Her ne olursa olsun, Fethullah hareketi AKP’nin iktidara gelmesini sağlayan en büyük güçtür.

Fethullah Gülen’in Geçmişi

1942 yılında Erzurum’da doğan Fethullah Gülen, kendisini peygamber olarak kabul eden bir imamdır.[4] Batı dünyasında pekçok kişinin reformcu ve hoşgörü[5] savunucusu olarak alkışladığı, Türkiye ve Türkiye ötesi için ılımlı İslam”ın katalizörü olarak kabul edilen sırlarla dolu bir kişi Gülen. Batı’da, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, bir «aydın» , «bilim adamı» ve «eğitimci» [6] olarak övülen Fethullah Gülen’in eğitimi beş yıl devam ettiği ilkokulla sınırlı. Sertifikasını aldıktan sonra, önce Edirne’de daha sonra da İzmir’de imamlık kariyerini devam ettirdi. Gülen, 1971’de yasadışı dinî faaliyetlerinden dolayı (örneğin, yasadışı yaz kamplarında gençlerin beynini yıkamak) güvenlik güçleri tarafından tutuklandı ve ondan sonra zaman zaman son derece laik Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yakın takibe alındı.[7] 1981 yılında, vaizlik görevinden emekli oldu.

Kendisini dinlerarası diyaloğun savunucu olarak pazarlayabilmek için Papa II. John Paul ile diğer Hıristiyan liderler ve Musevî hahamlarla[8] buluşup bu üç din arasındaki ortaklıkları vurguladı. Fethullah Gülen, kendisini ve hareketini Anadolu mistisizminin günümüzdeki hoşgörü versiyonu olarak satmaya çalışıyor; bu yaparken de Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre gibi büyük mistik düşünürlerin edebî eserleri kullanıyor; kendisinin bu sufilerin hoşgörü mesajlarını paylaştığı sahte imajını yaratmaya çalışıyor.[9] Bu düşünürlerden yapılan alıntılar Fethullah Gülen’in propaganda malzemelerini süslüyor.

Fethullah hareketi, emrindeki bütün örgütler ve üniversiteler (büyük paralar akıtmaya devam ettiği Georgetown üniversitesi dahil), Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’da Gülen konferansları düzenliyorlar. Ekim 2007’de, İngiltere Lordlar Kamerası Fethullah Gülen onuruna bir konferans organize etti.

Gülen, Sa’id-i Nursî olarak da bilinen Şeyh Sa’id-i Kürdî’nin (1878-1960) öğrencisi ve mürididir. Nursî İslamcı Nur hareketinin kurucusudur.[10] Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, yeni Türk parlementosunda yaptığı bir konuşmada, Cumhuriyet’in İslamcı temellere dayandırılması gerektiğinin savunusunu yapmış; Atatürk’e, Atatürk devrimlerine, çağdaş ve laik Cumhuriyet’e ihanet etmiştir.

Gülen, 1998’de şeker hastalığı tedavisi bahanesiyle Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçtı. Bu göç aynı zamanda Gülen’in 2000’de Türkiye’yi dinî bir ayaklanmaya teşfik eden ve gizli kameralarla kayda alınan vaazlarından dolayı yargılanmasını da örtbas edebilmesi imkanını sağladı. Gönüllü sürgününden buyana, Fethullah Gülen Pennsylvania’nın doğusunda, şehirden uzak büyük bir malikânede kendisini koruyan ve hizmette kusur etmeyen yaklaşık 100 müridiyle ikamet ediyor. Bu uşaklar, türban ve cübbeli geleneksel İslamcılar gibi değil, eğitim görmüş, takım elbise giyip kıravat takan çağdaş görünümlü erkeklerden oluşuyor. Uşaklar, Hocaefendi’lerinin emirlerine bağlı, hatta Hocaefendi’nin buyruğu gereği elli yaşlarına kadar evlenmeyi reddeden kişilerden oluşuyor. Bir gün evlendiklerinde, Fethullah’ın direktifleri doğrultusunda, eşlerinin şeriat kurallarına göre giyinmeleri zorunlu tutuluyor.[11]

Gülen’in Eğitim Şebekesi

Fethullah Gülen şebekesinin temelinde onun eğitim kurumları var. Gülen’in eğitim şebekesi muhteşem. Tam otuz beş yıl Fethullah’ın sağ kolu olarak görev yapmış olan Nurettin Veren’in tahminlerine göre, Türkiye’deki iki milyon hazırlık okulu öğrencisinin yüzde 75’i Gülen okullarına kayıt yaptırmıştır.[12] Gülen, bütün Türkiye’ye yayılmış binlerce seçkin ortaokulu, üniversiteyi ve öğrenci yurlarını kontrolü altında tutuyor. Bunlara en büyüğü Fatih Üniversitesi olan özel üniversiteler de dahil.

Türkiye dışında Gülen hareketi yüzlerce ortaöğretim kurumu ile dünyanın her yanına yayılmış, yaklaşık 110 ülkede düzinelerce üniversite işletiyor. Fethullah bütün bunları Allah rızası için yapmıyor elbette. Gülen’in adamları 8 ila 12. sınıf gençliğini hedefleyip, bu gençleri Işıkevleri’nde eğitime tabi tutup beyinlerini yıkıyorlar. Fethullah okullarında eğitilen bu gençler gelecekteki hukuk, politika ve eğitim kariyerlerine hazırlanıyorlar. Bu süreçte hedeflenen tek bir amaç var: bu gençleri geleceğin İslamcı Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetici sınıfları olarak hazırlamak. Emirlerini doğrudan Fethullah Gülen’den alan zengin Fethullahçılar, okullar ve Işıkevleri açmaya devam ediyorlar. Bu, Sabah yazarı Emre Öz’ün «eğitim cihadı» dediği olaydır.[13]

Bu okullar şebekesi, daha büyük bir stratejinin sadece küçük bir parçasını teşkil ediyor. 2006’da yaptığı bir mülakatta Nurettin Veren:

«Bu okullar dükkânların vitrini gibidir. Örgüte yeni katılımlar ve İslamcılaştırma faaliyetleri gece derslerinde yapılıyor… Bizim eğittiğimiz öğrenciler şimdi Türkiye’nin en yüksek mevkilerinde oturuyorlar. Bunların arasında, valiler, hâkimler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan subaylar var. Hükûmetin parçası bakanlar var; bunlar Gülen’e danışmadan hiçbirsey yapmazlar» demişti.[14]

AKP’nin tartışılan eğitim politikaları ve yandaşı Fethullahçı okullarda devam eden İslamcı beyin yıkama faaliyetleri,Türk toplumunun İslamcılaştırılması sürecini hızlandırmıştır. İktidarının ilk döneminde, Erdoğan’ın AKP hükûmeti okul kitaplarını değiştirmiş, dinî dersleri vurgulamış ve binlerce imam Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki kadrolarından alınıp Türkiye’nin her yerinde öğretmen ve yönetici olarak atanmıştır.[15] Aynı zamanda bir Fethullah Gülen sempatizanı olan, Türkiye’nin ilk İslamcı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yusuf Ziya Özcan gibi bir Fethullahçıyı YÖK Başkanı olarak atamıştır. Gül, Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanarak, pekçok Fethullahçıyı Türkiye Cumhuriyeti’nin üniversitelerine rektör olarak atamayı da başarmıştır.

Türkiye dışında da Fethullahçı okullar örgüte yeni üyeler kazandırmak için kullanılan bereketli topraklar gibidir. Türk kökenli Fransız bilgini Bayram Balcı, Institut d’Etudes Politiques’te savunduğu, «Orta Asya’daki Gülen Okulları» konulu doktora tezinde şunları yazmıştı:

«Fethullah’ın amacı Türk milletinin İslamcılaştırılması ve dış ülkelerde İslamın Türkleştirilmesidir. Fethullah’ın yurtdışındaki düzinelerce okulu?çoğu erkek çocuklar için açılmıştır?doğrudan «okul içinde» olamasa da «okul dışında» zorla İslam’a döndürme amacıyla kullanılmaktadır.»

Balcı konuya biraz daha açıklık getiriyor: «Fethullah devlet, din ve toplum arasındaki ilişkiyi yeniden canlandırmak istiyor.» [16]

Fethullahçı Nur hareketinin Orta Asya’daki okulları, yıllarca Sovyet baskısı tarafından laikleştirilmiş bölgelerde İslam’ın yeniden canlandırılması için mücadele etmektedir. Balcı bu durumu şöyle açıklıyor: «Cemaat’in amacı, geleceğin İngilizce ve Türkçe konuşan, Fethullahçılara ve Türkiye’ye olumlu bakan milli elitlerini eğitip etkisi altına almaktır.» Bu kuşkular nedeniyle bölgedeki pekçok ülke Gülen’in eğitim kurumlarına karşı önlemlerini almıştır. Özbekistan bu okulları şeriatı teşfik ettikleri gerekçesiyle yasaklamıştır.[17] Rus hükûmeti de Fethullah hareketinin Federasyon’un çoğunluğu Müslüman olan bölgelerdeki faaliyetlerine kuşku ve endişeyle bakmakla kalmayıp sadece Gülen okullarını değil, Nur tarikatının ülkedeki bütün faaliyetlerini yasaklamıştır.[18]

Elbette Özbekistan ya da Rusya çoğulculuğa verdikleri önemle bilinen ülkeler değil ama Gülen okullarına ve Fethullahçı beyin yıkama faaliyetlerine karşı duyulan şüpheler, Hollanda gibi ülkelere de sıçramıştır. 2008’de Hollanda’nın Hırıstiyan Demokrat, İşçi, ve Muhafazakar partileri, Türk imamı Fethullah Gülen’le ilişkisi olan kurumlara yapılan devlet yardımlarının birkaç milyon Euro düzeyinde kesilmesini öngörmüş ve Gülen cemaatinin bütün faaliyetlerinin en ince detaylarına kadar soruşturulmasını istemiştir. Bu kararın verilmesinde Gülen’in Işıkevi’nde çalışan Amsterdam merkezli Uluslararası Soysal Tarih Enstitüsü directörü Erik Jan Zürcher ile beş eski Fethullah cemaati üyesinin Hollanda televizyonda Cemaat’n adım adım laik düzeni yıkmaya çalıştıklarını belirtmeleri etkili olmuştur.[19]

Soruşturmaya alınan kurumlar Gülen hareketiyle olan bağlarını inkâr etmiş olsalar da, Zürcher hareketin Batı’yla olan bütün ilişkilerinde tipik takiyye ideolojisini uyguladığını belirtti. Adı belirtilmeyen ama Gülen okullarında ve Işıkevleri’nde çalışmış eski bir Cemaat üyesi, Fethullahçıların Hollandalıları «pis, günahkâr kâfirler» olarak tanımladıklarını rapor etti. Aynı kişi, Fethullahçıların «En iyi Hollandalı Müslüman olmuş olandır. Bütün Hollandalılar Müslümanlaştırılmalıdır» dediğini belirtti.[20] Güya «hoşgörü» öğreten ve yüzden fazla ülkede at koşturan binlerce Fethullahçı okuldan bir tanesi bile Suudi Arabistan ya da İran gibi şeritın pençesine düşmüş ülkelerde faaliyet göstermiyor. Bu okullar, laik Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerdeki öğrencileri radikal İslamcılığa yönlendirmeye programlanmışlardır.

Kontrol Mekanizmalarının Altüst Edilmesi

Fethullahçılar Türkiye’nin 200,000 polisli Emniyet teşkilatını işgal etmeyi de başarmışlardır. Bu sızmanın korkunç etkilerinden biri, Fethullahçı polislerin laik Cumhuriyet’e bağlı polisleri sindirip yerlerine Hocaefendi’ye bağlı polisleri yerleştirmiş olasıdır. Nurettin Veren’in sözleriyle, «Emniyet teşkilatında polis üniforması giyen imam başkanlar var. Pekçok komiser emirlerini bu imamlardan alıyor.» [21] İstanbul Emniyet Teşkilatı bünyesinde yer alan Organize Suçlar Masası’nın eski başkanı Serdar Saçan hazırladığı raporlarda Fethullahçı örgütün güvenlik güçlerine sızdığını doğrulamıştır. Saçan, 2006’da verdiği bir mülakatta şunları söylüyordu:

«Fethullahçılar, Emniyet Teşkilatı bünyesindeki örgütlenmelerine 1970lerde başlamışlardır. Polis akademilerinde, öğrenciler sınıf komiserleri tarafından Işıkevleri’ne götürülüyorlardı. Bu komiserlerden biri bugün Emniyet Teşkilatı’nın başına geçmiştir. Benim Polis Akademisi’nde bulunduğum yıllarda, mesela AKP’nin iktidara geldiği 2002’de, Fethullah Gülen örgütüyle ilişkisi olmayan polislerin ya maaşları kesilmiş ya da işten atılmışlardır… Polis Akademisi’nden birincilikle mezun oldum ve yirmi dört yıllık kariyerim boyunca mesleğimdeki üstün başarılarımla gurur duydum. 2002’den sonra, AKP terfi etmemi engelledi. AKP, sadece dosyaları karşıdevrimci İslamî faaliyetlere katılmakla kirlenmiş polisleri terfi ettirdi… Teşkilat’ta yükselmenin tek yolu, belli bir Cemaat’e üye olmaktan geçiyordu. Bugün Emniyet Teşkilatı’ndaki üst düzey polislerin yüzde sekseni Fethullah Cemaati’nin üyesidir.» [22]

Elbette bu tip afedelerin bir bedeli vardır.[23] Ekim 2008’de, Türk polisi Saçan’ı «hükûmeti devirmeye çalışan Ergenekon’a üye olduğu» komplosuyla tutuklamıştır.[24] Perçok araştırmacı, Ergenekon komplosunun AKP hükûmetinin kendisini eleştirmeye kalkışan kişileri taciz edip cezalandırmak için kullandığı bir siyasi mekanizma olduğuna inanıyor.[25] Gazeteci yazar Merdan Yanardağ Ankara Emniyet Teşkilatı’ndaki İslamcı sızmaya dair bazı istatistikler sunmuştur. Yanardağ şöyle diyor:

«Ramazan’dan önce Ankara Emniyet Teşkilatı’ndaki personele yemek sayısını belirlemek bahanesiyle Ramazan’da oruç tutup tutmayacakları sorulmuştur. 4.200 memur arasından sadece 17’si oruç tutmayacaklarını belirtmiştir. Bu on yedi kişiden bazılarının hasta olabileceğini de göz önüne alırsanız, bu oranın ne ölçüde korkunç olduğunu anlarsınız.» [26]

2008 baharındaki telefon dinleme skandalları da Emniyet Teşkilatı’nın en önemli birimlerindeki Fethullahçı yapılanmayı göstermektedir. Nisan 2007’de Türk Emniyet Teşkilatı’na mahkeme kararıyla verilen sınırsız yetkileri kullanarak, teşkilatın Türkiye’deki bütün telefon, cep telefonu, SMS, e-posta, fax ve internet iletişimlerini gizlice kaydetmesi, pekçok Türk vatandaşının kişisel telefon konuşmalarının Fethullahçılar tarafından dinlendiği korkusu daha da büyümüştür.[27] Fethullahçıların Emniyet Teşkilatı’nı istila etmesi, teknolojiyi kısıtlayıp bilgiyi denetimleri altında tutması, Türkiye içindeki siyasi emellerini gerçekleştirmelerini sağlıyor. Söz gelimi, Şubat 2008’de Tuğgeneral Münir Erten’in gizlice kaydedilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak Kürdistan’ına yapacağı askerî operasyon hakkındaki konuşması, Genelkurmay Başkanı ile yaptığı özel görüşmenin detayları ile General Ergin Saygun’un sağlık durumuyla ilgili kişisel bilgiler pekçok websitesinde yayınlanmıştır.[28]

Bir sonraki ay YouTube dahil pekçok websitesi, savcı Salim Demirci ile bir meslektaşı arasındaki Erdoğan ve o zamanki Diyarbakır valisi ve Erdoğan ofisinin danışmanı olan Efkan Ala hakkındaki konuşmaları yayınlanmıştır. Erdoğan, Demirci hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.[29] Haziran 2008’de, İslamcı Vakit gazetesi Saygun’un tıbbî raporunun tamamını yayınlamış, şeker hastası olduğunu ve Gülhane Askerî Hastanesi’nde gördüğü bütün tedavileri ve aldığı bütün ilaçları bütün detaylarıyla yayınlamıştır.[30]

Konuşmaları gizlice dinlenip kaydedilenler arasında Yüksek Öğretim Kurumu’nun eski başkanı Erdoğan Teziç ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ileri gelen üyeleri de vardı. Bu gizli kayıtlar, İslamcı websitelerinde ve Fethullah Gülen’in gazeteler şebekesinde yayınlanmıştır. Pekçok Türk gazeteci bu konuşmaların Fethullaçılar tarafından kontrol edilen polis teşkilatı tarafından gizlice kaydedildiğine inanmaktadır. Raporlara göre, dinleme masasının başındaki şahıs, Ağustos 2005’te Tayyip Erdoğan tarafından göreve getirilmiş bir Fethullah Gülen örgütü üyesidir.[31] Vakit, Yeni Şafak, Zaman, and the AKP yanlısı «liberal» Taraf dahil, bütün İslamcı gazeteler, devlet binaları ve askerî karargâhlardaki özel konuşmaları yayınlamışlardır. İslamcı, AKP yanlısı medya, güya AKP hükûmetini yıkmayı amaçlayan sözde Ergenekon komplosunun laik askerî personeli, gazetecileri ve üniversite profesörlerini kapsayan «çok gizli» polis operasyonunun kanıtlarını yayınlamaktan çekinmemiştir.[32] Bu tür sızıntıların en önemli amacı, AKP’ye karşı çıkan, onu eleştiren herkesi anında taciz edip cezalandırmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmaktır.

Polis Teşkilatı’ndaki İslamcılaşmanın, AKP karşıtı göstericilerin maruz kaldığı polis zorbalığına da katkıları çok büyük olmuştur. 1 Mayıs 2008’de polis, İstanbul’un Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs Bayramı’nı kutlamak isteyen işçilere gaz bombaları, biber gazı ve sopayla işkence etmiştir. Pekçok gösterici yaralanmıştır.[33] İşçi sendikaları ve muhalefet partileri, polis zorbalığını şiddetle kınamış ve Erdoğan’ı muhalif sesleri polis aracılığıyla susturmakla suçlamıştır.[34] Polis, İstanbul Tuzla limanındaki işçi protestolarını da bastırmıştır.[35] Aynı şekilde, polis, Erdoğan’ın politikalarını eleştirmeye kalkışan vatandaşları taciz etmiştir. Erdoğan’ın korumaları, Erdoğan’ın sosyal güvenlik politikalarını açıkça eleştirdiği için, 46 yaşındaki Antalyalı bir adamı kaçırmış, adamı kimselerin bilmediği bir yerlere götürüp dövmüş, tehdit etmiştir. Bu saldırıya maruz kalan adam, Erdoğan’ın korumalarının evine gizlice silah ya da uyuşturucu madde saklayabileceklerini, kendisini öldürebileceklerini bildirmiştir.[36] Türk Silahlı Kuvvetleri anayasanın garantörü olsa da, Nurettin Veren, Fethullahçıların polise ve diğer kurumlara olduğu kadar, orduya da sızdıklarını iddia etti:

«Fethullahçı subaylar bir zamanlar bizim öğrencilerimizdi. Onları mali açıdan destekledik, eğittik, onlara yardımcı olduk. Bu minnettar çocuklar mezun olup etkili mevkilere çıktıklarında, kendilerini ve mevkilerini Fethullah Gülen’in hizmetine adadılar… Emir ve direktifleri Fethullah verir ve bu subaylar sayesinde devlet içindeki iktidarını korur… Fethullah’ın öğrencileri polis akademisinden, askerî okullardan mezun olduklarında?tıpkı yeni doktorlar ve avukatlar gibi?minnetkârlıklarını kanıtlamak için ilk maaşlarını Fethullah Gülen’e verirler. Hatta yeni mezun olmuş subaylar, mezuniyet töreninde kendilerine verilen kılıçları Fethullah’a hediye ederler.» [37]

Nurettin Veren’e göre, Fethullah Gülen Türk Silahlı Kuvvetleri’ki her kırk İslamcı subay içinden bir tanesinden fazlasının atılmamasını, geriye kalan İslamcı subayların ise sanki hücre evlerindeymiş gibi gizlenmeleri gerektiğini savunmuştur. Bu tip iddialar komplö teorilerinin ürünleri gibi görünseler de, son zamanlardaki AKP yanlısı medyaya yapılan sızıntılar, askerî kadrolara sinmiş pekçok İslamcı gücün olduğunu kanıtlıyor; Fethullah Gülen’e bağlı altyapının Genel Kurmay Başkanlığı’nda önemli bir yeri olduğu spekülasyonlarını ortaya atıyor. Yüksek Askerî Şura’nın, tarihinde ilk kez, hiçbir şüpheli İslamcı subayı ordudan atmaması, bu tip spekülasyonlara geçerlilik kazandırıyor.

AKP hükûmeti, Gülen hareketine yargı analında da yardımcı olmuştur. İktidarının ilk beş yılında Erdoğan, binlerce yargıç ve savcıyı AKP yanlısı kişilerce değiştirmiştir. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı da bir İslamcı olduğuna göre, selefi Ahmet Necdet Sezer’in aksine, bu tip önemli pozisyonlara İslamcıların atanmasını veto etmesi pek mümkün görünmüyor. Tam tersi, AKP bu tip binlerce yeni atamalar yapmak istiyor.[38] AKP, yargıç adaylarının İslam’a ve İslamcılığa bağlılıklarını ölçmek için önce AKP bürokratları tarafından mülakata tabi tutulmasını zorunlu kılan bir yasa çıkarmıştır. AKP’nin yargı sistemini hedeflediğinin en belirli örneklerinden biri, Van Üniversitesi eski rektörü Yücel Aşkın’ın AKP yanlısı, laiklik düşmanı kişilerce tacize ve cezalandırmaya tabi tutulmuş olmasıdır.[39] Buna, savcının Genelkurmay Başkanı olmadan önce General Yaşar Büyükanıt’ı Şemdinli soruşturmasına bulaştırmaya çalışmış olması ve Ergenekon masalı da eklenebilir.

Bu tip inanılmaz bir şekilde politik ve intikam duygularıyla beslenen davalar, Utah Üniversitesi siyaset bilimcisi Hakan Yavuz gibi bazı eski Fethullah Gülen sepatizanlarının fikir değiştirmelerine neden olmuştur. Bir mülakatta, Yavuz odatv.com’a dört önemli hukukî davanın düşüncelerini değiştirdiğini bildirmiştir: Aşkın davası, Şemdinli davası, 2005’te gerçekleştirilen Atabeyler operasyonu (sözde Tayyip Erdoğan’a süikast düzenlemeye çalışan bir «çete» ye karşı yapılan operasyon)[40] ve Ergenekon masalı (soruşturması). Yavuz şöyle açıklıyor:

«Cemaat bu dört davayı da yönlendirmeye çalışmıştır. Cemaat’in gazetelerinin arşivlerindeki Yücel Aşkın’ı yok etmeye yönelik iftira dolu raporlara bakın! Şimdi de Ergenekon masalı! Bu derece önemli insanları yargısız, bir yıldan fazla hapisanelerde çürütmek kabul edilebilir birşey değil.»

Yavuz, Gülen Cemaati’nin kendi üyelerine çok başka bir dille konuştuğunu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesiyle çelişen bir siyasi ajanda peşinde koştuğunu vurguladı. Hakan Yavuz, Fethullahçıları insanları parayla satın almakla suçladı. Yavuz, Fethullahçıların insanları büyük paralar karşılığı Cemaat’e kazandırmaya çalıştıklarını ve onların laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı konuşup yazı yazmaları için, herhangi bir fatura vermeksizin, Cemaat tarafından satın alındıklarını itiraf etti.[41]

Beşinci Aşama

Polis, ordu ve mahkemeler Türkiye Cumhuriyeti bünyesindeki birtakım resmî yapılanmalar aracılığıyla normalde hukukun üstünlüğünü korumakla yükümlü gibi görünse de, birtakım güçlerin Türk medyasını kontrol ve suistimal etmesi mümkündür. Türk medyasının geleneğinde gücü kötüye kullanma ve yolsuzluğu korkusuzca duyurma vardır. Erdoğan başbakanlık koltuğuna oturduğu günden itibaren «basın özgürlüğü» kavramından ne kadar nefret ettiğini kanıtlamıştır. Erdoğan’ın böyle bir kavrama tahammülü yoktur. AKP hükûmeti, sistemli bir şekilde sadece hükûmeti öven ve hükûmet adına konuşan bir medya tekeli yaratmaya çalışmıştır. Erdoğan kontrol edemediği medya organlarına acımasızca saldırmıştır. Yönetiminin daha ilk döneminde Erdoğan altmış üç gazeteciye, pekçok yazara ve muhalefet partilerinin millet vekillerine karşı yüzden fazla dava açmıştır. Bu davaların tam sayısı büyük bir ihtimalle çok daha korkunç boyutlardadır. 2008’de Erdoğan, Demokratik Sol Parti’nin parlementoda, gazetecilere karşı kaç tane dava açtığına dair yönettiği soruyu, bu tip bilgilerin kendi «şahsî» hayatıyla ilgili olduğu gerekçesiyle yanıtsız bırakmıştır.[42] Erdoğan’ın hür gazeteciler aleyhine açtığı davaların nedeni, diğer demokrasilerde son derece normal olarak karşılanan eleştirilerdir. Mesala, 2005’te Erdoğan Cumhuriyet gazetesi karikatüristi Musa Kart’ı kendisini bir yumak ipliğe sarılı bir kedi olarak resmettiği için mahkemeye vermiştir. Aynı şekilde, geçen yıl haftalık mizah dergisi Leman’ı 30 Ocak 2008’deki kapağında kendisini küçük düşürdüğü gerekçesiyle dava etmiştir.[43]

Erdoğan, açtığı bu davaların kimilerini kaybetmiş olsa da, davaların etkisi tüyler ürperticidir. Gazeteciler, yaptıkları her eleştirinin malî bir bedeli olduğunu, Başbakan tarafından cezalandırılacaklarını, hatta yayınlarının AKP kanalıyla toplatılabileceğini biliyorlar.AKP’nin altı yıllık iktidarı süresinde, hükûmet pekçok medya organını pençesine alıp AKP yandaşı Fethullahçı holdinglere satmıştır. Söz gelimi, 2007’de TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu), Türkiye’nin ikinci büyük medya grubu olan Sabah-ATV’yi bir geceyarısı baskınıyla ele geçirmiştir. Erdoğan tarafından atanan kişilerce doldurulan TMSF, daha sonra yönetim kurulu başkanlığını Erdoğan’ın damadının yaptığı Çalık Holding’e satılmıştır. Çalık, bunun finasını iki devlet bankasından aldığı borçla ve Katar merkezli bir medya şirketine Sabah hisselerinin yüzde yirmibeşini satarak gerçekleştirmiştir. Ahmet Çalık’ı Ocak 2008 Suriye ziyareti sırasında Katar Emiri Hamad bin Halife’le tanıştıran kişi ise Abdullah Gül’dür. Çalık Şubat’ta Gül’e, Nisan’da Erdoğan’a Katar ziyaretleri sırasında eşlik etmiştir. Medya, Sabah-ATV grubunu satın almak isteyen diğer ticaret birliklerinin Erdoğan tarafından ihaleden çıkmaya zorlandıklarını, böylece Çalık’ın tek ihale teklifçisi konumuna kavuşturulduğunu bildirmiştir.[44] O zamandan beri Sabah gazetesi hizmette kusur etmeden AKP’nin savunuculuğunu yapıyor. Eylül 2008’de Erdoğan bütün parti üyelerinin ve yardımcılarının Doğan Medya Grubu’nun gazetelerini boykot etmesini emretti. Bunun tek sebebi, Doğan Grubu’nun İslamcı «yardım kurumları»nın para aklama faaliyetlerini yayınlamasıydı.[45] Zaman, Sabah, Yeni Şafak, Türkiye, Star, Bugün, Vakit, ve Taraf gibi İslamcı gazeteler ile İslamcı televizyon kanallarını ve radyo istasyonlarının AKPci ve/veya Fethullahçı sahipleri vardır. Tirajlarına baktığımızda, İslamcı gazetelerin Türkiye’deki gazete satışlarının en azından yüzde kırkını ellerinde tuttuklarını görüyoruz.[46]

Fethullah Gülen’in Planları

Holdinglerin Türk toplumunda her zaman çok önemli bir yeri olmuştur. Aydın Doğan ve Mehmet Emin Karamehmet gibi laik işadamlarının hem endüstri alanında, hemen de medya, bankacılık sektörü, hatta eğitimde önemli çıkarları vardır. Ama Türkiye tarihinde başka hiçbir kişi Fethullah Gülen’inki gibi Türk toplumunu kökten değiştirmeye çalışan bir siyasi hareket başlatmamıştır. Bugün Gülen güçlü bir partizan medyayı kontrolü altında tutuyor. Bu şebeke sadık bürokratları, partizan üniversiteleri, akademiyi, partizan savcı ve yargıçları, partizan emineyet ve istihbarat kurumlarını, partizan kapitalist ticaret odalarını, sivil toplum kuruluşlarını, işçi sendikalarını, partizan öğretmenleri, doktor ve hastaneleri içeriyor. Fethullah Gülen’i bu denli tehlikeli kılan nedir? Bu sorunun en iyi yanıtı Gülen’in kendi vaazlarında gizlidir. 1999’da Türk televizyonu Gülen’in üyelerinden oluşan bir kalabalığa vaaz verdiği bir video kaydını yayınlamıştır. Bu kayıtta Fethullah Gülen, Şeriat kurallarıyla yönetilen bir İslamcı Türkiye hayalerini ve bu hayalleri nasıl gerçekleştireceğinin yollarını anlatıyordu. Gülen vaazlarda şunları söylüyordu:

«Belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar… bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır, zaruri ve luzumlu. Yanlış birşey yapar, kıvama ulaşılmadan, özleriyle tam bütünleşmeden, gereken mesafe alınmadan, bir kısım erken vuruş diyebileceğim çıkışlar yaparlarsa dünya başlarını ezer ve Müslümanlara Cezayir’deki hadise gibi yeni bir hadise yaşatırlar. Suriye’deki 82 vakıası gibi bir fecaat yaşatırlar. Her sene Mısır’da yaşanan fezaat ve fecaat gibi fezaat ve fecaat yaşatırlar… Böyle bir dönemde, tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacağınız ana kadar… Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekebileceğiniz ana kadar her adım erken sayılır. Her adım yirmi gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi birşeydir. Civcivleri terkedip terkeden bir kuluçka gibi civcivleri doluya, fırtınaya terketmek gibi birşeydir. Ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler mikro planda dünyayla hesaplaşma işidir… Bunca kalabalık içinde ben bu duygu düşüncemi sözde mahremce anlattım ama sizin mahremeyete sadık, mahremiyet mevzuunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi bu düşünceleri de… çöp kutusuna atıp geçeceksiniz.»

Fethullah şöyle devam ediyor:

«Her yerin kapalı olduğu, kapıların kilitlenmiş olduğu zamanlarda bizim Işıkevlerimiz eskisinden çok daha önemli görev yaptılar. Eskiden medreseler vardı, görevleri vardı, okulların görevleri vardı, tekkelerin görevleri vardı. Bu Işıkevleri okul olmak, medrese olmak, aynı zamanda tekke olmak zorundaydı… İzin devletten gelmedi, devletin kanunlarından gelmedi, bizi yönetenlerden de gelmedi. İzin Allah’tan geldi… Allah camilerde olduğu gibi, isminin bu evlerde anılmasını, çalışılmasını, öğretilmesini istiyordu.» [47]

Başka bir vaazda Gülen şunları söylüyor:

«Çok sancılı bir baharda yaşıyoruz. Yeni bir millet doğuyor. Milyonların milleti doğuyor, yüzyıllarca yaşayacak, Allah’in izniyle. Kendi kültürüyle kendi yapısıyla. Bir doğum nasıl sancı verirse, milyonlarinki de sancısız olamaz. Elbette sancı çekecegiz. Bir millet ateizme açılmışken, materyalizme açılmışken, kendinden kaçmaya alışmışken… kendine ait bütün değerleri arkasına atıp bir mevcud-ı mechule, bir ma’şuk-ı mechule doğru koşmuşken… geriye dönülmesi zannelidiği kadar kolay olmayacaktır ve bunun için ne çekilse… değer.» [48]

Ve Gülen başka bir vaazında meydan okuyor:

«Bizim hizmetimizin felsefesi biryerlerde bir ev açmaktır ve bir örümceğin sabrıyla ağlarımızı öreceğiz, insanların gelip bu ağlara düşmesini bekleyeceğiz ve ağlara düşenleri eğiteceğiz. Biz ağlarımızı onları yemek için değil, kurtuluşlarını göstermek, ölü vücutlarına ruhlarına can vermek için kuruyoruz.» [49]

Fethullahçıların çoğu ve Cemaat’e çalışan İslamcı medya, bu vaaz kayıtlarının belli ölçülerde tahrif edilmiş olduğunu iddia etseler de,[50] Fethullah Gülen örgütünden kaçmayı başarmış kişilerce hazırlanan video kliplerinin sayısına bakarsanız, bu iddia ve inkârların tutarsızlığı daha iyi anlaşılır.

Fethullah Gülen’e Amerikan Hükûmeti Desteği İddiaları

Pekçok Türk analist, Gülen ve Amerikan hükûmetindeki detekleyicilerinin henüz seçimleri kazanmadan önce Erdoğan’a Beyaz Saray’dan bir davetiye temin ettiğine inanıyor. O zamanlar Erdoğan’a İslamcı faaliyetleri nedeniyle politika yasağı getirilmiş ve bu olay 2002 Türkiye seçimlerinden önce bir ABD onayı olarak sunulmuştu. Gülen’e Amerikan hükûmeti ve özellikle de CIA desteği verildiği, Türkiye’nin laik elitleri arasındaki hâkim bir görüştür ama ortada bu iddiaları doğrulayabilecek hiçbir kanıt yoktur.

Türk laiklerinden «Gülen’e ABD’nin destek verdiği» varsayımlarını kanıtlamaları istendiğinde genellikle Gülen’in Pennsylvania’daki 20 yıllık ikametini «kanıt» olarak gösterirler. 24 Haziran 2008’de Yargıtay, daha önemsiz bir mahkemenin Gülen’i laik Türk Cumhuriyeti’ni devirmek amacıyla yasadışı bir terör örgütü kurmak suçundan beraat ettirmesini olayladığında, Gülen başka bir hukuk savaşını daha kazanmıştı?bu kez Amerika Birleşik Devletleri’nde. Bir Federal Mahkeme, Amerikan İç Güvenlik Kurumu’nun ve Göçmenlik Bürosu’nun Gülen’in Yeşil Kart başvurusunu «eğitim alanında olağanüstü yeteneklere sahip kişi» kriterine uymadığı için reddetmesi kararını, geri çevirmişti. Amerikan İç Güvenlik Kurumu Fethullah Gülen’i eğitim alanında bir uzman ya da bir eğitimci olarak değil, «çok büyük ve etkili bir dinci ve siyasi hareketin holdingler sahibi bir lideri» olarak tanımlamıştı.[51]

Gülen’in bu mahkeme kararıyla Amerika’da oturma izni alması Türk analistlerin komplo teorilerini beslese de, Amerikan hükûmeti Gülen’i yücelten bütün faaliyetlerin kendi hareketi tarafından finanse edildiğini belirtti. Gülen 18 Haziran 2008’deki duruşması için hazırlanan dosyasına çoğu ilahiyatçılardan ve kendisini ve örgütünü destekleyen Türk politikacılardan gelen 29 destek mektubu ekledi. John Esposito?Suudi Arabistan’ın finanse ettiği Prince Alwaleed Bin Talal Center for Muslim-Christian Understanding’in direktörü?Fethullahçılardan büyük miktarlarda bağış aldıktan sonra, Gülen onuruna bir konferans sponsor etti ve Gülen’in savunma dosyasına eklenecek bir mektup yazdı. İki eski CIA çalışanı, George Fidas ve Graham Fuller ile Amerika’nın eski Türkiye büyükelçisi Morton Abramowitz da Gülen için destek mektubu yazdı.

Mektuplar işe yaramış görünüyor. 16 Temmuz 2008’de Amerikan bölge yargıcı Stewart Dalzell bir genelge yayınladı. Bu genelgeyle Amerikan Göçmenlik Bürosu’nun Gülen’e 1 Ağustos 2008’e kadar, «olağanüstü kaabiliyetlere sahip bir yabancı» olduğu gerekçesiyle, çalışma izni vermesini telep ediyordu. Mahkeme, göçmenlik bürosu soruşturmacısının Gülen’in başarılarını ölçmek için sadece «eğitim alanı»nı kullanmasının bir hata olduğuna, ilahiyat, siyasi bilimler ve İslam araştırmaları alanlarının da göz önüne alınmasının gerektiğine karar verdi. Mahkeme, Amerikan Vatandaşlık ve Göçmenlik Servisi Yönetimi Temyiz Bürosu’nun Gülen’in eserlerinin «bilimsel» olmadığı yolundaki hükmünün de hatalı olduğu kanısına vardı. Bu kararın en büyük nedeni mahkemenin «bilimsel» kelimesini son derece muğlak bir şekilde yorumlamasıydı. Son olarak, mahkeme Gülen’in Amerika’da yaşamak isteyen kişilerde aranan «Birleşik Devletler’in menfaatinedir» zorunluluğunu da yerine getirdiği kararını verdi.[52]

İkametinin ardındaki hukukî mantık ne olursa olsun, ABD’nin Gülen’e oturma izni vermiş olması, Gülen hareketinin «Washington’ın AKP ve Fethullahçı yandaşlarına destek verdiği» imajını yaymaya devam etme gücünü verecek ve Türkiye, kuruluşunun yegane temeli olan laiklikten biraz daha uzaklaşacaktır.

Sonuçlar

Gülen pekçok dostun, bütün dünyayı dolaşan yoldaşlarının ve parayla satın alınmış gazeteci ve akademisyenlerin desteğinin verdiği keyfi çıkarıyor. Gülen’in faaliyetlerinden duyulan endişe, çoğu zaman Türk, Amerikan ve Avrupa medyası tarafından «paranoya» olarak sunuluyor, bu konudaki uyarılar ciddiye alınmıyor. Türkiye’nin başsavcısı AKP’yi laik anayasayı yok etmeye çalışmak suçundan dava ettiğinde, İslamcılara destek veren medya ile Batılı diplamat ve gazeteciler, davayı «anti-demokratik bir hukukî darbe» olarak yorumladılar.[53] Ama bu kaynakların büyük bir çoğunluğu, İslamcılıkla demokrasi arasında, laiklikle faşizm arasında bir dikotomi olduğu varsayımından yola çıkarak, Ergenekon tutuklamalarını da topa tuttular. İslamcı medya tarafından Türkiye’deki İslamcıların «reformcu demokratlar» modern, laik Türk aydınlarının ise «gericiler» olarak sunulmaya devam edilmesi, modern politikadaki en saldırgan ama maalesef etkili yalanlardan biridir.[54]

Türkiye’de dindar Müslümanların Ramazan’da oruç tuttukları için saldırıya uğradıkları görülmemiş bir olayken, son yıllarda bunun tam tersi pekçok olay yaşanmış, oruç tutmadıkları ya da içki içtikleri için pekçok Türk vatandaşı İslamcı saldırıların kurbanı olmuştur.[55] Kadınlar Şeriat kuralları doğrultusunda başlarını kapayıp memleketin her yanında serbestçe dolaşabildikleri halde, türban takmayan Türk kadınları belli bölgelerde dışlanmış, pekçok kez saldırılara maruz kalmışlardır.[56]

Batı dünyasında hâkim olan «dindar Müslümanlarla din-karşıtı laik Kemalistler arasındaki çatışma» imajının tam tersi, laikler dahil, Türklerin büyük bir çoğunluğu geleneksel ve dindar insanlardır ve kendilerini «önce Müslüman» olarak tanımlarlar.[57] Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti anayasası bütün Türk vatandaşlarını «Türk» olarak kabul etse de, ülkedeki yaygın ve hâkim anlayış, «Türk» olabilmenin tek yolunun «Müslüman» olmaktan geçtiği yolundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir kurumunda tek bir gayrimüslim vali, büyükelçi, subay ya da polis şefi olmaması, Türkiye’de İslam’ın hâkimiyetinin kanıtlarındandır. Fethullah Gülen Türkiye’deki kişisel özgürlüklerin artması için değil, İslam’ı caminin ve özel alanın sınırlarından kurtarıp onu toplumun her alanında hâkim kılmak, hayattaki bütün ilişkileri İslam kurallarına göre yeniden düzenlemek için savaşıyor.[58] Gül ve Erdoğan dahil, AKP liderleri «İslam’ın camide tutuklu kılınmış olması»na karşı çıkan görüşlerini defalarca ifade etmiş, İslam’ın bir yaşam biçimi olarak her tarafa hâkim olması gerektiğini talep etmişlerdir. Türklerin büyük bir çoğunluğu, kısa bir zaman önce AKP liderlerinin laikliğin «din ve devlet işlerinin ayrımı» olarak tanımlanmasına nasıl karşı çıktıklarını çok iyi hatırlıyor. Gül?27 Kasım 1995 tarihinde The Guardian’da yaptığı mülakat dahil?laikliği her fırsatta aşağılamıştır. Türk İslamcıların yegane gayesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş prensiplerini ortadan kaldırmaktır. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı liderleri Fethullah Gülen’in «hoşgörü» retoriğinin bir aldatmaca olduğunu görmemeye(!) devam ettiği sürece, kendilerini «dinlere özgürlük diyaloğu»nun değil, «Türkiye’yi kim kaybetti?» sorusuna yanıt aramaya çalışan bir aşamanın kurucuları olarak bulacaklardır.

Dipnotlar
[1] Can Dündar, Milliyet (İstanbul), Haziran 21, 2007; Reha Muhtar, Vatan (İstanbul), Haziran 22, 2007.
[2] Milliyet, Mart 10, 2008; Hürriyet (İstanbul), Mart 10, 2008.
[3] Helen Rose Ebaugh ve Doğan Koç, “Funding Gülen-Inspired Good Works: Demonstrating and Generating Commitment to the Movement,” fgulen.com, Oct. 27, 2007.
[4] Merdan Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası, Türkiye Nasıl Kuşatıldı? (İstanbul: Siyah Beyaz Yayın, 2006), Nurettin Veren’in Kanaltürk’te verdiği söyleşilere dayanarak, Haziran 26, Temmmuz 3, 2006.
[5] “Fethullah Gülen Is an Islamic Scholar and Peace Activist,” International Conference on Fethullah Gülen, Erasmus University, Rotterdam, The Netherlands, Kasım 2007; J. J. Rogers, “Giants of Light: Fethullah Gülen and Meister Eckhart in Dialogue,” The University of Texas, San Antonio, Tex., Kasım 3, 2007.
[6] Söz gelimi, bk., Rogers, “Giants of Light”; USA Today, Temmuz 18, 2008.
[7] Bülent Aras, “Turkish Islam’s Moderate Face,” Middle East Quarterly, Eylül 1998, s. 23-9.
[8] Anadolu Ajansı (Ankara), Şubat 10, 1998.
[9] “Muslim World in Transition: Contributions of the Gülen Movement” konferansında Mevlana Celleddin-i Rumi’den alıntıların yeraldığı broşürler dağıtılmıştır (London, Ekim 25 ? 27, 2007).
[10] Aland Mizell, “Clash of Civilizations versus Interfaith Dialogue: The Theories of Huntington and Gülen,” KurdishMedia.com, Aralık 31, 2007; “Are Islam and Kemalism Compatible? How Two Systems Have Impacted the Kurdish Question?” Iraq Updates, Kasım 28, 2007.
[11] Nurettin Veren’le Söyleşi, Kanaltürk, Haziran 26, 2006.
[12] Ibid.
[13] Sabah (İstanbul), Kasım 30, 2004.
[14] Veren mülakatı, Kanaltürk, Haziran 26, 2006.
[15] Cumhuriyet (İstanbul), Aralık 23, 2007.
[16] Bayram Balcı, “Central Asia: Fethullah Gülen’s Missionary Schools,” Ekim 2001.
[17] Merdan Yanardağ ile mülakat, Gerçek Gündem (İstanbul), Kasım 20, 2006.
[18] Hürriyet, Nisan 11, 2008.
[19] Erik-Jan Zürcher, “Kamermeerderheid Eist Onderzoek Naar Turkse Beweging,” NOVA documentary, Temmuz 4, 2008.
[20] Cumhuriyet, July 9, 2008; Netherlands Information Services, Temmuz 11, 2008.
[21] Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası, Türkiye Nasıl Kuşatıldı?
[22] Adil Serdar Saçan, mülakat, Kanaltürk, Temmuz 3, 2006.
[23] Ibid.
[24] Samanyolu televizyonu, Ekim 13, 2008.
[25] Söz gelimi, Michael Rubin, “Erdoğan, Ergenekon, and the Struggle for Turkey,” Mideast Monitor, Ağustos 2008.
[26] Yanardağ mülakatı, Gerçek Gündem, Kasım 20, 2006.
[27] Vatan, Haziran 2, 2008; Hürriyet, Haziran 2, 2008.
[28] “ŞOK! Tuğgeneral Münir Erten’den ŞOK açıkklamalar!” Ekim 27, 2008’de ulaşıldı.
[29] “Şok Video! Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci,” Ekim 27, 2008’de ulaşıldı.
[30] Vakit (İstanbul), Haziran 14, 2008.
[31] Vatan, Haziran 2, 2008; Hürriyet, Haziran 2, 2008.
[32] BBC News, Şubat 4, 2008; Frank Hyland, “Investigation of Turkey’s ‘Deep State’ Ergenekon Plot Spreads to Military,” Global Terrorism Analysis, Jamestown Foundation, Temmuz 16, 2008.
[33] Reuters, Mayıs 1, 2008; Sendika.org, Labornet Turkey, Mayıs 1, 2008; Vatan, May 1, 2, 2008; Milliyet, Mayıs 1, 2, 2008; Hürriyet, Mayıs 1, 2, 2008
[34] Vatan, Mayıs 2, 2008; Milliyet, Mayıs 2, 2008; Hürriyet, Mayıs 2, 8, 2008.
[35] Hürriyet, Şubat 28, 2008.
[36] Milliyet, Mayıs 14, 2008.
[37] Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası, Türkiye Nasıl Kuşatıldı?
[38] “Turkish Judiciary at War with AKP Government to Defend Its Independence,” MEMRI Special Dispatch No. 1520, Mart 27, 2007.
[39] “The AKP Government’s Attempt to Move Turkey from Secularism to Islamism (Part I): The Clash with Turkey’s Universities,” MEMRI Special Dispatch No. 1014, Kasım 1, 2005; “Professor from Van University in Turkey Commits Suicide after Five Months in Jail without Trial,” MEMRI Special Dispatch No. 1025, Kasım 18, 2005.
[40] Zaman (İstanbul), Nisan 18, 2008.
[41] Odatv.com, Mayıs 30, 2008; Hürriyet, Haziran 13, 2008; Akşam (İstanbul), Haziran 16, 2008.
[42] Radikal (İstanbul), Nisan 7, 2008.
[43] Hürriyet, Ekim 21, 2008.
[44] Hürriyet, Mayıs 14, 2008.
[45] Hürriyet, Eylül 7, 8, 9, 10, 11, 12, 2008.
[46] Milliyet, Temmuz 14, 2008; Cumhuriyet, Temmuz 15, 2008
[47] ATV, Haziran 18, 1999.
[48] ATV, Haziran 18, 1999.
[49] ATV, Haziran 18, 1999; “The Upcoming Elections in Turkey (2): The AKP’s Political Power Base,” MEMRI Inquiry and Analysis No. 375, Temmuz 19, 2007.
[50] Sabah, Ocak 2, 3, 2005.
[51] “Fethullah Gülen v. Michael Chertoff, Secretary, U.S. Dept. of Homeland Security, et al,” Case 2:07-cv-02148-SD, U.S. District Court for the Eastern District of Pennsylvania.
[52] “Fethullah Gülen v. Michael Chertoff, Secretary, U.S. Dept. of Homeland Security, et al,” Case 2:07-cv-02148-SD, U.S. District Court for the Eastern District of Pennsylvania.
[53] Turkish Daily News (Ankara), Mart 16, 2008; Vakit, Haziran 7, 9, 2008; Yeni Şafak (İstanbul), Haziran 9, 2008.
[54] Mustafa Akyol, “The Threat Is Secular Fundamentalism,” International Herald Tribune, Mayıs 4, 2007; “Islam Will Modernize?If Secular Fundamentalists Allow,” Turkish Daily News, Mayıs 15, 2007; “Mr. Loğoğlu Is Wrong, Considerably Wrong about Turkey,” Turkish Daily News, Mayıs 24, 2007.
[55] Vatan, Ağustos 21, 2008; Turkish Daily News, Eylül 23, 2008.
[56] Hürriyet, Şubat 14, 2008; Milliyet, Şubat 14, 2008; Vatan, Şubat 14, 2008, Cumhuriyet, Şubat 14, 2008.
[57] Yeni Şafak, Temmuz 7, 2006.
[58] “Turkish PM Erdogan in Speech during Term as Istanbul Mayor Attacks Turkey’s Constitution, Describing It as ‘A Huge Lie’: ‘Sovereignty Belongs Unconditionally and Always To Allah’; ‘One Cannot Be a Muslim and Secular,'” MEMRI Special Dispatch No. 1596, Mayıs 23, 2007.

Rachel Sharon-Krespin
(Washington’daki Ortadoğu Medya Araştırma Enstitüsü’nün (MEMRI) Türkiye uzmanı)

YAZININ ORJİNALİ
http://www.meforum.org/2045/fethullah-gulens-grand-ambition

Fethullah Gülen’s Grand Ambition
Turkey’s Islamist Danger

by Rachel Sharon-Krespin
Middle East Quarterly
Winter 2009, pp. 55-66

As Turkey’s ruling Justice and Development Party (Adalet ve Kalkınma Partisi, AKP) begins its seventh year in leadership, Turkey is no longer the secular and democratic country that it was when the party took over. The AKP has conquered the bureaucracy and changed Turkey’s fundamental identity. Prior to the AKP’s rise, Ankara oriented itself toward the United States and Europe. Today, despite the rhetoric of European Union accession, Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan has turned Turkey away from Europe and toward Russia and Iran and reoriented Turkish policy in the Middle East away from sympathy toward Israel and much more toward friendship with Hamas, Hezbollah, and Syria. Anti-American, anti-Christian, and anti-Semitic sentiments have increased. Behind Turkey’s transformation has been not only the impressive AKP political machine but also a shadowy Islamist sect led by the mysterious hocaefendi (master lord) Fethullah Gülen; the sect often bills itself as a proponent of tolerance and dialogue but works toward purposes quite the opposite. Today, Gülen and his backers (Fethullahcılar, Fethullahists) not only seek to influence government but also to become the government.

In 1998, Fethullah Gülen left Turkey for the United States, reportedly to receive medical treatment for diabetes. Since his voluntary exile, Gülen has resided on a large, rural estate in eastern Pennsylvania, together with about 100 followers, who guard him and tend to his needs. It is from his U.S. base that Gülen has built his fame and his transnational empire.

Today, Turkey has over 85,000 active mosques, one for every 350 citizens—compared to one hospital for every 60,000 citizens—the highest number per capita in the world and, with 90,000 imams, more imams than doctors or teachers. It has thousands of madrasa-like Imam-Hatip schools and about four thousand more official state-run Qur’an courses, not counting the unofficial Qur’an schools, which may expand the total number tenfold. Spending by the governmental Directorate of Religious Affairs (Diyanet Işleri Başkanlığı) has grown five fold, from 553 trillion Turkish lira in 2002 (approximately US$325 million) to 2.7 quadrillion lira during the first four-and-a-half years of the AKP government; it has a larger budget than eight other ministries combined.[1] The Friday prayer attendance rate in Turkey’s mosques exceeds that of Iran’s, and religion classes teaching Sunni Islam are compulsory in public schools despite rulings against the practice by the European Court of Human Rights (ECHR) and the Turkish high court (Danıştay).[2] Both Prime Minister Erdoğan and the Diyanet head Ali Bardakoğlu criticized the rulings for failing to consult Islamic scholars.

Gülen now helps set the political agenda in Turkey using his followers in the AKP as well as the movement’s vast media empire, financial institutions and banks, business organizations, an international network of thousands of schools, universities, student residences (ışıkevis), and many associations and foundations. He is a financial heavyweight, controlling an unregulated and opaque budget estimated at $25 billion.[3] It is not clear whether the Fethullahist cemaat (community) supports the AKP or is the ruling force behind AKP. Either way, however, the effect is the same.

Gülen’s Background

Born in Erzurum, Turkey, in 1942, Fethullah Gülen is an imam who considers himself a prophet.[4] An enigmatic figure, many in the West applaud him as a reformist and advocate for tolerance,[5] a catalyst of “moderate Islam” for Turkey and beyond. He is praised in the West, especially in the United States, as an intellectual, scholar, and educator[6] even though his formal education is limited to five years of elementary school. After receiving an imam-preacher certificate, he served as an imam, first in Erdirne and later in Izmir. In 1971, the Turkish security service arrested him for clandestine religious activities, such as running illegal summer camps to indoctrinate youths, and was, from that time on, occasionally harassed by the staunchly secular military.[7] In 1981, he formally retired from his post as a local preacher.

To build an image as a proponent of interfaith dialogue, Gülen met Pope John Paul II, other Christian clergy, and Jewish rabbis[8] and emphasizes the commonalities unifying Abrahamic religions. He presents himself and his movement as the modern-day version of tolerant, liberal Anatolian Sufism and has used the literature of great Sufi thinkers such as Jalal ad-Din Rumi and Yunus Emre, pretending to share their moderate teachings.[9] Quotes from their teachings adorn Fethullah’s Gülen’s propaganda material. The movement, its proxy organizations, and universities—including Georgetown, to which it donates money—hold conferences in the United States and Europe to discuss Gülen. In October 2007, the British House of Lords feted Gülen with a conference in his honor.

Gülen was a student and follower of Sheikh Sa’id-i Kurdi (1878-1960), also known as Sa’id-i Nursi, the founder of the Islamist Nur (light) movement.[10] After Turkey’s war of independence, Kurdi demanded, in an address to the new parliament, that the new republic be based on Islamic principles. He turned against Atatürk and his reforms and against the new modern, secular, Western republic.

In 1998, Gülen departed for the United States, reportedly to receive medical treatment for diabetes. However, his absence also enabled Gülen to escape questioning on his indictment in 2000 for allegedly promoting insurrection in Turkey in a series of secretly-recorded sermons. Since his voluntary exile, Gülen has resided on a large, rural estate in eastern Pennsylvania, together with about 100 followers, who guard him and tend to his needs. These servants are educated men who wear suits and ties and do not look like traditional Islamists in cloaks and turbans. They follow their hocaefendi’s orders and even refrain from marrying until age fifty per his instructions. When they do marry, their spouses are expected to dress in the Islamic manner, as dictated by Gülen himself.[11] It is from his U.S. base that Gülen has built his fame and his transnational empire.

Gülen’s Education Network

The core of Gülen’s network is his educational institutions. His school network is impressive. Nurettin Veren, Gülen’s right-hand man for thirty-five years, estimated that some 75 percent of Turkey’s two million preparatory school students are enrolled in Gülen institutions.[12] He controls thousands of top-tier secondary schools, colleges, and student dormitories throughout Turkey, as well as private universities, the largest being Fatih University in Istanbul. Outside Turkey, his movement runs hundreds of secondary schools and dozens of universities in 110 countries worldwide. Gülen’s aim is not altruistic: His followers target youth in the eighth through twelfth grades, mentor and indoctrinate them in the ışıkevi, educate them in the Fethullah schools, and prepare them for future careers in legal, political, and educational professions in order to create the ruling classes of the future Islamist, Turkish state. Taking their orders from Fethullah Gülen, wealthy followers continue to open schools and ışıkevi in what Sabah columnist Emre Aköz called “the education jihad.”[13]

The overt network of schools is only one part of a larger strategy. In a 2006 interview, Veren said, “These schools are like shop windows. Recruitment and Islamization activities are carried out through night classes … Children whom we educated in Turkey are now in the highest positions. There are governors, judges, military officers. There are ministers in the government. They consult Gülen before doing anything.”[14]

The AKP’s controversial education policies, coupled with the Islamist indoctrination in Fethullahist schools, have accelerated the Islamization of Turkish society. During AKP’s first term in government, the Erdoğan government has changed textbooks, emphasized religion courses, and transferred thousands of certified imams from their positions in the Directorate of Religious Affairs to positions as teachers and administrators in Turkey’s public schools.[15] Abdullah Gül, Turkey’s first Islamist president and a Gülen sympathizer, appointed a Gülen-affiliated professor, Yusuf Ziya Özcan, to head Turkey’s Council of Higher Education (Yükseköğretim Kurulu, YÖK). He has also used his presidential prerogative to appoint Gülen sympathizers to university presidencies.

Beyond Turkey, the Fethullahist schools also serve as fertile recruiting grounds. In his Institut d’Etudes Politiques doctoral thesis on Gülen schools in Central Asia, Bayram Balcı, a French scholar of Turkish origin, wrote, “Fethullah’s aim is the Islamization of Turkish nationality and the Turcification of Islam in foreign countries. Dozens of Fethullah’s ‘Turkish schools’ abroad—most of which are for boys—are used to covertly ‘convert,’ not so much ‘in school,’ but through direct proselytism ‘outside school.'” Balcı explained, “He wants to revive the link between state, religion, and society.”[16] The schools of Gülen’s Nur movement in Central Asia have worked to reestablish Islam in a region largely secularized by decades of Soviet control. Balcı explained, “The aim of the cemaat is to educate and influence future national elites, who will speak English and Turkish and who will one day prove their good intentions towards Fethullahists and towards Turkey.” Several countries in the region have taken steps against Gülen’s educational institutions because of such suspicions. Uzbekistan has banned the schools for encouraging Islamic law,[17] and the Russian government, weary of the movement’s activities in majority Muslim regions of the federation, has banned not only the Gülen schools but all activities of the entire Nur sect in the country.[18]

Neither Uzbekistan nor Russia are known for their pluralism, but suspicion about Gülen indoctrination has spread even to more permissive societies such as that of the Netherlands. In 2008, members of the Netherland’s Christian Democrat, Labor, and Conservative parties agreed to cut several million euros in government funding for organizations affiliated with “the Turkish imam Fethullah Gülen” and to thoroughly investigate the activities of the Gülen group after Erik Jan Zürcher, director of the Amsterdam-based International Institute for Social History, and five former Gülen followers who had worked in Gülen’s ışıkevi told Dutch television that the Gülen community was moving step-by-step to topple the secular order.[19] While the organizations in question denied any ties to the Gülen movement, Zürcher said that taqiya, religiously-sanctioned dissimulation, was typical in the movement’s interactions with the West. An unnamed former Gülen follower who also once worked in Gülen schools and ışıkevi reported that Fethullahists called the Dutch “filthy, blasphemous infidels” and that they said “the best Dutchman is one who has converted to Islam. All the Dutch must be made Muslims.”[20] Indeed, of the thousands of Fethullahist schools in more than one hundred countries that allegedly teach moderation, none are located in countries such as Saudi Arabia or Iran that exist under domineering strains of official Islam, and most appear instead geared to radicalize students in secular Muslim and non-Muslim societies.

Eviscerating Checks and Balances

Fethullahists have also made inroads into Turkey’s 200,000-strong police force. Their infiltration has had a compounding effect, as Fethullahist officials have purged officials more loyal to the republic than the hocaefendi. According to Veren, “There are imam security directors; imams wearing police uniforms. Many police commissioners get their orders from imams.”[21] Adil Serdar Saçan, former director of the organized crimes unit within the Istanbul Directorate of Security, confirmed these statements in reports he prepared on the Fethullahist organization within the security apparatus. In a 2006 interview, he said,

Fethullahists began organizing inside the security apparatus in the 1970s. In police academies, students were being taken to ışıkevi by class commissioners. One of those commissioners is now the director of intelligence at the Turkish Directorate of Security. During my time at the [police] academy, those in the directorate who did not have ties to the [Gülen] organization were all pensioned off or fired in 2002 when the AKP came to power. … I was at the top of my class when I graduated from the police academy, and throughout the twenty-four years of my career, I maintained and was honored for my stellar record. After 2002, the AKP blocked my promotions. They promoted only those officers whose files were tainted with allegations that they were engaged in reactionary Islamist activities. … Belonging to a certain cemaat has become a prerequisite for advancement in the force. At present, over 80 percent of the officers at supervisory level in the general security organization are members of the [Gülen] cemaat.[22]

Such statements, however, may have consequences.[23] In October 2008, Turkish police arrested Saçan on suspicion of involvement in the so-called Ergenekon plot to overthrow the Turkish state.[24] Most Turkish analysts believe that the Ergenekon conspiracy, short of any evidence of unconstitutional activities, is more a mechanism by which the Turkish government can harass critics.[25]

Writer and journalist Merdan Yanardağ provided statistics to illuminate the Islamist penetration of the Ankara Directorate of Security. He explained,

Prior to Ramadan, personnel at the Directorate of Security in Ankara were asked whether they would be fasting during Ramadan, in order to establish the number of meals that would be needed during that period. Of the 4,200 employees, only seventeen indicated that they would not be fasting. Considering that some of the seventeen might have been sick or taking medications, the numbers speak for themselves. [26]

Wiretapping scandals in spring 2008 also highlighted Gülenist penetration of the security service’s most important units. After the Turkish Security Directorate obtained a blanket court permit in April 2007 to monitor and record all the communications in Turkey including mobile and land-line telephones, SMS text messaging, e-mail, fax, and Internet communications,[27] Turks have grown uneasy about having telephone conversations fearing intrusion into their privacy. Recent leaks to pro-AKP media of recordings of military personnel meetings, lectures, top secret military documents, strategic antiterrorism plans, private medical files of commanders, and contents of personal conversations between state prosecutors have shocked the nation as has the appearance on the Internet video site YouTube of some of those recordings.

The alleged network of Fethullah followers in the security system has an impact on domestic affairs as they use restricted technology or privileged information to further their political agenda. In February 2008, for example, several websites posted the voice recording of a secret speech delivered by Brig. Gen. Münir Erten announcing the timing of an upcoming Turkish military operation into Iraqi Kurdistan, details of a private discussion with the chief of the General Staff, and private information concerning Gen. Ergin Saygun’s health.[28] The following month, several websites including YouTube posted a secretly recorded conversation between prosecutor Salim Demirci and a colleague regarding Erdoğan and Efkan Ala, then governor of Diyarbakir and subsequently a counselor of Erdoğan’s office. Erdoğan responded by ordering a criminal investigation against Demirci.[29] In June 2008, the Islamist Vakit published Saygun’s entire medical file, disclosing information about his diabetes as well as the treatments and medications he had received in the Gülhane military hospital.[30] Others whose tapped conversations appeared on Islamist websites and in Gülen’s newspaper network included Erdoğan Teziç, the former head of Turkey’s Higher Education Council, and prominent members of the center-left opposition Republican People’s Party (Cumhuriyet Halk Partisi, CHP). Many Turkish journalists believe that Fethullahist-dominated police tap their communications, and according to reports, the head of the wiretapping unit, who was appointed by Erdoğan in August 2005, is a Fethullah follower.[31] Islamist newspapers including Vakit, Yeni Şafak, Zaman, and the pro-AKP Taraf published leaks from private conversations held inside government offices and military headquarters. The Islamist, pro-AKP media has reported alleged confidential evidence relating to the police investigation of the so-called Ergenekon plot that posits a secularist cabal of military officers, journalists, and professors sought to overthrow the AKP government.[32] The net effect of such leaks is to tar the reputations of or intimidate AKP’s political opponents and the Turkish military.

Islamization within police ranks also contributes to police brutality against anti-AKP demonstrators. On May 1, 2008, the police used gas bombs, pepper gas, water cannons, and clubs against workers who wanted to celebrate May Day peacefully in Istanbul’s Taksim Square, the traditional site of demonstrations in Turkey’s largest city; scores were injured.[33] Labor unions and opposition parties condemned the police brutality and accused Erdoğan of using police to silence opposition voices.[34] Police also suppressed labor protests in Tuzla (Istanbul) shipyards.[35] Similarly, police have harassed individual citizens after they criticized Erdoğan’s policies. Erdoğan’s own security guards abducted a 46-year-old man from Antalya for speaking out in public against his social security policies, taking the man to a deserted location where the guards beat and threatened him. The victim alleged that his attackers said they could easily plant guns or drugs on him and kill him.[36]

While Turkey’s military is guarantor of the constitution, Veren alleged that Fethullahists had also entrenched themselves within the military, police, and other professions:

The Fethullahist military officers were once our students, who we financially supported, educated, and assisted. When these grateful children graduated and reached influential positions, they put themselves and their positions at the service of Fethullah Gülen … [Gülen] directs and instructs, and, through them, maintains power within the state … When Gülen’s students graduate from the police or military academies—as do the new doctors and lawyers—they present their first salaries to Fethullah Gülen as a gesture of their gratitude. Newly graduated officers even bring him the swords that they receive during the graduation ceremony.[37]

According to Veren, Gülen has argued that the military expels no more than one in forty Islamist officers; the rest remain in undercover cells. While such allegations may seem the stuff of conspiracy theory, recent leaks to pro-AKP media suggest a number of Islamist sources within the military ranks, creating speculation that followers of Gülen now populate the senior infrastructure of the Turkish General Staff. Such speculation gained additional credence after the August 2008 Supreme Military Council (Yüksek Askeri Şura, YAŞ), which, for the first time, declined to expel suspected Islamists from military ranks.

The AKP government has also aided the Gülen movement with its reorientation of the judiciary. Over the first five years of his rule, Erdoğan replaced thousands of judges and prosecutors with AKP appointees. Now that the president is Islamist, it is unlikely that he would veto the appointment of Islamists to the bench, as did his predecessor Ahmet Necdet Sezer. Indeed, it now appears that the government intends to appoint thousands more to judicial positions.[38] The AKP has also enacted a law that would require applicants for judgeships to first interview with AKP bureaucrats in order better to gauge and adjudicate applicants’ adherence to Islam. The results of the AKP’s targeting of the judicial system are already apparent as anti-secular, pro-AKP officials have been at the forefront of some controversial trials, such as the case against Van University president Yücel Aşkın,[39] the Şemdinli investigation in which the prosecutor tried to implicate Gen. Yaşar Büyükanıt before he became chief of the General Staff, and, most recently, the Ergenekon probe.

Indeed, it is such overtly political and vindictive prosecutions that have led some former Gülen sympathizers, such as University of Utah political scientist Hakan Yavuz, to a change of heart. In one interview, Yavuz told odatv.com that four important legal cases had changed his thinking: the case against Aşkın; the Semdinli case; the Atabeyler operation, uncovered in 2005, involving an organized crime group with alleged plans to assassinate Prime Minister Erdoğan;[40] and the Ergenekon probe. Yavuz explained, “The cemaat has attempted to steer all four cases. Look at the slanderous reports in archives of the cemaat’s newspapers, how they defamed Yucel Aşkın. And now it’s Ergenekon. Keeping [prominent] personalities in jail for over a year without indictment is inexplicable.” Yavuz also suggested Gülen’s cemaat spoke differently to its members than to outsiders and that it was pursuing a political agenda that conflicted with the founding philosophy of the modern Turkish republic. He accused Fethullahists of “co-optation” and said that they were recruiting people and paying them money—without any formal receipts or records—to write and speak favorably about the movement while criticizing the secular Turkish state.[41]

The Fifth Estate

If the police, military, and courts might normally protect rule-of-law from within official Turkish government structures, there might still be an external check to abuse of power in the Turkish media. The Turkish media has traditionally been relentless in its reporting of abuses of power and corruption. Soon after assuming office, however, Erdoğan proved intolerant of the concept of a free press. The AKP government has systematically sought to create a media monopoly to speak with one voice and on behalf of the government. Erdoğan lashes out at media organs that he does not control. In his first term, Erdoğan brought more than a hundred lawsuits against sixty-three journalists in sixteen publications, against many writers, as well as the leaders and members of parliament of all opposition parties. The number of lawsuits may be far greater. In 2008, Erdoğan declined to answer a parliamentary inquiry by a Democratic Left Party deputy demanding information on how many lawsuits Erdoğan had initiated against journalists—claiming that such information was in the realm of his private life.”[42] Most of Erdoğan’s lawsuits against journalists involve criticism that any other democracy would consider legitimate. In 2005, for example, he sued Cumhuriyet cartoonist Musa Kart for depicting him as a cat entangled in a ball of string. Last year, he sued the LeMan weekly humor magazine for ridiculing him in its January 30, 2008 cover.[43]

Erdoğan lost some of his lawsuits, and courts threw out others, but the effect has nonetheless been chilling. Journalists know that not only does the prime minister seek to make them financially liable for any criticism, but that the AKP might even seek to assume control of their publications. During AKP’s 6-year rule, the government has seized control of several media outlets and subsequently sold them to pro-AKP holdings affiliated with the Gülen community. In April 2007, for example, the governmental Saving Deposit Insurance Fund (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, TMSF) seized Sabah-ATV, Turkey’s second largest media group in a predawn raid. The TMSF, staffed by Erdoğan appointees, then sold the group to Çalık Holding, the CEO of which is Erdoğan’s son-in-law. Çalık financed the purchase with public funds taken as loans from two state-owned banks and by partnering with a newly-founded, Qatar-based media company that bought 25 percent of Sabah shares. It was Abdullah Gül who introduced Ahmet Çalık to Qatari Emir Hamad bin Khalifa during his January 2008 visit in Syria; Çalık also accompanied Gül in February and Erdoğan in April when they visited Qatar. Media reports indicated that other consortiums that had initially shown interest in purchasing Sabah-ATV with their own money pulled out of the tender shortly before the bid after Erdoğan contacted them, leaving Çalik the sole bidder.[44] Sabah has since become a strong advocate of the AKP government. In September 2008, Erdoğan demanded all party members and aides boycott newspapers owned by the Doğan Media Group after it reported on laundering of money to Islamist charities.[45]

Excluding the Islamist television and radio stations, newspapers such as Zaman, Sabah, Yeni Şafak, Türkiye, Star, Bugün, Vakit, and Taraf all have AKP and/or Gülen-affiliated ownership. By circulation, such papers represent at least 40 percent of all newspaper sales in Turkey.[46]

What Are Gülen’s Intentions?

Conglomerates have long had a dominant position in Turkish society. Secular businessmen such as Aydın Doğan and Mehmet Emin Karamehmet have interests not only in industry but also in media, the banking sector, and even education. Never before, though, has a single individual started a movement that seeks to transform Turkish society so fundamentally. Gülen now wields a vocal partisan media; a vast network of loyal bureaucrats; partisan universities and academia; partisan prosecutors and judges; partisan security and intelligence agencies; partisan capitalists, business associations, NGOs, and labor unions; and partisan teachers, doctors, and hospitals. What makes Gülen so dangerous? Gülen’s own teaching and sermons provide the best answers.

In 1999, Turkish television aired footage of Gülen delivering sermons to a crowd of followers in which he revealed his aspirations for an Islamist Turkey ruled by Shari‘a (Islamic law) as well as the methods that should be used to attain that goal. In the sermons, he said:

You must move in the arteries of the system without anyone noticing your existence until you reach all the power centers … until the conditions are ripe, they [the followers] must continue like this. If they do something prematurely, the world will crush our heads, and Muslims will suffer everywhere, like in the tragedies in Algeria, like in 1982 [in] Syria … like in the yearly disasters and tragedies in Egypt. The time is not yet right. You must wait for the time when you are complete and conditions are ripe, until we can shoulder the entire world and carry it … You must wait until such time as you have gotten all the state power, until you have brought to your side all the power of the constitutional institutions in Turkey … Until that time, any step taken would be too early—like breaking an egg without waiting the full forty days for it to hatch. It would be like killing the chick inside. The work to be done is [in] confronting the world. Now, I have expressed my feelings and thoughts to you all—in confidence … trusting your loyalty and secrecy. I know that when you leave here—[just] as you discard your empty juice boxes, you must discard the thoughts and the feelings that I expressed here.

He continued,

When everything was closed and all doors were locked, our houses of isik [light] assumed a mission greater than that of older times. In the past, some of the duties of these houses were carried out by madrasas [Islamic schools], some by schools, some by tekkes [Islamist lodges] … These isik homes had to be the schools, had to be madrasas, [had to be] tekkes all at the same time. The permission did not come from the state, or the state’s laws, or the people who govern us. The permission was given by God … who wanted His name learned and talked about, studied, and discussed in those houses, as it used to be in the mosques.[47]

In another sermon, Gülen said,

Now it is a painful spring that we live in. A nation is being born again. A nation of millions [is] being born—one that will live for long centuries, God willing … It is being born with its own culture, its own civilization. If giving birth to one person is so painful, the birth of millions cannot be pain-free. Naturally we will suffer pain. It won’t be easy for a nation that has accepted atheism, has accepted materialism, a nation accustomed to running away from itself, to come back riding on its horse. It will not be easy, but it is worth all our suffering and the sacrifices.[48]

And, in yet another sermon, he declared,

The philosophy of our service is that we open a house somewhere and, with the patience of a spider, we lay our web to wait for people to get caught in the web; and we teach those who do. We don’t lay the web to eat or consume them but to show them the way to their resurrection, to blow life into their dead bodies and souls, to give them a life.[49]

Many Gülen supporters and members of the Islamist media affiliated with the cemaat suggested the sermons were somehow forged[50] but the denials are unconvincing given the video footage and reports by Gülen movement defectors.

U.S. Government Support for Gülen?

Many Turkish analysts believe that, prior to Erdoğan’s election, Gülen and his supporters in the U.S. government helped obtain an invitation to the White House for him at a time when Erdoğan was banned from politics in Turkey due to his Islamist activities—an event viewed as a U.S. endorsement ahead of the 2002 Turkish elections. That the U.S. government and, specifically, the Central Intelligence Agency support the Gülen movement is conventional wisdom among Turkey’s secular elite even though no hard evidence exists to support such allegations.

When Turkish secularists are asked to defend the view that Gülen enjoys U.S. support, they often point to his almost 20-year residence in eastern Pennsylvania. After the Supreme Court of Appeals in Turkey (Yargıtay) confirmed on June 24, 2008, a lower court’s ruling to acquit Gülen on charges that he organized an illegal terrorist organization to overthrow the secular government in Turkey, Gülen won another legal battle, this time in the United States. A federal court reversed U.S. Department of Homeland Security and U.S. Citizenship and Immigration Service decisions that would have denied Gülen’s application for permanent residency in the United States on the basis that Gülen did not fit the criteria as someone with “extraordinary ability in the field of education.” The Department of Homeland Security characterized Gülen as neither an expert in the field of education nor an educator but rather as “the leader of a large and influential religious and political movement with immense commercial holdings.”[51]

While the court ruling that allowed Gülen to remain in the United States may provide fodder for Turkish analysts who suggest U.S. support for Gülen, the process is actually more revealing. Indeed, the U.S. government noted that much of the acclaim Gülen touts is sponsored or financed by his own movement. Gülen attached twenty-nine letters of reference to his June 18, 2008 motion, mostly from theologians or Turkish political figures close to or affiliated with his organization. John Esposito, founding director of the Saudi-financed Prince Alwaleed Bin Talal Center for Muslim-Christian Understanding, who, after receiving donations from the Gülen movement sponsored a conference in his honor, also supplied a reference. Two former CIA officials, George Fidas and Graham Fuller, and former U.S. ambassador to Turkey Morton Abramowitz also supplied references.

The letters may have worked. On July 16, 2008, U.S. district judge Stewart Dalzell issued a memorandum and order granting Gülen’s motion for partial summary judgment and ordering the U.S. Citizenship and Immigration Service to approve his petition for alien worker status as an alien of extraordinary ability by August 1, 2008. The court found that the immigration examiner improperly concluded that the field of education was the only statutory category in which Gülen’s accomplishments could fit and that Gülen’s accomplishments in such fields as theology, political science, and Islamic studies should also be considered. The court further determined that the U.S. Citizenship and Immigration Service Administrative Appeals Office erred in concluding that Gülen’s work was not “scholarly” by applying an unduly narrow definition of the term. Finally, with regard to the statutory requirement that the applicant show that his or her entry into the United States would substantially benefit the United States, the court found that Gülen had met the requirement.[52]

Regardless of the legal rationale behind his current stay, the U.S. decision to grant Gülen residency will enable his movement to continue to imply Washington’s endorsement as the AKP and its Fethullahist supporters seek to push Turkey further away from the secularism upon which it was built.

Conclusions

Gülen enjoys the support of many friends, ideological fellow-travelers, and co-opted journalists and academics. Too often, concern over Gülen’s activities is dismissed in the Turkish, U.S., and European media as mere paranoia. When Turkey’s chief prosecutor indicted the AKP for attempting to undermine the secular constitution, the pro-Islamist media in Turkey along with Western diplomats and journalists dismissed the case as an “undemocratic judicial coup.”[53] Yet at the same time, many of the same outlets and officials have hailed the Ergenekon indictment, assuming a dichotomy between Islamism and democracy on one hand, and secularism and fascism on the other.[54] The repeated branding in Islamist outlets of Turkey’s Islamists as “reformist democrats” and of modern, secular Turks as “fundamentalists” has to be one of the most offensive but sadly effective lies in modern politics.

Indeed, Turkey has never seen a single incident of attacks on pious Muslims for fasting during Ramadan, whereas in recent years there have been many incidents of attacks on less-observant Turks for drinking alcohol or not fasting.[55] While women who cover their heads in the Islamic manner can move freely in any area of the country, uncovered women are increasingly unwelcome in certain regions and are often attacked.[56]

Contrary to the impression prevalent in the West—that the conflict is between religious Muslims and “anti-religion, secular Kemalists”—the fact remains that the majority of Turks, secular included, are traditional and observant Muslims many of whom define themselves primarily as “Muslims first.”[57] While the Turkish constitution recognizes all Turkish citizens as “Turks,” the dominant sentiment in the country has always been that in order to be considered a Turk, one must be Muslim. The complete absence of any non-Muslim governor, ambassador, or military or police officer attests to the prevalence of Islam’s dominance in the Turkish establishment. Therefore, it appears Gülen is not fighting for more individual freedoms but to free Islam from the confines of the mosque and the private domain of individuals and to bring it to the public arena, to govern every aspect of life in the country.[58] AKP leaders, including Gül and Erdoğan, have repeatedly expressed their opposition to the “imprisonment of Islam in the mosque,” demanding that it be present everywhere as a lifestyle. Most Turks vividly remember statements by AKP leaders not long ago rejecting the definition of secularism as “separation of mosque and state.” Gül has slammed “secularism” on many occasions, including during a November 27, 1995 interview with The Guardian. What Turkey’s Islamists really want is to remove the founding principles of the Turkish Republic. So long as U.S. and Western officials fail to recognize that Gülen’s rhetoric of tolerance is only skin-deep, they may be setting the stage for a dialogue, albeit not of religious tolerance, but rather to find an answer to the question, “Who lost Turkey?”

Rachel Sharon-Krespin is the director of the Turkish Media Project at the Middle East Media Research Institute (MEMRI), Washington D.C.

[1] Can Dündar, Milliyet (Istanbul), June 21, 2007; Reha Muhtar, Vatan (Istanbul), June 22, 2007.
[2] Milliyet, Mar. 10, 2008; Hürriyet (Istanbul), Mar. 10, 2008.
[3] Helen Rose Ebaugh and Dogan Koc, “Funding Gülen-Inspired Good Works: Demonstrating and Generating Commitment to the Movement,” fgulen.com, Oct. 27, 2007.
[4] Merdan Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkasi, Turkiye Nasil Kusatildi? (Istanbul: yah Beyaz Yayın, 2006), based on interviews with Nurettin Veren on Kanaltürk television, June 26, July 3, 2006.
[5] “Fethullah Gülen Is an Islamic Scholar and Peace Activist,” International Conference on Fethullah Gülen, Erasmus University, Rotterdam, The Netherlands, Nov. 2007; J. J. Rogers, “Giants of Light: Fethullah Gülen and Meister Eckhart in Dialogue,” The University of Texas, San Antonio, Tex., Nov. 3, 2007.
[6] See for example, Rogers, “Giants of Light”; USA Today, July 18, 2008.
[7] Bülent Aras, “Turkish Islam’s Moderate Face,” Middle East Quarterly, Sept. 1998, pp. 23-9.
[8] Anadolu Ajansı (Ankara), Feb. 10, 1998.
[9] Booklets on Anatolian Sufism with citations from Mevlana Celleddin Rumi distributed at the “Muslim World in Transition: Contributions of the Gulen Movement” conference, London, Oct. 25 – 27, 2007.
[10] Aland Mizell, “Clash of Civilizations versus Interfaith Dialogue: The Theories of Huntington and Gulen,” KurdishMedia.com, Dec. 31, 2007; idem, “Are Islam and Kemalism Compatible? How Two Systems Have Impacted the Kurdish Question?” Iraq Updates, Nov. 28, 2007.
[11] Interview with Nurettin Veren, Kanaltürk television, June 26, 2006.
[12] Ibid.
[13] Sabah (Istanbul), Dec. 30, 2004.
[14] Veren interview, Kanaltürk, June 26, 2006.
[15] Cumhuriyet (Istanbul), Dec. 23, 2007.
[16] Bayram Balcı, “Central Asia: Fethullah Gulen’s Missionary Schools,” Oct. 2001.
[17] Interview with Merdan Yanardağ, Gerçek Gündem (Istanbul), Nov. 20, 2006.
[18] Hürriyet, Apr. 11, 2008.
[19] Erik-Jan Zürcher, “Kamermeerderheid Eist Onderzoek Naar Turkse Beweging,” NOVA documentary, July 4, 2008.
[20] Cumhuriyet, July 9, 2008; Netherlands Information Services, July 11, 2008.
[21] Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkasi, Turkiye Nasil Kusatildi?
[22] Adil Serdar Saçan, interview, Kanaltürk, July 3, 2006.
[23] Ibid.
[24] Samanyolu television, Oct. 13, 2008.
[25] See, for example, Michael Rubin, “Erdogan, Ergenekon, and the Struggle for Turkey,” Mideast Monitor, Aug. 2008.
[26] Yanardağ interview, Gerçek Gündem, Nov. 20, 2006.
[27] Vatan, June 2, 2008; Hürriyet, June 2, 2008.
[28] “SOK! Tuggeneral Munir Erten den SOK aciklamalar!” accessed Oct. 27, 2008.
[29] “Sok Video! Cumhuriyet Savcisi Salim Demirci,” accessed Oct. 27, 2008.
[30] Vakit (Istanbul), June 14, 2008.
[31] Vatan, June 2, 2008; Hürriyet, June 2, 2008.
[32] BBC News, Feb. 4, 2008; Frank Hyland, “Investigation of Turkey’s ‘Deep State’ Ergenekon Plot Spreads to Military,” Global Terrorism Analysis, Jamestown Foundation, July 16, 2008.
[33] Reuters, May 1, 2008; Sendika.org, Labornet Turkey, May 1, 2008; Vatan, May 1, 2, 2008; Milliyet, May 1, 2, 2008; Hürriyet, May 1, 2, 2008
[34] Vatan, May 2, 2008; Milliyet, May 2, 2008; Hürriyet, May 2, 8, 2008.
[35] Hürriyet, Feb. 28, 2008.
[36] Milliyet, May 14, 2008.
[37] Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkasi, Turkiye Nasil Kusatildi?
[38] “Turkish Judiciary at War with AKP Government to Defend Its Independence,” MEMRI Special Dispatch No. 1520, Mar. 27, 2007.
[39] “The AKP Government’s Attempt to Move Turkey from Secularism to Islamism (Part I): The Clash with Turkey’s Universities,” MEMRI Special Dispatch No. 1014, Nov. 1, 2005; “Professor from Van University in Turkey Commits Suicide after Five Months in Jail without Trial,” MEMRI Special Dispatch No. 1025, Nov. 18, 2005.
[40] Zaman (Istanbul), Apr. 18, 2008.
[41] Odatv.com, May 30, 2008; Hürriyet, June 13, 2008; Akşam (Istanbul), June 16, 2008.
[42] Radikal (Istanbul), Apr. 7, 2008.
[43] Hürriyet, Oct. 21, 2008.
[44] Hürriyet, May 14, 2008.
[45] Hürriyet, Sept. 7, 8, 9, 10, 11, 12, 2008.
[46] Milliyet, July 14, 2008; Cumhuriyet, July 15, 2008
[47] Turkish channel ATV, June 18, 1999.
[48] Ibid.
[49] Ibid.; “The Upcoming Elections in Turkey (2): The AKP’s Political Power Base,” MEMRI Inquiry and Analysis No. 375, July 19, 2007.
[50] Sabah, Jan. 2, 3, 2005.
[51] “Fethullah Gulen v. Michael Chertoff, Secretary, U.S. Dept. of Homeland Security, et al,” Case 2:07-cv-02148-SD, U.S. District Court for the Eastern District of Pennsylvania.
[52] Ibid.
[53] Turkish Daily News (Ankara), Mar. 16, 2008; Vakit, June 7, 9, 2008; Yeni Şafak (Istanbul), June 9, 2008.
[54] Mustafa Akyol, “The Threat Is Secular Fundamentalism,” International Herald Tribune, May 4, 2007; “Islam Will Modernize—If Secular Fundamentalists Allow,” Turkish Daily News, May 15, 2007; “Mr. Logoglu Is Wrong, Considerably Wrong about Turkey,” Turkish Daily News, May 24, 2007.
[55] Vatan, Aug. 21, 2008; Turkish Daily News, Sept. 23, 2008.
[56] Hürriyet, Feb. 14, 2008; Milliyet, Feb. 14, 2008; Vatan, Feb. 14, 2008, Cumhuriyet, Feb. 14, 2008.
[57] Yeni Şafak, July 7, 2006.
[58] “Turkish PM Erdogan in Speech during Term as Istanbul Mayor Attacks Turkey’s Constitution, Describing It as ‘A Huge Lie’: ‘Sovereignty Belongs Unconditionally and Always To Allah’; ‘One Cannot Be a Muslim and Secular,'” MEMRI Special Dispatch No. 1596, May 23, 2007.

This entry was posted in Fetullah Gülen. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *