ÇANAKKALE CEPHESİNDEN * DOKTOR TARIK NUSRET

DOKTOR TARIK NUSRET


14 Mart geldiğinde neden hep Çanakkale aklıma gelir bilmem, ancak içime bir hüzün çöker. Belki derin bir hüzünlü anıdır bende kalan, belki bir hikayeden esinlenirim, ancak çok duygulandığım doğrudur. Çanakkale’ye bir çok kez ziyarete gittim. Her seferinde değişik bir rehber eşliğinde savaş alanlarını gezdim. Her bir rehber önemli ve değişik öykülerden bahsettiler. Hepsini ilgi ile dinledim. Bütün rehberler savaş alanında kazılan siperleri anlatırken, altında yatan yüzlerce şehitlerin mezarı olduğunu söylerler.
Anzak koyu ve Conk bayırı arasında gezerken insanın hislenmemesi mümkün değil. Rehber anlatırken ağlaması, benim ise dinlerken gözlerime engel olamamam, zor bir durum olarak ortada durur. Aslında 1914 yılında Mekteb-i Tıbbiyey-i Şahane Dünya Savaşı başlamadan kısa bir süre önce 346 yeni öğrenci okula kayıt yaptırır. Ancak Çanakkale savaşı başta olmak üzere 1 inci Dünya Savaşı çıkmasının hemen sonrası, bütün Tıp talebeleri cepheye gönderilmiş.
Bu çocuklar bilhassa Çanakkale’ye gitmişler. Bütün okuldan 746 talebe hiç tereddüt etmeden vatan müdafaası için cepheye koşarak gitmişler. Giden talebelerin hiç biri geri dönmemiş. 1921 yılında Mekteb-i Tıbbiyey-i Şahane’de son sınıf öğrencisi olmadığından mezun verememiş.
Her cephede bu öğrencilerle ilgili değişik bir hikaye vardır. Her biri eline daha steteskop almadan tüfek almaya mecbur kalmışlar. Hani Çanakkale de söylenen bir türkü vardır,
‘Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı, Ana Ben Gidiyom Düşmana Karşı, oy Gençliğim Eyvah ‘
Evet gençliklerini bu vatan için feda eden o güzel insanlara acımamak , göz yaşı dökmemek elde değil. Ne için feda etmişler canlarını , gençliklerini yaşamadan neden cepheye koşmuşlar bu taze TIP öğrencileri ? Bir ideal için , yaşanacak vatan toprağını namerde teslim etmemek için.
Çanakkale’de onlarca gemiler topları ile dövmüş tabyaları. Korkusuz vatan sever gençler bu hayasızca saldırıya göğüs germişler. Onlarca düşman savaş gemilerinin vurduğu Çanakkale’yi bir tek Nusret mayın dökme gemisi, komutanı Tophane’li İsmail Hakkı bey, düşman savaş gemilerinin kabusu olmuş.
Bu hikayelerinin en acıklı olanını Çanakkale de Conk bayırının arkasında kurulan sahra hastanesinde yaşanmış. Bu olayı, sahra hastanesini gezerken rehberimizden dinledim. Bir ağacın dibine oturdum, dakikalarca hüzünlendim.
Bu hikaye Dr.Tarık Nusret’in öyküsü.
Çanakkale Savaşında siperlerin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey “Morfin“di. Doktorlar yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyorlardı. Bu yüzden bir nöbet tutuluyordu. Hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurulmuştu..
Sedye ile gelen her yaralı, burada masaya koyuluyordu. Doktorun elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici..Doktor ilk muayeneyi yapıyordu ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandıkları askerlere ağrı kesiciyi yapıyordu..
Tarık Nusret
Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesici yoktu.. Doktor duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, iyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydı.. Yine doktorun önüne bir asker getirilir Yaralının ağır yaralarına bakan doktor, askerin iyileşemeyeceğini öngörür ve ona ağrı kesiciyi yapmaz..
Dr. Tarık Nusret bey sahra hastanesinde yaralılar ilk müdahale eden doktor. Genelde şarapnel ile parçalanmış kol , bacaklara ilk müdahale edip yarayı kapatıp, sarma görevini yapar. Birde yaralı fazla acı çekmesin diye ağrı kesici iğne yapar. Yaşama şansı olan hastalara öncelik tanır kendisi. Ümitsiz yaralanmalarda ise ‘ Yaralıyı Gölgelik bir yerde bırakın ‘ der.
Böyle hızlı akan bir günde, aralıksız gelen yaralılar içinde bir tanesi şarapnel parçalarının karın boşluğunu parçalamış bir yaralı getirirler sedye ile Nusret beyin önüne. Yaralının yüzüne bakmadan ‘ Yaralıyı gölgelik bir yere bırakın ‘ der, yine doktor bey.
Yaralı, sızlayan bir sesle ‘ Baba ‘ der. Nusret bey tekrar yaralının bu sefer yüzüne bakar. Sedyede yatan kendi oğludur. Parçalanmış karnına bir, iki dikiş atar, birde ağrı kesi yaparak sağlıkçılara ‘ Bir ağacın altına koyun, vefat edince de, oraya gömün mezarı kaybolmasın ‘ diye emir verir, sedye taşıyanlara, döner diğer yaralılarla meşgul olur.
Bir doktorun nasıl yetiştiği, hangi koşullarda okuduğunu belki bire bir görmemiş olabilirsiniz. Ancak ne zorluklarla okuduklarına şahit olmuş bir birey olarak, Doktorlara olan saygım sonsuzdur. Hiçbir kimse çıkıp doktorluk mesleğini icra edenlere saygısızlık etmesini kabul edemem.
Başka ülkelerde eğer daha iyi koşullarda meslek icrasında bulunmak isterlerse, gitmeleri konusunda hiç kimse ‘ Gitmek istiyorlarsa bırakın gitsinler ‘ diyerek, insanların hissiyatları ile oynamaması lazım. Doktorlar eğitim süreci ve sonrasında , meslek edinmek için okudukları yüzlerce kitap, yüzlerce makale bulunmakta. ‘Timeo Hominem Unius Libri’ TEK kitaplı insanların Doktorlar hakkında söz söylemeye hakları olmasa gerek diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Metin Atamer
Posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN, Saglik, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

ÇANAKKALE SAVAŞINA DERİN BAKIŞ * OĞLUNU SAVAŞ GEMİSİNİN DİREĞİNE ASAN AMİRAL

21 Mart 2024 tarihinde paylaşmış olduğum, gazeteci yazar Tayfun Çavuşoğlu tarafından yazılmış olan https://nacikaptan.com/2024/03/tarihin-icinden-piriltili-zaferler-ve-komutan-bir-albay-15-generale-karsi-canakkale-zaferi-mustafa-kemalsiz-anlatilabilir-mi/ “TARİHİN İÇİNDEN PIRILTILI ZAFERLER VE KOMUTAN * BİR ALBAY, 15 GENERALE KARŞI * Çanakkale Zaferi ‘Mustafa Kemalsiz’ anlatılabilir mi?” başlıklı önemli yazıya sayın Yavuz Dedegil’den bir katkı geldi. Gelen yazıyı okumanıza sunuyorum.
Naci Kaptan / 25.03.2024

Çanakkale Savaşı’na derin Bakış

 Çanakkale savaşı hakkında yabancı, öncelikle Almanca yazılmış kitapları da okuyunca, bu savaşın askerî yönleri yanlarının da bilinmeye değer olduğu görülüyor. Bunlardan birkaçına aşğıda kısaca değinmek isterim.

İngiltere’nin Çanakkale Boğazını geçme projesi.

Bu girişimin ekonomik gerekçesi: İngiltere daha önce de zaman zaman olduğu gibi buğday ihtiyacını kendi karşılayamıyor, Rusya ve Polonya‘dan buğday ithal etmek zorunda. Buna karşı Rusya da İngiltereden askeri malzeme alıyor. Kuzeyde Alman’ya deniz ve kara yollarına hâkim, geçit imkânsız görünüyor. Tek alternatif olarak Boğazlar ve Akdeniz üzerinden deniz nakliyatı görünüyor ve Osmanlı’nın o günkü durumu, bu yolun mümkün olacağı fikrini doğuruyor.
Politik plânlama: İngiltere Donanma bakanı W. Churchill, Çanakkale Boğazını donanma ile trafiğe açmayı plânlıyor ve amirallere projesini bildiriyor. Amiraller projeyi inceledikten sonra, Çanakkale Boğazının, karadan çıkarma yapmaksızın, sadece deniz kuvvetleri ile geçilemiyeceği kanaatine varıyor ve projeyi red ediyorlar.
Churchill kara kuvvetleri komutanlığına yazıyor fakat oradan da „mevcut kapasitenin tamamının güncel kara savaşları için gerekli olduğu ve Çanakkale için kapasite ayrılamayacağı“ cevabını alıyor. Churchill bunun üzerine, bakanlıktaki amirallerden gizli olarak, Doğu Akdeniz filosunun komutanına yazıp, onun, elindeki gemiler ile Çanakkale yolunu açıp açamayacağını soruyor. Komutan, muhtemelen bunu başarırsa kahraman olacağı beklentisiyle, olumlu cevap veriyor. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir saldırı filosu oluşturuluyor.
Birinci Denizden geçme denemesi 19 Şubat 1915, kıyıdan yoğun topçu atışı    yüzünden, yarıda kalıyor ve böylece karadan taarruzun gerekliliği ispat edilmiş oluyor.

Liman von Sanders ve topların yerleştirilmesi: Liman von Sanders o zamanki Alman ordusundaki üç yahudi kökenli generalden biridir. İstanbula gönderilirken görevi, Osmanlı topraklarındaki Alman silahlı kuvvetlerinin başkomutanı Liman von Sanders ile Osmanlı paşası ve damat Enver Paşa, savaş taktiği konusunda anlaşamazlar. Liman von Sanders, savaş hazırlığının savunma ağırlıklı olmasını gerekli görürken, Enver Paşa, işgal edilerek kaybedilmiş olan Osmanlı topraklarının geri kazanılmasını hedef almıştır. İstanbuldaki Alman Büyükelçiliğinde Enver Paşa’nın kredisi yüksektir. Sonuçta Liman von Sanders ile Alman Büyükelçisinin arası açılır ve Büyükelçi, Liman von Sanders’i İstanbul‘dan uzaklaştırmak için Boğazların korunması görevini verir.
Savaşın başında, bir saldırının Rusya’dan gelmesi beklenmektedir ve öncelikle İstanbul boğazının iki yakası yerleştirilen toplarla korunmaya alınmıştır. Savaşın genel gidişini izleyen Liman von Sanders sonradan, beklenen saldırının Ruslar değil İngilizler tarafından Ege Denizinden geleceğine kanaat getirir ve İstanbul Boğazındaki topları Çanakkale boğazına naklettirir. Bu, yer yer mandalarla, çamurlu arazi ve yollardan yapılan nakliyat bir seneye yakın sürer ve topların yerleştirilmesi, ilk deniz saldırısından ancak bir hafta önce tamamlanmıştır.

Mayınların döşenmesi: Döşenen mayınlar, 1914 de Fransızların Marmaris önüne attığı, bir çoban tarafından görülüp, ordu tarafından karaya çıkarılan 20 mayındır. Bu ağır mayınlar develerle Muğlaya, oradan öküz arabalarıyla Aydın’a oradan da trenle İstanbul’a nakledilmişlerdi ve eldeki son mayınlardı. 
Mayınları döşeyen uzman subay Hafız Nazmi Bey, Nusrat gemisinin kaptanı da Tophaneli Hakkı Kaptan’dır. Hakkı kaptan, mayınların döşenmesinden iki gün önce  bir kalp krizi geçirdiği halde mayın döşenmesine de kaptan olarak katılmış ve dönerken tekrar kalp krizi geçirerek, karaya varmadan vefat etmiştir.
Mayınlar, boğaza çapraz değil, denizden boğaza girince ilk körfez, Erenköy körfezine, kuzey-güney yönünde döşenmişlerdi.

 İkinci deniz taarruzu 18 Mart 1915: Deniz taarruzu 16 İngiliz ve 4 Fransız gemisinden oluşan filo ile başladı. Boğaza girer girmez, Fransız gemileri öne geçirildi. En öndeki Fransız Suffren botu, ilk 15 dakikada 14 isabet alarak devre dışı kaldı. Top ateşinin yoğunluğu karşısında, arkadan gelen Fransız gemisi Bouvet, geri dönebilmek için boğazın genişlediği Erenköy körfezini kullanmak zorundaydı ve mayınlara çarparak battı ve 650 kadar askerin hemen hepsi öldü. Üç gemi daha battıktan sonra, Çanakkale Boğazı‘nın kara harekâtı olmadan geçilemiyeceği anlaşılmış oldu.

Kutladığımız 18 Mart 1915, bu olayların olduğu gündür. Karadan çıkartma 25 Nisan 1915 de başlamış ve takriben 8 ay, 9 Ocak 1916 ya kadar sürmüştür. Atatürk’ün komutanlık dehasını gösterdiği asıl kara savaşları bu çıkartmalar devrindedir.
Hazin bir olay: İkinci deniz harekatından önceki gece, Fransız kuvvetlerinin amirali, boğazda mayın olup olmadığını tespit için bir keşif müfrezesini, tahta bir botla ileriye gönderir. Bu müfrezenin komutanı, fransız amiralin kendi öz oğludur. Müfreze birkaç saat denizde dolaştıktan sonra geri döner ve mayın bulunmadığı raporunu verir. Bouvet gemisi mayına çarpıp 650 fransız askerin ölümüne sebep olunca, amiral   derhal kendisinin başkan olduğu bir askeri mahkeme kurar, oğlunu „görevi ihmal“ suçundan yargılar ve oğlunun idamına karar verip, amiral gemisinin bir direğine astırır.

Yukarıdaki yazıya EK;
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Ana Bilim Dalında görevli Dr. Öğr. Üyesi Mithat Atabay’ın anlatısı;
………………. Amiral Robeck’in işaretiyle Suffren ve Bouvet gemilerinin Anadolu kıyısından, Gaulois ve Charlemange gemilerinin de Boğaz’ın batı kıyısından ilerlemeye başladığını bildirdi. İşgal güçlerine ait bu gemiler atışlarına başlamadan önce Kilitbahir’de bulunan diğer topçu bataryalarının ateşine maruz kaldı.
Buna rağmen Fransız Amiral Guepratte’nin, gemilerin 9 bin 100 metre mesafeye kadar bölgeye yaklaşmalarını istedi.”Saat 13.15’te Kumkale arkasından Irresistible, Vengeance, Cornwallis ile üç gemi daha Boğaz’a girdi ve üçer üçer ortadaki gemilerin yanında yer aldı. Bouvet, 18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı’nın 7 mil içlerinde ilerleyen savaş filosunda dörtlü Fransız gemilerinin soldan üçüncüsüydü.”
“Bouvet’yi Türk topçusu Cemal vurdu”
Öğleye doğru İngiliz donanması bombardımanı uzaktan sürdürürken, Fransız gemilerine yakın bombardıman emri verildi. Gaulois ve Suffren gemileri kalelerden açılan ateşle ağır hasar aldı.
Bouvet’nin ise mürettebatından bazılarının, havalandırma donanımındaki arızadan kaynaklanan sızıntı nedeniyle yayılan gazdan etkilenip bayıldığını söyleyen Atabay, Türk topçusunun 8 kez isabetli atış yaparak bu geminin önündeki topu etkisiz hale getirdiğini vurguladı. Bouvet’yi vuran Türk topçusu Cemal ve ona mermiyi getiren Mehmet Ali adlı askerlerin isimlerinin pek bilinmediğini belirtti.
Fransız zırhlısı Bouvet’nin, Amiral Guepratte’tan geri çekilme emri alıncaya kadar Namazgah Tabyası’na atışlarını sürdürdü;
“Bouvet’nin komutanı Albay Rageot de la Touche, geri çekilmek istemiyordu. Bunun üzerine Amiral Guepratte, emrini tekrarlamak için Suffren zırhlısını gönderdi. O da kurusıkı bir atışla Amiralin emrini bildirdi. Bouvet, Erenköy Koyu’na doğru sancağa manevra yaptı. Saat 13.54’ü gösteriyordu ki Bouvet, sancak topunun tam altında fark etmediği 80 kilogramlık mayına çarptı ve tahminen buradaki cephanenin de infilak etmesiyle çok şiddetli bir patlama meydana geldi. Gemiden hafif bir duman yükseldi ve gemi yan yatmaya başladı. Albay Touche, makinelerin durdurulmasını, gemiyi kaldırmak için sol taraf kompartımanlarının suyla doldurulmasını emretti ancak bu emirlerin hiçbiri yerine getirilemedi. Bouvet’nin batacağını anlayan komutan, köprüden tüm mürettebatı çıkartarak makamında ölmek üzere odaya girdi. Bouvet’nin ikinci kaptanı Yarbay Autric ise yaralıların bulunduğu yere indi ve hemen patlamanın olduğu yere koştu. Onu bir daha gören olmadı.”
Atabay, Bouvet’nin batırılmasının, Türk askerinin Çanakkale Deniz Zaferi’ne ulaşmasında en önemli kahramanlıklardan biri olduğunu sözlerine ekledi.

https://www.savunmasanayiidergilik.com/tr/HaberDergilik/canakkale-Savasi-nda-batan-ilk-gemi-Bouvet-nin-hikayesi
Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * MAL DA MÜLK DE ALLAH’IN DEDİLER VE MALI GÖTÜRDÜLER

UYARI


AKP’lileri daha çok zengin etmek ve de siz daha çok yoksullaşmak istiyorsanız  oyunuzu AKP’li belediye adaylarına verin ve YOKSULLUKTAN, PAHALILIKTAN, DÜNYANIN EN YÜKSEK ENFLASYONUNDAN, İŞSİZLİKTEN, HUKUKSUZLUKTAN ömür boyu şikayet etmek hakkınızı kaybedin. Ömür boyu ağzınızı kapatın, susun…

Mal da Allahın, mülk de Allah’ın diyerek sayıları bin civarında evleri, hesapsız paraları, arsaları, tarlaları, gemileri, gemicikleri, İsviçre bankalarında milyar dolarları, Amerika’da gökdelenleri, çiftlikleri , villları, yalıları, yatları, katları ve daha nicelerini SİZİN PARANIZLA aldılar.

Karar senin arkadaşım…

Naci Kaptan – 24 Mart 2024

M/V ZEALAND MAXIMA

ACENTACILIK İLE BAŞLADILAR

TürkSail-  29 Mart 2014

Yıldırım Ailesi’nin denizcilik alanındaki yatırımları, acentacılık ile başladı. Ulaştırma Bakanlığı’ndan önceki dönemlerde Yıldırım ve çocukları küçük feribotlar kiralayarak yük taşıması gerçekleştiriyorlardı.
Bu dönemde aileye ait bir gemi bulunmuyor daha çok kiralık feribotlarla işler yürütülüyordu. Yıldırım’ın bakan olmasının ardından ise şirketin başına Erkan Yıldırım geçti. Kısa süre içinde Yıldırım Ailesi’nin hem gemilerinin hem de bu alandaki şirketlerinin sayıları arttı.
KURULAN İLK ŞİRKET “DERİN DENİZCİLİK”
Yıldırım Ailesi’nin denizcilik sektöründeki ilk şirketleri olan Derin Denizcilik’in kuruluş tarihi 6 Şubat 2002. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı ise Binali Yıldırım’ın oğullarından Erkan Yıldırım üstlendi.
Şirketin yönetiminde Binali Yıldırım’ın kızı Bahar Büşra Yıldırım Köylübay, Binali Yıldırım’ın diğer oğlu Bülent Yıldırım, Bülent Yıldırım’ın eşi Seda Yıldırım, Büşra Yıldırım’ın kocası Özkan Köylübay da yer aldı.
Erkan Yıldırım, 2003’te İtalya’dan 445 bin Euro’ya “Happy Dolphin” adlı feribotu satın aldı. Feribot için 1.5 trilyon lira harcandığı öne sürüldü. Erkan Yıldırım, o günlerde Vatan Gazetesi’ne verdiği röportajda, gemiyi İzmir Çeşme’de sahip olduğu iki acenteden kazandığı paralarla aldığını belirtmişti.

MV Zealand Amalia
IMO: 9674921
MMSI: 249615000
Call Sign: 9HA4315
Flag: Malta [MT]
AIS Vessel Type: Cargo
Gross Tonnage: 18036
Deadweight: 26052 t
Length Overall x Breadth Extreme: 173.76m × 27m
Year Built: 2013
Status: Active
Read more at
http://www.marinetraffic.com/en/ais/details/ships/shipid:245350/mmsi:249615000

Yeniçağ / 03.06.2019 – Güncellendi 23 Mart 2023

Binali Yıldırım için 150 milyon
Euro’luk ‘gizli servet’ iddiası


AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım’ın 150 milyon euroluk ‘gizli servetinin’ olduğu iddia ediliyor. Yıldırım, 2016 yılında Başbakan seçilince şirketlerini mal varlığında göstermemek için yeğenine devretmişti.

AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıdırım’ın yaklaşık 150 milyon euroluk ‘gizli servetinin’ olduğu iddia ediliyor.

Mediapart’ın ve Hollanda gazetesi nrc’nin haberine göre, Binali Yıldırım ve ailesinin Malta ve Hollanda’da kayıtlı 30 kargo gemisi var. Yıldırım’ın yine Hollanda’da her biri servet değerinde 10’a yakın gayrı menkulünün olduğu belirtiliyor.

Binali Yıldırım gemi filosunu 1998’de kurmaya başladı. Yıldırım ‘Silver Fish’ yani ‘gümüş balık’ adında eski bir kargo gemisi aldı ve Malta’daki paravan şirketler üzerinde sürekli yeni gemiler almaya devam etti.Yıldırım’ın mal varlığındaki büyük patlama 2010 senesinde yaşandı. Bugün sahip olduğu onlarca gemiden 6’sını o yılda aldı. Gemilerin fiyatı 2 milyon euro ile 33 milyon euro arasında değişiyordu.
Binali Yıldırım gemilerin büyük bir kısmını İsviçre bankaları üzerinden nakit satın aldı. Geriye kalanları ise Kuveyt Türk Bankası’ndan çekilen kredilerle ödediği öne sürüldü. Gemileri yine Malta ve Hollanda’da kurduğu paravan şirketler üzerine kaydettirdi.Fransız Medipart’a göre; Binali Yıldırım’ın Malta’daki gemilerinden bazıları, amcası Yılmaz Yıldırım’a kurdurduğu ceren danışmanlık denizcilik şirketi üzerine kayıtlı. Diğerleri ise doğrudan oğlu Erkam Yıldırım tarafından yönetiliyor.

Mediapart, Yıldırım ailesinin sadece Hollanda’daki servetinin 120 milyon euro’nun üzerinde olduğunu yazdı.

Erkam Yıldırım’ın Hollanda’da 3 milyon euro değerinde 6 ayrı mülkü bulunuyor. Bu emlaklar Castillo Real Estate bv şirketi üzerinden işletiliyor. Yıldırım hanedanının asıl hazinesi, yine Hollanda’daki Zealand Shipping şirketinin hesabında yatıyor. Sicil kayıtlarına göre, şirketin gemilerinin piyasa değeri 120 milyon euro civarında.
Binali Yıldırım Rotterdam, Amsterdam ve Almere adlı gemilerini tanesine 33 milyon euro yani toplamda 100 milyon euro ödeyerek satın aldı. Habere göre, yıldırım ödemenin yüzde 50’sini kaynağı belli olmayan nakit parayla yaptı. diğer yarısını ise Kuveyt Türk ve Yapı kredi Bankası’ndan aldığı kredilerle tamamladı.
tr7-24’ün haberine göre, 2000’li yılların ilk çeyreğinde Binali Yıldırım’ın aile serveti deşifre oldu. Bunun üzerine gemilerden bazısı alelacele satıldı, bazısı ise söküme gönderildi.
Yıldırımlar, 2010’dan sonra fiyatları 1.9 ila 33 milyon dolar arasında olan 11 gemiyi banka kredisi olmadan nakit ödeyerek satın aldılar. Gemiler Türkiye yerine, yurt dışında iç içe geçirilmiş offshore şirketler üzerine kaydedildi
Binali yıldırım 2016’da Başbakan seçilince şirketlerini mal varlığında göstermemek ve güvenceye almak için yeğeni Süleyman Vural’a devretti.

IMO: 9477440
Name: ZEALAND ROTTERDAM
MMSI: 246888000
Vessel Type: BULK CARRIER
Gross Tonnage: 33312
Summer DWT: 57157 t
Build: 2012
Flag: NETHERLANDS
Home port: AMSTERDAM
Gross Tonnage: 33312
Length Overall x Breadth Extreme: 190m × 32.26m
Year Built: 2012
Status: Active
http://www.marinetraffic.com/en/ais/details/ships/shipid:272842/mmsi:246888000

GAZETEmanifesto / 07-09-2018

Pişkinlikte sınır yok: Bilinen en az 17 şirketi, 28 gemi
ve 2 süperyatı olan Yıldırım da ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ dedi


Çocukları aracılığıyla faaliyetleri devam eden onlarca şirketi ve gemisiyle AKP’nin multimilyonerleri arasında yer alan TBMM Başkanı Binali Yıldırım, “Hepimiz aynı gemideyiz” diyerek iktidarın pişkinlikte sınır tanımaz yüzünü bir kez daha gösterdi.
Ekonomik krize sürüklenen Türkiye’de AKP iktidarı ve temsil ettiği sermaye sınıfı, krizin yükünün sırtlanması için “Hepimiz aynı gemideyiz” diyerek emekçilere fedakarlık çağrıları yaparken, bugün bu aynı teraneyi TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın da tekrarlaması “pişkinliğin bu kadarına da pes!” dedirtti.
Zira Yıldırım ve ailesinin denizcilik sektöründe yüz milyonlarca euro değerinde olduğu tahmin edilen şirketlerinin bulunduğu biliniyor. Patronların partisi AKP’yle ilgili şaşırtmayan bu gerçek, daha önce pek çok kez haber konusu olmuştu.

Ailenin doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ettiği bilinebilen rakamlarla 17 şirket, 28 gemi ve 2 süperyatın olduğu açığa çıkmıştı.

Yıldırım, bu gerçeği 2014 yılında AKP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olduğu yerel seçimler öncesinde konuk olduğu bir canlı yayın programında kendisine sorulan soru üzerine de teyit etmişti. Çocuklarının denizcilikle uğraştığını söyleyen Yıldırım, “Siyasete girince bütün işlerimi çocuklarıma devir ettim. Çocuklarım, 14 yıldır denizcilikle ilgili çalışıyorlar. Uluslararası piyasada çalışıyorlar.” Demişti.

Yıldırım Ailesi’nin denizcilik alanındaki şirketlerinin isimleri şöyle:

Derin Denizcilik İstanbul
Sefine Denizcilik Yalova
ZealandShipping Hollanda
Q Shipping Hollanda
Castillo Real Estate Hollanda
Baychart İstanbul
Chart-it Hollanda
Ceren Denizcilik İstanbul
North Bulkers Panama
Brother Navigation Marshal Adaları
Zeytin Denizcilik İstanbul
OGEM Marina
Metro Gemi Acentalığı
Eydo Denizcilik
Çağrı Gıda İnşaat
Su Bilgi Teknolojileri
Sekmen Otomotiv

Yıldırım Ailesi’nin gemilerinin isimleri ise şöyle:

GEMİLER
MV ZEALAND ALEXIA (DALO Z)
MV ZEALAND ALMERE
MV ZEALAND AMALIA
MV ZEALAND AMSTERDAM
MV ZEALAND ARIANE (SYLYANI Z)
MV ZEALAND BEATRIX
MV ZEALAND DELILAH
MV ZEALAND JULIANA
MV ZEALAND MAXIMA
MV ZEALAND ROTTERDAM
MV BREADBOX FALCON
MV CELTIC EXPLORER
MV FRANCISCA
MV LEAH, MV MERIDIAAN
MV NEKTON,
MV SAMSKIP AKRAFELL
MV SAMSKIP ENDEAVOUR
MV SAMSKIP INNOVATOR

https://www.yachtcharterfleet.com/luxury-charter-yacht-25179/lady-dee.htm
MY LADY DEE
MY LATITUDE

SON 1
AK ABBA
AK CEREN
AK BROTHER
AK PHOENİCİA
PACİFİC OCEAN
JOHN F
GOLDEN BAY
SİS

NOT: Binali ailesinin aşırı zenginleşmenin basına yansımasından sonra bazı gemiler el değiştirdi , M/V ZEALAND AMALIA ve M/V ZEALAND JULIANA isimli kuruyük gemileri Kolin Şirketler Grubuna satıldı (2015)  ve  M/V AK BROTHER (2014) M/V AK ABBA ile M/V AK PHOENICA isimli kuru yük gemileri Uzakdoğu’ya söküme satıldı.(2016)

CHP ÖNERGE VERMİŞTİ
30 Mart  2014 yerel seçimlerinde AKP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan Binali Yıldırım’la ilgili CHP’nin o dönem Genel Başkan Yardımcısı olan Sezgin Tanrıkulu Meclis’te soru önergesi vermişti. Önergede Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırım’ın 30 adet geminin sahibi olduğu, Yıldırım ailesinin doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ettiği 17 şirketin olduğu belirtilmişti.

https://www.turksail.com/genel-haberler/11837-yldrm-ailesinin-30-gemisi-ortaya-ckt
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/binali-yildirim-icin-150-milyon-liralik-gizli-servet-iddiasi-236808h.htm
https://gazetemanifesto.com/2018/piskinlikte-sinir-yok-bilinen-en-az-17-sirketi-28-gemi-ve-2-superyati-olan-yildirim-da-hepimiz-ayni-gemideyiz-dedi-203587/
Posted in Uncategorized | Leave a comment

TIMARHANEDE BU HAFTA – 119

Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * ORGANİZE İŞLER * GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL BELEDİYESİNDE NELER OLDU? Bölüm 4

Naci Kaptan / 16.06.2020 – Güncellendi 14 Mart 2024

ORGANİZE İŞLER * GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL
BELEDİYESİNDE NELER OLDU? Bölüm 1 / 2 / 3
https://nacikaptan.com/?p=79197


İMAN(sızlık) ve AHLAK(sızlık)

Değerli Yurttaş kardeşim,
2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün ABD ve İsrail’in desteği ile Erbakan hocayı tasfiye edip yeni bir parti kurarak iktidara gelmesiyle emperyal ülkelerin senelerdir rüyaları olan Türkiye’yi çökertme hayallerinin ilk basamağı gerçekleşti. Küresel baronlar ilk kez böylesine kendi çıkarlarına uygun olan bir iktidar gücünü şekillendirme olanağına kavuşmuştu. Baronlarla Erdoğan / Gül arasında gizli ve kirli anlaşmalar yapılmaya başlandı.
Türkiye’den ilk istenen anayasasını değiştirerek GÜÇLER BİRLİĞİNİ işlevsiz kılmak oldu. Bu arada, vakıflar yasası Türkiye’nin gizli işgaline olanak verecek şekilde değiştirildi. AKP, AB ve ABD ile birlik olarak Türk ordusunu çökertme operasyonu ve bu arada yüksek yargı kurumlarının da siyasi erke boyun eğecek gibi yeniden şekillendirme operasyonları da başlatılmıştı.
Devletin kamu kurumları bir bir tasfiye edildi. Kamunun harcamalarını izleyen, araştıran, bilirkişi olan denetçi müfettişlik kurumları da kapatıldı. Böylece iktidara istediği amaçla ve istediği kadar hazinenin parasını harcama olanağı sağlandı. Yargının yönetim kadrolarına AKP ile işbirliği yapacak olan hukukçular getirildi. Ülkemizin saygın diplomatları tasfiye edildi. Dış politikanın kontrol ve yönetimi liyakatsiz ve din eğitimi almış veya dış politikayla ilgisi olmayan biat’çı yandaşlara verildi. ULUSALCILIK yani diğer deyişle MİLLİYETÇİLİK terör gruplarıyla ilişkilendirildi.
Tüm bu yapılanlar yetmez idi!!! Türkiye EKONOMİK olarak çökertilmeliydi. Ekonomik gücü olmayan ülkeler BAĞIMSIZ da olamazdı. Borç alan emir de alırdı…
Dünyada kendisine yeten 7 ülkeden birisi olan Türkiye’nin ekonomik olarak da çökertilmesi gerek idi. Bu nedenle TARIM ve HAYVANCILIK politikaları değiştirildi. Çiftçi ve hayvan besicilerine Devlet destekleri kesildi. Zirai ilaç, gübre ve mazot pahalandı, üretici desteklenmedi. Türkiye’de yetişen tüm ürünlerin ithaline başlandı ve böylece çiftçi ve hayvancılar yok edilerek tarımdan uzaklaştırıldı.
Türkiye’de üretim ve istihdam sağlayan tüm kamu kurumları değerlerinin “onda birine” bazen “yüzde birine” öncelikle AKP yandaşı olan, yönetime yakın ve kanka, akraba olanlara ve yabancılara ÖZELLEŞTİRME masalıyla peş-keş çekildi. Bu milli yatırımlar bir bir elden çıktıkça işsizlik, yoksulluk ve dışa bağımlılık da arttı… Günümüz Türkiyesinin ekonomisi har vurup harman savuran “Müflis” tüccar gibi iflas etmiş ve kasasında parası kalmamıştır. Erdoğan’ın deyişiyle TULUMBANIN SUYU BİTMİŞTİR!!!
Elbet günü gelecek bu suyu bitirenler ve en alta kadar tüm AKP’li siyasetçiler, AKP’nin emri kumandasına giren kamu görevlileri, Valiler, kaymakamlar, genel müdürler, yandaş komutanlar bağımsız yüksek yargı önünde hesap vereceklerdir. Devletin hafızası olanları ve devletine ihanet edenleri, anayasayı çiğneyen ve ilga edenleri, yasa tanımazları, çalanları, talan edenleri hiç bir zaman unutmayacaktır.
Günümüz Türkiyesi SİYASİ – POLİTİK – SOSYAL – EKONOMİK bir işgal altındadır. Ülkemizin ekonomik olarak nasıl çökertildiğini ve bu yolsuzlukların sahiplerini tekrar hatırlatmak için  yazı dizisinin 4. bölümünü  okumanıza sunuyorum
Naci Kaptan /16.06.2020

ORGANİZE İŞLER * GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL
BELEDİYESİNDE NELER OLDU? Bölüm 4

AKP iktidarı ALBAYRAKLAR’lara yaradı
3 Kasım seçimleri sonucunda AKP’nin iktidara gelmesiyle Albayraklar’ın yıldızı iyice yükseldi. Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde Albayraklar’ın da adı artık daha büyük ihalelerle anılmaya başlandı. Albayraklar’a Türkiye’nin en büyük işletmelerinden olan Sümer Holding’e ait Ereğli Tekstil, Balıkesir SEKA ve Trabzon limanı verildi. SEKA’yı daire fiyatına aldılar Özelleştirme kapsamına alınan Balıkesir SEKA yalnızca 1.1 milyon dolara Albayraklar’a satıldı. Fabrika ile birlikte ambardaki 4 trilyonluk yedek parça, her biri için ortalama 20 milyar değer biçilen 185 lojman, 2.8 trilyonluk enerji tribünü ve 47 iş makinesi de Albayraklar’a geçti. 1981 yılında 1 milyon 189 milyon dolara inşa edilen fabrikaya SEKA müfettişlerinin biçtikleri fiyat 51 milyon dolar.
Ucuza kapatılan liman Albayraklar’ın özelleştirmeden aldığı üçüncü tesis ise Trabzon limanı oldu. İşletme hakkının 30 yıllığına özel sektöre devri için yapılan ihaleye 6 şirket katıldı. Elemeli turda 2 şirket elendi ve liman 21.3 milyar dolarla açık arttırmaya açıldı. 30 yıllık işletme hakkı 22 milyon 400 bin dolar Albayraklar’a verildi. Bu kararla 2002 yılında 2 trilyon 850 milyar kâr eden liman yıllık yaklaşık 1.1 trilyon liraya Albayraklar’ın oldu. Albayraklar AŞ mahkeme kararlarına karşı SEKA’yı iade etmedi. Selüloz İş Sendikası Balıkesir Şube Başkanı İsmail Deniz, yargı karaları uyarınca fabrikanın SEKA’ya verilmesi gerektiğini söyledi.

ÇÖP YOLSUZLUĞU
Toplanan çöplerin döküm alanlarına götürülmesi için açılan ihalelerde yapılan yolsuzluktur. İstanbul’un çöplerinin aktarma merkezlerinden döküm alanlarına götürülmesi işi de yine BİT’ler kullanılarak yandaş firma Albayraklar’a verilmişti. İstanbul Belediyesi bu işi önce belediye şirketi İSTAÇ’a ihale etmiş ve İSTAÇ da Albayraklar ortaklığı iki şirkette vermişti. 1996 çöp taşıma ihalesi Albayraklar’a ait Sistem İnşaat ile Günaydın Kardeşler’e 7 trilyon lira bedelle verilmişti. Aynı iş müfettiş denetimleri sırasında 2002 yılı için ihale edilmiş, Albayraklar’ın teklif vermediği bu ihale 6.67 trilyon TL’ye Ceynak firmasın işi almıştır. İstanbul’un çöp işi tüm enflasyon artışlarına rağmen 6 yıl sonra bile daha ucuz fiyata ihale edilmiştir.

AKBİL YOLSUZLUĞU
İstanbul’da ulaşımı kolaylaştırmak için uygulamaya koyulan elektronik entegre bilet sistemindeki yolsuzluktur. AKBİL sisteminin kurulmasından, uygulamasına kadar her aşamasına yolsuzluk yapılmıştı. Türkiye için bir ilk olan “sanal ortamda hortumlama” da yine Tayyip Erdoğan dönemine rastlamaktadır. Elektronik ortamda verileri değiştirerek veya silerek trilyonlarca lira İstanbullu’nun cebinden hortumlanmıştı. Bir numaralı sanığın RecepTayyip Erdoğan olduğu AKBİL davası halen Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmektedir.

İGDAŞ YOLSUZLUĞU
İstanbul’un doğal gaz dağıtım şirketi İGDAŞ’daki şebeke inşaatlarından sayaç okumaya ve reklam işleri ihalelerine kadar yapılan bir dizi yolsuzluktur.İstanbul’un doğalgaz şebekelerini ve dağıtımını yapan DOĞALGAZ TEKELİ konumundaki belediye şirketi İGDAŞ Tayyip Erdoğan döneminde büyük yolsuzlukların merkezi oldu. Şebeke inşaatları fahiş fiyatlarla yandaş şirketlere verildi. El kitabı basımından hikaye ve boyama kitabı basımına, sayaç okumadan kolonyalı mendil alımına kadar kadar yapılan ihalelerde yolsuzluk yapıldı. Tayyip’in düzenlediği propaganda toplantılarının finansmanı İGDAŞ tarafından karşılandı. Tüm bu yolsuzlukların faturasını İstanbul halkı fahiş doğalgaz faturalarıyla ödedi. Bu konularda açılan dava halen Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor.

KİPTAŞ YOLSUZLUĞU
İstanbul’un gecekondu sorununu çözmek üzere Mesken Gecekondu Müdürlüğü fonunda biriken paralar ile tahsis edilen arsaların KİPTAŞ isimli BİT’e verilmesi ve burada keyfi ihale ve uygulamalarla çarçur edilmesidir. İstanbul’un gecekondu sorununa çözüm getirmek amacıyla kurulan Mesken Gecekondu Müdürlüğü mülkiyetindeki arsalar ile fonlar belediye şirketi KİPTAŞ’ın emrine verildi. Bu şirket de yandaş şirketlere verdiği ihalelerle yapsatçılık yaptı. Ayrıca bu şirketin kasası, yandaş belediyelere borç para veren banka kasası gibi kullanıldı. İstanbul belediyesi şirketi KİPTAŞ Adapazarı’nda arsalar aldı, bu arsaların bir kısmını oradaki FP’li belediye başkanları ve politikacılara sattı. Sermayesi İstanbul halkına ait olan bu şirket tam bir çiftlik gibi yönetilmekte, gecekondu sorununun çözümü için ayrılan arsalar ve paralar çarçur edilmektedir.Yaptırdığı sosyal konut niteliğindeki binalar kalitesizlikten oturulamaz durumda olan KİPTAŞ, 200-300 dolara villa satan “yap-sat”çı durumuna geldi.

İSKİ’DEKİ YOLSUZLUKLAR
Altyapı inşaatları, araç kiralama, personel taşıma, personel kıyafet temini gibi ihalelerde yapılan yolsuzluklardır. Recep Tayyip Erdoğan döneminde İSKİ de yolsuzluk ve usulsüzlüklerle yandaş kişi ve kuruluşları zengin etmek amacıyla kullanıldı. 119 ihaleden sadece 5’i gazete ilanıyla duyuruldu. 114 ihale yandaş şirketlerin davet edilmesiyle gizli olarak yapıldı. İstanbul’daki inşaat şirketleri yetmiyormuş gibi Gaziantep ve Kayseri gibi illerden yandaş şirketler ihalelerin yıldızı oldular. Araç kiralamadan personel servisine kadar birçok ihale, davet ve pazarlık gibi yöntemlerle gizli olarak yandaş firmalara verildi. İSKİ’deki yolsuzluklar nedeniyle, bir yandan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama devam ederken, bir yandan da İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri’nin incelemeleri devam ediyor.

METRO YOLSUZLUĞU
İstanbul Metrosu’nun elektro-mekanik ihalesinde yapılan yolsuzluklardır. İstanbul Metrosu inşaatına Nurettin Sözen döneminde başlanmıştı. Kazı işleri devam ederken Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçildi. Sözen, metronun elektro-mekanik ihalesini de yapmış ancak zarfların açılma işini yeni başkana bırakmıştı. Tayyip zarfları açtı ve fiyatları pahalı buldu, tekrar ihale düzenlendi. İhaleyi Siemens- Simko- Garanti-Koza konsorsiyumu kazandı, ancak Tayyip 7 ay sonra sudan sebeplerle bu ihaleyi de iptal etti. Bu olaya tepki gösteren Almanlar Tayyip Erdoğan’ın bu ihaleyi yakınlarına vermek için iptal ettiğini açık açık söylediler. İhale üçüncü kez yapıldı ve ihale Tayyip’in yakını Albayraklar’ın ortak olduğu konsorsiyuma kaldı. Tayip Erdoğan dönemi İstanbul Belediyesi bürokratlarının Metro ihalesindeki yolsuzlar nedeniyle İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaları sürüyor. Tayyip’in de bu olayda “görevde yetkisini kötüye kullandığı” tespit edildiyse de, suç tarihi 23 Nisan 1999’dan önce olduğu için “Rahşan affı” olarak bilinen erteleme yasasından faydalanarak yargıdan yakasını kurtardı.

KİRALIK ARAÇ YOLSUZLUĞU
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve BİT’lerde araç kiralama işlerinde yapılan yolsuzluklardır. Tayyip Erdoğan, binek araçlarını kiralama yöntemiyle temin ederek yeni bir uygulama başlattı. Kiralamaların yandaş şirketlerden yapılabilmesi için her türlü tedbir alındı. Örneğin, İstanbul Belediyesi araba kiralama ilanını Milli Gazete’nin İzmir baskısına verdi,işi eski MSP’li Bakan Hasan Aksay’ın oğlu Mehmet Emin Aksay’ın Ankara firması aldı. Belediye İstanbul’da, ilan İzmir’de, işi alan firma Ankara’da !.. Ayrıca Kiralamalarda fahiş fiyatlar uygulandı. Örneğin sıfır kilometre Renault Spring’în fiyatı 330 milyon TL iken, araba için bir yılık kiralama bedeli olarak peşin para 312 milyon TL kira bedeli ödendi !.. 18 milyon daha ödeseler araba belediyenin olacaktı !..Tayyip Erdoğan bu konuda da yargıdan yakasını “Rahşan Affı” sayesinde kurtardı.

SİNEK İLACI YOLSUZLUĞU
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından karasinek ve sivrisinek ile mücadele için gerekli ilaç alımında yapılan yolsuzluklardır. Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna haklarında İstanbul Belediyesi tarafından karasinek, açık alan karasinek, sivrisinek ve biyolojik lavrasit ilaçlarının alımında tek ürüne ve tek firmaya yönelik ihale şartnamesi hazırlamak suretiyle ihaleye fesat karıştırıldığı gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

ÇAMUR BARAJI YOLSUZLUĞU
Haliç’ten çıkarılan çamurun baraj sahasına taşınması sırasında yapılan yolsuzluklardır. Haliç ıslah çalışmaları sırasında çamur naklşinin yapıldığı boruların döşenmesinde Bayındırlık Bakanlığı fiyatlarının 50 misli fiyat ödenmesi, bu ödemenin yanlışlıkla yapılamayacak kadar büyük olması nedeniyle İstanbul belediyesi ile yüklenici firma gizli pazarlıklar olduğu gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza dava açıldı.

Naci Kaptan / 16.06.2020 / Güncellendi 14 Mart 2024 – Devam edecek
Posted in ORGANİZE İŞLER, YANDAŞ - ÇIKARCI - YAĞCILAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | 1 Comment

ERDOĞAN’IN YENİ TİCARET YÖNTEMİ; İTHALAT – İHRACAT

Posted in Uncategorized | Leave a comment

EMPERYALİZM VE ÜNİVERSİTELER * İsrail ve Filistin Çatışmasının Öğrenciler Tarafından Eleştirilmesi ABD Üniversitelerinde Özerkliğe Müdahaleyi Getirdi. Rektörler İstifa Etmek Zorunda Kaldı

İsrail ve Filistin Çatışmasının Öğrenciler Tarafından Eleştirilmesi ABD Üniversitelerinde Özerkliğe Müdahaleyi Getirdi. Rektörler İstifa Etmek Zorunda Kaldı

İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr

İsrail-Hamas Savaşının Etkisi ABD Üniversitelerinin Bilimsel Özerkliğini ‘de Etkiledi
Uzun zamandır Ortadoğu bölgesi dışından kışkırtılan ve desteklenen çatışmalar ile yaşanan şiddet giderek toplumları birbirine düşman eden durum bölgenin dışında dünyayı etkiler duruma gelmiştir. Dünyanın enerji üssü olan körfez bölgesinde din, mezhep ve milliyetçi çatışmalarının devam etmesi bütün dünyayı istikrarsız hale getirecektir. Son yılların en çatışmalı ve ölümlü savaşı doğal olarak bütün dünyada tepkilere neden olmakta ve başta ABD’nin taraf tutması ve çözüm üretmemesinden dolayı içeride ve dışarıda tartışma konusu olmaktadır.
İsrail- Gazze/Filistin çatışmasında, çok kızdığımız batı dünyasının tek taraflı olarak İsrail’in yanında durmasına karşın, halen batıdaki üniversitelerinde öğrencilerin savaşa karşı çıkarması önemli. Üniversite gibi akıl ve sorgulama sonucu bilginin üretildiği bir ortamdan kişilerin düşünce açıklama talebinde bulunulması insanlığın hak arayışına destek olması bakımından varlığı hayati önemdedir. Akademik çevrelerin bu bağlamda özerklik vurgusu yaparak üniversitedeki farklı seslerin varlığının düşüncenin özgürce açıklanması bakımından ayrıca önemlidir.
ABD Kongresi’ndeki üniversitelerde antisemitizm soruşturma komisyonunda Harvard, Pensilvanya Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) rektörleri ifade verdi. Cumhuriyetçi senatörlerin “intifada” ve “nehirden denize” sloganlarının Yahudiler için soykırım çağrısı olduğu, bu çağrıları üniversitede yeri olup olmadığına Harvard Rektörü Gay, “Harvard’ın değerleriyle zıt olabilir ancak görüşler uygunsuz, saldırgan ve nefret dolu olsa bile ifade özgürlüğüne bağlılığı koruyoruz” yanıtını verdi. Verilen bu cevap Cumhuriyetçiler ve Amerikalı Yahudi toplumunun önde gelen isimlerini kızdırdı.
Harvard rektörü Gay’in ifadesi önemli. ‘’Sizin ile aynı görüşte değilim, ancak yine de düşüncelinizi açıklamanız için sonuna kadar sizin yanınızdayım’’ diyen Voltaire ile aynı değerdedir. Üniversiteye yakışan da budur. Ancak anlaşılan Yahudi topluluklar durumdan memnun değiller ki, rektörlerin değişimini talep etmektedirler.

Yahudi Lobisi Üniversitelerde Rektörleri Yerinden Etti.
Batıdaki bütün olumsuz gelişmelere ve çıkara dayalı tutumlarına rağmen dünyanın aklı selim aydınları bilim ve sanat insanları, basın ve akademisyenler sesini cılızda olsa yükseltemeye çalışmaktadır. Ancak İsrail ve lobilerin insanlık için çözüm üretecek olan güçlü üniversitelerin rektörlerini istifaya zorlanması ile süreç çözümsüzlüğe itilmiş görülüyor.
03 01 2024 tarihinde Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, hakkındaki intihal iddiaları ve kampüsteki Yahudi karşıtlığı iddialarına dair açıklamalarına gelen tepkilerin ardından istifa ettiği bilgisi basına yansıdı. Bu arada Prof. Gay’ın “iki yayında ek atıf gerektiğini tespit edildiği” saptandığı için istifası kaçınılmaz olmuş. Rektör Gay yayınladığı açıklamada “Nefretle mücadeleye ve akademik titizliğe bağlılığıma şüphe düşürülmesi üzücü oldu” demiş. Gay Harvard’ın “dikkatini herhangi bir bireye değil kuruma vermesini” sağlayacağını vurguladı. Sonunda ABD’deki seçkin üniversitelerde öğrencilerin İsrail karşıtı eleştirileri nedeniyle Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Elizabeth Magill de lobilerin tepkiler sonrası istifa etmiştir.

Geçmişte Rektörler Dik Durmayı Başardılar
Benzer durum daha öncede 2000 yılındaki Colombiya üniversitesinin Filistin asıllı Amerikalı akademisyen Edward W Said’in Lübnan’da bir İsrail kontrol noktasına taş atması üzerine Yahudiler ve İsrail hocanın üniversiteden uzaklaştırılmasını istemişlerdi. Colombia Üniversitesi rektörü bu taleplere karşı Jonathan R. Cole, “ifade özgürlüğü kullanmıştır” diye Prof. Siad’e sahip çıkmıştı.
Bugün başta ABD ve Avrupa üniversitelerinde savaşa karşı çıkmayı ve savaşı durdurun demeyi bile kabullenilmeyen bir akıl tutulması yaşanıyor. Dün Prof. Said’i üniversitedeki odasına taş atanlara karşı kurşungeçirmez cam ile koruyan ve özgürlüğünü kullanmasını belirten üniversite bugün öğrenci faaliyetini askıya alan Colombiya üniversitesi üniversite değerlerine sahip çıkmaktadır. Columbia Üniversitesi Öğrenci Konseyi, Profesör Edward Said’le ilgili olarak yönetimin talebine karşı dönemin Rektör Jonathan R. Cole şu açıklamayı yapmıştı. Kendi adıma verdiğim yanıttır deyip “Bugüne kadar bu açıklamayı yapmaya yanaşmadım, çünkü bana göre burada Columbia’da benimsenen değerler, başından beri gayet iyi bilinir ve açıktır, teyide ihtiyaç duymaz. Yine de bunu yapacağım zira kimi zaman herhangi bir büyük üniversitenin dayandığı temel prensipleri tekrar etmek yerindedir ve bu, o zamanlardan biri olabilir. Öğretim üyelerinin hakları ve dokunulmazlıkları, Üniversite Yönetmeliği’nin 70. Bölümü’nde, Columbia’daki “akademik özgürlüğün” tartışıldığı bölümde açıklanmaktadır:
“Akademik özgürlük gereğince, ders anlatan herkes sınıfta konuları tartışırken özgürdür; araştırma yaparken ve araştırmalarının sonuçlarını yayımlarken de özgürdür ve özel veya kamusal alanlardaki açıklamaları ve bağlılıkları nedeniyle Üniversite tarafından cezalandırılamaz; ancak akademik camiadaki konumlarından kaynaklanan yükümlülüklerini akıllarından çıkarmamalılar.” [Fakülte Elkitabı, Columbia Üniversitesi, 2000, s.184]
Üniversite Rektörü Prof. Cole öğrencilere ve kamuoyuna yaptığı açıklamasında John Stuart Mill’ün “Özgürlük Üzerine” eserindeki bir ifade ile “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip de o tek kişi iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…” şeklinde açıklama yapar ve derki “bir insanın kendi fikirlerini çürüten ya da tehdit ediyor görünen ve çoğunluk tarafından benimsenmeyen fikirlerin ifade edilmesini desteklemenin neden özgürlük için son derece önemli olduğunu” belirtir.
Aslında akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü konusu üniversiteler özerkliğinin zorunlu talebidir. Çoğu zaman yönetimlerin canını sıksa da özerk üniversite ortamında görüşler söylenmeli ve buna tahammül edilmeli.
Bilimin bin yıl kadar önce krallardan ve otoriteden arınarak kazandığı özerk yapısı ile insanlık için ürettiği bilgi ve teknoloji bundan sonra nasıl sağlanacak? Eğer üniversitelerde özerk yapıda ve özgür akademik yaşam olmasaydı, bilim, teknoloji ve bilgi bu kadar gelişmezdi. Üniversitelerin ürettiği bilgi ile ülkelerin gelişmişliği doğrudan ilişkili. Nitelikli-özgür bilim insanı olmayan, özerk olmayan ortamdan bilim ve bilgi üretilemez. İnsanlığın kazanımı olan ve zor koşullarda insanlığın sorunlarını çözen üniversiteler üzerindeki otoritenin elini çekmesi gerekir. Üniversite ortamı sorunları yöntem ve sebep sonuç ilişkisi içinde analitik-soyut ve matematiksel düşünce ile sağlar. Bunun dışında şu ana kadar bilgi üretiminde güven veren herhangi bir başka bilgi üretme yönetimi mevcut değildir.
Yoksa yarın ülkeler taraf oldukları durum lehine görüşlere müsaade eder, aleyhtekilerinde canını okurlar. Sokakta hiçbir demokratik hakkın savunulmasını isteyen üç kişi bir araya gelince hemen gözaltına alınan, ancak kendilerinin benimsediği görüşlerin istedikleri gibi ortalığın yakılıp yıkılmasına karşı çıkan kimi ülkelerin tutumu da doğru değil. Savaşı savunmak insanlık suçu, ancak ateşkesi istemek, çatışmamazlığı istemek doğru ve istenilmesi gereken insani bir durum.

Üniversiteler Aynı Zamanda Demokrasinin de Savunulduğu Ortamlardır
Son olarak aralarında Tel Aviv Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ariel Porat ve İsrail Sosyal Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. David Harel’in de bulunduğu İsrail’de 730 akademisyen, Gazze’deki açlığa karşı acil önlem alınması için başlatılan imza kampanyasına destek verdi. Yaklaşık 1.5 milyon insanın aç, susuz, sağlık hizmetlerinden mahrum evsiz barksız olarak sıkıştırıldığı dar bir koridorda kitlesel olarak ölüme neden olmadan çözüm önerisinin sunulmasının bilim çevrelerince ifade edilmesi ayrıca önemli. Yoksa bilim insanlarında gelecekte tarihe hesap veremezler.
Üniversite ortamında her türlü görüşün tartışılması işin doğası gereğidir, bu nedenle doğal olarak hiçbir kültür, inancı, düşünceyi ve farklılığı yok saymaz. Üniversitenin amacı üst bilgi, bilinç ve zekâ ile olay ve olguları analiz edip, deşifre ederek çözüm üretecek bilgi üretmektir. Bilgi üretmek için özerk ortamın varlığı sağlıklı düşünmek için elzem. Yaratıcı kişiler özgür kişilikler farklı düşünceleri önemser ve ortam yaratırlar.
Dünya kamuoyu, hatta Yahudi basını dahi, akademik çevrelerin toplumsal baskısı sonucu nihayet sonucu ilk defa ABD başkanı İsrail hükümetinin Gazze’deki saldırılarının artık daha fazla insanın ölümüne neden olmamalı çıkışını yaptı. Yetmez ama evet. Masum insanların bu şekildeki çatışmalar ve anlamsız savaşlar ile öldürülmesi nereden ve kimden gelirse gelsin artık son bulmalı. İnsanların tanımadıkları bilmedikleri birini öteki diye yok etmesi artık çağa yakışmıyor. İnsanlar birbirleri tanısalar belki de kimlik sorgulaması yapmadan birbirlerini seveceklerdir. İnsanlığın biraz ekoloji bir tutamda tarih bilmesi bir çok sorunu çözeceğine inanmaktayım.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

ÜSTAD-I AZAMLIK DÖNEMİ

Posted in Uncategorized | Leave a comment

YEDİKLERİ YETMEDİ, KENDİLERİNE ZİYAFET ÇEKİYORLAR, PARAYI YOKSUL HALK ÖDÜYOR * TÜGVA iftar yemeği faturasını belediyeye ödetti

TÜGVA iftar yemeği faturasını belediyeye ödetti

BİANET- 23 Mart 2024

TÜGVA’nın kentteki temsilcileri ve ailelerine verilen iftar yemeği ve ulaşım bedeli imzalanan protokol gereği kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi tarafından ödendi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın kurduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Van Büyükşehir Belediyesi ile imzaladığı protokol gereği düzenledikleri tüm etkinlikleri belediyeye fatura ediyor.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, TÜGVA verdiği iftar yemeği ve ulaşım faturası aralarında imzalanan protokol gereği kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi tarafından ödendi. TÜGVA ile kayyım tarafından imzalanan protokol ile vakfın tüm giderleri belediyeye fatura ediliyor.
17 Mart’ta Uygulama Oteli’nde düzenlenen iftar yemeği bedelinin ödenmesi talebiyle 14 Mart’ta TÜGVA tarafından belediyeye bir yazı gönderildi. Yazıda “Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ile Van Büyükşehir Belediyesi arasında 08.08.2023 tarihli meclis kararıyla imzalanan ‘Van ilinde sosyal, kültürel, sportif faaliyetlerinin desteklenmesi işbirliği protokolünün 6.1.2 maddesi gereği büyükşehir belediyesinin bütçesi dahilinde sosyal alanda hizmet alanların verimliliklerini artırmak için gezi, yemek, konferans vb. organizasyonların mali kısmını karşılayacaktır’ maddesi ışığında 17.03.2024 tarihinde Evliye Çelebi Uygulama Oteli’nde yapacağımız iftar programının ulaşım, yemek ve giderlerinin karşılanması hususunu bilgilerinize arz ederim” denildi.
Tüm AKP kadrosu yemekte
Bunun üzerine kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi, ailelerin otele taşınması, yemek ve diğer tüm giderlerin ödenmesi kararı aldı. Ne kadar ödendiği bilinmeyen yemeğe ise TÜGVA Genel Başkan Yardımcısı Selim Özaltun, Van Büyükşehir Belediyesi kayyımı Ozan Balcı, AKP İl Başkanı Emre Güray, AKP Van Milletvekili Burhan Kayatürk, AKP Van Büyükşehir Belediye Başkan adayı Abdulahat Arvas da katıldı. Yemeğe ise TÜGVA’nın 13 temsilcisinin aileleri katıldı.
5 yıllık protokol
Van Büyükşehir Belediyesi’nin kayyım yönetimi 8 Ağustos 2023 tarihinde atanmış meclis kararıyla TÜGVA ile 5 yıllık protokol imzalamış ve TÜGVA’nın tüm taleplerinin belediye tarafından karşılanması işbirliği protokolü imzalanmıştı. (AD)
Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * “Dünya Ölçeğinde Soygun: Tekel’in Özelleştirilmesi” * SİZİ BÖYLE SOYDULAR, UNUTMAYIN, UNUTTURMAYIN

“Dünya Ölçeğinde Soygun:
Tekel’in Özelleştirilmesi”


Şubat 2004’te LimakÖzaltın-Nurol Konsorsiyumu, Özelleştirme İdaresi’nin açtığı ihalede Tekel’in Alkollü İçecek Bölümü’nü 292 milyon dolara satın aldı. Haziran 2006’da Limak-Özaltın-Nurol Konsorsiyumu, 292 milyon dolara satın aldıkları Mey İçki’yi yaklaşık üç katı fiyatı olan 810 milyon dolara ABD’li özel girişim sermayesi şirketi Texas Pacific Group’a sattı. Şubat 2011’de bu ABD’li grup, Mey Şirketi’ni 2.1 milyar dolara Johnny Walker Viski’nin sahibi olan Draego Şirketi’ne sattı.
Görülüyor ki Tekel İçki’nin değeri yedi yıl içinde yedi kat fazla artmıştı ve Coşkun’un da vurguladığı gibi, “Halktan toplanan vergilerle ve yılların çalışması ve gayreti ile yaratılan yatırım adeta peşkeş çekilmişti…”
Gazeteci-yazar Dr. Mehmet Alev Coşkun
Posted in Uncategorized | Leave a comment