ERDOĞAN’IN YENİ TİCARET YÖNTEMİ; İTHALAT – İHRACAT

Posted in Uncategorized | Leave a comment

EMPERYALİZM VE ÜNİVERSİTELER * İsrail ve Filistin Çatışmasının Öğrenciler Tarafından Eleştirilmesi ABD Üniversitelerinde Özerkliğe Müdahaleyi Getirdi. Rektörler İstifa Etmek Zorunda Kaldı

İsrail ve Filistin Çatışmasının Öğrenciler Tarafından Eleştirilmesi ABD Üniversitelerinde Özerkliğe Müdahaleyi Getirdi. Rektörler İstifa Etmek Zorunda Kaldı

İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr

İsrail-Hamas Savaşının Etkisi ABD Üniversitelerinin Bilimsel Özerkliğini ‘de Etkiledi
Uzun zamandır Ortadoğu bölgesi dışından kışkırtılan ve desteklenen çatışmalar ile yaşanan şiddet giderek toplumları birbirine düşman eden durum bölgenin dışında dünyayı etkiler duruma gelmiştir. Dünyanın enerji üssü olan körfez bölgesinde din, mezhep ve milliyetçi çatışmalarının devam etmesi bütün dünyayı istikrarsız hale getirecektir. Son yılların en çatışmalı ve ölümlü savaşı doğal olarak bütün dünyada tepkilere neden olmakta ve başta ABD’nin taraf tutması ve çözüm üretmemesinden dolayı içeride ve dışarıda tartışma konusu olmaktadır.
İsrail- Gazze/Filistin çatışmasında, çok kızdığımız batı dünyasının tek taraflı olarak İsrail’in yanında durmasına karşın, halen batıdaki üniversitelerinde öğrencilerin savaşa karşı çıkarması önemli. Üniversite gibi akıl ve sorgulama sonucu bilginin üretildiği bir ortamdan kişilerin düşünce açıklama talebinde bulunulması insanlığın hak arayışına destek olması bakımından varlığı hayati önemdedir. Akademik çevrelerin bu bağlamda özerklik vurgusu yaparak üniversitedeki farklı seslerin varlığının düşüncenin özgürce açıklanması bakımından ayrıca önemlidir.
ABD Kongresi’ndeki üniversitelerde antisemitizm soruşturma komisyonunda Harvard, Pensilvanya Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) rektörleri ifade verdi. Cumhuriyetçi senatörlerin “intifada” ve “nehirden denize” sloganlarının Yahudiler için soykırım çağrısı olduğu, bu çağrıları üniversitede yeri olup olmadığına Harvard Rektörü Gay, “Harvard’ın değerleriyle zıt olabilir ancak görüşler uygunsuz, saldırgan ve nefret dolu olsa bile ifade özgürlüğüne bağlılığı koruyoruz” yanıtını verdi. Verilen bu cevap Cumhuriyetçiler ve Amerikalı Yahudi toplumunun önde gelen isimlerini kızdırdı.
Harvard rektörü Gay’in ifadesi önemli. ‘’Sizin ile aynı görüşte değilim, ancak yine de düşüncelinizi açıklamanız için sonuna kadar sizin yanınızdayım’’ diyen Voltaire ile aynı değerdedir. Üniversiteye yakışan da budur. Ancak anlaşılan Yahudi topluluklar durumdan memnun değiller ki, rektörlerin değişimini talep etmektedirler.

Yahudi Lobisi Üniversitelerde Rektörleri Yerinden Etti.
Batıdaki bütün olumsuz gelişmelere ve çıkara dayalı tutumlarına rağmen dünyanın aklı selim aydınları bilim ve sanat insanları, basın ve akademisyenler sesini cılızda olsa yükseltemeye çalışmaktadır. Ancak İsrail ve lobilerin insanlık için çözüm üretecek olan güçlü üniversitelerin rektörlerini istifaya zorlanması ile süreç çözümsüzlüğe itilmiş görülüyor.
03 01 2024 tarihinde Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, hakkındaki intihal iddiaları ve kampüsteki Yahudi karşıtlığı iddialarına dair açıklamalarına gelen tepkilerin ardından istifa ettiği bilgisi basına yansıdı. Bu arada Prof. Gay’ın “iki yayında ek atıf gerektiğini tespit edildiği” saptandığı için istifası kaçınılmaz olmuş. Rektör Gay yayınladığı açıklamada “Nefretle mücadeleye ve akademik titizliğe bağlılığıma şüphe düşürülmesi üzücü oldu” demiş. Gay Harvard’ın “dikkatini herhangi bir bireye değil kuruma vermesini” sağlayacağını vurguladı. Sonunda ABD’deki seçkin üniversitelerde öğrencilerin İsrail karşıtı eleştirileri nedeniyle Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Elizabeth Magill de lobilerin tepkiler sonrası istifa etmiştir.

Geçmişte Rektörler Dik Durmayı Başardılar
Benzer durum daha öncede 2000 yılındaki Colombiya üniversitesinin Filistin asıllı Amerikalı akademisyen Edward W Said’in Lübnan’da bir İsrail kontrol noktasına taş atması üzerine Yahudiler ve İsrail hocanın üniversiteden uzaklaştırılmasını istemişlerdi. Colombia Üniversitesi rektörü bu taleplere karşı Jonathan R. Cole, “ifade özgürlüğü kullanmıştır” diye Prof. Siad’e sahip çıkmıştı.
Bugün başta ABD ve Avrupa üniversitelerinde savaşa karşı çıkmayı ve savaşı durdurun demeyi bile kabullenilmeyen bir akıl tutulması yaşanıyor. Dün Prof. Said’i üniversitedeki odasına taş atanlara karşı kurşungeçirmez cam ile koruyan ve özgürlüğünü kullanmasını belirten üniversite bugün öğrenci faaliyetini askıya alan Colombiya üniversitesi üniversite değerlerine sahip çıkmaktadır. Columbia Üniversitesi Öğrenci Konseyi, Profesör Edward Said’le ilgili olarak yönetimin talebine karşı dönemin Rektör Jonathan R. Cole şu açıklamayı yapmıştı. Kendi adıma verdiğim yanıttır deyip “Bugüne kadar bu açıklamayı yapmaya yanaşmadım, çünkü bana göre burada Columbia’da benimsenen değerler, başından beri gayet iyi bilinir ve açıktır, teyide ihtiyaç duymaz. Yine de bunu yapacağım zira kimi zaman herhangi bir büyük üniversitenin dayandığı temel prensipleri tekrar etmek yerindedir ve bu, o zamanlardan biri olabilir. Öğretim üyelerinin hakları ve dokunulmazlıkları, Üniversite Yönetmeliği’nin 70. Bölümü’nde, Columbia’daki “akademik özgürlüğün” tartışıldığı bölümde açıklanmaktadır:
“Akademik özgürlük gereğince, ders anlatan herkes sınıfta konuları tartışırken özgürdür; araştırma yaparken ve araştırmalarının sonuçlarını yayımlarken de özgürdür ve özel veya kamusal alanlardaki açıklamaları ve bağlılıkları nedeniyle Üniversite tarafından cezalandırılamaz; ancak akademik camiadaki konumlarından kaynaklanan yükümlülüklerini akıllarından çıkarmamalılar.” [Fakülte Elkitabı, Columbia Üniversitesi, 2000, s.184]
Üniversite Rektörü Prof. Cole öğrencilere ve kamuoyuna yaptığı açıklamasında John Stuart Mill’ün “Özgürlük Üzerine” eserindeki bir ifade ile “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip de o tek kişi iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…” şeklinde açıklama yapar ve derki “bir insanın kendi fikirlerini çürüten ya da tehdit ediyor görünen ve çoğunluk tarafından benimsenmeyen fikirlerin ifade edilmesini desteklemenin neden özgürlük için son derece önemli olduğunu” belirtir.
Aslında akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü konusu üniversiteler özerkliğinin zorunlu talebidir. Çoğu zaman yönetimlerin canını sıksa da özerk üniversite ortamında görüşler söylenmeli ve buna tahammül edilmeli.
Bilimin bin yıl kadar önce krallardan ve otoriteden arınarak kazandığı özerk yapısı ile insanlık için ürettiği bilgi ve teknoloji bundan sonra nasıl sağlanacak? Eğer üniversitelerde özerk yapıda ve özgür akademik yaşam olmasaydı, bilim, teknoloji ve bilgi bu kadar gelişmezdi. Üniversitelerin ürettiği bilgi ile ülkelerin gelişmişliği doğrudan ilişkili. Nitelikli-özgür bilim insanı olmayan, özerk olmayan ortamdan bilim ve bilgi üretilemez. İnsanlığın kazanımı olan ve zor koşullarda insanlığın sorunlarını çözen üniversiteler üzerindeki otoritenin elini çekmesi gerekir. Üniversite ortamı sorunları yöntem ve sebep sonuç ilişkisi içinde analitik-soyut ve matematiksel düşünce ile sağlar. Bunun dışında şu ana kadar bilgi üretiminde güven veren herhangi bir başka bilgi üretme yönetimi mevcut değildir.
Yoksa yarın ülkeler taraf oldukları durum lehine görüşlere müsaade eder, aleyhtekilerinde canını okurlar. Sokakta hiçbir demokratik hakkın savunulmasını isteyen üç kişi bir araya gelince hemen gözaltına alınan, ancak kendilerinin benimsediği görüşlerin istedikleri gibi ortalığın yakılıp yıkılmasına karşı çıkan kimi ülkelerin tutumu da doğru değil. Savaşı savunmak insanlık suçu, ancak ateşkesi istemek, çatışmamazlığı istemek doğru ve istenilmesi gereken insani bir durum.

Üniversiteler Aynı Zamanda Demokrasinin de Savunulduğu Ortamlardır
Son olarak aralarında Tel Aviv Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ariel Porat ve İsrail Sosyal Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. David Harel’in de bulunduğu İsrail’de 730 akademisyen, Gazze’deki açlığa karşı acil önlem alınması için başlatılan imza kampanyasına destek verdi. Yaklaşık 1.5 milyon insanın aç, susuz, sağlık hizmetlerinden mahrum evsiz barksız olarak sıkıştırıldığı dar bir koridorda kitlesel olarak ölüme neden olmadan çözüm önerisinin sunulmasının bilim çevrelerince ifade edilmesi ayrıca önemli. Yoksa bilim insanlarında gelecekte tarihe hesap veremezler.
Üniversite ortamında her türlü görüşün tartışılması işin doğası gereğidir, bu nedenle doğal olarak hiçbir kültür, inancı, düşünceyi ve farklılığı yok saymaz. Üniversitenin amacı üst bilgi, bilinç ve zekâ ile olay ve olguları analiz edip, deşifre ederek çözüm üretecek bilgi üretmektir. Bilgi üretmek için özerk ortamın varlığı sağlıklı düşünmek için elzem. Yaratıcı kişiler özgür kişilikler farklı düşünceleri önemser ve ortam yaratırlar.
Dünya kamuoyu, hatta Yahudi basını dahi, akademik çevrelerin toplumsal baskısı sonucu nihayet sonucu ilk defa ABD başkanı İsrail hükümetinin Gazze’deki saldırılarının artık daha fazla insanın ölümüne neden olmamalı çıkışını yaptı. Yetmez ama evet. Masum insanların bu şekildeki çatışmalar ve anlamsız savaşlar ile öldürülmesi nereden ve kimden gelirse gelsin artık son bulmalı. İnsanların tanımadıkları bilmedikleri birini öteki diye yok etmesi artık çağa yakışmıyor. İnsanlar birbirleri tanısalar belki de kimlik sorgulaması yapmadan birbirlerini seveceklerdir. İnsanlığın biraz ekoloji bir tutamda tarih bilmesi bir çok sorunu çözeceğine inanmaktayım.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

ÜSTAD-I AZAMLIK DÖNEMİ

Posted in Uncategorized | Leave a comment

YEDİKLERİ YETMEDİ, KENDİLERİNE ZİYAFET ÇEKİYORLAR, PARAYI YOKSUL HALK ÖDÜYOR * TÜGVA iftar yemeği faturasını belediyeye ödetti

TÜGVA iftar yemeği faturasını belediyeye ödetti

BİANET- 23 Mart 2024

TÜGVA’nın kentteki temsilcileri ve ailelerine verilen iftar yemeği ve ulaşım bedeli imzalanan protokol gereği kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi tarafından ödendi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın kurduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Van Büyükşehir Belediyesi ile imzaladığı protokol gereği düzenledikleri tüm etkinlikleri belediyeye fatura ediyor.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, TÜGVA verdiği iftar yemeği ve ulaşım faturası aralarında imzalanan protokol gereği kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi tarafından ödendi. TÜGVA ile kayyım tarafından imzalanan protokol ile vakfın tüm giderleri belediyeye fatura ediliyor.
17 Mart’ta Uygulama Oteli’nde düzenlenen iftar yemeği bedelinin ödenmesi talebiyle 14 Mart’ta TÜGVA tarafından belediyeye bir yazı gönderildi. Yazıda “Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ile Van Büyükşehir Belediyesi arasında 08.08.2023 tarihli meclis kararıyla imzalanan ‘Van ilinde sosyal, kültürel, sportif faaliyetlerinin desteklenmesi işbirliği protokolünün 6.1.2 maddesi gereği büyükşehir belediyesinin bütçesi dahilinde sosyal alanda hizmet alanların verimliliklerini artırmak için gezi, yemek, konferans vb. organizasyonların mali kısmını karşılayacaktır’ maddesi ışığında 17.03.2024 tarihinde Evliye Çelebi Uygulama Oteli’nde yapacağımız iftar programının ulaşım, yemek ve giderlerinin karşılanması hususunu bilgilerinize arz ederim” denildi.
Tüm AKP kadrosu yemekte
Bunun üzerine kayyımla yönetilen Van Büyükşehir Belediyesi, ailelerin otele taşınması, yemek ve diğer tüm giderlerin ödenmesi kararı aldı. Ne kadar ödendiği bilinmeyen yemeğe ise TÜGVA Genel Başkan Yardımcısı Selim Özaltun, Van Büyükşehir Belediyesi kayyımı Ozan Balcı, AKP İl Başkanı Emre Güray, AKP Van Milletvekili Burhan Kayatürk, AKP Van Büyükşehir Belediye Başkan adayı Abdulahat Arvas da katıldı. Yemeğe ise TÜGVA’nın 13 temsilcisinin aileleri katıldı.
5 yıllık protokol
Van Büyükşehir Belediyesi’nin kayyım yönetimi 8 Ağustos 2023 tarihinde atanmış meclis kararıyla TÜGVA ile 5 yıllık protokol imzalamış ve TÜGVA’nın tüm taleplerinin belediye tarafından karşılanması işbirliği protokolü imzalanmıştı. (AD)
Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * “Dünya Ölçeğinde Soygun: Tekel’in Özelleştirilmesi” * SİZİ BÖYLE SOYDULAR, UNUTMAYIN, UNUTTURMAYIN

“Dünya Ölçeğinde Soygun:
Tekel’in Özelleştirilmesi”


Şubat 2004’te LimakÖzaltın-Nurol Konsorsiyumu, Özelleştirme İdaresi’nin açtığı ihalede Tekel’in Alkollü İçecek Bölümü’nü 292 milyon dolara satın aldı. Haziran 2006’da Limak-Özaltın-Nurol Konsorsiyumu, 292 milyon dolara satın aldıkları Mey İçki’yi yaklaşık üç katı fiyatı olan 810 milyon dolara ABD’li özel girişim sermayesi şirketi Texas Pacific Group’a sattı. Şubat 2011’de bu ABD’li grup, Mey Şirketi’ni 2.1 milyar dolara Johnny Walker Viski’nin sahibi olan Draego Şirketi’ne sattı.
Görülüyor ki Tekel İçki’nin değeri yedi yıl içinde yedi kat fazla artmıştı ve Coşkun’un da vurguladığı gibi, “Halktan toplanan vergilerle ve yılların çalışması ve gayreti ile yaratılan yatırım adeta peşkeş çekilmişti…”
Gazeteci-yazar Dr. Mehmet Alev Coşkun
Posted in Uncategorized | Leave a comment

“Ah Müjgan…

“Ah Müjgan…


Çok arada kaldık biz,
Kendimiz olamadık.
Tespih elimize,
Malboro ağzımıza yakışmadı.
Fes kafamızda,
501 kot pantolon kıçımızda
O Amerikalı kızdaki gibi durmadı.
Western filmlerinde
Ezilen kızılderililere ağlayıp,
Mavi ceketlileri tuttuk.
Ne solcu olabildik,
Ne sağcı,
Das kapital, okumak için çok uzundu,
Zaten okumayı hiç sevmedik.
Devrim türkülerinin ezgisini tutturamadık,
Bıyığı aşağı bırakmakla olmadı,
Mafyalaştık,
Milliyetimizi araplaştırdık…
Dinimizi Arapça okuduk
Ayetleri anlamadık.
Dünyada anlamadığı bir dilde dua eden başka bir millet var mı bilmiyorum.
Hoş millet miyiz?
Onu da bilmiyorum.
Teknoloji çağına yetişemedik,
Bırak matbaayı,
Bilgisayarın tuşuna da,
Yirmi yaşımıza da
Aynı gün bastık.
Cep telefonunu kemerlerimize astık,
Kazağı pantolonun içine.
Çok aralarda kaldık biz.
Toprak ağalarını demokrat,
Kapitalistleri yatırımcı sandık.
En büyük yalanı söyleyene daha çok inandık,
Camide iken ‘’Uydum hafız olan imama’’ derken, Her yerde imama uyduk.
Laikliğin ne demek olduğunu
Bizi okumanın, eğitimin kurtaracağını anlamadık.
Parayı kazanmak kolay sandık
Bankerlere, Jet Fadıla,
Çiftlik banklara,
En son kriptocuya kaptırdık.
Çok arada kaldık biz.
Kural koyduk, bozduk,
Anayasa yaptık, uymadık
Üniversiteleri haşat, Liyakatı madara,
Bakara’yı makara ettik.
Nihat Hatipoğlu’nu YÖK’e
Milli güreşçiyi bankaya atadık,
Okul yaptık, eğitim yapmadık,
Yol yaptık çöktü
Köprü yaptık geçmedik
Yine de parasını ödedik.
Devletin elektriğini,
Tekelini,
Limanlarını,
Barajlarını,
Fabrikalarını,
Kaz dağlarını bir güzel sattık.
Devletin malı denizdi,
Dezenfektan satmayan kerizdi.
Zaten ortada kaldıydık,
Bir kanal eksikti arada,
Onun da Projesini hazırladık
Yakında yüzeriz kanalda.
Leblebi tozu vardı bir zamanlar,
pudra şekerine nasıl geçtik?
Hiç anlamadık,
Ve Hiç sormadık,
Acaba bu hayatı,
Kendimiz mi seçtik?
Ümit etmek güzel,
Beklentisi var herkesin…de
Biz küçükken,
Sapanla kuş avlayan arkadaşımıza,
‘dur’ diyemediysek eğer,
Şimdi o arkadaş
Devletin gücünü,
Medyanın sözünü,
Paranın tadını,
Yandaşın hırsını,
Cahilin gönlünü,
Eline avucuna almışken ‘dur’ dememizi
Kimse beklemesin.
… …
Diyeceğim ama diyemiyorum.
Biri söylemiş işte;
“Muhtaç olduğun kudret
Damarlarındaki, asil kanda mevcuttur “ diye..
Bence uyan artık,
Yoksa geç kalacaksın
Kendini kurtaracak kimse arama,
Seni yine,
Sen kurtaracaksın…”

Fatih Ergin
Posted in Uncategorized | Leave a comment

MUSTAFA KEMAL’İ ANLAMAK * YA İSTİKLAL YA ÖLÜM…

Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * ORGANİZE İŞLER * GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL BELEDİYESİNDE NELER OLDU? Bölüm 1 / 2 / 3

Bir hafta sonra 31 Mart tarihinde yerel seçimler yapılacak. AKP iktidarı ki bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak tanımlamak daha doğru olur. Erdoğan devletin tüm gücü ile, 17 bakan, valiler, kaymakamlar, emniyet ve jandarma güçleri, TSK’nın komutanları, yargı mensupları, diyaneti ve cami imamlarını, tarikatları, cemaatleri , islami sermayeyi kullanarak İstanbul seçimini  alabilmek için çabalıyor. MHP, İYİPARTİ, DEM siyaseten açıktan veya örtülü olarak Erdoğan’ı destekliyor.
CHP’nin adayı İmamoğlu ise devletin bunca gücü karşısında erdemi, liyakatı, bilgi ve kültürü, yaptığı hizmetleri ile TEK TABANCA direniyor ve çalışıyor.  İmamoğlu döneminde İBB’nin tüm hesapları kamuya açık ve denetlenebilir, şeffaf bir yönetim ile yapıldı.  İBB maliyeciler tarafından defalarca denetlendi, eksiğini bulamadılar. Tarikatlara, cemaatlere, Erdoğan’ın çocuklarının kurduğu cumhuriyet karşıtı vakıflara giden tüm musluklar kesildi ve İMAMOĞLU DÖNEMİNDE vergilerimiz topluma hizmet için kullanıldı.
Önümüzdeki seçimde vergilerinin yine yolsuzluklara, cemaatlere, tarikatlara, ABD’ye para transfer ederek kendilerine gök delenler yapan Türgev ve benzerlerine gitmemeşi, sayısı 1500 civarında arabanın kiralanarak yandaşlara tahsis edilmemesi, yolsuzlukların olmaması için Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesi gerektiği gerçeği önümüzdedir.
YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE…
Naci Kaptan / 23 mart 2024

BELLEK DÜRTÜCÜ:  ORGANİZE İŞLER
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL BELEDİYESİNDE NELER OLDU?

Naci Kaptan 29.07.2023

2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün ABD ve İsrail’in desteği ile Erbakan hocayı tasfiye edip yeni bir parti kurarak iktidara gelmesiyle emperyal ülkelerin senelerdir rüyaları olan Türkiye’yi çökertme hayallerinin ilk basamağı gerçekleşti. Küresel baronlar ilk kez böylesine kendilerine uygun bir iktidar gücünü şekillendirme olanağına kavuşmuştu. Baronlarla Erdoğan / Gül arasında gizli ve kirli anlaşmalar yapılmaya başlandı. 
Türkiye’den ilk istenen anayasasını değiştirerek GÜÇLER BİRLİĞİNİ işlevsiz kılmak oldu. Bu arada, vakıflar yasası Türkiye’nin gizli işgaline olanak verecek şekilde değiştirildi. AKP, AB ve ABD ile birlik olarak Türk ordusunu   çökertme operasyonu ve bu arada yüksek yargı kurumlarının da siyasi erke boyun eğecek gibi yeniden şekillendirme operasyonları da başlatılmıştı.
Devletin kamu kurumları bir bir tasfiye edildi.  Kamunun harcamalarını izleyen, araştıran, bilirkişi olan denetçi müfettişlik kurumları da kapatıldı. Böylece iktidara istediği amaçla ve istediği kadar hazinenin parasını harcama olanağı sağlandı. Yargının yönetim kadrolarına AKP ile işbirliği yapacak olan hukukçular getirildi. Ülkemizin saygın diplomatları tasfiye edildi. Dış politikanın kontrol ve yönetimi liyakatsiz ve din eğitimi almış  veya dış politikayla ilgisi olmayan biat’çı yandaşlara verildi. ULUSALCILIK yani diğer deyişle MİLLİYETÇİLİK terör gruplarıyla ilişkilendirildi.
Tüm bu yapılanlar yetmez idi!!! Türkiye EKONOMİK olarak çökertilmeliydi. Ekonomik gücü olmayan ülkeler BAĞIMSIZ  da olamazdı. Borç alan emir de alırdı…
Dünyada kendisine yeten 7 ülkeden birisi olan Türkiye’nin ekonomik olarak da çökertilmesi gerek idi. Bu nedenle TARIM ve HAYVANCILIK politikaları değiştirildi. Çiftçi ve hayvan besicilerine Devlet destekleri kesildi. Zirai ilaç, gübre ve mazot pahalandı, üretici desteklenmedi. Türkiye’de yetişen tüm ürünlerin ithaline başlandı ve böylece çiftçi ve hayvancılar yok edilerek tarımdan uzaklaştırıldı.
Türkiye’de üretim ve istihdam sağlayan tüm kamu kurumları değerlerinin “onda birine” bazen “yüzde birine” öncelikle AKP yandaşı olan, yönetime yakın ve kanka, akraba olanlara ve yabancılara ÖZELLEŞTİRME masalıyla peş-keş çekildi.  Bu milli yatırımlar bir bir elden çıktıkça işsizlik, yoksulluk ve dışa bağımlılık da arttı… Günümüz Türkiye’sinin ekonomisi har vurup harman savuran “Müflis” tüccar gibi iflas etmiş ve kasasında parası kalmamıştır. Erdoğan’ın deyişiyle TULUMBANIN SUYU BİTMİŞTİR!!!
Elbet günü gelecek bu suyu bitirenler ve en alta kadar tüm AKP’li siyasetçiler, AKP’nin emri kumandasına giren kamu görevlileri, Valiler, kaymakamlar, genel müdürler, yandaş komutanlar bağımsız yüksek yargı önünde hesap vereceklerdir.
Devletin hafızası olanları ve devletine ihanet edenleri, anayasayı çiğneyen ve ilga edenleri, yasa tanımazları, çalanları, talan edenleri hiç bir zaman unutmayacaktır. 
Günümüz Türkiye’si SİYASİ – POLİTİK – SOSYAL – EKONOMİK bir işgal altındadır.
Ülkemizin ekonomik olarak nasıl çökertildiğini ve bu yolsuzlukların sahiplerini tekrar hatırlatmak için aşağıdaki yazı dizisini okumanıza sunuyorum
Naci Kaptan

BÖLÜM 1

1. BILBOARD YOLSUZLUĞU
İstanbul’un ana arterlerinde yer alan, büyük reklam ajanslarının gözdesi reklam panolarının kiralanması sırasında yapılan yolsuzluktur.
Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük taktiği, ihalelerin önce belediye şirketlerine (BİT’lere) verilmesi, oradan da kendi yandaşı kişi ya da firmalara aktarılmasıydı. Bilboard ihalesinde de aynı şeyi yaptı. Ulusal ve uluslararası reklam ajanslarının gözdesi ‘bilboard’lar (caddelere konulan büyük reklam panoları) önce belediye şirketi KÜLTÜR AŞ’ye kiralandı. Oradan da Nakşibendi tarikatı mensuplarının yönetimindeki İNTERPAN firmasına yıllık 30 milyar TL gibi komik bir fiyatla devredildi.
Bilboard ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle Temmuz 2002’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Burada Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve 25 belediye yöneticisi (bunlardan bir kısmı da AKP miletvekili adayı) yolsuzluk sanığı olarak yargılanıyorlar. Sanıklardan belediyenin zararı 100 milyon doları karşılamaları da isteniyor. İlk duruşma önümüzdeki günlerde yapılacak.
2. AĞAÇ YOLSUZLUĞU
İstanbul’a dikilen ağaçların alımından dikimine kadar yapılan ihalelerdeki yolsuzluklardır. ‘İki milyon ağaç’ kampanyası Tayyip’in en iddialı projelerinden biriydi. Ama her projesindeki gibi bunda da BİT’ler kullanılarak İstanbul halkı soyulmuştur.
Ağaç alım, dikim ve bakım işleri önce belediye şirketi İSTAÇ’a verilmişti. İSTAÇ da bir başka belediye şirketi AĞAÇ AŞ’ye taşeron olarak devretmiş, AĞAÇ AŞ de siyasi yandaşları, kişi ve firmaları taşeron olarak kullanmıştı.Türkiye’den ucuz fiyatla sağlanması mümkün olan ağaçlar İtalya’dan birkaç misli fiyatla ithal edilmiş, trilyonlarca liralık döviz kaybına yol açılmıştı. Ayrıca İstanbul’un iklim koşullarına uygun olmadığı biline biline binlerce ağaç ithal edilmiş, bu ağaçlar kuruyunca da Tayyip Erdoğan’ın emriyle gece yarıları yerinden söktürülmüştü. Ağaç işleri ile ilgili yapılan soruşturmalar sonucunda ‘görevde yetkisini kötüye kullandığı’ tespit edildiyse de Recep Tayyip Erdoğan, beş yıllık zaman aşımı nedeniyle yargılanıp ceza almaktan kurtuldu.
3. PERSONEL TAŞIMA YOLSUZLUĞU
Belediye ve bağlı şirketlerinin personelinin işe gidiş gelişlerini sağlamak için yapılan personel servisi ihalelerindeki yolsuzluktur.
İstanbul Belediyesi ve bağlı kuruluşlarının personelinin taşınma işleri Tayyip’in yakın arkadaşı Albayraklar şirketine verilmişti. Burada da akıl almaz yolsuzluk olayları yaşanmıştı. Danışıklı dövüş şeklinde yapılan bu ihalelere birkaç akraba şirket, bazılarına da sadece Albayraklar davet edilmişti.
Sahte araba ruhsatlarının düzenlendiği müfettiş raporları ve savcılık iddianamelerine konu olan bu ihaleler % 2-3 gibi komik tenzilatlarla Albayraklar firmasına verilmişti. Tayyip Erdoğan bu yolsuzların önemli bölümünden yakasını beş yıllık zaman aşımı nedeniyle kurtardıysa da, 1998’de yapılan iki ihale nedeniyle İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “ihaleye fesat karıştırmak”tan yargılanıyor. Hazır söz ALBAYRAKLAR’dan açılmışken, bu ilişkilere ışık tutmaya yarayacak, Cumhuriyet gazetesinde çıkan iki haberi de yorumsuz olarak sunalım.

BÖLÜM 2
ÖZELLEŞTİRMENİN GÖZDESİ ALBAYRAKLAR 
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde aldığı ihalelerle adını duyuran Albayraklar, AKP’nin iktidara gelmesiyle de özelleştirmenin vazgeçilmez şirketi oldu. Sümerbank Ereğli Tekstil, Balıkesir SEKA ve Trabzon Limanı’nı alan Albayraklar Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak ve kardeşlerinin de aralarında bulunduğu 11 kişi Büyükşehir Belediyesi’nden alınan ihalelere fesat karıştırmaktan mahkum oldu. Albayraklar’a da 1 yıl süre ile ihaleye girme yasağı getirildi. Ancak bu cezalar ertelendi. Albayrak kardeşler, Mustafa Albayrak öncülüğünde 1980 yılında işe İstanbul’da minibüsçülük ve otobüsçülük yapmakla başladı. 1994 yılına dek yalnızca otobüsçülükle geçinen Albayraklar’ın işleri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasıyla açıldı. İlk önce belediyenin personel taşıma ihalesini alan Albayraklar’a daha sonra belediyenin çöp, inşaat ve metro ihaleleri de verilmeye başladı.
Temiz Şehir Operasyonu Albayraklar’a verilen bu ihalelerdeki usulsüzlük iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı, mülkiye başmüfettişlerini görevlendirdi. Aylar süren incelemeler sonucu, bu ihalelerde usulsüzlük tespit eden müfettişlerin raporu üzerine İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı soruşturma başlattı. İstanbul DGM, 2001 yılında Organize ve Mali Şube Müdürlüklerine Albayraklar’a yönelik operasyon talimatı verdi.
Albayrak şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak, Tayip Erdoğan’ın danışmanları ve şu anda AKP sıralarında Mecliste olan bazı milletvekilinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden Mustafa Albayrak, Alican Balcı ve Nuran Erdoğan 19 Eylül 2001 tarihinde “çete kurmak”, “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından tutuklandı. Soruşturma devam ederken DGM Yasası’nda değişiklik yapıldı. Yasa değişikliği ile “çete” davaları DGM kapsamından alınarak ağır ceza mahkemelerine verildi. Albayraklar dosyası da İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Albayraklar soruşturmasını tamamlayan İstanbul Cumhuriyet Savcıları Erolcan Özkan, Rasim Işıkaltın ve Hüseyin Yıldız, Mustafa Albayrak, dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu ve Erdoğan’ın danışmanı Necmi Kadıoğlu’nunda aralarında bulunduğu 70 sanık hakkında “çete” “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından dava açtı.
Sanıkların 3 ile 75 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına çarptırılmasının istendiği iddianamede, Erdoğan’ı “geleceğin başbakanı” yapmak amacıyla çete oluşturulduğu ifade edildi. Organize olarak ihalelere fesat karıştırıldığı ve şartnamelerin Albayraklar’ın menfaatleri doğrultusunda hazırlandığı iddia edilen iddianamede, “Siyasal ve sosyal görüşten kaynaklanan bir amaçla, cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturuldu” denildi. Daha sonra Yargıtay’ın Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna hakkındaki dosyayı yerel mahkemeye göndermesi üzerine belediyenin eski yeni başkanları hakkında da dava açıldı. Bu dava bir süre sonra Albayraklar davası ile birleştirildi. Dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesinin hemen ardından yapılan ilk duruşmada tutuklu sanıklar tahliye edildi. Gıyabi tutuklu sanıkların ifadeleri alınmaya gerek duyulmadan tutukluluklarının kaldırılması ise dikkat çekici idi. Bir süre sonra davada sanık olarak yargılanan Erdoğan’ın partisi iktidara geldi. AKP’nin iktidar olmasının hemen ardından yapılan duruşmada mahkeme karar verdi.
Ceza aldılar
Mahkeme heyeti, Mustafa Albayrak, kardeşleri Kazım ve Muzaffer Albayrak ile şirketin ihale bölümünde çalışan Hüseyin Yılmaz, Mehmet Sami Polat, Tamer Öztürk ve Osman Temur’un “ihaleye fesat karıştırmak” suçundan, Belediye’nin İhale Komisyonu’nda yer alan Basri Saygı, Mustafa Döner, Ömer Gaziler ve Beytullah Ateş’in de “görevi ihmal” suçundan 2 ay 27’şergün hapis cezasına çarptırılmalarını kararlaştırdı. Daha sonra bu cezaları paraya çeviren mahkeme, sanıkların bir daha suç işlemeyeceklerine kanaat getirerek cezalarını erteledi.
Mahkeme Gürtuna’nın da aralarında bulunduğu 54 kişinin ise delil yetersizliğinden beraatına karar verdi. DGM’ce yapılan ve daha sonra yasa değişikliğiyle ağır ceza mahkemelerine gelen davaların hemen hepsi hâlâ sürüyor. Erdoğan ve Gürtuna’nın yargılandığı bu yolsuzluk davası ise jet hızı ile sonuçlandı. Albayraklar davasında Erdoğan döneminde İstanbul Belediyesi’nde görev yapan ve daha sonra AKP sıralarında Meclis’e giren 6 milletvekilli de yargılanıyordu. Ancak dokunulmazlık kazanan Mustafa Açıkalın, Adem Baştürk, İdris Naim Şahin, Zülfü Demirbağ, Selami Uzun ve Mustafa Ilıcalı’nın dosyaları ayrıldı.

BÖLÜM 3
Kiralık Otomobil olayı
İstanbul Belediyesi Tayyip ’le birlikte yeni bir uygulama başlatıyordu. Hem mevcut otomobiller eskimiş, kendi kadrolarını motorize hale getirmek istekleri nedeniyle de yeni ihtiyaçlar doğmuştu. Büyüyen otomobil ihtiyacı İstanbul Belediyesi ’nde ilk kez kiralama yoluyla giderilecekti. İlk uygulama beş binek otosu için 29 Aralık 1994 ’te yapılan ihale ile gerçekleştirildi. İstanbul Belediyesi ’nin kiralayacağı otomobiller için “Milli Gazete “nin İzmir baskısına ihale ilanı verildi.
İhale kapalı zarf usulüyle yapıldı ve sadece Albayrak Turizm Seyahat ve İnşaat ile Avrupa Turizm Ticaret AŞ firmaları ihaleye katıldı. %6 indirimle teklif veren Avrupa Turizm Ticaret AŞ işi aldı.
Sözleşme 3 Ocak 1995’te imzalandı. 1995 model Opel Vectra, Renault Concorde, Ford Escort, Renault Spring ve Ford Minibüs’ten oluşan 5 arabalık ilk parti için yıllık kira bedeli olarak yaklaşık 20 milyar TL (16 milyar 248 milyon TL + %23 KDV) ödendi.
Araba fiyatına kiralama…
Belediye Genel Sekreter Yardımcısı Adem BAŞTÜRK’e makam aracı olarak kiralanan Opel Vectra’ya yıllık kira bedeli olarak 504 milyon TL ödenmişti. O tarihte sıfır kilometre Opel Vectra’nın fiyatı 850 milyon TL idi. Yani İstanbul Belediyesi 1.5 yıllık kira bedeliyle o arabaya sahip olabilirdi. Renault Spring’de ise durum daha da vahimdi. Sıfır kilometre Spring fiyatı 330 milyon TL olmasına karşın, bir yıllık kira bedeli olarak 312 milyon TL ödenmişti.
Avrupa Turizm…
Avrupa Turizm Ticaret AŞ bir Ankara firmasıydı ve sahibi eski MSP Milletvekili ve Devlet Bakanı Haşan AKSAY’m oğlu Mehmet Emin AKSAY’dı. Milli Nizam Partisi’nden beri ERBAKAN’ın yanında yer alan AKSAY, MSP ve RP’nin de kurucuları arasındaydı. İstanbul’da yapılan ihalenin, Milli Gazete’nin İzmir baskısında yayınlanmasından sonra ihaleyi bir Ankara firmasının almasının kerameti işte buradaydı. İstanbul Belediyesi yine hortumlanmış, para yabancıya gitmemişti.
Sayıştay’dan izin…
İlk araç kiralama ihalesinden sonra, İstanbul Belediyesi 9 Ocak 1995’te Sayıştay Başkanlığı’na bir yazı yazarak araç kiralamak için izin istedi. Sayıştay gerekli izini verdi. Ancak kendisinden izin alınmadan yapılan ilk ihaleyi inceleyince izni geri aldı. Yapılan inceleme sonunda hazırlanan raporda ihale işleminde birçok usulsüzlük tespit edildi. Sayıştay denetçilerinin tesbit ettikleri usulsüzlükler şunlardı:
– 237 Sayılı Taşıt Kanunu’nun 10’uncu maddesinin 3’üncü fıkrasına göre taşıt alım ve kiralanması Bakanlar Kurulu’nun müsaadesine tabidir. Belediyelerin kullanım amacıyla edinecekleri taşıtların edinim prosedürü böyle belirlenmiştir. Dosyada böyle bir izin olmadığı görülmüştür.
– Kiralanacak araçların kimlere tahsis edileceği ve ne amaçla kullanılacağı hakkında dosya içerisinde herhangi bir belgeye, bilgiye rastlanmamıştır. Gerekli açıklamanın yapılması yanında, belediye muhasebe yönetmeliğinin 33/12’inci maddesinde belirtilen cetvelin tasdikli bir suretinin gönderilmesi, muhammen bedel tesbit tutanağı incelendiğinde, fiyat tesbiti için özel şirketlere başvurulurken, ticaret odasından fiyat istenmediği görülmüştür.
– Ayrıca ilgili araçların yıllık birim kira bedellerinin neredeyse araçların satış bedellerine yaklaştığı tesbit edilmiştir.
Yandaş belediyelere araba…
Recep Tayyip ERDOĞAN bir yandan fahiş fiyatlarla araba kiralarken, öte yandan da siyasi geleceğine katkı amacıyla, yandaş belediyelere sembolik fiyatlarla araba kiraya veriyordu. Örneğin Renault Spring’e bir yıllığına 312 milyon TL kira ödeyen İstanbul Belediyesi, 34 AAS 01 Plakalı binek aracını yıllık 1 milyon TL bedelle Rize Belediyesine kiraya veriyordu. Araba kiralama işi İçişleri Bakanlığı soruşturmalarına da konu oldu. Mülkiye Başmüfettişleri’nin hazırladıkları raporda da araba kiralama işleminin sakıncalarına değinildi:
“Büyükşehir Belediyesi’nin ihtiyaç fazlası olmayan imkan ve araçlarını sembolik bedellerle, kendisine bağlı olmayan başka belediye veya kuruluşlara kiraya vererek, kendisinin daha yüksek bedellerle araç kiralamasını, hizmet alanları ile sınırlı olan kamu hizmet ve görevlerinin gereği olarak kabul etmek ve hemşerilik hukuku ile bağdaştırmak mümkün olmadığı gibi, belediye bütçesinden karşılanan 35.342.400.000. TL bedelle bir defada 76 binek oto kiralanması da, 237 sayılı kanunun binek oto satın alma ve kullanımlarındaki kısıtlayıcı hükümleri ile amaçlanan bu konudaki tasarruf ilke ve tedbirleriyle bağdaşır nitelikte değildir.
Büyükşehir Belediye Encümeni ihale kararlarını alırken, öncelikle İstanbul ve İstanbullu hemşehrilerinin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte kamu hizmeti sunulmasını amaçlamalı, kanunlarla Büyükşehir Belediyesi’ne verilen görev ve hizmetlerle bağdaşmayan, tasarruf ilke ve tedbirleriyle amaçlanan hedeflere de ters düşen uygulamalara son verilmelidir.”
Uygulamaya devam…
Araç kiralama işleminin yasalara aykırı olduğu hem Sayıştay Denetçileri, hem de İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri raporlarıyla saptandı diye İstanbul Belediyesi bu işten tabii ki vazgeçmeyecekti. BİT’ler yine kanuna karşı hile aracı olarak kullanıldı. Önceleri sadece İSBAK üzerinden araba kiralandı, belediye arabaları kullandı. Sonraları tüm BÎT’ler ve İSKİ yüzlerce hatta sayıları bini geçen araba kiraladı. Araba kiralama işinde de lider firma Albayrak Turizm oldu. Yeni Şafak gazetesinin sahibi olan Albayrak’ların bugünlerde İmamoğlu’na ve İBB’ye karşı olan saldırılarının ardında kaybettikleri ihaleler vardır.

Devam edecek
Posted in ORGANİZE İŞLER, ÖZELLEŞTİRMELER, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | 1 Comment

VATAN HAİNLERİ HER DÖNEMDE VAR OLMUŞTUR * İHANET ÇEMBERİ! * “Keşke Yunan kazansa” diye neler yapmadılar ki!

İHANET ÇEMBERİ!

Tayfun Çavuşoğlu * Gazeteci-Yazar

“Keşke Yunan kazansa” diye neler yapmadılar ki!

Bugün bazı kesimlerin hiç de hoşuna gitmeyecek gerçek şu ki: Milli Mücadele’de Osmanlı Hükümeti, Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit; Kuvayı Milliye ve Türk ordularına değil, Venizelos’a ve Yunan ordularına yardım etti. Sadece Yunan yardım etmekle de kalmadılar, Ankara’nın elini kolunu bağlamaya çalıştılar, milli mücadele yanlısı asker-sivil yurtseverleri de görevden aldılar.
Nisan 1920’den itibaren Osmanlı yönetimi; padişahından sadrazamına, içişleri bakanından şeyhülislamına kadar bütün unsurlarıyla Mustafa Kemal Paşa’ya ve Milli Mücadele’ye açıkça düşman oldu.
Yazar Tayfun Çavuşoğlu, belgelere dayanarak madde madde aktardı. Burada sözü edilen ihanet örneklerinden daha fazlasını videoda bulabilirsiniz.
10 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Milli Mücadele’ye katılanları öldürmenin “din gereği” olduğunu belirten bir fetva yayımladı. Halife/Padişah Vahdettin’in onayladığı bu fetva İngiliz uçaklarıyla Anadolu’ya atıldı.
18 Nisan 1920’de Padişah Vahdettin’in onayı, İngilizlerin desteği ve 1.250.000 lira ödenekle, Sadrazam Damat Ferit tarafından Kuvayı Milliye’ye karşı Kuvayı İnzibatiye kuruldu. Vahdettin’in “paşa” yaptığı Ahmet Anzavur, Kuvayı Milliye’yi dağıtma göreviyle İzmit’ten Adapazarı’na yola çıktı.
13 Mayıs 1920’de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye’ye kurşun sıkan 13 Kuvayı İnzibatiye mensubunu Mecidiye Nişanı’yla ödüllendirdi.
30 Ağustos 1920’de padişah yanlısı Teali İslam Cemiyeti, Milli Mücadele karşıtı ihanet bildirileri yayımladı. Bildirilerde Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu.
23 Mart 1921’de Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’la yaptığı bir gizli görüşmede Atatürk’e ve Kuvayı Milliyecilere ağır hakaretler etti: “Bir avuç haydut Anadolu’da erki ele geçirmiştir” dedi. Ayrıca şunları söyledi: “Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir. (…) Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur.”
10 Nisan 1921’de Padişah Vahdettin’in has adamı Ahmet Anzavur şöyle bir açıklama yaptı:
“Padişah, Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değildir. Yunanlar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızasına aykırı olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır.”
14 Mayıs 1920’de Beyazıt Meydanı’nda, Bekir Sıtkı Bey komutasındaki İkinci Kuvayı İnzibatiye Alayı’nı irşad amacıyla bir dini tören düzenlendi. Törende ünlü İzmirli vaiz Hafız İsmail Efendi, Halifenin ordusu durumundaki Kuvayı İnzibatiye’nin “asileri” yani Kuvayı Milliyecileri yok etmesi için dua etti. Dinleyiciler “âmin” diyerek duaya eşlik ettiler.
Hafız İsmail Efendi, Kuvayı Milliye’ye karşı en ufak bir merhamet gösterilmemesini istedi. Bu imam efendinin ve “Amin!” diyerek duaya iştirak edenlerin, kardeş kanı dökülmesinden en küçük bir rahatsızlıkları yoktu.
12 Ağustos 1920’de Yunan Başbakanı Venizolos’a bir suikast girişiminde bulunuldu. Venizelos hafif yaralarla kurtuldu. Bunun üzerine aynı gün, Yunan işgali altındaki Edirne’de Metropolithane Kilisesi’nde Venizelos için bir “şükran ayini” düzenlendi. Ayine Edirne Müftüsü Hilmi Efendi de katıldı. Öğleden sonra Rum Vali, General Zimbrakakis, General Leonardapulos, Metropolit Efendi ve yanındakiler Selimiye Camisi’ne geldiler. Müftü Hilmi Efendi Selimiye Camisi’nde Venizelos’un sağlığı için dua etti. Hilmi Efendi okuduğu duada Venizelos’u “özgürlük ve adaletin temsilcisi” olarak andı. Yunan Heyeti, Müftü Efendi’nin duasından pek memnun kaldı.
Yunan’ın galibiyeti için seferber olanlar dün kaybettiler…
Tarihi yeniden kurgulayarak işlerine geldiği gibi yazmak için hainlerden kahraman çıkarmaya çalışanlar da elbette kaybedecekler. Çünkü “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen zihniyetin bu ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur.

Posted in Uncategorized | Leave a comment

DİN/ İNANÇ/ BİLİM/ ÇAĞDAŞLIK/ AYDINLANMA

KISSADAN HİSSE HİKÂYE ŞÖYLEDİR;

Şeytan çocuğuna dünyayı öğretmek için anlatmaktadır;

Bunlar ağaç, şu kedi ve köpek, şunlar araba, dallarına kuşların konduğu ağaç derken oğul şeytan uzaktan gelmekte olan sarıklı cübbeli birisini gösterir; “Bu ne?” Baba şeytan “Oğlum o yobazdır, Allah’ın adını kullanarak durmadan yalan söyler, fırsat bulduğunda küçük çocuklara tecavüz eder. Ulusların atasına ihanet eder, düşmanlarla işbirliği yapar, sahiplerinin hırsızlıkları onaylar, 6-7 yaşlarında olan küçücük bebelerle utanmadan evlenir. Her türlü kötülüğü yapar ve kabahati bizim üzerimize atar. Ondan uzak dur!” (Aydın, çağdaş, iyi ahlâklı din adamlarını tenzih ederim) (N.K.)

KORKMİREM

Ay balam / Şafak vakti düşirem men
Çöllere bala, çöllere bala, çöllere
Kükremiş aslan görirem / Cin görirem, can görirem
Mezerde hortlak görirem / Bin türlü tufan görirem
Kum gibi yaban görirem / Korkmirem
Kormirem bala korkmirem
Ay balam / Tek başına çıkırem ben
Dağlara bala, dağlara bala, dağlara
Yangın-ı volkan görirem / Dalgalı duman görirem
Bin türlü tufan görirem / Kükremiş aslan görirem
Kan yiyen sırtlan görirem / Mezerde hortlak görirem
Kum gibi yaban görirem / Korkmirem
Korkmirem bala korkmirem
Ay balam / Bu korkmamazlığım ile
Vallahi bala, billahi bala, tillahi bala
Harda bir yobaz görirem / Harda bir softa görirem
Harda bir adi görirem / Korkirem / Korkirem bala korkirem
Dalgalı fikirlerinden / Riyakar zikirlerinden / Korkirem
Mirze Elekber Sabir

Bir din nasıl uygulanıyorsa, örneğin müslüman toplumların bilim, sanat, teknoloji, akılcılık alanlarında ilerlemesini ve çağımızın şartlarına uyarak uygarlaşmasını ne ölçüde engelliyorsa, islamiyetin gerçek değeri de o şekilde belirlenmelidir (yani bana göre dinimizin değeri epeyi düşüktür). K.R.

İNANÇLI ÜLKELER LİSTESİ
Yemen
Dünyanın en inançlı ülkeleri listesinde  Yemen yer almakta.
Ülkede kendisini inançlı olarak tanımlayanların oranı %99

Sri Lanka
Asya’nın ada ülkesi Sri Lanka inançlı insanların oranın en yüksek olduğu
bir diğer yer. Ülkedeki en büyük dini grubu Budistler oluşturuyor.

Malavi
Afrika ülkesi Malavi’de kendisini inançlı tanımlayanların oranı nüfusun %99.

Nijer
Bir diğer Afrika ülkesi olan Nijer, inanç oranının en yüksek olduğu ülkelerden

Etiyopya
Doğu Afrika ülkesi Etiyopya kendisini inançlı olarak görenlerin en fazla olduğu ülke. Oran %99’dan da fazla.

Yapılan son araştırmalara göre kendini güvencede hisseden en huzurlu, mutlu, çevresiyle barışık insanlar İskandinav ülkelerinde yaşayanlarmış, ki onların büyük çoğunluğunu inançsızlar teşkil etmektedir.

İNANÇSIZ ÜLKELER LİSTESİ
Norveç
İskandinavya ülkesi Norveç, kendisini inançlı sayanların oranının en düşük ülkelerden biri. Ülkede kendisini inançlı olarak tanımlayanların oranı %21.

İsveç
Norveç’in doğu komşusu İsveç’te durum pek farklı değil. Kendisini inançlı kabul edenlerin oranı %19.

Estonya
Baltık ülkesi Estonya’da toplumun %16’sı kendisini inançlı görüyor.

Japonya
Japonya’da kendisini inançlı kabul edenler nüfusun %13’üne tekabül ediyor.

Çin
Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de kendisini inançlı kabul edenlerin nüfusa oranı %7.

Yukarda bulunan İNANÇLI/ İNANÇSIZ sıralamasında başlarda olan ilk BEŞ ülkenin BİLİM/ ÇAĞDAŞLIK/ KÜLTÜR/ SANAT/ GELİŞMİŞLİK sıralamasına bakıldığında karşımıza çıkan gerçek; inancın yüksek olduğu islam ülkelerinin evrensel sıralamalarda neden en diplerde olduğu sorgulanmalıdır.
Tutucu, bağnaz, irticanın hüküm sürdüğü, laikliğin kabul görmediği tüm ülkelerde DİNİ YAŞAM tarzı dayatılmaktadır. İslam dininde halen geçerli olan 1400 yıl öncenin yaşam tarzını dayatan dini kuralları ve kuran’ın değişmezliği bu ülkeleri ve toplumu aydınlanma ve çağdaşlıktan, akıl ve bilimden uzaklaştırmaktadır.(N.K.)
“Kuranı Kerimi anlamadan okuyanlar dindar, neler yazdığını anlayanların büyük kısmı ise ateist oluyormuş. Ben ise kutsal sayılan hiç bir kitabı okumadan, sadece bilimi önemseyip kafamı kullanarak ve yersiz korkularımı yenerek ateist olmayı başardım, fakat istediğim sayıda inançlı (yani dinle, imanla kandırılan) vatandaşa o konuda hizmet sağlayıp örnek olamadım; hayatta en çok ona yanarım ! (K.R.)”

Değerli büyüğüm, aydın insan Kemal Rastgeldi’nin yazısına katkıdır. (N.K.)
Posted in Uncategorized | Leave a comment